22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ARALIK 2011 PAZARTESİ 6 HABERLER Şike depreminin, ortak yasa tasarısı ile Meclis’in gündemine girmesi insan hakları, hukuk kaygılarının ötesinde Yasa tamamen duygusal ŞÜKRAN SONER Türk futbolunda yaşandığı iddia edilen önemli şike olaylarının, zamanında birebir değil de yıllar sonrasında toplu, silahlı suç örgütü kapsamında, büyük bir operasyona konu olması; şike depreminin gündemimize girmesi ile Türk futbolunda yaşanan depremler gün gün yeni boyutlar kazanıyor. Şike depremi 5 aylık gelişmeleriyle bile hem Türk futbolunu hem de futbol ekonomisini zincirleme etkileri ile fena halde sarsıyor... İktidarcemaat medyasının “sıra futbol baronlarında” sloganı ile kamuoyuna yansıttığı şike senaryolarıyla; operasyonlar, tutuklamaların ilk günlerinden, dün yeni ortaya çıkan iddianname bile ortalıkta yokken, çok sayıda spor yöneticisi, futbolcu, kulübü mahkum edilmekle kalınmadı. 4 Temmuz’da başlayan tutukluluklar sadece ayrıntılar... AKP iktidarında elmalarla armutların birleştirildiği torba yasa paketleri, KHK’lerle yaşamın her alanına giren düzenlemelerden, yaşanacaklardan bihaber olmak genel kural. İnsan hakları, ileri demokrasi, AB’ye uyum kriterleri adına gelen düzenlemelerle Türkiye, yargısız infazlar, terör suçlarında, uzun tutukluluklarda dünya olumsuzluk rekorlarını kırıp duruyor. İktidarcemaat medyası “sıra futbol baronlarında” sloganı ile şike depremi üzerinden kamuoyunda mahkumiyet kararını infaz etmişken, AKP iktidarı ilk kez Meclis’te, diğer partileri de yanına katarak neden futbol dünyasından da kaçak çıkardığı yasayı bir yıl geçmeden değiştirmek gereğini duyuyor? Cumhurbaşkanlığı tüm yasa değişikliklerinde infaz makamı gibi çalıştırılmışken söz konusu yasanın veto edilmesi nasıl bir anlam taşıyor? ları gibi çok yönlü ekonomik boyutlarıyla da siyasal, sosyal vurgun dalgaları vurmayı sürdürecek.. Spor dünyasının şike dalgasına konu olan yasanın çıkışında içeriğinden bihaber olduklarından yakınmaları, insan hakları, hukuk ilkeleri çerçevesinde durumu düzeltecek acil yasayı gündeme getirmeleri buzdağının görünen yüzü. AKP iktidarında yaşamın her alanına dönük olarak çete, terör örgütü, terör suçlusu olarak özel yargılamanın ağır tablosu ortada dururken; 8 ay önce AB’ye, evrensel kriterlere, ileri demokrasiye uyum kapsamında çıkarılmış son yasanın, bir tek şike yasasının düzeltilmesi için Meclis’te çözüm aramanın, aslında demokrasinin gereği diğer partilerle uzlaşma içinde yasa değişikliğinin gündeme gelmiş olması ne yazık ki insan hakları, hukuk devleti kaygılarından çok, tamamen duygusal (!) yani parasal. AKP’nin dayatma yasalarının tümünde onay makamı olarak kullanılan Cumhurbaşkanlığı’nın bir tek bu yasaya yönelik önemli gerekçelerle veto kararı işlere daha bir karmaşık boyut kazandırırken dün açıklanan yürürlükteki eski yasaya dayandırılmış iddianame, “çıkar amaçlı suç örgütü” iddiası, şike depremini içinden çıkılmaz bir derinliğe, yeni deprem dalgalarına açık hale getiriyor... yor. Kulüplerin hisse senetlerinde yaşanan düşüşten, kombine kart, logolu ürün satışına birçok gelir kaleminde önemli düşüşler söz konusu. Avrupa’da yaşanmış olaylar, şikeye muhatap kulüplerin yer aldığı ulusal liglerin ağır gelir kayıplarını ortaya koyuyor. Futbolun ana faaliyetlerinden yaratılan gelirin yaklaşık on katı futbolun yarattığı katma değerler varlığını göz önünde tutmak gerek. Şike olaylarının kaçınılmaz ekonomik kayıplarını da bu ölçüler içinde değerlendirmek gerekiyor. Şike olaylarının yaygınlığı dünya örneklerinde yaşandığı üzere kaçınılmaz şikenin olduğu lokal liglerin yerine uluslararası lige izlenme bakışını getirirken futbolu, kurumlarını şikeden uzak tutmaya yönelik çabalar, şike suçlarına yönelik yaptırımlar da önem kazanıyor... Fenerbahçe’nin şikenin gündeme gelmesinin ilk günlerinde hisse senetlerinde yaşanan değer kaybı yüzde 35’lere yine Juventus soruşturması sonrası hisse değeri kayıplarının yüzde 75’lere kadar yükselmiş olmasını göz önünde tutmak gerek. İktidarın İki Silahı ve ABD: Aba Altındaki Yargı, iktidarın bir No’lu siyasi silahıdır. Muhalefeti ve medyayı bu silahla vuruyor!.. İkinci önemli silahı, devletin / maliyenin denetimidir... İktidarla, devletle, maliye ile türlü çeşitli işleri olan patronları da bu ekonomik silahla dize getiriyor. Türkiye’de en çok iktidara boyun eğme özgürlüğü vardır! Medya patronlarını kul köle haline getirdiler... Şirket patronlarının pek çoğu da iktidara arkasından lanet okurken, seslerini çıkaramaz duruma düşürüldüler. Medya büyük bir mezarlık halindedir! Daha iyi bir tanım isterseniz, sessiz büyük okyanusa dönüştürülmüştür. Fırtınasız, dalgaları olmayan, en sert havalarda bile sahilleri sadece şıp şıp diye yalayan romantik su seslerini dinliyoruz! ??? Kılıçdaroğlu, iktidarın İzmir’e saldırılarına mitingle yanıt verdi. “Saldırıyı karşılama” olarak iyi bir gösteri... Ama yetmez... Çünkü iktidar, savcısını halkın öncülerinin, direnişlerin üzerine ve CHP belediyelerine saldıkça olan şudur: Sinme! Geri çekilme! Suskunluk! Korku! Çünkü halkın kitlesel örgütlenmesi zayıf. Direnen güçler zayıf kalıyor. CHP, bu saldırıları meydanlarda göğüsleyerek cesareti körükleyebilir ve muhalefet güçlerinin korunmasız olmadığını gösterebilir. Bu, işin bir yönü... ??? CHP’nin, iktidarın yargısavcı ve ekonomik baskılarına karşı da teşhir edici, irili ufaklı bütün olayları ve gelişmeleri açıklayıcı bir çalışmanın içine girmesi gerekir. Yargıda olan bitenler hakkında, belki de sürekli yayımlanacak bültenlerle ve yapılacak basın toplantılarıyla kamuoyu bilgilendirilmeli. Salt bu konuyu ele alan miting bile yapılmalı... Boyun eğmeye zorlanan yargı dünyasının dayanacak bir yeri olmalı! Aynı düşünce, ekonomi dünyası için de geçerli... CHP’nin şöyle ikiüç yıllık bir “karşı duruş” plan ve programı var mı örgütünü bu kapsamda harekete geçirecek? Ben görmüyorum, bu nedenle de parti içinde iktidar kavgalarının önünü almak mümkün değil... Bu kavga, CHP’yi yiyip bitirir... ??? ‘170 milyon Avro kayıp’ Şike ekonomisinin futbola toplam maliyetinin beklenenin üzerinde olacağı, 580 milyon Avro’ya ulaşan futbol gelirimizde ilk etapta 170 milyon Avro’luk bir düşme olacağını beklemelidir. Yayın geliri en az 55 milyon TL düşecektir. Devler; lig gelirlerinden olacaklardır, reklam gelirleri önemli oranda azalacaktır. Ancak şunu da belirtmekte yarar vardır; futbolun marka değerinin olumsuz etkileneceği düşüncesinden hareketle olayın siyasi ve ekonomik boyutunu hukukun üstüne taşımaya çalışmak futbolun uzun süre kaosa girmesi, ölümü anlamındadır. Sağlıklı bir futbol ekonomisinin varlığı tamamıyla sağlıklı, temiz bir futbola dayanır. Bir suç ekonomisi olarak şike ekonomisi futbolun en büyük düşmanıdır. Hukukun üstünlüğünü hiçbir şeye feda etmemek gerekiyor. Geleceği kaybetmemek için, bugünü gerekirse feda etmek kaçınılmazdır.” Futbol endüstrisine darbe 5 aylık süreçte çok sayıda futbolcunun işini kaybetmesi, futbolcularla birlikte kulüplerin piyasa değerlerinin diplere vurması, seyircinin çekilmesi, Türk futboluna ilginin, heyecanın erimesi, kulüplerinin borsa, piyasa değerlerinin, gelirlerinin, aynı hızla futbol maçları gelirlerinin, spor medyası naklen yayımlar, ilan gelirleri içinde olarak düşmesi futbol ekonomisi ile ilgili kayıpların ilk sonuçları... Sarsıntı, tsunami, su dalga ‘İlgi dış liglere kayıyor’ Durumun vahametini yorumsuz anlatabilmeye yönelik, sözü bir uzman görüşüne, “şike ekonomisi” üzerinden çalışmalar yapan Tuğrul Akşar’a bırakmak en iyisi olacak... “ Futbolumuzda 4 Temmuz 2011’de başlayan şike depremi hem futbolumuzu hem de futbol ekonomimizi sarsmaya devam edi ‘Feda etmek kaçınılmaz’ Kadınlar futboldan soğudu ‘Çarşı her şeye karşı’ ÖZLEM YÜZAK IŞIL ÖZGENTÜRK Kısa bir süre önce gittiğim İspanya’nın Barselona kentinde, Katalan olan ünlü mimar Gaudi, Salvador Dali ve Picasso ile birlikte Barselona’yı var eden en büyük değerin, Barcelona Futbol Takımı olduğunu gördüm. Takımın müzesi önünde yüzlerce kişi sabırla içeri girmek için bekliyordu. Havaalanında, turistik eşyaların satıldığı mağazalar bölgesinde özel dükkânları vardı ve formaları, şortları peynir ekmek gibi gidiyordu. Öğrendim ki Barcelona takımı İspanyollar ve dünya futbol meraklıları için sloganları olan “Mes gue un club”mış (Bir kulüpten daha fazlası). Çünkü o, özellikle iç savaş sonrası İspanya’yı boğan faşist Franco döneminde, Franco’ya ve diktatörlüğe muhalif olmanın önemli bir simgesiymiş. Memlekete bu bilgilerle döndüm, tam o sırada Beşiktaş taraftarları, GalatasarayBeşiktaş maçı oynanırken Van’ın plakası olan 65. dakikada tişörtlerini çıkarıp Van’ı bütün ülkeye yeniden anımsattı: “Onlar üşüyorsa biz de üşürüz!” Bizde de her sınıftan, her meslekten, her yaştan oluşturdukları taraftar grubuyla, gerçekten bana Barcelona takımını anımsatan bir taraftar grubu vardı. Bilenler biliyor. Bu taraftar grubu kısaca Çarşı olarak kendini konumluyor ve anarşist manifestoyu çok anımsatan bir sloganla hayata karışıyorlardı: “ÇARŞI HER ŞEYE KARŞI!” Bu yazıda a’ları normal yazdım. Oysa Çarşı yazılırken anarşist manifestonun a’sı kullanılmaktadır. Ayrıca “Çarşı Alayına Karşı” sloganı da söz konusu grubun hem öteki takımlara hem de politik kimliklere karşı duruşunu ifade etmekteydi. Bülent Ecevit’in ölümü üzerine resmi sitelerine koydukları “Kara Kartal Seni Unutmayacak Karaoğlan” sloganıyla da Ecevit’e olan sevgilerini göstermişlerdir. Çarşı grubunun dikkat çeken bir diğer tavrı nükleer enerji santrallarına karşı duruşu. 2005/2006 sezonunda bazı maçlardan önce açtıkları “Çarşı Nükleer Santrallara Karşı” yazılı pankartlarla dikkat çekmiş ve Sinop’ta düzenlenen nükleer karşıtı gösterilere katılmışlardır. Bir küçük yazıda Çarşı grubunu anlatmak mümkün değil, bu nedenle haber verelim Çarşı’yla ilgili yapılmış bir belgeselin CD’leri satılıyor, oradan daha çok bilgi edinebilir, bizim de hayata ve sosyal olaylara duyarlı bir takımımız var, diye övünebilirsiniz. Biri bir tıp öğrencisi. 23 yaşında genç bir kız. Öylesine tutkulu bir Galatasaraylı ki öğrenim gördüğü Ankara’dan sık sık kalkıp İstanbul’a sadece maç izlemeye geliyor. Daha doğrusu son şike olaylarına kadar geliyordu... Adı Yerin Koçak. Diğeri ise meslektaşım bir kadın gazeteci. Vatan gazetesinden Necla Dalan. Kendisini “Ben fanatik Fenerbahçeliyim” diye tanımlıyor. Futbolda şike ve onun etrafında dallanıp budaklanan gelişmeler, birbirine ezeli rakip iki takımın bu iki koyu taraftarını sadece tek bir ortak noktada birleştirebilmiş: “Artık futbolu izlemekten zevk alamaz oldum. Maçlara gitmek istemiyorum…” Bu kadar. Onun dışında şikenin Meclis’e taşınması, önce sporda şiddet ve şikeyi önlemek amacıyla 6222 sayılı yasada değişiklik yaparak cezaları hafifleten yeni 6250 sayılı yasanın çıkartılmaya çalışılması, ardından önceki gün bu yeni yasanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den ‘veto’ yemesi ve kanunun tekrar görüşülmesi için TBMM’ye iade etmesi, son ola rak da futbolda şike iddialarına ilişkin hazırlanan iddianame ile futbol salt spor olmanın çok ötesine geçerek toplumsal bir yara halini alırken Yerin Koçak ve Necla Dalan’ın konuya bakışları da ayrışıyor... Yerin Koçak, sanıyorum Fenerbahçeli taraftara biraz kızgın. “İnsan tabii takımına sahip çıkacak ama ben bilboardlarda Aziz Yıldırım’ı destekleyen yazılar yerine ‘Temiz futbol istiyorum’ sözlerini görmek isterdim. Artık hiçbir maçın adil yapıldığına inanmıyorum. Bu sadece Fenerbahçe için değil, di ğer takımlar için de geçerli. Futbol kirlendi ve bu tüm Türkiye’ye puan kaybettirdi. Bu durum herkesin başını öne eğdiriyor” diyor Yerin Koçak. Dalan, çok hesapsız kitapsız bir operasyonla kulüp yöneticilerinin içeriye alındığını, iddiaların ortaya atıldığını düşünüyor ve “Altını dolduramadılar ve yaptıkları yanlışı düzeltmeye çalıştıkları için cezaları hafifleten yeni yasa tasarısını hazırladılar” diye düşünüyor. Dalan, “Ben Sivas’taki maçı izlemiştim. Hiç de şike olduğuna inanmıyorum. Bu yüzden tutuklamalar adil değil” derken Meclis’te başlayan ve vetoya kadar uzanan gelişmeleri de şöyle değerlendiriyor: “Aslında işin her tarafı sakat. Deniz Feneri’nden tutuklu olanları salıyorsun ama Mustafa Balbay 1000 küsur gündür tutuklu, Ahmet Şık, Nedim Şener ve diğer gazeteci arkadaşlarımız hapiste, Aziz Yıldırım hapiste... Ülkede inanılmaz bir güven erozyonu yaşanıyor. En önemlisi bu. Ve bu futbola da sıçradı sonunda...” ktidar Tiran!’ ABD’nin Aba Altından Sopası mı? Abramowitz, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi, bizim medya için bakın ne diyor: “Erdoğan’ın hastalığı hakkında basın çok sessiz. ABD’de olsa bu konunun çok üstüne giderlerdi” ve alaycı bir ifadeyle ekliyor: “Türk basını oldukça saygılı!” Saygılı ne kelime! İki kez cümbür cemaat iktidarın çağrısı üzerine Ankara’da soluğu aldılar (patronlar, genel yayın yönetmenleri..) ve çeşitli konularda nasıl yayın yapacakları konusunda gerekli direktifleri ceplerine koyup döndüler! Başbakan’ın hastalığı ve ameliyatı gerçekten Türkiye’nin bir numaralı konularından biridir! Herkes “canım sıradan basit bir ameliyat” havasında olayı geçiştiriyor. Abramowitz, sürdürüyor: “Türkiye’nin iç siyasetine ABD’den bakınca görülenler, Başbakan Erdoğan’ın iç siyaset sahnesinde gitgide artan tiranizmi, baskısı ve Türk medyasında tekseslilik.” (Hürriyet online, 4 Aralık 2011, Sebla Kutsal’ın haberi, Heinrich Böll Vakfı’nda konuşma.) Aynı haberi, dünkü Cumhuriyet’te Mustafa K. Erdemol’dan daha net okuyoruz: “İki ülke arasında işler iyi gitmiyor... Türkiye’de rejimin otoriterleşmesi, ciddi bir endişe kaynağı... Uzun süreli gazeteci tutuklulukları, telefon dinlemeleri endişe konusu…” Abramowitz’in endişeleri sadece bunlar değil: İktidarın Kürt meselesinde olumsuz tutumu da... Ermenistan sınırının açılmamış olması da... “Türkiye’nin Suriye’ye silahlı müdahalesini de hükümet konuşmuştur” diyor; bizim hükümet yalanlasa da... Amerikan Başkan Yardımcısı Biden ile Abramowitz’in aynı zamanda Türkiye’de olması rastlantı olmasa gerek... Biden, resmi ilişkileri sürdürür ve övgülere öncelik verirken, Abramowitz rahatsızlıkları dile getiriyor. Dikkat edin: Abramowitz’in esas rahatsızlığı, aslında PKK, Ermeni politikası... Ortadoğu’da Kürt meselesinin ABD için çok önemli olduğunu vurguluyorlar. Burada problem istemiyor ABD! Ve buna karşılık da Erdoğan’ın ülke içinde otoriter rejimini, demokrasi düşmanlıklarını dile getiriyor. Neden? Demokrasi âşığı olduklarından mı? Bu şu demek: “Dış konularda benim politikalarımı izlemezsen, içeride tiranlığını gündemde tutarız ve başını ağrıtırız...” ??? CUMOK’lar dün kuruluşlarının yıldönümünü kutladı. Hepsine kucak dolusu sevgi ve saygı... ‘İ Devletlü şikecilere dokunan yok MİYASE İLKNUR Bu ülkede şike denince akla ilk gelenler kulüp yöneticileri ve futbolculardan çok, devlet erkini elinde bulunduran siyasetçi, asker ve bürokratlar. Ama ne hikmetse futbolseverlerin gözü önünde cereyan eden bu hileli maçlar nedeniyle zan altında kalan “devletlü”lere dokunan olmadı. Kenan Evren sayesinde Ankaragücü’nün küme düşmekten kurtulduğunu o dönemde doğmayan çocuklar bile artık biliyor. 2000 yılında oynanan 1. Lig’e yükselme maçında Başbakan Yardımcısı olan Mesut Yılmaz’ın TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut ve 22 milletvekiliyle çıkarma yapması ve o maçta hakem Bülent Uzun’un tartışılan kararlarıyla Diyarbakırspor’un nasıl doğrandığı hâlâ hafızalarda. Yine aynı yıl Amatör Lig’den 3. Lig’e yükselecek takımın belirleneceği final maçında eski OHAL Vali Yardımcısı Hüseyin Başkaya’nın herkesin gözü önünde hakemleri tehdit etmesiyle Tuncelispor’un nasıl safdışı bırakıldığı da belgelerle federasyona gönderilmiş, konu medyada da geniş şekilde yer almıştı. 2001 yılına gelindiğinde Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ve Yaşar Büyükanıt bu kez Diyarbakırspor’un 1. Lig’e çıkmasını istiyordu. Diyarbakırspor’un Altay’la karşılaştığı o maçta, İzmirli ekibin futbolcu ve yöneticileri; bırakın maçı almayı, canlarını kurtardıklarına şükretti. Hakemler de Diyarbakırspor’un 1. Lig’e çıkması için ant içmişti sanki. Bu maçların hiçbiri sorgulanmadı. Tabii arkasındaki devlet adamlarının etkisi de... ikeciye şefkat, tutuklu vekillere barikat Zam, terör, deprem, usulsüz dinlemeler, adil olmayan yargılamalar, tutuklu milletvekilleri ve belediye başkanları için toplumda ve TBMM’de bir adım atılmazken futbolda şikeye adı karışan sanıklar için mutabakat sağlanıverdi. Her ne kadar TBMM’den geçen yasa Cumhurbaşkanı tarafından veto edildiyse de Meclis’in yasayı ikinci kez değiştirmeden Cumhurbaşkanlığı’na yollamayacağı söylenemez. Mesele, şike sanıklarının cezalarının düşürülüp düşürülmemesi değil. Asıl sorun, kişiye göre yasa Ş çıkarmak ve son birkaç yılda toplumda gerilimlere yol açan Ergenekon, Balyoz ve KCK sanıklarının uzun tutukluluk halleri için adım atmaya yanaşmayan iktidar partisinin şike sanıkları için çıkardığı yasanın anayasanın eşitlik ilkesine de aykırı olması. TBMM açılışında tutuklu milletvekillerini gerekçe göstererek yemin etmeyen CHP ile AKP ortak bir mutabakat metni imzalayarak sözüm ona anlaşmış, CHP de bu mutabakat metnine dayanarak yemin boykotunu bitirmişti. Her ne kadar bu ortak mutabakat metninden imzalayanlar dışında kimseler bir şey anlamadıysa da CHP adına metni imzalayanlar tutuklu milletvekilleri için Meclis’te bir yasa çıkararak bu soruna çözüm bulunacağı konusunda bir anlaşmaya varıldığını açıklamışlardı. Cumhurbaşkanı’nın dışında iktidar kanadından başta Bülent Arınç ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek olmak üzere uzun tutukluluk durumundan her fırsatta yakınmalarına karşın bu durumu sona erdirmek için bir girişimde bulunulmadı. Yemin krizi biteli aylar oldu ama Meclis’ten çıka çıka şike sanıklarına tahliye yolu açan bir yasa çıkarıldı. Oysa şike operasyonu başladığında gerek hükümet kanadından gerekse savcıların basın bürosu gibi çalışan bazı medya kuruluşlarının “bekleyin arkası gelecek, daha neler çıkacak” anonsları nedeniyle yeni tutuklamalar bekleniyordu. Ama ne olduysa birdenbire bu düşünceden çark edildi ve yeni operasyonlar yerine içerideki şike sanıklarını tahliye etmenin yolları aranmaya başlandı. Tahliye için en kestirme yol bulundu: Şike sanıklarına ceza indirimi sağlayacak bir yasa tasarısını Meclis’ten geçirmek. Bu değişime akıl sır erdirmek de mümkün değil. Zira operasyonu başlatan olağanüstü savcılar. Bu savcıların, gerek Ergenekon, gerek Balyoz ve gerekse KCK operasyonu için düğmeye bastıklarında operasyonun gerekçelerini kamuoyunun; önce Başbakan ve Adalet Bakanı’ndan öğrenmeleri bu durumu teyit ediyor. Bu durumda şike konusunda düğmeye basılmasında hükümetin dahli olduğu aşikâr. Ancak aynı hükümet aradan altı ay geçtikten sonra bu kez şike sanıklarını kurtarmaya çalışıyor. Anlayan varsa beri gelsin. Toplu taşımada çözüm önerileri ? İstanbul Haber Servisi Tüketiciler Birliği, 2. Toplu Ulaşım Haftası’nın ardından İstanbul’un toplu taşıma sorunları için çözüm önerileri hazırladı. Sefer sayılarının arttırılarak, ayakta yolcu sayısına sınırlama getirilmesini isteyen Birlik, kadın ve çocuklar için özel uygulamalar da talep etti. Bakan, Demirel taklidi yaptı ? ÇANAKKALE (Cumhuriyet) Çanakkale’nin Gelibolu ilçesine bölünmüş yol açılışı için gelen Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, AKP Gelibolu ilçe teşkilatının kongresine katıldı. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ses tonuyla taklidini yapan Yıldırım, kongrede yaptığı konuşmada salondakileri güldürdü. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle