19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 ARALIK 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Avrupa’nın ortak para birimi resmen çöküyor, şirketler ve bankalar önlem almaya başladı bile Avro korkusu her yerde DEV ŞİRKETLER ALARMDA Avrupa’nın bir yıkımın eşiğinde olduğu ve ortak para birimi Avro’nun yürürlükten kalkacağı endişeleriyle, küresel dev sanayi şirketlerinin ve bankaların her gün yeni önlemler aldıkları ortaya çıktı. Bankalar “acil önlem” programları hazırlarken büyük sanayi ve ticaret şirketleri de “Avro Sonrası Dönem” için şimdiden çıkış yolları üzerinde çalışıyor. Avro’nun çökmesi halinde reel ekonomi büyük darbe alacak. aktaracaklarını” bildirmişti. Bu önlemin amacı piyasalardaki gerilimleri azaltmak ve reel ekonomiyi desteklemek, özellikle Avrupa bankalarının dolar talebini karşılamak. Bu eylemin hafta sonuna doğru Almanya’nın en önemli borsa göstergesi Dax’ı yukarıya doğru hareketlendirdiği gözlendi. Avr da dolar karşısında değer kazandı. Financial Times Deutschland gazetesinde yayımlanan ayrıntılı bir analizde, özellikle piyasalarda bir kredi eksikliği yaşandığı ve bunun derinleşmesinden korkulduğu belirtildi. “Kredi sıkışmasını”, Avrupa’daki devlet borçları krizine ve bankalara yönelik yeni özsermaye yönetmeliğine bağlayan analizde, bankalara taze para sağlanmasının şart olduğu kaydedildi. Analizde, bankaların nakit sıkıntısı nedeniyle birbirlerine de kredi açmadığı hatırlatıldı. KREDİ SIKINTISI BÜYÜYOR Financial Times’ın analizine göre özellikle piyasalarda bir kredi eksikliği yaşanıyor ve bunun derinleşmesinden korkuluyor. Avrupa’daki borç krizi ve bankalara yönelik yeni düzenlemeler nedeniyle nakit sıkıntısı giderek artan bankalara taze para sağlanması şart. Piyasalardaki gerilimi azaltmak ve reel ekonomiyi desteklemek için merkez bankalarının ortak likidite aktarımının ne kadar etkili olacağı bilinmiyor. Bilim, Siyaset ve Tanilli Rize Üniversitesi Senatosu, üniversitenin adının Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi olması için karar almış. Sinoplu Diyojen’in Büyük İskender’e “gölge etme başka iyilik istemem” dediği eski çağlardan günümüze, “bilim ile siyasetin uyuşmazlığı” üzerine sayısız örnek vardır. Türkiye tarihi de bunun örnekleriyle doludur. Türkiye’de de siyaset, geçmişte doğrudan ya da dolaylı olarak bilim insanları üzerinde baskı kurmuş; yok edici olmuştur. En uçtan başlayalım; kimi bilim insanı öldürülmüş, kimileri Server Tanilli örneğinde olduğu gibi ölümcül bir biçimde yaralanmış; pek çoğu üniversiteden, üstelik hiçbir gerekçe gösterilmeden kovulmuş; yine pek çoğu da üniversitede kalabilmiş ancak bilimsel çalışma olanaklarından yoksun bırakılmıştır. Bunlara, üniversite ortamının çıldırtıcı yıkımına daha fazla dayanamayıp kendi isteğiyle mesleğini terk etmek zorunda kalanlar da eklenmelidir. Bundan daha kötüsü mü olur demeyin; doğrusu AKP çok daha kötüsünü yapıyor! Geçmişte, siyasetin baskı altında tuttuğu bilim ortamı süreci, bugünlerde onuncu yılına giren AKP iktidarı döneminde, bir başka biçim alıyor. AKP iktidarında bilim kurumları, siyasetin emrine alınıyor. Eskiden siyasal iktidarın istemediği bilim insanları bireysel olarak ya da tek tek avlanıyordu. AKP döneminde avlama işlemi topyekun, yani kurumsal yapılıyor. Aşamalı olan kurumsal avlama süreci şöyle işliyor: Önce, ülkemizde bilimsel araştırmaların en üst kuruluşu ve bir bakıma beyni olan TÜBİTAK’ın yönetimi, uzun süren yasal düzenleme uğraşılarından sonra AKP’lileştirildi. Sonra, eskiden var olanları ve çok sayıda yeni kurulanlarıyla üniversitelerin ve bunların YÖK, ÖSYM gibi üst kurumlarının, son olarak da TÜBA’nın yönetimleri AKP’li oldu. Bilim kurumlarının yönetimlerinin bütünüyle AKP’lileşmesi, bilimin siyasallaşmasının getirildiği en zararlı noktadır. Çünkü, siyasete bağımlı, onun emrindeki kurumsal yapı ve işleyiş süreci, öncelikle akademik özerklik kavramıyla bağdaşmaz, bu olgu, kaçınılmaz olarak bilimsel çalışmaların olmazsa olmaz biçimde önkoşulu olan araştırma özgürlüğünü ortadan kaldırır; bilim insanı adaylarının yaratıcılıklarını geliştirmelerini engeller; böyle bir yapıdan gerçek anlamda bilim insanı çıkmaz. Üniversite sayıları AKP döneminde çok arttı, 166’ya ulaştı; ancak bu sayısal artış bir türlü eğitim, araştırma ve topluma hizmet kalitesi artışına dönüşemiyor. Kaldı ki, bir taraftan iki rektör, üstelik milletvekili de seçilen Prof. Dr. Mehmet Haberal ve Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, ağır sağlık sorunları ve bir türlü tamamlanmayan yargılanmalarıyla yıllardır tutuklu. Diğer taraftan iktidar gücünün ve medyanın da katkılarıyla AKP savunucusu rektörlerin ve öğretim üyelerinin sayısı hızla artıyor. Bilimsel nesnellikten uzak kurumsal yapılar oluşturuluyor. AKP’ye artık eleştirel bakılamıyor. Rektörün, “Bu kararı almadan Başbakanımızdan müsaade aldık” diyerek açıkladığı Rize Üniversitesi’nin isim değişikliği kararı, siyasallaşan bilimin son somut örneğidir. ??? Prof. Dr. Server Tanilli’yi yitirdik. Tanilli, pek çok arkadaşımızın, siyasal güce teslim olmadan, bilim insanı olarak onurlu duruş sergiledikleri; kişisel çıkarları için dalkavukluk yapmadıkları; toplumsal sorumlulukla davrandıkları; akademik özerklik ve bilimsel araştırma özgürlüğünün bu ülkede de yerleşmesine çalıştıkları için faşist kurşunlarına hedef olduğu ve pek çoğunun öldürüldüğü günlerde, 7 Nisan 1978’de kurşunlandı. Tanilli, o tarihten bu yana, 33 yıl yedi ay 22 gün felçli yaşadı. Doğrusu, yaşamının bu döneminde de bir yapıtına verdiği isimdeki deyimiyle yaratıcı aklını en verimli ve üretken bir biçimde değerlendirmesini bildi; felce inat ya da sağlamlara taş çıkartırcasına çok sayıda eser verdi, yazı yazdı; bilimin toplumu aydınlatma görevinin, en üretken temsilcilerinden biri olarak yaşadı ve örnek bir bilim insanı olarak yaşayacak. OSMAN ÇUTSAY FRANKFURT Avro korkusu hızla yayılıyor. Avrupa’nın ortak para biriminin yakın gelecekte çözüleceğine dair beklentiler yeni boyutlar kazandı. Borç krizinin AB’nin ortak para biriminin yürürlükten kalkmasıyla sona ermesi halinde, bunun yıkıcı etkilerine karşı küresel dev sanayi şirketlerinin ve bankaların her gün yeni önlemler aldıkları ortaya çıktı. Bankalar “acil önlem” programları hazırlarken büyük sanayi ve ticaret şirketleri de “Avro Sonrası Dönem” için şimdiden çıkış yolları üzerinde çalışıyor. Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’nın önde gelen merkez bankaları, finans kurumlarının yaşadığı “kredi sıkışmasına” karşı eşgüdümlü bir eylem planı uygulamaya başladı. Avrupa Merkez Bankası, Kanada, ABD, Japonya, İsviçre ve İngiltere merkez bankaları yönetimlerinin uluslararası piyasaları “ucuz paraya boğmakta kararlı olduklarını” gösteren bu çıkışın öncülerinden Avrupa Merkez Bankası, hafta içinde bir açıklama yayımlayarak “küresel finans sistemine likidite Çöküş planları hazır Uluslararası dev şirketler de Avro bölgesinin parçalanması olasılığına karşı yeni senaryolar üzerinde çalışıyor. “Financial Times” gazetesine göre, dev şirketler, Avro’nun çökmesi halinde alacakları önlemleri programlaştırmaya başladı. Reel ekonominin de Avro düzeninin çökmesi halinde büyük darbe alacağına dikkat çekilen haberlere göre dünya devleri Avrupa’nın, giderek derinleşen bu borç krizinin altından kalkacağına inanmıyor. Etkili İngiliz gazetesi, küresel boyutlarda etkinlikte bulunan şirket yöneticileriyle yapılan görüşmeleri özetlerken yönetim katlarında bir alarm yaşandığını öne çıkardı. Yunanistan’ın geçen haftalarda Avro bölgesinden ayrılacağına yönelik Merkel ve Sarkozy’nin açıklamalarının, şirket yönetim katlarında “Bu para bölgesi parçalanabilir” duygusuna sebep olduğu savunuldu. Dünyanın en büyük içecek şirketi Diaego’nun yöneticilerinden Andre Morgan, gazeteye yaptığı açıklamada, “Avro’dan ayrılan ülkeler yeni paralarının değerini düşürecektir. Bu da ithal ürünlerin pahalılaşması anlamına gelecektir” dedi. Alman devi Siemens, gelişmeleri önceden görerek geçen yıl kendi bankasını kurdu. Siemens Avro krizinin sertleşmesine karşı yeni önlemler üzerinde çalışıyor. Şirket kendi bankası üzerinden AMB’ye doğrudan para yatırabiliyor. Öte yandan Almanya’nın önde gelen iktisatçılarından ve sendikalara yakın etkili araştırma kuruluşu IMK’nin Başkanı Prof. Dr. Gustav Horn, Avro’nun eğer büyük bir değişiklik olmazsa, önünde 3 ile 6 ay arası bir ömür olduğunu ileri sürdü. Keynes yanlısı görüşleriyle ünlü araştırmacı, Handelsblatt gazetesine yaptığı açıklamalarda karamsar bir tablo çizdi. “Elbette bu parayı kurtarmak ve Avro borç krizini aşmak mümkün de olabilir” diyen Prof. Horn, krizdeki ülkelerin tahvillerine uygulanan yüksek faizlerin indirilmesini istedi. Bunun enflasyonu azdıracağı itirazlarını gerçekçi bulmayan Horn, IMF’yi de gelişmelere müdahale etmeye çağırdı. Prof. Horn, “Bu durumda da elbette ABD, Japonya ve Çin’in Avrupa’daki iktisat politikaları üzerindeki etkisi önemli ölçüde artacaktır” diye konuştu. Ya iflas ya yıkım Avrupa’nın bir yıkımın eşiğinde olduğunu Financial Times’ın etkili köşe yazarlarından Wolfgang Münchau da kabul etti. Bu sonuçtan özellikle Angela Merkel’in sorumlu olduğunu savunan Brükselli gazeteci, “Avro’nun makul ölçülerde bir faturayla kurtarılması şansı kaçmış bulunuyor. Özellikle Almanya Başbakanı Merkel’in tereddütleri bu krizi derinleştirdi. Şimdi önünde iki siyasal seçenek var. Ya iflas ya da yıkım” diye yazdı. Münchau, Avro’nun çökmesinin yüksek bir faturaya neden olacağını ve bu yüzden Almanya için de yıkıcı etkilerde bulunacağını ileri sürdü. Der Spiegel’in internet sitesinde bir analiz yayımlayan Münchau, er ya da geç bir çöküşün gerçekleşeceğini savundu. Wolfgang Münchau, şu değerlendirmelerde bulundu: “Finans piyasalarının büyük bölümü artık işlemiyor. Devlet tahvilleri piyasası hemen hemen tümüyle çöktü. Bankalar da yeniden Avrupa Merkez Bankası’ndan damlayan paraya bağımlılar. Bir başka neden de belirtileri ortaya çıkan resesyon. Çökmenin mekanizması klasik bankaya hücum olayıdır. Bazı ülkelerde bankalara hücum başladı bile. Güney Avrupa’da bilgi alanlar paralarını Yunan, İspanyol veya İtalyan kuruluşlarına yatırmıyorlar. Avro’nun çökmesi halinde Alman ve Fransız bankaları, sigortaları çöker. Uluslararası finans sistemi de kalp krizi geçirecektir. 9 Aralık’taki Avro Zirvesi’nden Merkel tarihe Avro’nun kurtarıcısı olarak mı yoksa mezar kazıcısı olarak mı geçecek, belli değil.” Avrupa ülkelerinde kemer sıkma politikaları kitlesel eylemlere neden oluyor. Çarşamba günü, Güney Amerika’nın görkemli İnka İmparatorluğu’nun yıkılmasına ilişkin yerleşik tarihsel bilgileri sorgulayan bir belgesel izledim. Belgeselin ortaya koyduğu bulgularla, bu hafta tartışmayı düşündüğüm, Suriye’de tırmanan iç savaş, Mısır, Fas seçimleri, Müslüman Kardeşler’in yükselişi gibi konular arasında bir paralellik sezince yazımın konusunu değiştirdim. İspanyolların Güney Amerika’yı sömürgeleştirme sürecinin çok şiddetli, hunharca yaşandığını biliyoruz. Ama bu süreci anlatan, tek yazılı kaynakta, İspanyol belgelerinde, Mel Gibson’un, “Apocalypto” filminde de Maya uygarlığı bağlamında aktarılan bir “alt metin” vardı: Kıta üstün bir Hıristiyan uygarlıkla, geri Pagan bir uygarlığın karşılaşmasına sahne oluyor. İspanyol komutanı Pizaro ve 200 adamı devasa bir imparatorluğu modern silahlarla, Hıristiyan imanıyla kısa sürede adeta Tanrı’nın gazabı gibi yıkıyor. Ancak İspanyol kaynaklarının anlattığı öyküler, kimi soruları cevapsız bırakıyor. Pizaro, 200 adamıyla ilerlemeye başladığında, neden görkemli İnka İmparatorluğu’nun orduları harekete geçmemişti? İnka İmparatorluğu binlerce yıllık Güney Amerika uygarlığının en son, en büyük imparatorluğu; bugünkü Peru, Ekvador, Bolivya, Arjantin, Şili, Kolombiya gibi ülkelerin topraklarını kapsayan Roma’sı değil miydi? Maçipuçi, Cusco gibi dev kentler kurmuş, yollar inşa etmiş, imparatorluk çapında askeri idari ağlar kurmuş, yönetmemiş Tarih ve sorular miydi? Tüm bunlar askeri bir beceriye de tanıklık etmiyor muydu? İspanyolların başarılarını, modern silahlar, savaş teknikleri, Avrupa’dan getirdikleri hastalıklar tek başlarına açıklayabilir miydi? İspanyolların, mutlaka yerli işbirlikçilerinin, destekçilerinin de olması gerekmez miydi? Pizaro ve adamları, profesyonel asker değildi; ganimet peşinde koşan maceracılardı, okuma yazma bilmiyorlardı. Bu yüzden, işgalin, savaşların öyküleri daha sonra vakanüvisler tarafından, egemen İspanyol kültürünün gereksinimlerine göre yazıldı. İspanyol kaynaklarının, Pizaro’yla adamlarını, kendilerinden sayıca çok üstün güçler karşısında büyük zaferler kazanan kahramanlar olarak sunarken, yerli işbirliği olgusunu hep ikinci plana attığını, önemsizleştirdiğini biliyoruz. Belgesel, bu yerli işbirliğinin ne kadar önemli olduğunu, savaşları çoğu kez aslında İspanyollar adına yerli işbirlikçilerin kazandığını ortaya koyuyordu. İnkalar dini inançları gereği, ölülerini düzenli aralıklarla açılmış çukurların içine güneşe bakar biçimde, çömelmiş pozisyonda gömüyorlar. Lima kenti varoşlarında İnka döneminden kalma Poruçuko Mezarlığı’nda yapılan kazılarda, bu geleneğe uymayan tarzda, toprağın yüzeyine yakın, düzensiz aralıklarla adeta telaşla gömülmüş 70 iskelet bulunca, arkeologlar da ışık tutuyor. Pizaro ile 200 adamı 1532’de Peru’ya geldiklerinde, yüzyıl önce, Cusco yerleşim merkezinde kurulduktan sonra güneye ve kuzeye doğru, yerli kabileleri kendine bağlayarak genişlemiş olan İnka İmparatorluğu, taht savaşlarıyla sallanıyordu. On milyon nüfuslu imparatorluğu oluşturan kabilelerin, İnka’nın baskıcı, acımasız egemenliğine karşı tepkileri giderek artıyordu. Pizaro, geldiğinin ilk haftalarında bir baskınla bir günde binden fazla insanı kılıçtan geçirerek, Kral Attahualpa’yı tutsak aldı. Serbest bırakılmasına karşılık talep edilen fidye ödenmesine karşın Attahualpa’nın öldürülmesi İnka İmparatorluğu’nda büyük sarsıntı yarattı. Pizaro ve adamları kısa sürede Cusco’ya ulaşıp ele geçirdiler. Cusco’nun düşmesini izleyen aylarda İnka İmparatorluğu çöktü. Ama nasıl? İspanyol tarihçilerinin aktardığı gibi mi, yoksa bu öykünün bir başka yanı daha var mı? Poruçuko Mezarlığı’nda bulunan iskeletler öykünün işte bu yanına ışık tutuyor. Cusco’nun düşmesinden dört yıl sonra İnka kabileleri İspanyollara karşı “Büyük İnka isyanı”nı başlatıyorlar. Bu isyanın önemli savaşlarından biri, henüz kurulmuş olan İspanyol yerleşim merkezi Lima’da yaşanıyor. Savaşın İspanyol versiyonu şöyle: İnka generali Kiyo Paki on binlerce askeriyle Lima’yı kuşattı. O sırada Lima’da bulunan Pizaro “Tanrı bize acısın” diyordu. Durum umutsuzdu. Lima savaşı 500 Yıl Önce Peru’da olağanüstü bir tarihsel olayın izleriyle karşılaştıklarını düşünmüşler. Belgesel bu arkeologların bulgularının anlamlandırılması sürecini anlatıyordu. Arkeologlar üç nokta üzerinde odaklanıyorlar. Birincisi, bu iskeletlerin gömülme tarzı. İkincisi, şiddet içeren biçimde öldüklerini gösteren, kırıklar, çatlaklar. Üçüncüsü, iskeletlerden ikisinin kafatasında görülen, kare ve daire biçimindeki delikler. Arkeologlar, bu delikleri kriminoloji uzmanlarına inceletiyorlar. Kare biçimindeki delikler İspanyolların kullandığı mızrakların metal ucuna uyuyor. Daire biçiminde deliğin çeperinde, buna uyan kemik parçasının üzerinde bulunan mikroskobik demir parçacıklarıysa, deliğe İspanyolların kullandığı, arkebüz tüfeklerinin atığı bir misketin yol açtığını gösteriyor. Bu iki bulgu, hem İspanyol sömürgecilerin cinayetlerine ait ilk arkeolojik verileri, hem de Güney Amerika tarihinin en eski mermi yarasını, elektron mikroskobu gibi en son teknolojiyi kullanarak belgeliyor. Bu delikler Güney Amerika tarihine, 500 yıl önce Lima’da İspanyollarla İnkalar arasında yaşanan bir savaşa Poruçuko Mezarlığı İspanyollar, son çare olarak, kahramanca bir süvari saldırısı başlattılar, İnka saflarını yararak Kiyo’ya ulaştılar ve hemen öldürdüler. On binlerce askerlik İnka ordusu darmadağın oldu. Ancak, Pizaro ailesinin İspanya kralından, Lima’yı korumanın yüksek maliyetine karşılık tazminat isteğiyle açılan bir davanın tutanaklarında savaşı yaşamış yerli şahitlerin ifadeleri, Lima’da “o gün” gerçekten neler olduğunu ortaya koyuyordu. İnka ordusu on binlerle değil binlerle ifade edilecek bir büyüklükteymiş. Suvari saldırısı, büyük çaplı çatışmalar olmamış. Pizaro’nun yerli cariyesi (Pizaro’nun işbirlikçisi Veylas kabilesinden prenses) Kisveysisa, annesinden yardım istemiş. Veylas kabilesinden gelen askerler, İnka ordusuna karşı, İspanyolların yanında savaşmışlar. Yapılan incelemelerin, mezarlıkta bulunan kafataslarının ikisi dışında geri kalanlarının yerlilerin topuzlarının darbeleriyle kırılmış olduğunu kanıtlaması, savaşın esas olarak yerliler arasında yaşandığını İspanyol güçlerinin etkisinin marjinal kaldığını gösteriyor. Böylece, 200 İspanyolun büyük İnka İmparatorluğu’nu bir yılda darmadağın edebilmesinin arkasındaki gerçek de ortaya çıkıyor: Birçok kabile, İnka’nın baskısından kurtulmak için Pizaro ile işbirliği yapmış. Bu işbirlikçilerin payına düşen de tarihte sömürgecilerle, daha sonra emperyalistlerle işbirliği yapanlarınkinden farklı olmamış. Bunlar, akıllarınca, servet, ikbal, özgürlük beklerken, soygun, baskı, sömürü ve katliamla “ödüllendirilmişler”. Sömürgeciler, tarihi yazarken bu katkıları anımsamak bile istememişler. Türkiye’de girişimci sayısı katlandı Ekonomi Servisi II. Küresel Girişimcilik Zirvesi’nde açıklanan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) de destekleriyle hazırlanan “Türkiye’de Girişimcilik 2010” raporuna göre Türkiye’de 2008’de 1864 yaş arasındaki yetişkin nüfusun yüzde 4.6’sını oluşturan kurumsallaşmış girişimci oranı, 2010’da yüzde 10.7’ye yükseldi. Raporu hazırlayan Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Esra Karadeniz, 2008’de 1864 yaş arasındaki yetişkin nüfusun yüzde 3.2’sini oluşturan kuruluş aşamasındaki girişimciler oranının yüzde 3.7’ye, yeni iş sahibi girişimciler oranının yüzde 3’ten yüzde 5.1’e, erken dönem girişimci oranının yüzde 6’dan yüzde 8.6’ya ve kurumsallaşmış girişimciler oranının yüzde 4.8’den yüzde 10.7’ye yükseldiğini aktardı. Karadeniz, bu verilere göre Türkiye’de girişimci sayısının arttığını ve kurulan girişimlerin piyasada, ekonomide bir süreklilik kazandığını söyledi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle