19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 ARALIK 2011 PAZAR CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR Son kez ‘Beraber ve Solo Şarkılar’ ? Kültür Servisi Tiyatrotem 2010 sezonundan bu yana sahnelediği oyunu “Beraber ve Solo Şarkılar”ı 16 Aralık’ta son kez “seslendirecek”. Ayşe Bayramoğlu’nun yazdığı oyun, mahalleleri kentsel dönüşüm projesi kapsamına alınan insanların hikâyelerini anlatıyor. Nihal Geyran Koldaş, Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen’in canlandırdığı oyun kişileri ise bugün yaşadıklarını anlatırken geçmişe dönüyor, bu bellek macerasına da akıllarına düşen şarkılar eşlik ediyor. (Oyun, saat 20.30’da Kumbaracı50’de. 0 212. 243 50 51) 17 Ayın kitabı, ‘Kalan’ ? Kültür Servisi PEN, Leylâ Erbil’in “Kalan” adlı yeni eserini “Kasım 2011 Ayın kitabı” seçti. Erbil, 2002 yılında PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü’ne ülkemizden aday olarak gösterilen ilk kadın yazar olmuştu. Gizli Rembrandt keşfedildi ? Kültür Servisi Hollandalı ressam Rembrandt’a ait “Sakallı Yaşlı Adam” isimli tablosunun altından ressamın bitmemiş bir otoportresi çıktı. XRay teknolojisi ile keşfedilen otoportrenin bulunduğu tablo, Rembrandt tarafından 1630 yılında yapılmıştı. Özel bir koleksiyoncuya ait olduğu açıklanan tablo, gelecek yıl Amsterdam’daki Rembrandt Müzesi’nde sergilenecek. İranlı sanatçı Azadeh Akhlaghi, ülkesinde sanatçı olmayı ve Arap Baharı’nı anlattı A Journey Down The Well ‘How Little Can Be The Orchestra’ (Fluttery Records) Çağdaş müziği, elektronika ile buluşturarak modern bir ifade tarzı geliştiren A Journey Down The Well, dört parçadan oluşan yeni kısaçalar (EP) “How Little Can Be The Orchestra” ile karşımızda. 20 dakikalık EP, “The Funeral Album” ve “Sorry Monsters, I Have To Grow”u takip ediyor. Taner Torun’un 2006 yılında İsveçli Anna ve Martin ile kurduğu, ancak bir albüm kaydı sonrasında fiziki uzaklık nedeniyle yolları ayırdığı bir topluluk. Yeni EP’nin ortağı ise çellocu İpek Zeynep Kadıoğlu. Parçalara umutsuzluk hâkim olsa da hayattan çekilip alınan seslerde pastel tonlar duyumsanıyor. Kompozisyonlarda klasik müzik çalgılarının yanı sıra, otomobil sesleri, taraftar sloganları, yavru kedi viyaklamalarıyla oluşturulmuş ses manzaraları ve çarpıcı sonik dokunuşlar göze çarpıyor. Klasik müziğin derinliğiyle, punk’ın yıkıcı dışavurumunun buluşması. Bu seyir defteri kısa cümleli ifadelerden oluşan gizemli, minimalist, enstrümantal bir yolculuk. Taner ve İpek; iki grotesk roman kahramanı Gargantua ve Pantagruel’in sempatik olanı. Goya resminden, Poe hikâyesinden fırlamış tezat ve uyumlu. Tuhaf ve şaşırtıcı formlarla konuşan ikili, diyalektikte karşıtların birliği. Rachmaninov ile Brian Eno’yu, neoklasik ile dark ambient’i süzerek elde edilmiş duygusal, kasvetli bir ses paleti. Sessiz çığlıklar ve zarif itirazlar, mevsimlerden kış, içkilerden kırmızı şarapla özdeş. [email protected] Hep ‘öteki’yi yaşamak ? Contemporary İstanbul’a ‘Ötekinin Tercihiyle Ben’ adlı işiyle katılan Akhlaghi, kadının hiçbir zaman kendisi olamamasını eleştiriyordu. Akhlaghi, Arap Baharı’yla birlikte yeni bir sanatın doğacağı kanısında. ELÇİN POYRAZLAR Justice “Audio, Video, Disco” (Ed Banger Records) Fransız elektrorock ikilisi Justice, 2007’de çıkan “†” adlı ilk albümünden sonra, geçtiğimiz günlerde ikinci albümüyle keskin bir viraja girmiş. Grupların müziklerinde değişiklik yapmasına önyargıyla yaklaşanlardan değilim. Ancak virajları dönebilecek durumda olmaları gerekir ki sonuç üzücü olmasın. “Audio, Video, Disco”, ilk dinleyişte çekmedi beni. Biraz ara verip tekrar dinledim, yine olmadı. Bir önceki albümdeki bozulmuş seslerle kuvvetli basları buluşturan dans müziği sound’u gitmiş, 70’lerin progresif rock müziğini elektronik altyapı içinde eriten daha yavaş bir sound gelmiş. Sanki Led Zeppelin ile Daft Punk karması gibi ama ortaya çıkan müzik onlarınki gibi sürükleyici değil, fazla dağınık... İlk albümleri sample’ların kullanıldığı tamamen elektronik temele oturmuş bir albümdü. Bu defa gitar, davul ve klavye gibi gerçek enstrümanlar kullanılmış, ancak yine bunlar bilgisayarda efektlerle bozulup vokaller filtrelenmiş. Justice, bu kez yeni bir denemede bulunurken virajı alamadı diyelim. “En İyi Elektronik Dans Albümü” ve “En İyi Dans Kaydı” dallarında Grammy Ödülü’ne aday gösterildikleri rotaya dönmelerini, en azından bu yeni yoldan çıkmalarını diliyorum. www.zulalkalkandelen.com Geçenlerde sona eren Contemporary İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı’nın “Yeni Ufuklar” bölümünün İran’a ayrılmasına şaşmamalı. Etkinlik boyunca İranlı galeriler ve sanatçıların sergiledikleri eserler yabana atılacak cinsten değildi. Bu sanatçılardan biri de Azadeh Akhlaghi’ydi. Akhlaghi, aslında bir bilgisayar mühendisi. Avustralya’da aldığı üniversite eğitimi sırasında fotoğraf sanatçısı olmaya karar vermiş, İran’a döndükten sonra da ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiarostami ile üç yıl çalışmış. Fotoğraf, video ve kısa film dallarında pek çok eseri olan Akhlaghi ile sanat ve siyaset üzerine söyleştik. Fuarda sergilenen çalışmanızdan söz eder misiniz? “Ötekinin Tercihiyle Ben” isimli bu projede İranlı bir kadının kimliğini ele aldım. Bu kadın hiçbir zaman kendisi olamaz, hep başkası gibi davranmak zorunda kalır. İran’da biz sürekli filozof Lacan’ın “Büyük Öteki”sini yaşarız. Sokakta belli bir biçimde davranırken evde başka birisi olur Akhlaghi, fuardaki çalışmasında çevresindeki insanlara nasıl giyinmesi gerektiğini sorarak, onların seçtiği kıyafetleri giyerek fotoğraf çekmiş. Ötekinin görünmesini istediği haliyle... sunuz. Örneğin eski erkek arkadaşım aydın bir film yapımcısı olmasına karşın benim ne giyeceğime karışırdı. Projeyi bitirmek birkaç yılımı aldı. İran’ın orta sınıfından çevremdeki insanların yanı sıra Afganistan gibi ülkelerde görüştüğüm kişilere nasıl giyinmem gerektiğini sordum. 100 parça elbiseden benim için giysi seçmelerini istedim ve onların seçtiklerini giyerek fotoğraf çektim. Ötekinin görünmemi istediği haliyle. İran’da da bu böyle mi? Evet. Ben devrimin olduğu yılda doğdum. Aslında buna alışkın olmam ve anlamam lazım. Ama hâlâ anlayamıyorum. Çok garip buluyorum. Okula başladığımdan beri “hicab” giyiyorum ve 67 yaşından beri bu çift kimliği taşıyorum. Biz sürekli yalanlar söyleyerek büyüdük, hiçbir zaman kendimiz olamadık ve başkalarına ne söylediğimize hep dikkat etmek zorundaydık. “Karşımdakine güvenebilir miyim güvenemez miyim” sorusu vardı hep. Ailem, komşulara evde ne yapıp ne yapmadığımızı anlatmamamızı tembihlerdi. İran hükümeti sanat dünyasına müdahale etmiyor mu? Galeri eserleri sergilemeden önce hükümet yetkililerine göstermek zorunda. Yetkililerin onayı ve izni olmadan sergi açı lamıyor. Ama genellikle çoğu şeye izin çıkıyor. Biz de bir yol bulmak durumundayız. Arap isyanlarının etkileri İran’da nasıl hissediliyor? Kahire’de olanların benim kuşağımdan İranlılar üstünde büyük etkisi oldu. Sürekli ElCezire’yi izliyorduk. Devrim olmasından ötürü başta çok mutluydum ama artık üzülüyorum. Şu anda kontrol yine ordunun elinde ve belki yine bir diktatörlük olacak. Bu insanların hak ettikleri özgürlüğe kavuşmalarını umut ediyorum. Çağdaş sanatta Batı’nın egemenliği söz konusu. Sanatın merkezinde Batı’dan Doğu’ya bir kayma olması mümkün mü? Bence bu yavaş yavaş oluyor. Ama hâlâ Batılı bakış açısı egemen. Eğer Ortadoğulu bir sanatçıyı yüceltirlerse bu İranlıların deyimiyle genellikle “çarşaf sanatı” oluyor. “Çarşaf sanatı” ne demek? Bazı sanatçılar çarşafı kullanarak bir şeyler üretiyor ve bu Batılılara ilginç geliyor. Bu sanata bakıp “Vah vah, zavallı kadınlar çarşafa girmiş ve hiçbir şey yapamıyorlar” diyorlar. Bu eserleri alıp sonra müzelerine koyuyorlar. Oysa söz konusu eserin sanat değerine dikkat edilmiyor ve sanatçının yeni bir söylemi ya da yeni bir yaklaşımı var mı diye bakılmıyor. Yani oryantalist bir yaklaşım var… Evet, kesinlikle. Ama belki bu “Arap Baharı”yla birlikte değişecek. Bu dönemde yeni bir sanat doğacak. Çünkü bu olayların kafalar üzerinde büyük etkisi var. İki yıl öncesine göre ben çok değiştim. Olduğum kişi değilim artık. Ne oldu? Dünyadaki olaylar ve bölgedeki hareketler Ortadoğulu sanatçının kafasını da değiştirdi. Büyük bir kalabalık içinde omuz omuza aynı hedef için sokakta yürüdüğünüzü, silahlardan size aniden açılabilecek bir ateşin korkusunu bu insanlarla paylaştığınızı ve aynı anda topluca özgürlük ve demokrasi istediğinizi düşünün. Sokağın anlamı beni değiştirdi. Dolayısıyla bu benim sanatımı da etkileyecek ve daha politik olacak. Çağdaş felsefenin önemli temsilcisi Alain Badiou İstanbul’daydı ‘Felsefe gece bekçisi gibidir’ Kültür Servisi MonoKL Yayınları’nın Sarıyer Belediyesi’nin desteğiyle düzenlediği Alain Badiou’nun onur konuğu olduğu “Devrim, Demokrasi, Felsefe” konferansı 12 Aralık’ta Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşti. Badiou’nun sunumuyla başlayan konferans “Alain Badiou ile Alain Badiou Felsefesi Üzerine” adlı, tüm konuşmacıların soru yönelterek katıldığı açık oturumla sona erdi. Konferansta Badiou felsefesi üzerinde çalışan Fabien Tarby, Alberto Toscano, Lorenzo Chiesa, Frank Ruda, Rado Riha, Jelica Sumic Riha, Jan Völker, Volkan Çelebi ve Ahmet Soysal’ın Badiou’nun özellikle devrim, demokrasi ve komünizm üzerine görüşlerini çeşitli cephelerden sorunsallaştırarak ele aldı. Felsefeyi yola ışık tutan ve hiç uyumayan bir gece bekçisi olarak tanımlayan Badiou ise günümüz felsefesininse işinin zor olduğunu vurgulayarak “Modern ekonomi hakikatlere düşmandır, çünkü alınıp satılmaz, bedavadır. Felsefeyi tehdit eden ekonomi politiğin eleştirisi gerekir ama bu görev asıl olarak Marx’ta görüldüğü gibi politik bir görevdir. Günümüz felsefesinin işi zor ama buradayız, ölmesin diye savaşacağız” dedi. Devrimin tarihsel bir olanak olduğunu da belirten Badiou, “Bence bugün yeniden halkların özgürleşebileceği bir döneme giriyoruz” diyerek sözlerini noktaladı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle