19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 ARALIK 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 nce ayağını bağışladı. Ö Hem zaten ayaklarını hiç sevmezdi. “Bir kadın için fazla büyük. Bu ayaklar bir erkeğe çok yakışır” der dururdu. Fırsat önüne çıkınca, hiç düşünmeden, bacağını kasıktan aşağı bağışlayıverdi. Zavallı adamcağız, üç kuruşa çalıştığı işyerinde dizinden aşağısını prese kaptırmıştı, bunu duyduğunda o hiç duraksamadı: “Yarım yamalak, ekleme bacak olmaz. Alın benimkini, bu yaştan sonra koşucu olacak halim yok!” Telefondaki ses, “Ama hanımefendi, kaza geçiren işçi kardeşimiz bir erkek” dediğinde cevabı hazırdı: “Siz hele görün bu ayakları. Onlar elli yıldır durmadan, dinlenmeden bana hizmet ettiler. Yalnızca beni işe götürmekle kalmayıp, benim diyen erkeklerin beceremeyeceği işler yaptılar. Alın bu bacağı. Seve seve veriyorum. Henüz işe yararken alın. Hücreleri çürümeden, tabanı iflas etmeden alın onu benden.” Tüm sabahlar gibi bir sabah, kendisiyle gurur duyarak, seke seke gitti ve bir çift koltuk değneği aldı. İçi tatlı bir huzurla öyle hafiflemişti ki, koltuk değnekleri onu değil, o koltuk değneklerini taşıyordu sanki... Böyle uça seke, bacağının yeni sahibini görmeye gitti. Daha doğrusu, kendini göstermeden, uzaktan izlemeye. “Pes doğrusu, amma güzel oturtmuşlar yerine. Tıkır tıkır yürüyor arkadaş!” Tüm yüzüne yayılan kocaman bir tebessümle, sıkıca tutundu bulabilmek için. Ravel’in Sol El Konçertosu’nu çalacak değilim ya, bu saatten sonra! Dostlarım beni tek kolla da kabul eder nasılsa.” İşte sol elini bağışlaması, bu tümcelerin büyüyüp beyninde patlamasıyla gerçekleşti. Oh! Bu iş de böylece mutlu sona ulaşmıştı. ??? Bir gün merakına yenik düştü ve sol elini görmeye karar verdi. Aradı, taradı, sordu, soruşturdu, ama el ortadan ‘yok’ olmuştu. Yok, yok, yok... Umudunu yitirmiş, caddede yürüyordu ki, tanımadığı genç bir kadının el sallayarak ona doğru geldiğini gördü. “Tanışıyor muyuz?” diyecekti ki, bir ‘sahne kazası’ sonucu sakat kalan serçe parmağını tanıdı. Sanki eli ona: “Sahne tozu bulaşmıştı bu parmaklara. Neden benden vazgeçtin ki?” demek istiyordu, sanki. Bir an, boğazına bir şeyler düğümlendi, ama belli etmedi ve damdan düşer gibi, genç kadına ne iş yaptığını sordu. Kadın, şaşkınlık içindeydi. “Çiçekçide çalışıyorum. Şu gördüğünüz buketi az sonra bitecek oyuna yetiştirmem gerekiyor.” Telaşla yoluna devam etmek istedi. Ama sol eli, buketi çoktan ona uzatmıştı. Elsiz kolu bir anda renk renk çiçeklerle örtüldü. İşte on an çiçekçiyle göz göze geldiler: “Şimdi anladım, siz O’sunuz. Bu çılgın elin çılgın sahibi! Alın, sizin olsun buket!” Genç kadın böyle söyledikten sonra kalabalığa karışırken, sol eli, ona hâlâ el sallıyordu. (...) ANAİS MARTİN “Umut, mutluluk kredis inin taksit borcudur.” JOSEPH JOUBERT Bağış kadar gelin, yemeklerimi tadın. Sizin gibi gerçek sanat emekçisi kaç kişi kaldı ki ülkemizde?” Utana sıkıla bu çağrıyı kabul etti. Ne de olsa her gün kaynatamıyordu tenceresini eskisi gibi. ??? Sonra bir gün, oturup geçmişiyle hesaplaştı. Geriye doğru, milim milim, kılı kırk yararak gitti, gezindi, bakındı, yokladı, eledi. Özetle, kendini acımasızca eleştirmeye çalıştı. Ama utanılacak hiçbir şey yakalayamadı. “Acaba kendime iltimas mı ediyorum?” diyerek, aldı eline kalemi, kâğıdı ve hesabı yazıya döktü. Yazarken bir şeyin farkına vardı. Sağ elleriyle yazanların, sol ellerine gereksinimi yoktu! Huzursuzluk adlı küçük kurt, yeniden içini kemirmeye başladı. “Kimbilir kaç kişi el, kol, bacak, diye hastanelere başvuruyordur... Şöyle doğru dürüst, sağlıklı bir sol el Aman, Açılmasın! NAİS MARTİN, Türkiye’nin yüz akı bir yazar ve 25 yıl A İstanbul Devlet Operası’na solist, Nice Operası’na korist olarak ses vermiş bir opera sanatçısıdır. Kendi yazıp müzikli çocuk oyununa dönüştürdüğü “Elma Kurtları” masalı, AKM, Süreyya Operası ve Antalya Devlet Operası’nda sergilenmiştir. Çok sayıda öykü, deneme ve masal kitabı vardır. Anais Martin, insanın içine işleyen gerçekliği, nefis Türkçesi ve olağanüstü hayal gücüyle benim en sevdiğim yazarlardan biri. Gizli bir feminist. Son eseri, “Kahire’nin Mor Gülü” (AYA, 2011) kadınlara kadınları anlatan olağanüstü bir öykü kitabı, bir kadın dayanışması ürünü. Bu kitabın ilk öyküsü, yan sütunda okuduğunuz “Bağış”, günümüzde garaja çekilen üretken ve yetenekli insanların umutsuz cömertliğini en vurucu metaforla anlatıyor. Sizlerle paylaşabilmek için kısaltmak zorunda kaldım. Öykünün tamamını ve hepsi birbirinden duyarlı ötekileri, “Kahire’nin Mor Gülü” kitabında bulabilirsiniz. Anımsatmak için yazıyorum. 1889 İtalyan Zanardelli kanunu esas alınarak hazırlanan Türk Ceza Kanunu 1 Mart 1926’da kabul edilmişti. 8 Ağustos 1931’de ise yürürlüğe giren “Matbuat Kanunu” ile birlikte “Komünistliğe tahrik” de bir suç olarak ilk kez Türk Ceza Kanunu’na girmişti. Yasa, yalnızca basın yoluyla işlenen eylemleri kapsıyordu. İlk kez Nâzım Hikmet’in “Gece Gelen Telgraf” adlı şiirine uygulandı. Komünist düşüncenin açıklanması ve örgütlenmesinin genel ceza yasası bakımından yasaklanması ise 1936 yılında faşist İtalyan Ceza Yasası’ndan alınan ünlü 141 ve 142’nci maddeleri ile gerçekleşti. Ne var ki yasa, suçun yalnızca “zor kullanmak” yoluyla işlenebileceğini öngördüğünden uygulamada sıkıntılar yaşanıyordu. Fakat “burası Türkiye” olduğundan savcılar bu sıkıntılara daha fazla dayanamayıp kendi kafalarına göre uygulamalara giriştiler. 1940’lı yıllarda görülen davalar bu “kendi kafa yöntemine” göre açıldı, yargıçların kafaları da o kafalarla uyuşunca birçok insan komünizm propagandası veya komünist örgütlenme nedeniyle içeri tıkıldı. ??? Örneğin, “demokrasi”nin Türkiye’ye ilk kez geldiği 1946’yı izleyen uzun yıllarda insanlar TEKEL’in ürettiği kibrit kutularının üzerinde Sovyet diktatörü Stalin’in bıyıklarını ararlar, bulurlar ve “Bu kutularda komünizm propagandası yapılıyor!” diye bulgularını çevrelerine muştularlardı. O yıllarda çocuk olduğumdan mıdır yoksa beceriksizliğimden midir bilmem, ben de çok kez o kutuları bıyıkları bulmayı başaran büyüklerin tuttukları gibi tutmuş, aynen onlar gibi yataydiyagonal bir biçimde sağ gözüme yapıştırarak güneşe tutmuş, önce hafifçe sola doğru, sonra da sağa doğru defalarca oynatmış, fakat bulmayı başaramamıştım. Bir gün babamın, gazetesini okurken, “Habere bak!” diyerek annemi yanına çağırdığını, haberi okuduktan sonra birlikte kahkahalar attıklarını anımsıyorum. Haber şöyleydi: Adamın biri trende bıçakla portakal soymuş, kabuğu da kompartıman penceresinden trenin durmakta olduğu istasyonun peronuna atmıştı. Dikkatli bir vatandaş ayaklarının dibine düşen portakal kabuğunun aldığı biçimi orakçekice benzetince derhal polise ihbarda bulunmuş, portakal sever yolcu bir sonraki istasyonda polisler tarafından “komünizm propagandası şüphelisi olarak” gözaltına alınmıştı. Gülmeyin lütfen! Bunlar Türkiye’nin demokrasi gerçekleridir. ??? 12 Mart 1971 darbesi sonrasında binlerce insan Türk Ceza Yasası’nın 141 ve 142’nci maddelerinden yargılandı, mahkum oldu. 1974 Genel Affı ile birlikte özgürlüklerine kavuştular. Bu maddeler daha sonra 30 yıl solcuların tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandı. 12 Ocak 1991’de yanlarına 163’üncü madde de katılarak kaldırılınca “Ohhh” diyecek gibi olduk, fakat çok geçmeden görüldü ki yerlerine konan Terörle Mücadele Yasası (TMY) çok daha beter! Bugün cezaevleri TMY’den tutuklanmış veya hüküm giymiş muhaliflerle dolu. Bu yasanın özellikle 301’inci maddesinin evrensel insan haklarına aykırı, ülkemiz adına utanç verici ilkel bir anlayış ürünü olduğunu anlatmakla dilimizde tüy bitti. Kim dinler ki? Avrupa Gazeteciler Federasyonu, Uluslararası Basın Enstitüsü gibi saygın kurum ve kuruluşların temsilcileri ülkemize gelip çeşitli davaların duruşmalarını izliyorlar, tanık oldukları karşısında hayrete düşüyorlar. Nasıl düşmesinler ki? Dün itibarıyla demir parmaklıklar ardına atılmış gazetecilerin sayısı 99! Adalet Bakanı ise bu sayıya itiraz ediyor, “Yalnızca 8 gazeteci var içeride!” diyor. Tabii ki sayı saymasını bilen hiç kimse Bakan’a inanmıyor. Bu arada İçişleri Bakanı çıkıyor, suç işleme araç ve yöntemlerini sıralıyor; “resim” diyor, “şiir” diyor. İnsan elinde olmadan portakal kabuğunda orakçekiç, kibrit kutusunda Stalin’in bıyıklarının arandığı o tuhaf yılları anımsıyor. Bunlar ne zaman oluyor? İleri demokrasi döneminde! Şimdi de yeni bir “demokrasi paketinin” açılacağı söyleniyor. Ağzımız bir değil, bilmem kaç kez yanmış bu demokrasi meselesinden. Korkuyorum, “Aman” diyorum, “aman, açılmasın!”... koltuk değneklerine ve uzaklaştı. ??? Bir zaman sonra, böbreğinin birini elden çıkardı. Bedeninin en sağlam yeriydi, böbrekleri. Durmadan su içmesine karşın, bir gün bile sızlanmamışlardı. Sarıldı telefona yeniden: “Hemen geliyorum. O dünya güzeli yeşil gözlü kızın resmini gördüm gazetede. Bundan böyle gözlerindeki mor halkalar yerini makyaja bırakacak. Çünkü yeşile mor hiç yakışmaz!” Böbrek bulmak öyle zor işti ki, karşı koymasına rağmen ödüllendirildi. Genç kızın babası, esnafa hizmet veren bir aşevinin sahibiydi. “Lütfen konuğum olun. İstediğiniz süreyle, istediğiniz KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Aziz Nesin’den Armağan 2012’yi bu kez de “milletvekillerimiz” olarak yine “tutuklu” karşılamaya hazırlanan sevgili “şüpheli” kardeşimiz Mustafa Balbay ile tıp dünyamızın “şüpheli” hocası Prof. Dr. Mehmet Haberal’a acaba yeni yıl armağanı olarak ne vermeliydim? Soru günlerdir kafamda dolaşırken; cumhuriyet sevdalısı Tuncay Özkan ile Ulusal Kanal’ı ve Aydınlık gazetesini aynı sevdayla yöneten basın emektarlarımız, sözü anlaşılır siyasetçi Doğu Perinçek ve ordumuzun yüz akı yurtsever komutanlarımıza; yine, “şüpheli” tutuklu hallerinin daha kaç gün, kaç ay, hatta kaç yıl sürebileceğini kimsenin tahmin edemediği diğer gazeteci, aydın, bilim insanlarımıza… yeni yıl armağanı olarak ne sunabileceğim hiç aklımdan Onlar olsa olsa; iktidardan beslenen birtakım gazetelerin yazarları olabilirler.” 2012’yi de “şüpheli tutuklu” karşılayan bilgelerimiz biraz gülümsedilerse, yeni yıl armağanımın kabul edildiğini varsayacağım. Ama yetmez… Hele söz Aziz Nesin’den açılmışsa hiç yetmez. “Koca yazar”ımızın edebiyat hünerleri arasında “şair”liği de vardı. 1995’te yaşama veda ettiğinde, geride güncelliğini asla yitirmeyen öyküleriyle birlikte, duygu yüklü şiirlerini de miras bırakmıştı. İşte en “lirik”lerinden birini yine Balbay’a ve 2012’yi Balbay’la birlikte karşılayacak “şüpheli tutuklu”larımıza armağan olarak sunuyorum: “Arkadaşım Badem Ağacı Sen ağaçların aptalı, / Ben insanların. Seni kandırır havalar, / Beni sevdalar. Bir ılıman hava esmeye görsün, Düşünmeden gelecek karakış.. Açarsın çiçeklerini, Bense hayra yorarım gördüğüm düşü... Bir güler yüz bir tatlı söz, Açarım yüreğimi hemen, Yemişe durmadan çarpar seni karayel, / Beni karasevda. Hem de bilerek kandırıldığımızı, Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza, Koş desinler bize şaşkın Sonu gelmese de hiçbir aşkın.. Açalım yine de çiçeklerimizi, Senden yanayım arkadaşım.. Havanı bulunca aç çiçeklerini, Nasıl açıyorsam yüreğimi, Belki bu kez kış olmaz, / Bakarsın sevdan düş olmaz. Nasıl vermişsem kendimi son sevdama, Vur kendini sen de bu güzel havaya” Yaşamlarını özgürlüklere adayanların, 2012’de tez elden özgürlüklerine kavuşmaları dileğimizle... Bir de ‘şiir’lerinden ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA HARBİ SEMİH POROY SEDAT YAŞAYAN Mimar çizgisiyle... (Güngör Kabakçıoğlu) çıkmıyordu… Ta ki Aziz Nesin’le ilgili bir anıyı internetten okuyuncaya dek. “Çağdaş Nasrettin Hocamız”a bir gün sorarlar: “Genelde hükümetlerle gazete yazarlarının arası iyi değildir; neden?” Aziz Nesin o sevimli bakışlarıyla tane tane yanıtlar: “Yazar kendisinden başlayarak çevresinin, ortamının, bölgesinin ve dünyanın, sürekli değişmesini isteyen ve okurlarına bunu aktarmaya çalışandır. İçinde bulunduğu durumdan memnun olmadığı için bunları dillendirir. Aslında hiçbir insan memnun değildir… Ama iktidarlar bunların dile getirilmesinden hoşlanmaz. Dünyadan, halkından, durumdan, statükodan, hükümetlerin her yaptığından memnun olan kişiden de yazar olmaz. HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Uşak’ın Banaz 1 ilçesinde bir mağara. 2/ İslam’da, 2 hiçbir kuşku duy 3 madan inanılması 4 gereken temel inançlar... Tepkili 5 uçak. 3/ Yürürlük 6 te bulunan antlaş7 malara göre olması gereken ya da 8 süregelen durum. 9 4/ Letonya’nın pa1 2 3 4 5 6 7 8 9 ra birimi... Adale. 5/ Türk müziğinde bileşik bir ma 1 F A H R İ Y E A kam... Bir tür hafif maki 2 A L A K O L A N neli tüfek. 6/ Kısa ökçeli 3 N A R K O M A N İ ve hafif bir kadın ayak 4 D İ F A N A EM kabısı... Bir göz rengi. 7/ 5 A Y R A EM İ “Dağkırlangıcı” da de6N E B İ A Z İ Z nilen bir kuş... Makedon7 G E D E B İ M ya’nın plaka imi. 8/ EdirN Ü ne’nin bir ilçesi. 9/ Eski 8 O F S E T K E S E dilde ekmek... Birine sal 9 B İ S dırmak için saklanarak beklenen yer. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Trabzon ilinde bir mağara. 2/ Yön göstermek için belli yerlere konulan işaret... Türk müziğinde bir makam. 3/ Osmaniye ilinde antik bir kent. 4/ Dinsel tören ve kuralları... Elazığ’ın bir ilçesi. 5/ Hücum, saldırı... İlgi çekici ve değişik kimse. 6/ İçine sulu şeyler koymaya yarayan kap... Ege Bölgesi’nde taze sarı incire verilen ad. 7/ Bedeni saran elbise... Pasta hamuru. 8/ On iki hayvanlı eski Türk takviminde timsah yılına verilen ad... Değerli bir süs taşı. 9/ At, eşek gibi hayvanların tırnağı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle