19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 ARALIK 2011 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR Oyun yazarlığından cumhurbaşkanlığına: Vaclav Havel 19 Politik kimliğini tiyatroyla biledi! ve ben Bratislava Sarayı’nın upuzun görkemli koridorlarında yan yana yürüyorduk. Mermer sütunlar, altın kabartmalarla donatılmış heykeller arasından geçiyorduk. Biz yürüdükçe, iki yana dizilmiş muhafız alayı hazırola geçiyordu… Boyu benimki kadardı. (Ben daha uzun sanıyordum)... Sağ bacağını biraz sürüyor gibiydi. “Fıtık ameliyatından yeni kalktım… Aslında hastanede olmalıydım” diye açıkladı. Sesi boğuktu. (İngilizce konuşuyoruz.) Çok utangaç bir hali vardı. En çok yere bakıyordu. Sanki başkasıyla değil de kendi içine seslenir gibiydi. Hem sesi hem de yerden kaldırdığı bakışları sıcacık, yumuşacıktı. O, bir zamanların politik tutuklusu, oyun yazarı Vaclav Havel’di. Bratislava Sarayı’nda sohbetimizde ise ülkesinin cumhurbaşkanıydı. Yıl 1990’dı. Havel’in ölüm haberiyle birlikte işte Bratislava Sarayı’ndaki toplantı, geldi yüreğime yerleşti. Vaclav Havel günün birinde ülkesinin, halkının başına geçeceğini asla düşünmemişti. Böyle bir tutkusu hiç olmadı. Tek tutkusu yazmaktı. İnandığı, savunduğu doğrultuda iyi bir oyun yazarı olmaktı. Ve oldu da… Havel oyunlarında, Çekoslovakya’ya egemen olan “ideolojik geçerli görüş”ün, dogmatizmin dışına çıktığı için “sakıncalı” sayıldı önce. “Marjinal” bir yazardı. Getirdiği edebiyat ve tiyatro eleştirisi onu “tehlikeli” kılıyordu... Çekoslovakya’nın “68 Baharı”na katılmak, Havel için, oyunlarını yazmak kadar doğaldı... 77 Bildirgesi’ne imza atmak, yazdığı oyunu mükemmelleştirmekten farksızdı. Oyunlarını nasıl yazıyorsa, yaşamını da öyle sürdürdü: Eleştiriyle, ince mizah duygusuyla ve asla ama asla uzlaşmaya yanaşmayarak. Türk sanatının gelişimi ve ruhu “Bir Ülke Değişirken Tanzimat’tan Cumhuriyete Türk Resmi” başlıklı sergi, yarından itibaren Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde Kültür Servisi Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Sakıp Sabancı’nın kapsamlı resim koleksiyonunu “Bir Ülke Değişirken Tanzimat’tan Cumhuriyete Türk Resmi” başlığıyla yarından itibaren sürekli sergi salonunda ziyaretçilerle buluşturuyor. Osman Hamdi Bey, Fikret Mualla, Halil Paşa, Şehzade Abdülmecid Efendi, İzzet Ziya’nın aralarında bulunduğu, Türk resim sanatının önemli sanatçılarının eserlerini içeren koleksiyon, dün düOsman Hamdi Bey imzalı zenlenen basın topNaile Hanım portresi. lantısında, serginin bilimsel danışmanlave şöyle devam etti: rı Prof. Dr. Sema Germaner “Bu sergide, Türk tarihinve Doç. Dr. Ahu Antmen ile deki resim sanatını, kronoloSSM Müdürü Dr. Nazan Öljik ve tematik olarak gösterçer tarafından tanıtıldı. meye çalıştık. Serginin ilk Dr. Ölçer, 26 sanatçının 90 bölümünde manzara ve naeserinin yer aldığı sergide türmort üzerinden gidilir“ilk”lerin bulunduğuna dikkat ken, ikinci bölümde çıplakçekerek, bunların en önemlisilık teması, üçüncü bölümde nin Osman Hamdi Bey imzalı ise Cumhuriyetin kuruluşuNaile Hanım portresi olduğunun ardından Anadolu’dan nu, yanı sıra Halil Paşa’nın 1889’da Paris Fuarı’nda sergi manzaralar yer alıyor. Serginin önemli temalarından lenen ve Bronz Madalya ile biri de kadın figürünün ön ödüllendirilen Madam X adlı eserinin, ilk kez ödül belgesiy plana çıkması.” Doç. Antmen ise “Bir Ülke le sergileneceğini söyledi. Değişirken Tanzimat’tan Ardından konuşan Prof. Cumhuriyete Türk Resmi” Germaner, 1970’lere kadar sergisinin, Türk resim sanatıAvrupa merkezli olan sanat nın içsel mantığı, gelişim çizanlayışının artık değişerek, gisi ile ruhunu yansıttığına bugün her ülkenin kendi sanadikkat çekti. tının ön plana çıktığını belirtti Edebiyat Çevirilerinde Felsefe Boyutunun Eksikliği... Bu yazıyı, bizim düşünce iklimlerinde felsefe boyutunun zaten genelde eksik olduğunun bilinci ile ve bu önemli eksiği sevgili okurlarıma bir defa daha hatırlatarak kaleme alıyorum. Arada, tek tük de olsa, çeviri konusunda söyleşilerin yapıldığını, bir şeyler yazılıp çiziktirildiğine tanık olmaktayım. Ama bunların çoğu, uzun zamandır yapılagelmekte ve söylenegelmekte olanların bir tekrarından ibaret. Ve her alandaki “tekrarın tekrarı”nda karşılaşılan tehlike, kendisini doğal olarak bu alanda da hissettiriyor: Söylenenler, çoğunlukla zaman içersinde bir zamanlarki bağlamlarından kopmuş, geçerli gündemlerle ilintisiz ve kısır bir lafazanlıktan öteye geçemeyen şeyler. Buna karşılık, “Edebiyat çevirilerinde felsefe boyutunun eksikliği ne gibi sakıncalara yol açabilir?” gibi bir soru sorulsa ki, sorulmuyor! elbet garip kaçar. Çünkü hemen hiçbir düşünsel alanda felsefi boyuta ihtiyaç duyulmayan bir iklimde bu boyutu edebiyat çevirileri açısından gündeme getirme girişiminin hemen hiçbir şansı yoktur. Ama biz, yine de deneyelim! Denemek zorundayız, çünkü doğrudan “edebiyat çevirisi” dediğimiz olgunun kendisi, her şeyden önce edebiyat alanındaki bir felsefe sorgulamasıyla eşanlamlıdır öyle olmak gerekir. Çünkü edebiyat çevirmenliğine soyunan kişinin kalkıştığı iş, yalnızca “çevirmek” fiili ile karşılanabilir olmanın çok ötesindedir. O kişinin hedefi, yabancı bir dilde yaratılmış bir eseri kendi dilinde tekrar yaratmaktır. Bu yaratma eylemi, yalnızca “olan”ı bir başka dile dilsel düzlemde taşımak veya çevirmekle tanımlanamaz. Yapılması gereken, bu yaratma eylemi gerçekleştiği dilde hangi felsefe boyutlarının/sorularının süzgecinden geçti ise, onu aktarıldığı dilde de aynı süzgeçlerden geçirerek yeniden üretmek uğruna çaba harcamaktır. Bilindiği üzere, felsefenin kurucu sorusu, “Nedir?” sorusudur ve bu soru, örneğin “Nasıl?” sorusundan çok farklıdır. Bir edebiyat eseri için “Nasıl?” diye sorduğumuzda, hemen bir dizi somut yanıt ile karşılaşabiliriz: İyi, çok güçlü, zayıf, anlatımı yetersiz, derinlikten yoksun vb. gibi. Buna karşılık aynı esere “Nedir?” sorusunu yönelttiğimizde, yolumuz zorunlu olarak somut yanıtların çok ötesine geçen, kavramlarla örülü bir alana düşecektir. Örneğin “Don Quichotte nedir?” sorusuna yalnızca “romandır”, “Cervantes tarafından yazılmıştır” ya da “üslubu mükemmel bir eserdir” gibi karşılıklar aramak boşunadır. Çünkü “nedir” sorusu ile adım attığımız alan, aslında felsefenin derin sorgulama alanıdır ve bizden, bu romanın Cervantes tarafından temellendirilen oluşum koşulları, yazıldığı dönemin derinliğine incelenmesi, öyle bir dönemin nasıl ve neden yaşandığı, sonuçların ne olduğu gibi konulara geçmemiz istenecektir. Cervantes’i çevirmeye kalkışacak olan çevirmenin önüne ilk çıkan alan da işte bu derin sorgulama alanı, yani felsefenin alanıdır. Çevirmen, aslında bir yorum çalışması olan çevirme eylemini önce bu alandaki gezintileriyle oluşturacağı sağlam zemin üzerine inşa etmek durumundadır. Sonraki bütün çevirme eylemi boyunca çevirmenin en güvenilir yardımcısı, örneğin İspanyolca bilgisi ya da türlü sözlükler değil, fakat birincil olarak sözünü ettiğimiz derin sorgulama sonucu oluşturduğu kendi “Don Quichotte kavramı” olacaktır ve bütün ayrıntılar eğer varsa ancak böyle bir kavramın ışığında netlik kazanacaktır. Elias Canetti’nin “yazar” ve “yazıcı” nitelendirmelerinden yola çıkarak bir benzetme yapmak istersek eğer, şöyle de diyebiliriz: “Çevirmen” ile “çevirici”yi birbirinden ayıran çizgi, ancak bu türden bir “esere ilişkin kendi kavramı olma ya da olmama” durumundan geçebilir! O lar onun yasaklı oyunları çevresinde başkaldırı ateşini yakıyordu. yasakları sormaz mı? Havel’le sohbetimize dönüyorum: “İdeal Avrupa”nın tartışılacağı uluslararası bir toplantıydı. Ancak tartışılanlardan bugün hiçbir şey anımsamıyorum. Ama Vaclav Havel’in sesi, bakışları, söyledikleri, o yumuşak, sıcak tavrı benimle. Yanına gazeteci kimliğimden çok tiyatro eleştirmeni kimliğimle yanaşmıştım ve işte sohbete başlamıştık… Bir çırpıda oyunlarından söz ettim. O sırada İstanbul’da Dostlar Tiyatrosu “Buruk Ezgi” oyununu oynuyordu. Evet, Havel’in bundan haberi vardı. İlgiyle sordu “Gördünüz mü? Nasıl buldunuz? İyi sahnelenmiş miydi?” “Daha iyisi olamazdı” diye en ufak ayrıntısına dek Genco Erkal’ın sahnelediği prodüksiyonu anlattım. Yazık ki gelip göremeyecekti. “Cumhurbaşkanlığı zor iş, çok vakit alıyor” deyip gülümseyişi… Hapisteyken aldığı destek mektuplarından, kendisi için düzenlediğimiz kampanyaların ona nasıl umut verdiği… Sonra ansızın aklına gelmiş gibi sordu: “Türkiye’de politik tutuklu var mı hâlâ?” Evet var. “Gerekçesi ne?” diye sordu “İkisi komünist oldukları için, biri de yazdığı kitaptan” dememle, “Burada komünist olmayanı hapse tıkıyorlardı, orada komünist olanı, nasıl bir dünya bu” deyiverdi… Yıl 1990’dı. İyi ki şu son yıllar karşılaşmamışım Havel’le. Hiç kuşkum yok aynı soruyu sorardı. Demokrasi ve insan haklarında direndiği için… İlkelerinden ödün vermediği için... Yazdığı her eserin özünde politika yapmak değil, doğrudan insana değer verdiği, insanı zayıflıkları ve kuşkularıyla, çaresizliği ve korkularıyla dahi yücelttiği için… İnsanı kendi içine bakmaya zorladığı için sevdim ve seviyorum Vaclav Havel’i. Işık içinde yatsın. [email protected] Benim ülkemdeki lkesinde yasaklı olmak Havel’i önce oyun yazarı olarak tanıdı bütün dünya. Oyunla Ü rı 1968’den başlayarak ülkesinde yasaktı ama dünyanın birçok ülkesinde yayınlanıyordu. ’68 Baharı çok kısa sürmüştü. Sanat yaşamına 1960’ta yazar, tiyatro yönetmeni olarak başladı. Eleştirel tavrıyla, mizah gücü ve ironiyi harmanlayan, baskıcı ideolojiye başkaldıran yapıtlarını verdi. 1975’te “Politik Denemeler” adlı kitabı, “Gustav Husak’a Açık Mektup” yazısı nedeniyle yine yasaklanacaktı. Bu kitapta da totaliter rejimleri ele alıyordu... Oyunları olsun, düz yazıları olsun sürekli yasaklandığından kendi ülkesi onu daha çok “77 Bildirgesi” adıyla anılan muhalif hareketin öncüsü olarak tanıdı. 197783 yıllarında ülkesinde hapis yattı. İşte o yıllarda Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin (AICT) Genel Sekreteri olarak katıldığım her tiyatro toplantısında “Havel’e Özgürlük” kampanyaları düzenler dünyayı seferber etmeye çalışırdık. İkinci bir hapislik dönemini 1989’da yaşadı. Ancak o zaman halkı artık onu gerçek bir kahraman ve direnişin simgesi olarak görüyordu. O rejime sığınmadan, yandaşlık yapmadan, yaratıcılığını hep sürdürmüştü. Ülkenin her yerindeki tiyatro ı d ıl n a il g e ş e ıb d a K a is N imle, mını 83 yıl boyunca res Kültür Servisi Yaşa , Oluşum dergisinin mimarı ran edebiyatla, sanatla yoğu taş Belediyesi tarafından düşik Be ında Nisa Kadıbeşegil, ygı” toplantıları kapsam zenlenen “Ustalara Sa h Cevdet Anday Sahnesi’nde eli önceki akşam anıldı. M düzenlenen gecede, Kadıbei) ez erk M r ltü Çe(Akatlar Kü dıbeşegil, gazeteci Fatih , OluKa lim Sa lu oğ şegil’in ğu du lun bu a da aralarınd kirge ve Refik Algan’ın ldi. Nisa Kadıbeşegil’in yaşage ya ara risinin şum Dostları bir lduğu bir saydam göste mından kesitlerin sunu dıbeşeKa n zamanda ressam ola ndi. ile yapıldığı gecede, aynı rg se de oya resimleri gil’in yağlıboya ve sulub C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle