Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 6 KASIM 2011 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Bu silikon vadisi başka B silikon vadisi S ilikon Vadisi, ABD’nin Güney Kaliforniya eyaletinde bulunan San Jose kentine verilen isim. Adını da bölgede yoğun olarak üretim ve geliştirme faaliyetinde bulunan yüksek teknoloji firmalarından alıyor. Tüm dünyanın teknoloji merkezi dense abartılmış olmaz. Öyle ki, artık o bölgeye ne San Jose diyor Amerikalılar, ne de San Fransisko; varsa yoksa Silicon Valley... Geçenlerde bu adı, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da duyunca irkildim ve kendi kendime mırıldandım: “Ne silikonu, ne vadisi, hele Sırbistan’da...” Öyle ya, Belgrad kendi halinde bir başkent. 500 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra Tito Yugoslavya’sının başkenti olmuş, Yugoslavların fırtına gibi esip, dünyanın 3. büyüklüğüne oynadığı yıllarda da ağır sanayi hamlesi ile ses getirmiş ama iç savaş onların tüm mirasını tüketmiş. Bu nedenle de “silikon vadisi” sözü çok gerçekçi gelmedi ilk söylendiğinde. Çünkü 2 günlük Belgrad gezisinde NATO’nun bombalayıp Sırpların yeniden inşa ettiremediği Genelkurmay Başkanlığı’nın harap binası bile, ülke ekonomisi hakkında biraz fikir veriyor. Gerçi Knez Mihailova caddesindeki çokuluslu firmaların mağazaları, alım gücünün fena olmadığının kanıtı ama “üretim” adına, çok geride kalmış Sırbistan’ın Belgrad’ı, Yugoslavya’nın Belgrad’ına göre... 1988’de dağılmadan önce bile inanın, çok daha üretken, daha canlı bir kentti Belgrad. O nedenle silikon vadisi denince inanmadım, araştırdım. Çoğu genç Sırp, varlığından bile habersiz bu ismin; sonunda 30’lu yaşlarda 1.80’lik Slav bir hanımefendi, gözündeki Gucci’yi indirip, gülümsedi “Haaa Silicon Valley” dedikten sonra “Soldan aşağı doğru in, kafeleri göreceksin, işte orası” diye tarif etti. Büyükçe bir caddeye gelmiştim, “Acaba Slav hanımefendi yanlış mı tarif etti” diyordum kendi kendime. Çünkü yüksek ve görkemli taş binaların sardığı bir caddeydi, işyerini andıran mekânlar yoktu, üstelik teknolojiden başka her şey vardı. Neler mi? Lüks kafeler, bistrolar, İtalyan, Fransız mutfaklarının “hafif atıştırmalık” mekânları, şık giyimli orta yaşlı hanımefendiler, biraz daha genç ama az bakımlı kızlar, ileri yaşça Rolex, Bulgari saatli, Louis Vuitton ayakkabılı beyefendiler. Tam ne silikonu derken, İstanbul’dan birlikte seyahat ettiğimiz Ali Atıf Bir hoca çıkardı ağzındaki baklayı: “Evet, silikon vadisi... Baksanıza kadınlara, belli bir yaşın üzerindekilerin hepsi ameliyatlı. Kimi burnunu yaptırmış, kimi çenesini, kimi kalçasını ya da göğüslerini... Biraz daha genç olan kadınlar, ameliyat olabilmek için piyasa BELGRAD araştırıyor. Beyfendiler de malum, sponsor firma...” Gülmemek için boşuna uğraştım, çünkü bu cadde hemen bir yan sokaktaki ARİF güzellik merkezlerinin, ufak KIZILYALIN operasyonların yapıldığı kliniklerin “sunum alanı” idi. Evet, belki işin içinde teknoloji yoktu ama “silikon” adını sonuna kadar da hak etmişti bu cadde. Belgrad demişken, 500 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmış ama 5 tane bile eser kalmamış o dönemden. Oysa, Belgrad en önemli kalesiymiş Osmanlı’nın. Hatta ordu, Macaristan’a, Avusturya’ya, Arnavutluk’a gitmeden burada dururmuş. Ama Osmanlı “geri çekildikten sonra” ciddi bir Türk karşıtlığı yaşanmış. Sadece iç savaş sırasında kundaklanan bir cami, Kale Meydan diye adlandırılan ve kalenin bulunduğu bölgedeki Damat Ali Paşa türbesi ve mimarisini koruyan Osmanlı konağı dışında hiçbir iz bırakmamış milliyetçi Sırplar. Özellikle Tito’nun ölümü sonrası patlak veren iç savaşta Boşnak, Hırvat, Sloven, Arnavutlar da zorunlu olarak terk etmiş kenti, kültür mirasları ile birlikte. Yabancıları pek sevmediklerini kestirebiliyorsunuz. Sadece Kanadalılara sıcaklar. Onlar da “kolay vize” verdikleri için. Yine “militarist” hava, sokakta tabanca kılıflarının “klipsi açık” halde kimlik soran askeri polislerden rahatlıkla hissediliyor. Örneğin “Biz de varız” demek için miting düzenlemeye çalışan lezbiyen ve gaylere verilmeyen izin de, despot anlayışın belirgin bir örneği. Gerçi, polis çevirdiğinde “turistim, işine bak” dediğinizde 2 İngilizce kelimeyi bir araya getiremedikleri için susuyor ama inanın 1988 Belgrad’ı, Komünist Parti hâkimiyetine karşın daha özgürdü sanki. Mesela, o yıllarda Arnavut mutfağının en iyi ürünlerinin yer aldığı Scadlaria caddesi eğlencenin başkentiydi. Boşnak’ı, Hırvatı, Sırp’ı beraber eğlenir, parayı Arnavutlar kazanırdı. Şimdi orası nostaljik bir ortam olmuş. Eğlence ise Tuna ve Sava nehirlerine “park” ettirilen mavnalar üzerindeki yüzer gece kulüplerine kaymış. Bir gece kaldığımız Continental Otel ise eski havasında değil. Tito döneminin en görkemli oteli olan Sava kıyısındaki bu 5 yıldızlı konaklama alanı, “Sırp kasabı” lakaplı General Arkan’ın iç savaşın sonlarına doğru öldürüldüğü “uğursuz” mekân olarak anılıyor şimdilerde. Ve ne garip tesadüf, 1988 yılında Galatasaray futbol takımı Kızılyıldız ile Avrupa kupası maçı oynamaya geldiğinde o otelde konaklamış, dönemin Türk yıldızları, yine o dönemin Kızılyıldız Kulübü Genel Sekreteri Arkan tarafından karşılanmıştı. Türk takımı ve gazetecileriyle sohbet edip, fotoğraf çektiren o dönemin sporcu Arkan’ının, 35 yıl sonra Hırvat ve Boşnak katili olarak anılan bir generale dönüşmesi ve vakit geçirmeyi sevdiği otelde yıllar sonra öldürülmesi sanıyorum hayatın garip enstantanelerinden. arifkizilyalin@cumhuriyet.com.tr Belçika bölünmez arkadaş! Flamanların kendini önce Başkanı Bart De Wever BRÜKSEL Flaman mı, Belçikalı mı yoksa ırkçılığa varan çıkışlar yaptı. Avrupalı mı hissettiği daha Fransızca konuşan yargıç ve önemli. Büyük insanlık yaşlılık, savcıların Flaman bölgesine yoksulluk ve yalnızlık gelebilme olanağı belirince sarmalındaymış kime ne? Ne “Borgerhout’ta (Anvers) mutlu Belçikalıyım diyene! Faslı ya da Gent’te Türk Flamanların yüzde 73’ü ERDİNÇ UTKU yargıçlar ve savcılar Belçikalı olmaktan gurur atanacak mı?” diye soran duyuyor ya, sen ona bak! Bart De Wever’in söylemi Hükümet görüşmeleri olumlu gidiyor. “zavallı ırkçı” bir söylem olarak BrükselHalleVilvoorde seçim bölgesinin nitelendirildi. De Wever’ı kınayan ve ayrıştırılması ile tarihi bir uzlaşma “Türk asıllı Belçika toplumu göçün 50 sağlayan 8 parti BrükselHalleVilvoorde yılını kutlarken, hukukçular, adli (hukuki) bölgesinin ayrımı konusunda doktorlar, mühendisler vs, her da anlaşınca Flaman Milliyetçileri NVA meslekten gençler yetiştirmiştir. Bu gittikçe daha iyi bir seviyeye gelecek” diyen kendisi de genç bir avukat olan Türk kökenli Flaman Parlamentosu milletvekili ve Senatör Güler Turan, De Wever’a “Bart De Wever, korkunun ecele faydası yok. Çok yakında Türk asıllı savcı ve hakimler de görev alacak! Bunu Türk asıllı Belçikalı gençlerden bir söz verme olarak kabul edebilirsin” diye seslendi. NVA Başkanı sağduyudan uzak açıklamalar yapadursun kamuoyu yoklamaları NVA seçmeninin De Wever’den daha sağduyulu olduğunu gösteriyor. “Flamanlar Belçika’nın yok olmasını istiyorlar mı?” sorusu Belçika dışında her geçen gün daha fazla sorulan bir soru. Flaman devlet televizyonu VRT ve Het Nieuwsblad gazetesinin yaptırdığı kamuoyu yoklaması sonuçlarına göre Flamanların yüzde 75’i Belçika’nın tarih olmasını istemiyor. Bu oran kadınlar arasında yüzde 79’a kadar çıkıyor. Kamuoyu yoklamasına katılanların sadece yüzde 22’si “Bağımsız Flaman Devleti” fikrini destekliyor. Böyle düşünenlerin oranı ırkçı Vlaams Belang partisi seçmenleri arasında yüzde 56. Nihai olarak Flaman bağımsızlığını hedefleyen Flaman Milliyetçileri NVA partisi seçmenleri arasında ise bu oran sadece yüzde 37’de kalıyor. Hatta NVA seçmenlerinin yüzde 61’i bağımsızlık istemiyor. Ancak Flamanlar bağımsızlık konusunu gözardı etmiyorlar. Flamanların yüzde 30’u 10 yıl içinde Flaman Bölgesi’nin bağımsız bir ülke olacağına inanıyor. Kamuoyu yoklaması Flamanların “milli aidiyet duygularını” da sorguladı. Flamanların yüzde 73’ü Belçikalı olmaktan gurur duyduklarını ifade ettiler. Gençler arasında bu oran yüzde 80’lere kadar çıkıyor. Kamuoyu yoklaması Flamanların kendi çekirdek kimliğini nasıl gördüklerini de araştırdı. Anket sonuçları Flamanların geleceğini Avrupa’da gören ve “Flaman ve Avrupa Hareketi (1900)” başlığıyla kaleme aldığı metni “Bir şey olmak için, Flaman olmalıyız. Flaman olmayı Avrupalı olmak için istiyoruz” diye bitiren yazar August Vermeylen’i doğrulamıyor. Flamanların yüzde 44’ü kendisini önce “Belçikalı” hissettiğini, yüzde 41’i “Flaman” hissettiğini ve yüzde 13’ü “Avrupalı” hissettiğini düşünüyor. Bir yıl kadar önce Fransızca yayımlanan La Libre Belgique gazetesinin yaptırdığı başka bir ankete göre ise kendini önce Belçikalı hissedenlerin oranı Belçika çapında yüzde 44’e çıkmıştı. Bu oran Frankofon kesimde yüzde 55, Flamanlarda ise yüzde 37 olarak saptanmıştı. Belçikalıların yüzde 26’sı kendilerini ilk önce Flaman hissederken Belçikalıların sadece yüzde 4’ü kendisini Valon olarak hissettiğini söylemişti.“Belçika’yı bir türlü bölemediniz gitti” diye takılan arkadaşlara da bu anket sonuçları ile yanıt vermiş oluyorum. Flamanlar ve Valonlar Belçikalı olmaktan mutlu ve bölünmeye de pek niyetli görünmüyorlar. Zaten Flaman Liberalleri Open VLD’nin dayatmasıyla Belçika Yeşilleri’ni (Ecolo ve Groen!) koalisyon görüşmeleri dışına iten PS Başkanı Elio Di Rupo, Sosyalistler, Liberaller ve Hıristiyan Demokratlardan oluşan 6 partili kemer sıkma hükümetini de kurmak üzere! erdincutku@binfikir.be elçika’da gıda bankalarından gıda yardım paketi talep edenlerin sayısı geçen yıla göre yüzde 20 arttı. Hayır kurumları artan gıda talebini karşılamakta zorluk çekiyor. Dexia’yı ikinci kez kurtarmak için anında kaynak bulan hükümet iş yoksulları doyurmaya gelince hayır kurumlarından medet umuyor. Belçika’da soğuk havalar, yani evsizlerin sokaklarda ya da kuytu köşelerde donarak yaşamlarını yitireceği günler de yaklaşıyor. “Belçika’nın 3Y’si: Yaşlılık, Yalnızlık, Yoksulluk!” diyeceğiz neredeyse. Bir de “yabancı korkusu” mu eklesek yoksa? Ancak tüm bunlar kimsenin umurunda değil. Buzul sakinleri... J uneau’da hava belirgin derecede soğudu. Önce buzulun yanındakiler olmak üzere sırayla tüm dağlara kar yağdı. Tahmin edeceğiniz gibi burada dağlar her mevsim karlı. Ancak her yanımız dağlarla çevrili olduğu için serpilmiş pudra şekerine benzeyen ilk karın manzaramızda yarattığı güzel değişim fark edilmeyecek gibi değil. Yine de asıl değişimi 24 Eylül’de son turist gemisinin şehri terk etmesiyle yaşadık. Turist mevsiminde (mayıseylül), her biri 23 bin yolcu taşıyan lüks gemilerden 45 tanesini (yerel nüfusun üçte birinden fazlasını!) aynı anda ağırladığımız oluyor. Uçak ve feribotla gelen turistler ile mevsimlik işlerde çalışmaya gelenler de var. Karayoluyla gelenlerden söz etmedim çünkü böyle bir olasılık yok! Juneau, ABD’nin karayolu ile ulaşılamayan tek eyalet başkenti. Juneau’da turist mevsiminde şehir merkezi dışında en kalabalık olan yer, yerel halkın da her mevsim gözdesi olan Mendenhall Buzulu. 1962’de Amerika’nın ilk orman idaresi ziyaretçi merkezi olarak açılan bu alanda, belgesel ve bilgi panoları yardımıyla bölge doğası hakkında ağzı kanca şeklini alan türün en belirleyici bilgilenmek, sabit teleskoplar ve canlı özelliği ise bedeninin çarpıcı biçimde kamera sistemi ile gözlem yapmak kırmızı renge bürünmesi. Bu nedenle bu tür mümkün. Ayrıca merkez içinde ve gözlem “kırmızı somon” olarak da adlandırılıyor. patikalarında ziyaretçilerin sorularını Nehrin hemen üzerindeki platformdan yanıtlayan çok sayıda personel bulunuyor. kırmızı somonların Buzulun çevresindeki patikalarda akıntıya karşı yürüyebilir, bisiklete binebilir, buzulun ALASKA yüzmelerini, üreme önündeki gölde kopmuş buz parçalarının davranışlarını izlemek arasında kano ile gezebilirsiniz. Mevsime insanı çok etkiliyor. ve şansınıza göre dağ keçisi, kunduz, Nehirdeki balık bolluğu oklu kirpi, ayı ve somon görebilirsiniz. ayıları da buraya En çok ilgiyi ayıların çektiğini söylememe gerek yok sanırım. Balık ÖZGÜR KEŞAPLI çekiyor. Bölgede yaklaşık 17 kara ayısının açısından çok zengin olan Juneau’da, DIDRICKSON bulunduğu belirlendi. üremek için okyanustan doğdukları Somonlar nehirdeyken nehirlere göç eden ve yumurtladıktan patikaların bir kısmı, avlanan ayılara sonra ölen somonların 5 türü (Pasifik’te 7 gerektiğinde birbirlerinden tür bulunuyor) görülebiliyor. Buzulun uzaklaşabilecekleri geniş alan ayırmak karşısındaki nehre temmuz ayında, İngilizce gerekçesiyle kapatılıyor. Bu dönemde gelen “sockeye” denilen somon geliyor. turistler gözlem platformu üzerinden kolay Somonların bedenleri yumurtlama ve güvenli şekilde ayı görebiliyorlar. Bu döneminde değişiyor. Sırtı kamburlaşan, sene ben de en fazla 15 dakika bekledikten sonra gördüm onları. Kimi, nehirdeki somonların üzerine atlıyordu, kimi ağaç tepesinde dinleniyordu. Buzul çevresindeki avlanma noktalarında uzun yıllardır görünmediği için öldüğü sanılan ve döndüğü haberi gazeteden herkese duyurulan yaşlı, dişi ayıyı ise ayağımın tozuyla gördüm. Yaklaşık 24 yaşında olduğu ve civardaki pek çok ayıyla kan bağı olduğu tahmin edilen bu bilge ayının hemen önümüzden yavaş yavaş yürümesini izlemek büyüleyiciydi. Kel Kartal dışında turistleri heyecanlandırdıklarına pek tanık olmasam da buzulun kuşları da çok özel. Yalıçapkını, tarakdiş, dere kuşu, balıkçıl gibi görece kolay görünenleri yanında gözlem becerinize göre daha bir sürü tür görebilirsiniz. Alaska kuşlarının yarısından fazlası göçmen ve bunlar arasında dünyanın en ilginç göç öykülerine sahip kuşlar yer alıyor. Örneğin, dünya göç rekortmeni kutup sumruları buzulun önünde ürüyor! Her yıl 2 kutup arasında göç ettiği için (yakın tarihli bir çalışmaya göre yılda yaklaşık 70 bin km!) güneş ışığını en fazla gören canlı olduğu düşünülen bu türden ayrıca “güneşin kuşu” olarak söz ediliyor. Bu sene hayatımda ilk kez yavru “güneş kuşları” gördüm ve sık sık büyümelerini izlemeye gittim. Ağzında balık taşıyan erişkinlerin onlara eşlik edenlerin çığlıkları arasında uçmalarını, henüz uçamayan yavruların gölün suyunda banyo yapmalarını, ilerleyen günlerde kanatlarını denemelerini izlemek ne keyifliydi. Buzul fotoğraflarını görmek ve bu ilginç türle ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için erkek kardeşim ve arkadaşlarının 4 yıl önce kurdukları “Azizm Sanat Örgütü”nün sayfası arşivinden (www.azizm.com) “Kanatlarında dünyanın öyküsünü taşıyan kutup sumruları” isimli yazımı okuyabilirsiniz. ozgur@kanatlibalina.org aşamasını çok seven güzel Viyanalı Gabriele, kont Balduin Zedlau ile evlidir. Ancak kontun yaşama bakışı değişiktir, Viyana kanı taşımadığı için de davranışları Viyanalı değildir, daha çok bir küçük burjuvadır! Daha evliliğin ilk yıllarında kocasıyla pek anlaşamayan Gabriele, ortak yaşadıkları kocaman villayı ve Viyana’yı terk eder, baba evine döner. Kont için bu bir şanstır! Kısa sürede kendisine genç bir sevgili bulur. Güzel bölümüyle doruğa ulaşıyor! Perde kapanırken Cagliari bir dansözdür, babası da Prater’de atlı karınca sahnedekiler de, seyirciler de coşkulu, mutlu! çalıştırır. Yeni sevgilisi hemen kontun villasına Şarkıların yanı sıra konuşmaların da Viyana yerleşir. Ancak aklında çapkınlıktan başka bir şey lehçesiyle yapılması operete tam bir neşe olmayan Balduin bu arada uşağı Josef’in katıyor. Özellikle faytoncu ile güzel VİYANA dostu, villanın hizmetçisi şakrak Pepi’ye de Cagliari’nin babası, Praterli atlıkarınca göz diker. Kısa süre sonra kont Balduin’in sahibi Kagler’in diyalogları kimi seyirciyi üstü Greiz eyaleti prensi Ypsheimyerlere yatırıyor. Johann Strauss’un son Gindelbach’ın, ardından da kocasını özlemiş perde için seçtiği bahçeli gazino, özel Gabriele’nin aniden kente gelmesiyle yaşamında da ailesiyle sık sık gittiği “Viyana Kanı”nda işler tam sarpa sarar. Hietzing’deki ünlü Dommayer gazinosunu AHMET ARPAD Neşeli ve alaylı şarkılar, çok hareketli danslar, anımsatır. Orta halli ve düşük gelirli yanılgılar, taşlamalar, raslantılar ve ezgilerle Viyanalılar Prater’de eğlenirken zengin ve dolu Viyana operetleri birer vodvil sayılır, öyle asiller Dommayer’in büyük bahçeli ve bir an gelir ki konu içinden çıkılmayacak kadar karışır. lüks salonlu, danslı, müzikli gazinosunu yeğlerdi… Fakat sonunda her şey yine yoluna girer, herkes sevdiğine Günümüz Viyana’sı birçok kentlinin müdavimi olduğu şık kavuşur. “Viyana Kanı”nın son perdesinde sevgililer kafelerle dolu. Ancak içlerinde mutlaka uğranılması birbirlerine haber vermeden gizlice Hietzing’deki bahçeli gereken biri var! O da, kapılarını 1950 yılında açmış, gazinoya giderler. Kameriyelerinde şampanyalarını içer, diğerleri kadar lüks ve şık olmayan, Dortheer sokağındaki havyarlarını yerken işler içinden çıkılmaz olur. Çok Café Hawelka. Burası çok sevilen bir edebiyatçılar, hareketli danslar ve büyük koronun coşkulu şarkılarıyla ressamlar ve gençler kahvehanesi. Yıllar boyu Ernst Voksoper’de yeniden sahnelenen “Viyana Kanı” bu son Fuchs, ressam Hundertwasser, aktör Qualtinger, Oskar Y İzleyiciyi coşturan Viyana operetleri www.ahmetarpad.de C MY B C MY B Werner, Elias Canetti, Andy Warhol, Henry ve Arthur Miller karıkoca Hawelka’ların sürekli müşterisi olmuş. Şu sıralar tarihi masalarını daha çok aydın gençler dolduruyor. Sahibi Leopold Hawelka nisan ayında 100 yaşına bastı. Her gün, birkaç saatliğine de olsa hâlâ geliyor, köşesine oturuyor. Oğlu ve torunları koşuştururken o biraz kestiriyor, biraz da yanına sokulan hayranlarıyla sohbet ediyor, onlarla fotoğraf çektiriyor. Az sonra yaşlıca, iyi giyimli bir bayan gelip: “Babacığım!” diye ona sarılıyor. Sonra bana doğru dönüp: “Kızıyım” diyor. Konuşkan biri. Sohbete dalıyoruz. Annesinin ölümünden sonra kardeşleriyle arası açıldığı için kahvehaneyle pek ilgisinin kalmadığını anlatıyor. “Bütün işim babamın bakımı” diyor. Bu arada yanımıza orta yaşlı iki şık bayan sokuluyor. Hawelka’ya gülümsüyorlar: “Haydi, parka gezmeye gidiyoruz” diyorlar. Yaşlı adam homurdanıyor: “Burada oturacağım!” Kızı, gelenlerin Polonyalı bakıcılar olduğunu söylüyor. “Onların bana çok yardımı oluyor. Hem biliyor musunuz, bayanlar Katolik, babama çok iyi davranıyorlar...” Birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Torunlardan biri, üçdört yıl önce Hawelka’nın oğlu ve torunlarıyla çekilmiş bir afişini hediye ediyor. “Görüyor musunuz” diyor kızı, “bu fotoğraf çekilirken beni aralarına almamışlardı!” Somurtarak kahve ocağına doğru şöyle bir bakıyor. “Kadının pek önemi yoktur onlar için!”