19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 EKİM 2011 PERŞEMBE KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 17 Urartu’ya yakışmadı... ‘Hiçbiryer’e Dönüş’ün yazarı Van’ın binyıllar önce başkentlik yaptığı Urartular, tarihin ‘kent ve yapı ustaları’ydılar... Van’dan Uzakta… Dünyanın ta öteki ucunda ağıtların acısıyla umutların heyecanı arasında gidip gelmek… Elde en son teknik olanaklar, anı anına haberleri izlemek; bir can daha kurtuldu haberiyle, ölüm sayısı onlarla çoğaldı bilgisi arasında parçalanmak… Depremi fırsat bilip ırkçı, milliyetçi, etnik, köktendinci ayırımcılığı kışkırtanları, kamçılayanları yeniden yeniden lanetlemek… 1999 Ağustosu’nu yeniden yaşamak… Marmara depremini her an anımsayıp, depremden birkaç saat sonra ulaştığım Adapazarı, Gölcük, Düzce, İzmit’i tekrar gözlerimin önüne getirmek, o toprağa karışmış yanık kokusunu duymak, dünyanın öteki ucunda olsan da o kokuyla genzimin yeniden yanması… Ama hemen ardından Selahattin Demirtaş’ın “Türkiye’nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş kokusu, kardeş selamı var. Herkese teşekkürler” demesiyle içimin ısınması… Van Cezaevi’nden kaçan mahkumlardan 70’inin geri dönmesine gülümsemek… Her depremden sonra hiç ama hiç ders alınmadığının bilincine uzaktayken daha yoğun biçimde odaklanabilmek… Yaşananın, doğanın değil, insanın suçu olduğunu bininci kez anlamak… Doğal afet denilen şeyin hiç ama hiç “doğal” olmadığını yeniden kavramak… “Hırsızlık”, “Yolsuzluk”, “Gözleri bürüyen para hırsı, çıkar hırsı, rant hırsı” , “Yanlış politikalar, insana ve doğaya düşman politikalar”, “Bilgisizlik, beceriksizlik” denemediği için mi “Doğal afet” deniyor yoksa… İnanın bana... İnanın, insanın insana yaptığını, doğa insana yapmıyor! Depremle “ilahi adalet” arasında bağ kuranların; “7.4 yetmedi mi?” diyenlerin; “kader kısmet”ten çıkar ilişkilerine uzanan çizgide depremden bir de utanmadan siyasi rant kapmaya çalışanların kahpeliğiyle kahrolmak… Çürük kamu binalarının, çalınan malzemenin, çalınan adaletin, toplanıp da yerine asla ulaşmayan yardımların hesabının sorulmamasıyla yeniden öfkelenmek… Bilimsellikten uzaklaştıkça alınan derslerin daha da korkunç olacağını kavramak… Demokrasi kültüründen koptukça, “Biat kültürüne” taptıkça ödenen bedelin hep ama hep daha yüksek olacağını bilmek… Şu anda, tam da şimdi New York’ta değil, Van’da olmalıydım diye kıvranmak… Ne işim var New York’ta, neden Van’da değilim diye kahrolmak… İşte sevgili okurlar, durum böyle… New York’ta ne işim olduğunu dünkü gazetede okudunuz. Metropolitan Müzesi’nde Koç ailesi adını taşıyan Türkiye galerilerinin ön açılışı için geldim. Müzeyi ve yeni galerileri size yarın dolaştıracağım… Burada Türkiye’den gelen bir avuç gazeteciyle birlikte Van haberleriyle soluk soluğa yaşamaktayız. Dünyanın ta öteki ucunda yüreğim Van için çarpıyor. Biliyorum acıyı paylaşmak acıyı hafifletmez ama yine de… Baydar’a ‘Akdeniz Kültürü Ödülü’ Kültür Servisi “Akdeniz Kültürü Ödülü”nün (Premio per la Cultura Mediterranea) edebiyat / anlatı dalındaki bu yılki sahibi Oya Baydar’a ödülü, 21 Ekim’de İtalya’nın Cosenza kentinde düzenlenen törenle sunuldu. Baydar, İtalyan Carical Vakfı tarafından Akdeniz kültürüne katkıda bulunan yazar ve düşünürlere altı dalda verilen ödüle İtalyancaya “Ritorno a Nessun Dove” başlığıyla çevrilen “Hiçbiryer’e Dönüş” romanıyla değer görülmüştü. Jüri romana verilen ödülün gerekçesini ise Baydar’ın romanıyla “Belli bir dönemde Akdeniz bölgesinde tarihsel ve siyasi akış içinde insanın sesini bir aşk hikâyesi çerçevesinde etkileyici ve derin duygularla anlatması” olarak açıkladı. 98’de Can Yayınları tarafından yayımlanan roman, Türkiye’den uzakta siyasal sığınmacı olarak yaşamak zorunda kalmış bir kadının, sosyalist blok çökmeden önceki yaşamı ve yıllar sonra Türkiye’ye dönüşte yaşadığı yabancılaşma, hüzün ve tek çözüm olarak gördüğü kaçış anlatılıyor. “Akdeniz Kültürü Ödülü”ne geçen yıllarda edebiyat dalında Amin Maalouf, Tahar Ben Jelloun, Amos Oz ve Marina Nemat değer görülmüştü. aşlangıçta 6.6, ABD’nin saptaması üzerine de 7.2 büyüklüğünde denilen Van depremi, “tarihin mühendisleri” olarak anılan 3 bin yıl önceki “Urartu”ların başkentinde gerçekleşti. Yüzlerce insanımız çürükçarık damların ve hesapsız betonarme tabliyelerin üzerlerine çökmesiyle canlarını yitirirken, “MS 21. yy”da; mühendislik, mimarlık ve şehircilikten tamamen yoksun yapılaşmanın bir kez daha cezasını çektik... Henüz 4 ay önce Mimarlar Odası’nın Van’da düzenlediği “kent, kültür ve demokrasi forumu” (2425 Haziran 2011) sonuç bildirgesinde özetle şu uyarı da yapılmıştı: “Van’da gözlenen plansız ve denetimsiz yapılaşma, sadece kimliksiz ve kültür yoksunu yerleşmeler yaratmakla kalmıyor; depreme karşı korunaksız kentleşmenin de başlıca nedenini oluşturuyor.” Mimarların bildirgesinde şu anımsatmalar da yer alıyordu. “Van aynı zamanda yüksek düzeyde ve sürekli göç almaktadır. Bugün, yeşil alan, dere yatakları benzeri imara kapalı alanlarda, yaklaşık 30 bin ruhsatsız yapıda, güvencesiz ve sağlıksız koşullarda yaşamak zorunda kalan işsiz göçmenler nüfusun yarısını oluşturmaktadır.” Nitekim depremin en büyük hasarı işte o binlerce kişinin barındığı ruhsatsız ve imara aykırı yapılarda meydana geldi. 3 ay önceki bu yaşamsal uyarılar ne yetkililerce ne de medyaca önemsenirken, 23 Ekim’deki 7.2’lik sarsıntının bilançosu ertesi gün özetle şöyle duyuruldu: “Merkezi, Van’ın merkez ilçesine bağlı Tabanlı köyü olan depremde kent merkezinde B 1 1 Van Kalesi, Urartu uygarlığının Anadolu’ya armağanı 2 Üç bin yıllık Urartu başkentinde MS 21. yüzyılın deprem manzarası 2 çok sayıda binanın çöktüğü, harabeye dönen Erciş’te büyük hasarın ve yıkımların meydana geldiği belirtildi. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 239 kişinin hayatını kaybettiğini, 1090 kişinin de yaralandığını bildirdi.” (24 Ekimgazeteler) Bugün can kaybı ve yaralı sayıları daha fazla, enkaz altında sönen yaşamların sayısı ise henüz bilinmiyor. Depremin ertesi günü telefonla görüşme olanağı bulduğum Mimarlar Odası Van Şubesi Başkanı Dr. Şahabettin Öztürk ilk izlenimlerini aktarırken “Çatlağı bile olmayan binalarla yerle bir olanlar yan yana… Teknik gereklere uyularak inşa edilenler depremi yendiler, uymayanlarsa yenildiler” diyor ve ekliyordu: “Yeni ve lüks bir otel bile denetimsiz yapıldığından devrildi! İmar kurallarını ve disiplinini önemsemeyen sorumluların sorumsuzlukları yüzünden acı çekiyoruz.” Deprem bölgesindeki ilçe ve köylerde ise durumun daha vahim olduğunu, Tabanlı, Molla kasım, Yeşilsu gibi köylerin ise neredeyse haritadan silindiklerini, sarsıntının gündüz meydana gelmesinin ise yegâne şans olduğunu, haberlerden okumuş, TV’lerden izlemiş olmalısınız... Evet, mimarlık, mühendislik ve planlama bilimlerinden yoksun kentleşen Van ve çevre yerleşmeler, başta “Tuşpa Kalesi” olmak üzere nice anıtsal yapıları çağlar boyunca yüzlerce depremi göğüsleyen Urartu uygarlığının merkezidir. MÖ 1’inci bin yıldan sonra bölgenin egemen kavmi olan Urartular kendilerine “Viaini”li demişler, bu isimden şimdiki Van adı türemiş. İstanbul Üniversitesi’nden Arkeolog Prof. Dr. Oktay Belli’nin Van’da, 30 yıla yakın kesintisiz sürdürdüğü araştırmalarında, Urartuların metal işlemecilik sanatı, bugün bile yöresel gelenek olarak devam ederken, “kent ve kale inşa etmek”te çok yetenekli oldukları saptanmış. O kadar ki Doğu Anadolu’da sulama amaçlı ilk göletleri ve kanalları inşa eden Urartuların “kehriz” denilen yeraltı su dağıtım sistemleri yakın yıllara dek bugünkü Van’ın da su şebekesi olarak değerlendirildi. Hatta DSİ’nin bu sistemi koruyarak kullanmaya yönelik özel bir “Kehriz Müdürlü Tarih ‘şaşkın’ Sorumsuz sorumlular ğü” bile vardı... Benzer şekilde yine bugünkü Van Ovası’nın sulandığı 50 km. uzunluğundaki “Şamran Kanalı” da Urartu Kralı Minua tarafından yaptırılmış. Kente eski adını da veren Tuşpa Kalesi’nden ise söz etmeye bile gerek yok; muhteşem mimarisini ve sağlamlığını görenler görmeyenlere anlatır... Van’da düzenlenen tarih sempozyumlarında da bütün bunlara “2700 yıllık mühendislik harikaları” denilmiş; aynı coğrafyada, bugünkü yerleşmelerin büyük çoğunluğunda su şebekesinin bile bulunmuyor olması ise “geçmişten esinlenilmeyen ilkellik” olarak vurgulanmıştı. İşte böylesi bir uygarlığı barındıran topraklarda şimdi yaşanan deprem dramı sadece “yoksul bölgemizde felaket” olarak adlandırılamaz. 1999 İzmitMarmara depremi “en gelişmiş yerleşmelerimiz”i yerle bir ederken, 2011 Van depremi de aynı felaketi yarattı. Yıllardır yinelenen tüm uyarılara rağmen, planlı ve depremi gözeten bir yapılaşma ciddiyetinin imar uygulamalarına hemen hiç yansımaması; tüm yeni imar yasalarının bilimsel gerekler yerine emlak rantını arttırmayı hedeflemesi, asıl felaketin “kafa”larda olduğunu göstermiyor mu? Indiepop’un Avusturalyalı sesi Architecture In Helsinki yarın akşam İKSV Salon’da Popun bağımsız yüzü DENİZ ÜLKÜTEKİN CEM YILMAZ DA ROL ALACAK Melbourne’ün kenar mahallelerinden yükselen bir ses Architecture In Helsinki, Avusturalyalı indiepop grubu müzik kariyerindeki 11. yılı devirirken İstanbul’a uğruyor. Kariyerlerinin başlarında yakaladıkları deneysel havayı 2006’da üyelerinin bir kısmının değişmesiyle biraz olsun dağıtan ve radyolarda daha sık yer edinir hale gelen grup son albümleri “Moment Bends”le övgülerin yanında pek çok eleştiri de aldılar. Yarın akşam Salon’da konser verecek topluluğun üyelerinden Cameron Bird’le konuştuk. Çok çeşitli enstrümanlar kullanıyorsunuz. Bu kadar farklı enstrümanla kendinize has bir tarz yaratmayı na sıl başardınız? Farklı kafa yapıları aynı zamanda pek çok farklı fikir demek, bu da işimizi kolaylaştırdı. Avustralya’da müzik yapan kendi halinde bir grupken tüm dünyada dinleneceğinizi düşünmüş müydünüz? Sizce sizi bu kadar bilinir kılan nedir? Kendi şehrimizin dışında bir yerde çalabiceğimizi hayal bile edemezdik. Bizim için büyük bir sürpriz oldu. Ne yaptık diye soracak olursanız, sanırım en iyi cevap sadece kendimiz olduğumuz ve seyirciye hep dürüst davrandığımız olur. 2006’da iki üyenizin gruptan ayrılması neleri değiştirdi? Bize hem müzikal hem de fiziksel olarak daha çok alan yarattı. Daha odaklanmış şarkılar üretmeye başladık ki bu bence fazlasıyla pozitif bir şey. Ayrıca daha önce hiç olmadığı kadar sıkı ve iyi çalmaya başladık. Son albümünüz ‘Moment Bends’in hikâyesi nedir? Albümü kaydetmemiz yaklaşık iki yıl sürdü ve içindeki her şeyle sonuna kadar biz uğraştık. Bu yüzden ortaya çıkan soundla gurur duyuyoruz. Son olarak FIFA video oyunu serisinin bu seneki versiyonunun soundtrack’inde Escape şarkınızın yer almasından bahseder misiniz? Fazlasıyla eğlenceliydi... Bir şarkı için sırf oyunun içinde var diye bu kadar fazla tepki almak çılgınca. Özpetek’ten duygusal komedi MADRİD (AA) Yönetmen Ferzan Özpetek, sinema kariyerindeki 9. filmi olacak “Magnifica Presenza”nın çekimlerine kasımın ilk haftasında Roma’da başlayacak. Başrollerini Elio Germano ve Margherita Buy’un paylaşacağı filmde Cem Yılmaz da oynayacak. İki yılda bir film çekmeyi tercih eden Özpetek, “Magnifica Presenza”da duygusal bir komedi hikâyesi anlatacak. Yapımcılığını Fandango ve Rai Cinema’nın üstlendiği filmin çekimleri Roma’daki Cine Citta film stüdyolarında ve Roma’nın çevre ilçelerinde yapılacak. Özpetek, 2001 yılında çektiği “Cahil Periler” filminde oynattığı İtalyan aktris Margherita Buy ile “Magnifica Presenza”da tekrar buluşurken, filmin kadrosunda Vittoria Puccini, Gianluca Gori, Beppe Fiorello, Platinette, Massimiliano Gallo, Paola Minaccioni ve ünlü İtalyan tiyatro sanatçılarından 88 yaşındaki Anna Proclemer de olacak. 2 KASIM’DA VERİLECEK ÖDÜL İÇİN DÖRT ADAY BELİRLENDİ Goncourt’da son tur UĞUR HÜKÜM PARİS Fransa’nın en saygın edebiyat ödülü Goncourt’un adayları açıklandı. 2 Kasım’da sahibini bulacak ödülün dört adayı Alexis Jenni, Carole Martinez, Lyonnel Trouillot ve Sorj Chalendon’dan oluşuyor. Alexis Jenni’nin “L’Art Français de la Guerre/Fransız Savaş Sanatı”, Sorj Chalandon’un “Retour à Killybegs/Killybegs’e Dönüş”, Carole Martinez’in “Du Domaine des Murmures/Fısıltılar Malikânesi Hakkında” ve Lyonel Trouillot’nun “La Belle Amour Humaine/Güzel İnsani Aşk” kitabıyla Goncourt’a aday gösterildiği ödülün jürisine Edmonde CharlesRoux başkanlık ediyor. Ödül, Bernard Pivot, Didier Decoin, Françoise Chandernagor, Patrick Rambaud, Robert Sabatier gibi ünlü yazar ve eleştirmenlerin de bulunduğu 10 kişilik jürinin sesli ve açık tercihiyle belirleniyor. İlk 10 turda çoğunluk bir isimde birleşemezse 13. tura kadar nispi çoğunluğu elde eden aday ödülü kazanıyor. Bu turlarda da beraberlik bozulmazsa 14. turda jüri başkanı kazananı belirliyor. Goncourt ödülünün sahibine 10 Avro’luk sembolik bir para ödülü veriliyor, ancak 20052010 arası roman satışlarını kapsayan yeni bir araştırmanın sonucuna göre Goncourt Edebiyat Ödülü’nü kazanan roman yalnızca Fransa’da ortalama 400 bin satıyor. ‘Filmekimi’ Trabzon’da Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen “Filmekimi” bugün Trabzon’da başlıyor. Film gösterimleri, 4 gün boyunca Forum Alışveriş Merkezi’nde yer alan Cinebonus Sinema Salonları’nda sinemaseverlerle buluşacak. Bu yıl 10. yaşını kutlayan “Filmekimi” kapsamında sinemaseverlerle buluşacak 15 film ise şöyle: “Jane Eyre”, “Mikrofon”, “Melankolia”, “Gökten Bir Uydu Düştü”, “Habemus Papam”, “Artist”, “Şeytanın İkizi”, “Bisikletli Çocuk”, “Oyunun Sonu”, “Gelecek”, “Küçük Beyaz Yalanlar”, “Acı Tatlı Tesadüfler”, “Elena”, “Tehlikeli İlişkiler” ve “Ölüm Denizi”. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle