19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 EK M 2011 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Mimarlar Odası’nın forumları Sinop, Hatay ve Van’ın ardından İstanbul’daydı ‘Kent, kültür ve demokrasi’ 1 2 amuoyu tarihi İstanbul’un siluetini “ezen” gökdelenleri tartışırken, medyadaki “ürkütücü fofoğraf”ın doğacağını “ruhsattan önce” ilgililere ÇED Raporlarıyla bildiren Mimarlar Odası da “Kent Kültür ve Demokrasi” forumlarının 4. Buluşmasını İstanbul’da gerçekleştirdi. “Toplum Hizmetinde Bir Mimarlık İçin” düzenlenen etkinliklerin ilki 12 Ekim 2010’da Sinop’ta, ikincisi 1718 Aralık 2010’da Hatay’da, üçüncüsü de 2425 Haziran 2011’de Van’daydı. 1315 Ekim’de İTÜ Maçka Yerleşkesi’ndeki İstanbul Forumu’da ise tüm buluşmaların genel sonuçları ele alındı. Doruğa çıkan “İstanbul’a saygısız” gökdelenleşmeden, kentsel dönüşüm adına “semt sakinleri kovularak” yaratılan yeni emlak rantı alanlarına kadar, güncel “imar düzenbazlıkları” da ayrıntılarıyla irdelenerek sorgulandı... Ne var ki medya, ne o şimdi manşetlerden eleştirdiği gökdelenler için “önceden” yapılan uyarıyı önemsemişti; ne de İstanbul Forumu’nun kamuoyuyla da paylaşılmasına katkıda bulundu. Oysa, Sinop, Hatay ve Van basını, ülkenin tüm yörelerinden konuk mimarların da katılı ‘Biat’ Kültürü… Yeter artık yeniden ve yeniden bu konuyu yazmayayım diyorum, ama olmuyor! Her gün dozu artan şiddet, yaygınlaşan kadın cinayetleri… Tamam kadın sorunlarına odaklanan STK’ler didiniyor, bu konudan sorumlu Bakan Fatma Şahin uğraşıyor, ama korkarım ki o büyük fotoğraf gözden kaçıyor… O büyük fotoğrafta benim gördüğüm, yüzyıllardır süregelen etkenlerin yanı sıra biat kültürünün egemenliği var… Gençler bilmeyebilir: Biat (Arapçadan gelen bir sözcük) tartışmasız, şartsız koşulsuz, baştaki gücün emrinde olmak, buyrukları yerine getirmeyi içerir. Ancak toplumsal anlamda daha geniş bir alanı kapsar: Azgelişmiş toplumlarda güce güç katmanın yoludur. “Padişahım çok yaşa” ya da “kraldan çok kralcılık” uygulamalarının, çıkar ilişkilerinde oynadığı role göre azalır ya da çoğalır. Bizde bunun çoğaldığını görüyoruz. Biat kültürünün olduğu yerde adalete de vicdana da yer yoktur. Haklılık haksızlık aranmaz. Tartışma, sorgulama, eleştiri kabul etmez. Örnek: “Ya taraf olursun ya bitaraf” söylemi… Bugün iktidar güçleri biat kültürünü daha da yaygınlaştırmak için ellerinden her geleni yapmaktadır. Rize’de genç bir kadın öğrenci saz çaldığı, bağlama kursuna gittiği için; Rize Üniversitesi’nin sosyal etkinliklerine katıldığı için; Rize Gençlik ve Spor Müdürlüğü’ne bağlı gençlik merkezinde Türk halk müziği dalında solistlik yaptığı için eğer “suçlu” sayılıyor ve yurda kaydı yaptırılmıyorsa… Biat kültürünün alıp başını yürümesinden, toplumun iliklerine işlemesindendir! Antalya Altın Portakal’da Kadın Zirvesi’nde, konunun uzmanları şiddet üzerine devlet politikaları ve önlemler üzerine kafa yorarken kentin bir başka ucunda bir lise müdürü kız ve erkek öğrencilerin birbirlerine bir metreden daha çok yaklaşmamaları için talimat yayınlıyordu. Görün, biat kültürü adamı nerelere itiyor! Hastalanırsınız. Doktor görür. Teşhisi koyar. İlaç yazar. Eczaneden ilacı alır, içinden çıkan ona katlanmış minicik yazılı bilgi kâğıdı okumaya çalışırsınız. Öyle bir yan etkiler sıralanmıştır ki ilacı içmeye korkarsınız… İşte yaşadığımız, artarak yaşamakta olduğumuz kadına yönelik şiddet, özellikle son yıllarda biat kültürünün hızla yaygınlaşmasının hem doğal nedeni, hem de yan etkileridir. Siz bugüne dek kadına yönelik şiddet karşısında Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın herhangi bir söylemini, eylemini gördünüz mü, duydunuz mu? Ben hatırlamıyorum da… Anımsayacaksınız: Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nü bu sayfalarda defalarca ele aldık. O eşsiz “silueti” nasıl bozacağını; daha da öte rezil rüsva edeceğini herkes biliyor artık! Bakın zaten gökdelenler bozdu diye Toptaş bile çok üzülüyor. İnşaat iznini 27 binden 70 bin metre kareye çıkaran; yükseklik iznini kaldıran o, ama olsun yine de çok üzülüyor… Gelin bu kez iş işten geçtikten sonra üzülmeyelim… İstanbul SOS Girişimi “Başka Bir Köprü Mümkün” başlığıyla şu çağrıyı yapıyor. Haydi siz de katılın: “Aşağıda imzası bulunan bizler, İstanbul’un ulaşım sorunlarının, kentin yüzyıllar içinde oluşmuş kültürel mirasına sahip çıkılarak ve tarihi dokusuna zarar verilmeden, bilim ve çağdaş teknolojiler ışığında çözümlenmesini, Haliç Metro Geçiş Köprüsü tasarımının, Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ve köprünün Haliç siluetini bozacağını yıllardır dile getiren bilim ve meslek insanları ile sivil toplum kuruluşlarının görüşleri dikkate alınarak, en kısa sürede değiştirilmesini, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere ilgili tüm kurumlardan talep ediyoruz.” İmzanız için www.istanbulsos.org ya da [email protected] adreslerini kullanabilirsiniz. K 3 4 1Sinop nükleer tehdide karşı direniyor... 2Tarihi asıl Antakya, dev apartmanların arkasında! 3Van’da Tuşpa uygarlığının muhteşem kalesi. 4 stanbul’un yeni Kadıköy silüeti! 5Kentleri savunma buluşmaları. Adalet ve vicdan sınıfta kaldı mıyla gerçekleşen forumlara geniş yer vermiş; kenti, kültürü ve demokrasiyi yerel gündeme taşımışlardı. Adına “ulusal” denilen İstanbul medyası ise “yapılar yükseldikten sonra önemsediği” silüet tahribatının “emlak rantçısısiyasetçiküresel sömürgecilik” ilişkisiyle yaratıldığını kanıtlayan etkinliği kısa haber bile yapmadı... Anadolu forumları Peki, mimarlar bu forumlarında neleri vurguladılar? Sinop’ta “nükleer santral” tehdidine karşı direnen STK’lerin kentin imar kararlarına da katılmaları dile getirildi. Mimarlar Odası’nın tarihi bir Sinop evi edinerek hizmet binasına dönüştürme projesi kutlanırken, yerel yönetimlerin birincil görevinin, kentin yaşam zenginliklerini gözeten bir imar politikasını egemen kılmak olduğu vurgulanmıştı... Hatay’da ise “Asi’nin çocukları” denilen Antakyalıların, “kültürlerin ayrılmaz birlikteliği”ni yaşatarak, kimlikleri ve ortak gelecekleri için kentlerine, kültürel ve çevre de ğerlerine, yani “kendilerine” sahip çıkmalarının yaşamsallığı anımsatılmıştı. Van’da da efsanevi “Tuşpa”ya yakışır bir kent için tek düze apartmanlar yerine yörenin kaybolan tarihsel mimarisinden esinlenilmiş özgün bir yapılaşmanın “yabancılaşma”yı da önleyeceği belirtilmişti... Paneller, sanat gösterileri, genel tartışma oturumları ve Tünel’den Taksim’e “kente sahip çıkma” yürüyüşüyle gerçekleşen İstanbul Forumu’nun sonuç bildirgesinde ise özetle şu anımsatmalara yer verildi. Saz çalmak ‘suç’ olursa Tarihsel çağrı “Tarihsel, çevresel ve kentsel mekânlar, ekonomik krizi aşmaya kurban edilmektedir. Neoliberalizmin ‘markalaşmak’ kavramı, kentlerin simgesel değerleriyle birlikte, kültürümüzün, kimliğimizin metalaştırılmasıdır. Kamusal işlevli bir sanat olarak Mimarlık da bu süreçten etkilenmekte; işlevini ve öz değerlerini kaybetmektedir. Forum katılımcıları her şeyi metalaştıran, en temel yaşamsal kaynaklarımız su ve havayı bile piyasalaştıran küresel kapitalizme karşı çeşitli biçimlerde mücadele eden platformlar arasında uluslararası dayanışmanın ‘ivedi’ zorunluluğunu kalın çizgilerle vurgulamaktadır. İstanbul kent algısına birçok rant amaçlı müdahalenin en acımasız biçimde sürdüğü son yıllarda, hukuksal ve demokratik yolların tıkandığı, bir anlamda ‘sözün bittiği yer’de olduğumuzu üzülerek belirtmeliyiz. Bu nedenle Odamızın mesleki ve hukuksal mücadelesinin, politik ve sosyal boyuta taşınması gerekmektedir. İstanbul’un hayat kaynakları, Üçüncü Boğaz geçişi ve Karadeniz kıyılarında biçimlenmek istenen yapılaşmalar, kentin geleceğinin karartılmasındaki son eşiklerdir. Forum katılımcıları, bu sürece mesleki ve akademik muhalefetin KHK’lerle susturulmaya çalışıldığı bir dönemde, bilim, kültürsanat insanları, meslek örgütleri, sivil demokratik kuruluşlar ve basınmedya kuruluşları/çalışanlarının bir arada mücadele vermelerinin önemini vurgulamışlardır. Geleceğimizin, darbe ürünü ‘KHK’lerle karartılmasına karşı tüm toplumsal kesimleri en geniş ortak platform etrafında dayanışmaya çağırıyoruz...” Ne dersiniz; bu çağrıya hâlâ “Odalar politika yapıyor” diye kayıtsız mı kalacağız? Kentlerimizi, kıyılarımızı, ormanlarımızı, tarım alanlarımızı ve tüm yaşam kaynaklarımızı “gözünü emlak rantı bürümüş”lere karşı savunmak, hepimiz için tarihsel sorumluluktur... Dolapdere sokaklarını ‘mesken tutanlar’ Güney Afrikalı sanatçılarla stanbul’dan çöp toplayıcıları, taksi sürücüleri ve göçmenlerin bir araya geldiği ‘Inhabitant’ adlı dans gösterisi bugün DANS’ın konuğu MELTEM YILMAZ Doğal ve yan etkiler Güney Afrikalı sanatçılar Sello Pesa ve Vaughn Sadie, “Inhabitant” adlı çalışmalarıyla bugünlerde İstanbul sokaklarını mesken tutuyorlar. Johannesburg kentindeki farklı göçmen grupların “mesken tutma” mücadelesine ışık tutmak amacıyla 2008’de başlayan çalışma, İDANS’ın davetlisi olarak Dolapdere Caddesi’nde sergilenecek. Güney Afrikalı sanatçılara burada, İstanbul’dan çöp toplayıcıları, taksi sürücüleri, sanatçılar ve göçmenler eş Johannesburg kentindeki farklı göçmen grupların “mesken tutma” mücadelesine ışık tutmak amacıyla 2008’de başlayan çalışma, DANS’ın davetlisi olarak Dolapdere Caddesi’nde sergilenecek. Güney Afrikalı sanatçılara burada, stanbul’dan çöp toplayıcıları, taksi sürücüleri, sanatçılar ve göçmenler eşlik edecek. lik edecek. “Inhabitant”ı Johannesburg’da ilk sergilediklerinde sokaktaki insanların performansın doğal bir parçası olmaktan çıkıp, bilinçli bir katılım sağlayacak kadar hoşlandıklarını söylüyor Sadie, “Bizi birer dansçı, yaptığımızı da performans olarak algılamak yerine yaşamın doğal bir ‘hareketi’ olarak görüyorlar” diyor. Sello Pesa ise mekâna ve zamana göre şekillenen danslarının en önemli yönünün değişime açık olmak olduğunu söylüyor: “En önemlisi değişim çünkü sokaklar hiçbir zaman aynı insanlar ve aynı eylemlerden oluşmaz. Bu nedenle dansımız üzerinde hiçbir zaman tam olarak bir kontrol söz konusu değil.” “Inhabitant”ın içinde bale figürleri de var klasik dans figürleri de. Ancak en önemlisi “doğal” ve “içgüdüsel” figürler. Pesa, İstanbul’da ilki dün gerçekleştirilen 9 kişilik performansa, sokaktan 2 çöp toplayıcısı, 1 taksi sürücüsü, sanatçılar ile göçmenlerin de katıldığını söylüyor. Gösteride en önemli sorun ise sanatçılara sürekli müdahale edip “ne yapmaya çalıştıklarını” soran polis olmuş. İDANS’tan Yiğit Daldikler ise İstanbul gösterisi için iki haftalık çalışma ve hazırlık süreci geçirdiklerini vurgulayarak “Inhabitant, dışarıdan bir gözle izleyeceğiniz, ben ve diğeri olarak ayırabileceğiniz bir proje değil. Tamamıyla içindesiniz. ‘Birlikte bir şey yapıyoruz’ duygusu hâkim” diyor. “Inhabitant” için buluşma noktası Dolapdere Caddesi, Yenişehir Merkez Cami, Çiftyıldız Pastanesi önünde, bugün saat 18.00’de. Başka bir köprü mümkün BRITANYA’NIN SAYGIN EDEB YAT ÖDÜLÜ SAH B N BULDU Man Booker, Julian Barnes’ın Kültür Servisi Britanya’nın en saygın edebiyat ödüllerinden Man Booker Ödülü, “The Sense of an Ending” adlı kısa romanıyla Julian Barnes’ın oldu. Bu yıl adayların açıklanmasının ardından kimi yorumcular Man Booker seçici kurulunu edebi nitelikten çok popülizme ağırlık vermekle suçlamışlardı. Ancak ödülün Barnes gibi nitelikli bir yazara verilmesi edebiyat çevrelerinde olumlu bir etki yarattı. Barnes, Man Booker Ödülü’ne 1984’te “Flaubert’in Papağanı”, 1998’de “İngiltere, İngiltere”, 2005’te de “Arthur & George” adlı yapıtlarıyla aday gösterilmiş, ancak kazanamamıştı. 50 bin sterlin tutarındaki ödülün sahibi olan Barnes, teşekkür konuşmasında yayıncılara bir tavsiyede bulundu: “Kitabımı görmüş olanlarınız, içeriği konusunda ne düşünürseniz düşünün, muhtemelen çok güzel bir obje olduğu konusunda birleşeceksiniz. Ve bugün artık tanımladığımız adıyla fiziksel kitap ekitabın meydana okumasın direnecekse, satın almaya ve saklamaya değer bir şey olmalı.” Barnes’ın yapıtları Türkiye’de Ayrıntı Yayınları’nca yayımlanıyor ve Serdar Rıfat Kırkoğlu tarafından çevriliyor. Son olarak “Korkulacak Bir Şey Yok” adlı kitabı yayımlanan Barnes’ın önümüzdeki günlerde “Kalp Atışı” adlı yapıtı yayımlanacak. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle