18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 OCAK 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 2. Ordu Komutanı, Musul ve Kerkük’ün ablukası fikrini stratejik açıdan ele alıyor: Bize bırakırlar mı? GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Yavuz’dan asker yorumu ‘B u bölge 200 kilometre derinlikte ve 300 kilometre genişlikte; yani 60 bin kilometrekare bir bölge. Bu 60 bin kilometrekare bugün aşağı yukarı bizim Olağanüstü Hal Bölgemize yakın. Kendi bölgemizde valimizden köy muhtarına kadar bize ait, halkımızın yüzde 98’i en az bizi destekliyor, her türlü altyapı imkânlarına, yollarımıza, görüşme imkânlarına sahibiz. Buna rağmen biz kendi bölgemizde bile asayişi sağlayabilmek, güvenliği sağlayabilmek için 60 tabura yakın kuvvet bulunduruyoruz. Siz tasavvur ediniz; hiçbir altyapısı olmayan, halkının büyük bir çoğunluğu bize karşı olan bir bölgede asayişi sürdürebilmek, güvenliği sürdürebilmek acaba kaç taburla mümkün olabilirdi, hiç hesapladınız mı?’ dedim. Bir cevap alamadım yine. ‘Sonra’ dedim, ‘bir şey daha sormak istiyorum: Diyelim ki bütün Türkiye’yi boşalttık, Kara Kuvvetleri’ni buraya taşıdık ve bu bölgede kontrolü sürdürdük. Siz düşünebiliyor musunuz acaba bu Musul’u, Kerkük’ü bize bırakırlar mıydı?’ dedim. ‘En basit bir tarih kültürü olan herkes bilir ki’ dedim; ‘Biz oraya kadar giderdik, ama arkamıza baka baka tekrar geri gelirdik. Ama, Anadolu çocuğunun temiz kanını da Arap’ın çölüne dökmüş olarak geri dönerdik’ dedim. ‘Ne yapmalıydık Paşam?’ dedi. Dedim ki; ‘Efendim, başkasının sürdüğü saban izinden yürürseniz, ancak başkasının hedefine gidersiniz. Eğer kendi hedefinize gitmek istiyorsanız zahmete katlanıp kendi saban izinizi sürmek zorundasınız’. Yüzüme baktı, ‘Teşekkür ederim, anlaşılmıştır’ dedi ve gitti. Tekrar özür diliyorum, kendime ait bir olayı anlatmak zorunda kaldığım için. Ama, tabii bu olayda bu ifadeler kullanılmış mıdır, değil midir, bazı kimseler şüpheye düşebilir. Ama, olay bahsettiğim gibi en az 1015 kişinin önünde geçti Mesela, Sayın Kozakçıoğlu gibi, Sayın Hikmet Köksal gibi, daha birçok asker arkadaşlarım vardı, ama şu anda hizmetteler, isimlerini vermeyeyim. Olay böyle cereyan etti, yani Sayın Cumhurbaşkanı’nın olaya yaklaşımı buydu. Bizim de olaya bakış açımız bu kadar gerçekçiydi. 2011’e Girerken Tunus Dersleri Tunus’ta hiç beklenmedik bir anda patlak veren toplumsal olaylar, şekillenmekte olan “yeni” dönemle ilgili önemli ipuçları sunuyor. Evrenselleşme eğilimi Geçen yıl belli bir gelişmişlik düzeyine, ortak kültürel özelliklere sahip Avrupa ülkelerinde patlak veren ve öğrenci gençliğin başını çektiği toplumsal olayların, ekonomik ve kültürel özellikleri Avrupa Birliği ülkelerinden çok farklı, Tunus gibi bir ülkede de ortaya çıkması, “isyanın” evrenselleşmeye yatkın özellikler içerdiğini düşündürüyor. Benzer özellikleri taşıyan başka toplumlarda da benzer olayların patlak verme olasılığının önümüzdeki dönemde artmasını bekleyebiliriz. Pazartesi günü The New York Times’ın “Avrupa gençliği geleceğinden kaygı duyuyor” ve Time Magazin’in “Avrupa’da anarşist şiddet olayları artıyor mu?” başlıklı yorumlarının da sergilediği gibi, iyi eğitilmiş bir gençlik kuşağı, yüzde 40’a ulaşan ağır ve kronikleşmiş bir işsizlik sorunuyla karşı karşıya. Üniversite eğitimine servet, zaman harcadıktan sonra, kendilerini işsizliğin beklediğini düşünmek, bu gençlerde büyük hayal kırıklığı, kötümserlik yaratıyor. Hükümetlerin çözüm bulmak yerine, mali sermayenin yardımına koşması, bu duyguların öfkeye dönüşerek patlamasını hızlandırıyor. Tunus’ta da iyi eğitimli bir gençlik, üniversite öğrencileri ve mezunları kuşağı, kronik işsizlik, Avrupa’yla karşılaştırıldığında çok daha ağır yoksulluk ve siyasi baskı koşullarıyla karşı karşıyaydı. Bu koşulların, Ortadoğu ülkelerinin ortak özelliklerinden biri olması da “isyanın” yayılabileceğini düşündürüyor. Gerçekten de Tunus olaylarının, Dubai’den Mısır’a üniversite öğrencileri ve mezunları arasında büyük ilgi çektiği görülüyor, bölgede internet ortamında (Blogs, Facebook, Twitter vb...) bu konuda çok canlı bir tartışmanın başladığı görülüyor (IPS, 31/12/2010). Bir diğer evrenselleşme özelliği de Anonim adlı kolektifin, Tunuslu isyancıları desteklediğini açıklamasıyla kendini gösterdi. Anonim, bu kararını açıkladıktan hemen sonra, Tunus hükümetinin isyanlarla ilgili haberleri bastırmak amacıyla kimi internet alanlarını yasaklamasına misilleme olarak Tunus’ta, borsa ve Devlet Başkanlığı, Başbakanlık, Sanayi Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı gibi devlet internet sitelerini çalışmaz hale getirdi. Birinci Körfez Krizi sırasında Güneydoğu’daki askeri birlikler, olası bir çatışma halinde kimyasal silaha karşı tatbikat yapıyorlar. Savunma Toperi’den: Biz böyle bir şey duymadık rgeneral Kemal Yavuz’un o güne dek bilinmeyen gerçekleri açıklaması bomba etkisi yaptı. Güneri’nin ifadesine göre ‘Özal’ı sevenlerden gelen telefonların ardı arkası kesilmiyordu. Hele, soyadını her olayda ve her olanakta kullanmaya meraklı olan Ahmet Özal, Yavuz Paşa’ya yanıt vermek için çırpınıyordu’. Oysa Özal’ın özellikle Körfez krizi ve savaşındaki eylemlerini, düşüncelerini dürüstlüğü tartışılmaz tanıklara karşı savunacak insan; rahmetli Cumhurbaşkanı’nın sözcüsü Kaya Toperi, oradaydı ve elbette konuşacaktı. Konuştu da: “Bazı gerçekleri bilmekte fayda var” dedi. Gerçekçi bir giriş yaparak savunuyu sundu Toperi: “Tabii, Silopi’den girip Musul, Kerkük’ü alıp Basra’ya inmek fantezisini biz duymadık. Biz bu tip konuşmalara, toplantılara katılmadığımız için bizim bilgimiz yoktu.” Oysa Özal’ın öncelikle MusulKerkük düşünü başkentte duymayan kalmamıştı. Yüksek düzeydeki asker tanıklar yıllar sonra Özal’ın bu düşü gerçekleştirmek için girişimlerini, tartışmalarını açık seçik anlatıyorlardı. Toperi; yabancı devlet adamları, başta Başkan Bush’la Özal’ın yaptığı bütün telefon görüşmelerinde hazır bulunmuştu, ama “Paşamın söylediği gibi bir şey” hiç geçmemişti. “Bazılarının” Harbiye Orduevi’nde Özal’a “Kuzey Irak’ta Kürtlerin bir araya gelip bir yarı otonom federatif bir şey kurup Türkiye’ye iltihak etmeleri teklifine Özal şiddetle karşı çıkmıştı”. Soru: “Peki, Kerkük’ü, Musul’u ele geçirmek?” Toperi yanıtlıyordu: “Hiçbir zaman Kerkük’ü, Musul’u ele geçirmek veya bu şekilde bir çalışma ya O Şimdi müsaade ederseniz, bu olaydan ben ufak bir değerlendirme yapmak istiyorum, bu olaydan kaynaklanarak. Efendim, ben şuna inanıyorum ki, hangi ülke olursa olsun, o ülkenin mukadderatı bir kumar fişi gibi kumar masasına atılamaz. Bakın, bunun çok tipik bir misali bundan 80 sene önce bizim Anadolumuzda cereyan etti. Birinci Dünya Harbi’nden şu veya bu şekilde galip çıkan Yunanistan, sorumsuz politikacıların elinde Anadolu platosuna evlatlarını geldi sürdü, kumar fişi gibi evlatlarını Anadolu platosuna sürdü. Sonuç ne oldu? Sonuçta yüz binlerce Yunan evladı Anadolu platosunda döküldü, ayrıca da asırlardan beri o bölgede yaşayan milyonlarca Rum asıllı kişi topraklarından, yaşadıkları yerlerden sürüldü gitti. Belki o hatayı işleyen insanları Yunanlılar sandalyelere ters oturtup sırtından kurşunladılar, ama mesele orada bitmedi. Bakın, üzerinden 80 sene geçtikten sonra bile Yunanlı, 80 sene önce Türk’ten yediği tokadın acısını hâlâ suratında duyuyor. O halde bu konuda, bir memleketin mukadderatına etki yapacak olaylarda çok dikkatli, çok sorumlu davranmak lazım. İkinci husus, bir ülkenin mukadderatını tayin eden, bir ülkenin yönetimine talip olan insanlarda birçok vasıfların aranması lazım. Ama, kişisel kanaatime göre iki vasıf çok önemli. Bunlardan bir tanesi, başta tarih kültürü olmak üzere çok geniş milli ve milletler arası kültüre sahip olmak lazım bir milletin mukadderatında söz sahibi olabilmek için. İkincisi de, sorumluluk sahibi olmak lazım. Kime karşı? Devlete karşı, millete karşı, topluma karşı sorumluluk sahibi olmak lazım ve verilecek bütün kararlarda, alınacak bütün icraatlarda o sorumluluğu duymak lazım; kişisel kanaatim bu.” ‘Kumar fişi gibi’ pın, bir etüt yapın veya oranın durumunu inceleyin diye bize bir talimat vermedi. Bize verdiği talimat, ancak, ‘Süleymaniye, Musul, Kerkük, o bölgenin demografik yapısını inceleyin, oradaki Türkmenlerin kesin sayısını çıkaralım; ileride bir şey olduğu vakit, Kürtlerle bunların beraber yaşamasında Türkmenlerin de sözü olsun’ dedi. O vakitler hatta şöyle bir şey vardı; bize Talabani’nin söylediği, ‘Saddam’ın kuzeydeki Türkmenlerin varlığını kabul etmediği, bunlar bizim misafirimizdir, istedikleri anda geldikleri gibi defolup giderler’ dediği şeklinde bir de nakli vardır Talabani’nin. Onun için biz oradaki Türkmenlerin sayısını saptamaya çalıştık ve çeşitli kaynaklardan alınan bilgilere göre 2 milyon civarında olduğu sonucuna varıldı. Bizim yaptığımız çalışma bundan ibaretti.” Soru: “Fakat dikkat çeken nokta şuydu: Torumtay Paşa ile Yavuz Paşa’nın kuşku duyulması olanaksız açıklamaları net ve açıktı: Özal Kerkük ve Musul’u istiyordu. Cindoruk ifade ediyor ki, taa Basra’ya kadar gitmeyi düşlüyordu Özal. Toperi ise çok yakınıydı Cumhurbaşkanı’nın ve garip bir şey, niçin bu konuları ona hiç açmamıştı?” Yanıt: “Hiçbir şekilde böyle ne intiba uyandırdı, ne bir izlenim, ne bir bildirim, ne bir söylemi oldu bize. Ve ne de herhangi birisinde, ki çoğunda biz hazırdık, baş başa görüşmelerde hazırdık, böyle bir beyanı olduğuna ben tanık olmadım. Ancak Körfez krizi başladığından itibaren her zaman Türkiye’nin bir adım önde olmasına özen gösterdi. Türkiye’nin bu Körfez krizinden bilistifade, dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alması arzusunu izhar ediyordu.” Türkiye; komutanların sağduyulu direnmeleri sonucu, binlerce evladını çöl bataklığında yitirmedi. Patlamanın kaçınılmazlığı, geleneğin önemi Tunus olayları, “hiç beklenmedik bir anda” patlak verdi. Ama yorumları okuyunca, bu olayların arkasındaki dinamiği görünce, “kaçınılmazmış” demek durumunda kalıyoruz. Gerçekten de bu felsefi anlamda “olay” olarak tanımlanan “şey”in doğasına çok uygun: Yapının içinden, hiç beklenmedik anda patlak veren ama enerjisini her zaman yapının çelişkilerinin, özellikle de yapının hem içinde hem dışındaki unsurlarının basıncından alan şey. Üniversite mezunu işsizler tam da böyle değil mi? Yapı tarafından kullanılmak (işgücüne katılmak) üzere son noktaya kadar eğitilmiş, ama ondan sonra, işsizliğe atılarak, yapıya dahil olmanın tek yolundan (istihdamdan) mahrum edilmiş insanlar değil mi işsiz üniversite mezunu gençler, bunları görerek daha şimdiden kaygılanan mezuniyet öncesi öğrenciler? Her ekonomik kriz toplumdaki sınıf yapılarını yeniden şekillendirir. Geçen 15 yılda geleneksel sanayi işçisi ortadan kalkmadı, hatta kimi gelişmekte olan ülkelerde alabildiğince yoğunlaştı, ama bunun yanı sıra hizmet (haberleşme, finans, sağlık, turizm, medya...) sektöründe iyi eğitim görmüş, yeni üretim tekniklerinin bilgisine sahip, ağlara bağlı bilişim sistemlerinde çalışan bir toplumsal tabaka oluştu. Bunların yaşam tarzları, çalışma biçimleri ve koşulları Fordist dönemin işçilerininkine benzemiyor. Ama sermaye bu kesimi sömürülecek, disiplin altına alınacak işgücü olarak görüyor. İşsiz kaldıklarında da bunların tepkisi, kendi yaşam koşullarına ve yeteneklerine göre oluyor. Tam bu noktada “yeni” olanla “gelenek” arasındaki yaşamsal bağı düşünebiliriz. Kapitalizm, sürekli yeniyi yüceltir, bu sayede hem önceki sermaye birikim modelleriyle, hem de önceki devrimlerin (burjuva, sosyalist, antiemperyalist) isyan geleneğiyle mücadele eder. Medyanın bu yeni şekillenen sınıf fraksiyonuna, ısrarla “orta sınıf” damgası vurması da bu mücadelenin bir aracı. Çünkü bu “damga” bu kesimi gelenekten uzak tutmaya hizmet ediyor. Bugün, tüm yeni mücadele biçimlerini, en son güncel iletişim araçları teknolojisini sonuna kadar kullanmanın yanı sıra, düzenli yayın gibi, sendikalar, siyasi partiler gibi, işçi sınıfının geleneksel aygıtlarını da kullanmayı ihmal etmemek, yeni şekillenen bu fraksiyonla geleneksel işçi sınıfının enerjisini birleştirmeye büyük önem vermek gerekiyor. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Türkiye’yi saran darbe korkusu D arbe korkusu sarmış Türkiye’yi. Torumtay’ın istifası acaba yeni bir darbenin öncüsü mü? Sürekli yanıt aranan soru bu! Marmaris’i aradım. İstifayı nasıl değerlendiriyor eski Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı Evren. Sordum ve hayret etmeme yol açan bir yanıt verdi: “İstifanın Körfez savaşıyla ilgisi yok” dedi. “Peki neden istifa etti?” Evren’in yanıtı: “Bir yere gidiyor. 15 dakika bekletiyorlar.” Oysa bizdeki bilgiler böyle bir olasılığa işaret etmiyor. Zaten daha sonra istifayı irdeleyen kimileri, Körfez savaşına katılmayı şiddetle arzu eden Özal’ın, kendisine karşı çıkan Torumtay’a çok kızdığını ve Genelkurmay Başkanı hakkında kimi yasal yaptırımlar düşündüğünü öne süreceklerdi. Bunlardan biri VERSO Başkanı, stratejist rahmetli Erhan Göksel’di. Özal’ın ölümünden önce Çankaya’ya elini kolunu sallayarak girdiğini söyleyen Erhan Göksel, istifanın “gerçek nedenini” şöyle açıklamıştı: Körfez aavaşı sırasında Özal; Göksel’i çağırmış, ancak yanında birileri olduğu için hemen kabul etmemiş. Bir süre sonra hızla yürüyen bir insanın ayak seslerini duymuş. Özal’ın odasına doğru yürürken koridorda şapkası koltuğunun altında Necip Torumtay’ı arkasından görmüş. Torumtay Köşk’e güvenlik için yeni konulan röntgen cihazından geçmiş, hızla merdivenlerden inerek kaybolmuş. Koridordan geçerek makam odasına doğru ilerlerken aralık kapıdan Özal’ın mosmor yüzle ayakta durduğunu görmüş. “Yüce Divan’a vereceğim” diye kendi kendine söyleniyormuş Özal. Torumtay’dan “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta heyetinin başında olmayı hak etmiyor” diye söz ediyordu. Bu sahne doğru mu değil mi? Ebette bugün öğrenmek artık olanaksız. Ama biraz abartılı izlenimi veriyor. Semra Hanım’ın o sırada “İstifa çok önemli değil” dediği yaygın. Demirel’e göre “Büyük patlak”. İnönü, Akbulut’a gitmiş. Darbe olasılığı varsa birlikte karşı çıkalım, demiş ve Başbakan’ın, “Torumtay”ın “hâlâ neden istifa ettiğini anlamıyorum” dediğini söylüyor. Eğitim uçağı düştü İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) İzmir Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’ndan havalanan SP 260 model askeri eğitim uçağı Menemen ilçesine bağlı Görece köyü yakınlarında düştü, Yüzbaşı Sezai Demirel ile Teğmen Burak Sinan Yorulmaz yaralı kurtuldu. Kaza yerinde icnelemelerde bulunan Menemen Kaymakamı Turgut Subaşı, “Kazadan dolayı üzüntülüyüz, ancak can kaybı olmaması teselli verici” dedi. Uçaktaki pilotların köylüler tarafından enkazdan kurtarılıp hava ambulansıyla Ege Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldığını anlatan Subaşı, pilotların sağlık durumlarının iyi olduğunu ifade etti. Kazaya tanık olan Görece köyü sakinlerinden Ali Fidan, eğitim uçuşu yapan uçağın kanadının koparak düştüğünü, ardından uçağın köy yakınlarındaki bir tarlaya doğru alçaldığını gördüklerini söyledi. Olay yerine geldiklerinde Demirel ve Yorulmaz’ın hâlâ uçak enkazı içinde olduğunu ifade eden Fidan, subayları dışarı çıkardıklarını belirtti. YARIN: ÖZAL GENERALLERDEN YAKINIYOR C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle