18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 14 KÜLTÜR CUMHURİYET 5 OCAK 2011 ÇARŞAMBA [email protected] Bedene baskı ve ‘Şişman Domuz’ Kültür Servisi Bakırköy Belediye Tiyatroları, Amerikalı yazar Neil LaBute’un “Şişman Domuz” adlı oyununu Kadriye Kenter rejisiyle sahneliyor. “Yakışıklı ve zıpır bir genç adamın şişman bir kadına âşık olması mümkün müdür” sorusuyla başlayan oyun boyunca izleyici, tüm toplumsal yargılara karşın ilişkilerini sürdürmeye çabalayan Helen ve Tom çiftinin yaşadıklarına tanıklık ediyor. Oyunda, Nurhayat Atasoy, Ozan Ayhan, Serkan Öz ile Dilara Yalçın rol alıyor. (0212 661 38 95) Penahi’ye özgürlük çağrısı Kültür Servisi Muhalif tavrı nedeniyle İran yönetimi tarafından 20 yıl süresince sinema yapma hakkı elinden alınan ve altı yıl hapse mahkum edilen yönetmen Cafer Penahi’nin serbest bırakılması için Amerikalı yönetmenlerin başını çektiği imza kampanyasıyla başlayan inisiyatif çığ gibi büyüyor. Aralarında Martin Scorsese, Steven Spielberg, Robert de Niro, Francis Ford Coppola, Joel ve Ethan Coen, Michael Moore ile Oliver Stone gibi tanınan sinemacıların olduğu bir grup, altına imzalarını attıkları bir dilekçe ile İran yönetimini verdiği bu haksız karardan vazgeçirmeye ve yönetmeni serbest bırakmaya çağırdılar. Oscar ödüllü senarist ve yönetmen Paul Haggis, oyuncu Sean Penn ile Miramax’ın kurucu ortaklarından Weinstein Stüdyosu’nun sahibi Harvey Weinstein’ın yanı sıra ABD Uluslararası Af Örgütü’nün sözcüsü İran asıllı İngiliz aktris Nazanin Boniadi de, kamuoyu bilinci oluşturmak ve İran’ın hapsettiği sinemacıları özgürlüklerine kavuşturmak adına sert bir bildiri yayımladılar. DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Şiirli Hayat Emre Aracı, ‘Boğaziçi Mehtaplarında Sultanlarla Vals’ konseri için İstanbul’daydı Yeni bir yılın ilk günlerinde, hayatınızı güzelleştirecek, ona anlam katacak şeyler olsun istersiniz, değil mi? Hayatın gürültülü akışından uzaklaşmak, dinginlik içinde güzelliklerle buluşmak... Küresel vahşi kapitalizm yalnız işgücümüzü, ürettiğimiz artı değeri, cebimizdeki parayı değil, beynimizin, gönlümüzün güzelliklerini de çalıyor. İnsanın kendini insan gibi hissedebileceği her şeyin unutulup yerini bu vahşi hayata uygun bayağılıklara bırakması isteniyor. Oysa yaşadığımız topraklar, eski Mezopotamya uygarlıklarından, Homeros’tan bu yana hep yeryüzü kültürünün en değerli ürünlerinin yaratıldığı coğrafya olmuş. Bereketli Anadolu toprağıyla Akdeniz’in birleşmesi, çağlar boyu burada yaşayan insanların hayatlarını şiir güzelliklerine dönüştürmüş. Ozanlar, bu renkli hayatın birer anlatıcısı, kuşaktan kuşağa aktarıcısı olmuşlar. Artık geride kalan yirminci yüzyıl bu geleneğin yeniden parladığı, yükseldiği bir dönem oldu. Hem ülkemizde, hem de komşumuz Yunanistan’da görülmedik şiir bahçeleri yeşerdi. Kavafis’in, Ritsos’un neredeyse ülkemizin önde gelen ozanları kadar çok satılması, okunup sevilmesi, bu şiir kardeşliğinin de göstergelerinden biri. Odisseus Elitis de bu kuşağın 1979 Nobel Ödülü’nü kazanmış seçkin temsilcilerinden biri. Dilimizdeki tek kitabı Çılgın Nar Ağacı (Çeviren: Cevat Çapan, Can Yayınları) geçen yılın son günlerinde yeniden yayımlandı. Girit’te doğan, ailesi Midillili olan Elitis, tam da “bizim deniz”in ozanı. Ege ve Akdeniz’in doğası, çağın zengin yaşam deneyimleriyle birleşip, şiirde lirik bir özgürlük bayrağı kılmış onu. Bin bir zambak ekiyorum hayatın tarlalarına Ak alınlı rüzgâra bin bir çocuk – İyilik tüten güzel sağlıklı çocuklar Elitis’in şiiri bize ne öğretir? Kurtuluşun paradan puldan, mal mülk hırsından değil, güneşten, denizden ve topraktan geleceğini öğretir. İnsanoğlu ne denli karanlık dönemler yaşarsa yaşasın, kurtuluşunun şiirin aydınlık dünyasından geçeceğini öğretir. Aslında onun şiirlerine bizler kıyılarımızda, nar ağaçlarında, incir ağaçlarında, zeytinlerde, üzümlerde, mavi göğümüzde, mavi denizimizde hep rastlıyoruz. Onun şiirlerini okurken, kendi hayatlarımızdaki şiire de ulaşıyoruz. Bu yüzden bir buluşmadır Elitis’in şiiri: Bizi, kendi gerçek dünyamızla bir araya getiren, sayrılıklarımızdan kurtarıp, iyileştiren bir buluşma. Söyleyin o çılgın nar ağacı mı, Dünyanın orta yerinde şeytanın fırtınasını ışıkla parçalayan, Ve günün, üzeri türkülerle işli sırmalı örtüsünü Boydan boya yayan. [email protected] HANDE EAGLE 1999’da Emre Aracı’yla tanıştığımda Cambridge’de yatılı okula gidiyordum. Emre Aracı iki yıl boyunca piyano ve Osmanlı tarihi öğretmenim olmuştu. Geçenlerde Çırağan Sarayı’nda Cihat Aşkın Ensemble beraberliğinde “Boğaziçi Mehtaplarında Sultanlarla Vals” konserine dek Emre Aracı’yı uzun süredir görmemiştim. 1987’de 19 yaşındayken İngiltere’ye gidip müzik eğitimi almaya karar veren Emre Aracı hayatını anlatırken geçmişle gelecek arasında zarif bir köprü kuruyor. Her zaman yapmak istediğinin müzik okumak olduğunu söylüyor ve insan hayatını karanlık bir yolda ilerleyen arabanın farlarına benzetiyor. “Yolun gittiğiniz kadarını aydınlatıyorsunuz, gerisini göremiyorsunuz. Bence hayatı değerli kılan önünüzdeki yolun aydınlık olmayışı” diyor Aracı. Hayatta en önemli şeyin, insanın kendi içinde ne yapmak istediğini çok iyi anlaması olduğunu vurgulayan Aracı, aynı zamanda müzik eğitiminin dışında yaşam tarzını oluşturan parçaların bütünlüğüne önem verdiğini belirtiyor. İngiltere’nin tarih, doğa ve mimarlık açısından iyi korunmuş bir ülke olmasını kendi tarih sevgisiyle bağdaştırıyor. Genellikle müzik dendiğinde aklımıza zor, çelişkiler ve ayrılıklarla dolu bir sektör gelir. Aracı her sektörün kendine göre zorlukları olduğunu söylemekten çekinmiyor. Emre Aracı müzik sektörünün güçlüklerini kabullenmiş ve üstesinden gelen bir sanatçı. “Sanatçının en büyük zorluklarından biri, ruhunu ortaya koyuyor olması. Ha Tarih ve edebiyatla da yakından ilgilenen müzik araştırmacısı ve orkestra şefi Emre Aracı, sanatçının en büyük zorluklarından birinin ruhunu ortaya koyması olduğu kanısında. Aracı, Doğu ile Batı, eski ile yeni arasındaki çizginin saydam olduğunu vurguluyor. yalle uğraşan insanların en büyük zorluğu, gerçekçi ve maddeci bir dünyada bunu insanlara aktarabilmekte yaşadığı güçlükler” diyor. Emre Aracı aynı zamanda tarih ve edebiyatla da yakından ilgili bir araştırmacı. Onun öğrencisiyken, derslerimize eski gravürler, nota kitapları getirdiğini, bu belgelerden ne kadar etkilendiğimizi hatırlıyorum. Aracı, Londra’daki öğrencilik yıllarında Farringdon semtinde tarihi bir kitap pazarında eski gravürler ve belgeler satan yaşlıca bir adamın tezgâhında Ömer Paşa’nın eşinin “Illustrated London News” gazetesinde yayımlanan notalarını bulduğunu ve satın aldığı ilk eski notanın bu olduğunu ilk günkü heyecanıyla anlatıyor. Bu tür belgeleri koleksiyon yapma amacıyla almadığını, kayıt çalışmalarında ve araştırmalarında kullanmak üzere seçtiğini anlatıyor: “Bir şeye sahip olmak tılsımlı bir duygu, insana ayrı bir enerji veriyor. Ben o enerjiyi alıp, sanatımda çoğaltıp, insanlara sunmaktan zevk alıyorum.” Konserlerinde, kitaplarında ve makalelerinde Doğu ve Batı beraberliğine dikkat çeken Emre Aracı, aslında bu ayrıma inanmadığını, dünyanın yuvarlak olduğunu anlatıyor ve DoğuBatı arasındaki çizginin neye göre var olduğunu sorguluyor. Rudyard Kipling’in “Doğu ile Batının Baladı”ndan alıntı yapıyor ve genellikle insanların bu baladın sadece ilk dizesini okuyup sayfadan uzaklaştıklarını söylüyor. Belki bir okusak, ne özlü sözler içerdiğini anlarız: “Ah, Doğu Doğu’dur, Batı da Batı, kavuşmaz ikisi birbirine asla, Yer’le Gök el pençe divan durmadıkça Yüce Tanrı’nın huzurunda; Ama iki güçlü adam yüz yüze gelmeyegörsün, dünyanın iki ucundan sökün etseler bile, Ne Batı kalır, ne de Doğu, ne sınır kalır, ne de soy sop!” Sanırım, hayat felsefesini bu görüşe göre oluşturmuş bir müzikolog, orkestra şefi, yazar ve tarih meraklısı olan Emre Aracı, bizlere kanıtlamış olduğu nitelikli üretkenliği çerçevesinde toplumda eskinin yeniyle buluşmasını sağlıyor, çünkü eskiyle yeni arasındaki çizgi de Batı’yla Doğu arasındaki çizgi kadar saydam. Şu an İngiltere’de Folkestone kasabasındaki evinin duvarında çok sevdiği besteci “Jean” Sibelius’un imzası bulunan Aracı’yı, Sibelius’un da imzasını attığı kâğıtta yazdığı gibi tanımlamak mümkün: “Sonsuz bir yolda yürüyen insan.” BİR ARAŞTIRMACI... Necati Cumalı’nın bilinmeyen bir şiiri bulundu URLA (AA) Öyküleri, romanları, şiir ve tiyatro oyunlarıyla Türk edebiyatının önemli isimleri arasında yer alan Necati Cumalı’nın, bugüne kadar bilinmeyen bir şiiri ve makalesi, hayatının bir bölümünü geçirdiği İzmir’in Urla ilçesindeki kütüphanede tesadüfen bulundu. Urla’da yayımlanan yerel bir gazetenin yazarlarından Namık Kemal Nomak, Urla Halk Kütüphanesi’nde araştırma yaparken 1939 yılında Urla Halkevi tarafından yayımlanan ve ömrü iki sayıyla sınırlı kalan “Ocak Dergisi”nin ilk sayısında Cumalı’nın bir makalesi ve bir de şiirinin yer aldığını fark etti. Derginin 19 Şubat 1939 tarihli ilk sayısının 8 ve 9. sayfalarında Cumalı’nın “Beğenmek” konulu makalesiyle “Ümitlerimin Gemisi” adlı şiirinin yer aldığını ifade eden Nomak, Cumalı’nın şiir ve yazısının edebiyat çevrelerinde daha önce bilinmediğini ortaya koyduğunu söyledi. Urla’da yaşamış çok sayıda edebiyatçıdan biri olan ve ilçede her yıl adına “Edebiyat Günleri” düzenlenen Cumalı’nın yayımlanan ilk eseri olduğu sanılan şiirinden bir bölüm: ÜMİTLERİMİN GEMİSİ Uzun direklerin ucuna Uzak iklimleri çiziyor duman. Beyaz köpüklü sular ardına, Gömülüyor hatıralarıyle liman. Gemim gidiyor, gidiyor Hafif dumanında Martılarıyle Gemim gidiyor, gidiyor Tayfalarının dudaklarında Şarkılarıyle, Bembeyaz güvertesinde duran, Mavi elbiseli gemicilerim Selâm, sevgi hasret taşıyor Bembeyaz yelkenlerine vuran Hayallerimin rüzgarıyle Gemim yaklaşıyor, yaklaşıyor Ah! direkleri, kollar gibi, Allah’a yükselen Teknesi, göynüm gibi, yeşil sularda yüzen Gemim!.. Ortaylı istifaya mı zorlanıyor? Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne atanan Yusuf Benli’nin Müze Başkanı Ortaylı için söyledikleri tartışma yarattı Yeni müdür Benli, “Örneğin misafirler için ikramlık alınacak. İlber Bey lokum diyor, siz akide şekeri. Hangisi alınır” sorusunu, “Akide şekeri” diye yanıtladı. Kültür Servisi Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne yeni atanan Yusuf Benli’nin Zaman gazetesinde geçen hafta yayımlanan ilk röportajında Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın müzeyi iyi yönetemediğini ve görevinin ‘misafirleri ağırlamak’ olduğunu söylemesi, Topkapı Sarayı’nda “müdür karmaşası” yaşanmasına yol açtı. Röportajda artık bütün yetkilerin kendisinde olduğunu vurgulayan Benli, Müze’nin iyi yönetilmediğini de ileri sürdü. Prof. Ortaylı’nın yanıtı ise “Ben bu üslupla konuşan birisi ile muhatap olmam” oldu. Müzede şimdiye kadar tek yetkilinin Ortaylı olduğunu, ama artık bunların geçmişte kaldığını belirten Benli, “Başkanlık sistemi bünyemize uygun bir yapı değil. Belki dünyanın başka yerlerinde çok güzel işliyordur ama bize uymadı. Zaten tek uygulama Topkapı Sarayı Müzesi’nde” dedi. 9 Ağustos’ta Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne geldiğini, Prof. İlber Ortaylı’nın ise artık misafirleri ağırlayacağını söyleyen Benli, “İlber Bey gidebilir mi” sorusunu ise “Zaman Kaliteli bürokratlar nasıl konuşulacağını, nasıl oturup kalkılacağını bilir. Bu arkadaşın bunlardan haberi yok. Ben böyle insanlarla muhatap olmam” dedi. Ortaylı, Topkapı Sarayı’nda bir yetki karmaşası yaşanmadığını da belirterek “Burada bir başkan var, bir de müdür var. Ben başkanım Yusuf Benli ise müdür. Problemi varsa bize söylesin, çözmeye çalışırız. Zaman gazetesi üzerinden haberleşmeyelim. Bu işler Zaman gazetesine kalmadı” dedi. İstanbul İl Kültür Müdürü Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili ise Prof. İlber Ortaylı’ya karşı nezaketsizlik yapmaya kimsenin hakkı olmadığını belirterek şunları söyledi: “Yusuf Benli’nin ‘Müze Müdürü’ sıfatıyla yaptığı açıklamalar nezaketten uzak bir üslup taşıyor. Benli’nin ‘misafir ağırlama’ diye küçümsediği iş son derece önemlidir. Topkapı Sarayı veya Ayasofya gibi yerlerde misafir ağırlamak, dünyanın en önemli diplomatik işlerinden birisidir. Bunun için uluslararası tecrübe, geniş bir kültür ve dil bilgisi gerekir.” Bu gelişmeler Ortaylı’nın istifaya zorlandığı sorusunu akla getirse de şimdi bu “müdür karmaşası”na açıklık kazandırması için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü’nün açıklama yapması bekleniyor. ’DEN DUYURU: Dizilerde sorunlar kördüğüm Kültür Servisi SineSen (Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası), son günlerde sinema ve TV dizisi çalışanları haklarının istismarıyla ilgili kamuoyuna hitaben bir duyuru yayımladı. Temel sorunun, yıllardır birikmiş ve artık tam bir kördüğüm olmuş TV dizilerindeki çalışma koşulları ve dizi bölümlerinin uzunluğu olduğu belirtilen duyuruda, “TV kanalları TV dizilerinin arasına daha çok reklam almak ve daha çok kazanmak amacıyla mevcut yasal boşluklardan yararlanmaktadır. TV dizilerinin bölüm süreleri, mevcut yasal boşluklar çerçevesinde giderek uzatılmış, 90/110 dakikaya dayanmış durumdadır. Mevcut uygulama, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek yasal ihlaller ve çalışma koşullarını biriktirerek utanç verici bir kördüğüm haline gelmiş durumdadır. Bu kördüğümün çözümü, devletimizin, 2007 yılında altına imza attığı ama bir türlü uygulamaya sokulamayan (60 dakikada 12 dakika reklam) AB normudur. Herkesin bildiği gibi, ülkemizde günlük yasal çalışma süresi 8 saat, çalışanlar kabul ettiği sürece günlük mesai saati de en çok 3 saattir. Oysa bugün ülkemizde, özellikle TV dizilerinde çalışma saatleri 1820 saate dayanmış durumdadır. Bugün Türkiye’de sigortasız ve sosyal güvencesiz çalışmanın en yüksek olduğu çalışma ortamı sinema/TV sektörüdür. Ağır çalışma koşulları yüzünden son 3 yılda 5 kişi ölmüş, sayısız kaza meydana gelmiştir” denildi. Duyuruda, TC Cumhurbaşkanlığı ve TC Başbakanlık makamları, TC Anayasa Mahkemesi ve RTÜK Başkanı ve Uluslararası İlişkiler Dairesi Başkanlığı, kördüğüm haline gelmiş sorunların çözümüne yönelik olarak gerekli adımları atmaya davet edildi. zaman yorulduğunu söylüyor ama onu kendisi bilir. Sormak da bize yakışmaz” diye yanıtladı. Kendisinden önce tek yetkili olan Ortaylı’nın “Saray’ın damarlarının tıkanmasına yol açtığını” iddia eden Yusuf Benli, kendisine yöneltilen “Örneğin misafirler için ikramlık alınacak. İlber Bey lokum diyor, siz akide şekeri. Hangisi alınır” sorusunu, “Akide şekeri” diye yanıtladı. Hürriyet’ten Sefa Kaplan’ın görüştüğü Ortaylı ise “Ben görevimin başındayım. Görevim de sadece misafir ağırlamak değil. Kraliçe İkinci Elizabeth’i veya bir başka ülke liderini Saray’da ağırlamak mühim bir meseledir. Ama daha önemlisi, bürokraside bir terbiye, bir üslup vardır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle