25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 5 OCAK 2011 ÇARŞAMBA AÇI MÜMTAZ SOYSAL Tutukluluk Süresi Kaç Yıl? On yıl, bırakın tutukluluk süresini, bir kimsenin suç işlemekle itham edilmesinden, hakkındaki hükmün kesinleşmesine kadar geçen süre açısından dahi son derece uzundur. Geç gelen adalet, adalet değildir. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Mertek Gelip geçmiş bütün dışişleri bakanlarıyla onların bazı müsteşarları yılbaşı sonrasının bir öğle yemeğinde buluşup ülkenin dış politikasını değerlendirdiler. Tartışma konusu, şimdiki bakanın Üçüncü Büyükelçiler toplantısında sunduğu “vizyoner nitelikte küresel ve bölgesel yaklaşım” tezi üzerineydi. Aslında, kapsamı ve ana düşüncesi açısından dört dörtlük olmasa da “dört üçlük” bir sunuştu bu; fazla iyimser ve iddialıydı. Ne var ki, bu tezin mihenk taşı olabilecek Kıbrıs işine sıra gelmedi yemekte... Vakit darlığı mı, netameli bir konudan uzak durma çekingenliği mi, yoksa siyasilerin ve bürokratların ortak fiyaskosu olduğu için mi? Komşularla sıfır sorun politikasından sınırlar ötesi uyuşmazlıklarda çöpçatanlık yapmaya varıncaya kadar her şey konuşuldu da, nedense Kıbrıs konuşulmadı. Galiba içinden çıkılmaz duruma getirildiği için. ysa Türkiye’nin hem haklı hem de güçlü olduğu böyle bir konuyu çözemeyişin parlak nutukları ve başarı iddialarını sıfırlandıran bir yanı olduğu bu ülkenin halkınca bilindiği gibi, öbür ülkelerin insanlarınca da görülüyor. Göz kamaştırıcı roller ve iddialarla o insanların önlerine çıktığımızda, dost düşman hiçbiri bunu yüzümüze vurmuyorsa, herhalde kibarlıklarındandır. Pekâlâ, “Siz önce o davanızı çözün de bizim işlerimize sonra burnunuzu sokun” derler ya da “Türkler bu konuyu unutmuşsa daha iyi, aman uyandırmayalım” diye düşünüyorlardır herhalde. Zamanı gelince “Siz artık avucunuzu yalayın” demeye hazırlanıyorlardır belki de. ilgece sözlerimizden biri, başkalarının kusurlarıyla ilgilenenler için “Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür” der. Öyleyse, çözülemeyen uzlaşmazlıklarda arabuluculuğa soyunmadan önce asıl yapılacak iş, örneğin Kıbrıs konusunda kimsenin “hayır” diyemeyeceği bir çözümle ortaya çıkıp dünya kamuoyunu arkasına alarak karşı tarafı çözüme zorlamak değil midir? Oysa Ankara şimdiye kadar kendi görüşlerine de uygun böyle bir çözüm önerisi sunup dışta destek aramadı ya da konfederatif nitelikte bir çözüm önerdiğinde işin propaganda yönünü ihmal etti. Sorun Annan Planı gibi başkalarının pişirip ortaya koyduğu yanıltıcı planların önünde sürüklenip duruyor. Oysa bu konu, bırakın çöp olmayı, koskoca bir sırık gibi önümüzde duruyor ve AB’den BM’ye kadar bütün forumlarda bizden gelen her girişimi engelleyen bir sorun olarak gözümüze sokuluyor. Onu kırıp başkalarının gözüne sokma zamanı gelmemiş midir? Bu yapılmadıkça, dıştaki hiçbir başarı içten alkış alamaz. N. Kaan KARCILIOĞLU İstanbul Bilgi Üni.Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Araştırma Görevlisi MK 4.12.2004 tarihinde kabul edilip, 17.12.2004 tarihli resmi gazetede yayımlandığında, diğer tüm maddeleri gibi, ağır ceza mahkemelerinde uygulanacak tutukluluk sürelerini düzenleyen hükmünün de 1 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülmüştü. Ancak, bu durumun birtakım sakıncalar yaratacağı düşünüldüğünden, 13.12.2004 tarihinde kabul edilen ve 29 yürürlük ve uygulama Kanunu’nun 12/1. maddesi ile özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin görevine giren bazı işler açısından iki kat olarak uygulanacak olan tutukluluk sürelerinin yürürlüğe girmesi ertelendi. Bu yetmedi, 11.5.2005 tarihinde aynı 12/1. maddeye bir ufak ekleme daha yapıldı ve 1 Nisan 2008 tarihine kadar yürürlüğe girmeyecek olan hükümler kervanına genel yetkili ağır ceza mahkemelerinde uygulanacak tutukluluk süresi de eklendi. Böylece, yeni bir ceza muhakemesi kanunu, eski bir kanunun hükümleriyle birlikte doğmuş oldu. C uzunluğu gibi ayrı bir sorundur. Burada da hukuk devleti olmak için azami süreyi kaçırmış gibi gözüküyoruz. Ancak, şu anda ileriye dönük olarak, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olmak açısından hâlâ bir şansımız var. Hukukçular arasında tartışma CMK’nın nihayet yürürlüğe giren 102/2. maddesi “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez” demektedir. Aynı kanunun 252. maddesine göre ise, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin görev sahasına giren bazı suçlar bakımından, “kanunda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır”. Yukarıda aynen alıntıladığımız, ağır ceza mahkemelerinde uygulanacak tavan tutukluluk süresinin nasıl yorumlanması gerektiği, yasa kabul edildiğinden beri ceza hukukçuları arasında tartışma yarattı. Bir kısım yazarlar, yasanın hazırlık çalışmalarını veya lafzını dikkate alarak, tutuklama süresinin iki yıllık temel sürenin üzerine üç yıllık uzatma süresi şeklinde yorumlanarak toplam beş yıl olarak kabul edilmesi gerektiğini söylediler. Bu yoruma göre, özel yetkili ağır ceza mahkemesinde görülen birtakım suçlar açısından tutukluluk süresi on yıla kadar çıkabilecekti. Görüşlerini paylaştığım başka yazarlar ise bu görüşe karşı çıktılar. Buna göre, yasa metninde yazan “toplam üç yılı geçemez ifadesi” uzatma süresi ile toplam üç yıla işaret etmekteydi, dolayısıyla iki yıllık temel süre dâhil ancak üç yıla kadar tutukluluk hali devam edebilirdi. Bu durumda özel yetkili ağır ceza mahkemelerindeki bazı suçlar açısından da en fazla altı yıllık bir tutuklama süresi söz konusu olacaktı. Sorunun çözümü için öncelikle şu soruya cevap vermek gerekir: Ortada yoruma açık bir hüküm var mıdır? Esasen bu konuda yazan birçok hukukçu arasında fikir ayrılığı bulunduğuna göre, bu soruya evet cevabı verilebilir. Gerçekten de, CMK’nin 102/1. maddesinde, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler açısından oldukça net bir hüküm koyan kanun koyucu, (“Ağır ceza mahkemesinin O görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir”) neden ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler açısından “uzatma süresi toplam üç yılı geçemez” şeklinde bir ifade tercih etsin? Bu tercihin sebebini bilemiyoruz, ancak bu tercih hukuken tartışmalı bir hüküm yaratmıştır ve bu tartışmanın çözüm yolu da yorumdur. Söz konusu yorumu, kanunun hazırlık çalışmalarından yararlanarak yapmak isteyenlerin yanıldığı kanaatindeyiz. Çünkü, kanunlar yürürlüğe girmelerinden itibaren hazırlık çalışmaları gibi hususlardan bağımsız hale gelirler. Bu çalışmalar sadece yorum aracı olabilir. Tutukluluk gibi temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren konularda, yorum açısından öncelikle dikkate alınması gereken kaynaklar vardır. İlk kaynak anayasadır. Anayasanın ölçülülük ilkesi ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını düzenleyen hükümleri ile temel kurucu hükümlerden 2. maddede yer alan “insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti” nitelikleri, maddenin yorumunda dikkate alınması gereken öncelikli prensipleridir. TBMM, “reform” niteliğinde olduğu söylenen yeni bir yasa ile on yıla varan sürelerle tutukluluğa olanak veren bir düzenleme yapmış olarak kabul edilemez. Dün Gece Vicdan... Yani şimdi Cumhuriyeti savunanları hapishanede tutmaya karar verdiler… Ama domuz bağı ile insanları boğup villaların bodrumuna gömen Hizbullahçıları serbest bıraktılar… Öyle mi?.. İnsanlara yaşam veren, bir tek hastanın sancısı varsa ranzanın dibinde uyuyan, bilim adamı, doktor, cerrah, insan, adam, hoca Mehmet Haberal mahkum olmadan 10 sene tutuklu kalabilecek… Bir kişinin burnu kanasa, kelimeleri, cümleleri, satırları ağlayan Mustafa Balbay… Tuncay Özkan… Dili “Laik, çağdaş cumhuriyet yaşasın” diyen nice Atatürkçü aydını, mahkum olmadıkları halde cezaevlerinde tutabilecekler… Ama “dinsiz” saydıkları kim varsa kaçırıp domuz bağı ile öldürüp mahzenlere gömenleri dün gece salıverdiler… AKP’nin yine bir gece değiştirdiği yasa ile gerçekleşti bu… O yasa yılbaşında yürürlüğe girdi ve böyle oldu… Dün gece vicdan sızladı... Eğer sızlayan vicdanların sesi duyulsaydı, eminim gökyüzü çığlık çığlığaydı dün gece… Vurulan duygular, akıl, izan, mantık, ahlak, merhamet… Boşuna kanat çırparak ve çırpınarak yuvarlandılar karanlıkta… Ve tüm yarasalar uçtu… Hukuk, hukuksuzluğun ve zulmün kendisi oluverdi… Birer kör kurşun gibi her şeyi delip geçti… Hukuk adına… Eğer dinci iktidarın istilasına karşı çağdaşlığın yanında yer almak, insanları domuz bağı ile boğup gömmekten daha büyük bir suç sayılmaya başlanmışsa… Ve infaz aleti hukuk olmuşsa… Taş dayanmaz… Hâlâ umursamaz, hâlâ aldırmaz, hâlâ sessiz kalacak var mı?.. Yine de tüm bu olanları görmezlikten gelecek bir millet, taştan beter, topraktan sessiz… Olabilir mi?.. Sızlamamış olabilir misin dün gece ey vicdan?.. bcoskun@cumhuriyet.com.tr ‘Tehlikeli’ insanlar Söz konusu ertelemeler, iş yükü çok fazla olan mahkemelerimizin iş yüklerini tutukluları serbest bırakmadan azaltmalarını temin etmeyi amaçlıyordu. Doğru ya, vatandaş bir iki sene daha tutuklu kalsındı, sınırı olmayan tutukluluk süreleri mahkemelerimiz açısından kolaylık sağlıyordu. Mahkemeler işleyişi nihai amaç, hakkında bir hüküm verilmesini bekleyenler ise araçtı çünkü. Daha da acısı, aynı dönemde tutukluluk hali on yılı aşkın süredir devam edenler vardı. Bu kişiler o kadar büyük suçlar işlemiş olmalıydılar ki, mahkemeler yıllar yılı işledikleri suçu tespit edip bir hükme varamamış, ama toplumu bu “tehlikeli” insanlardan korumak adına, tutukluluk hallerini de sona erdirememişlerdi. Bu hengâme içinde, 1 Nisan 2008 olarak belirlenen yürürlüğe giriş tarihine yaklaşıldı ve strese daha fazla dayanamayan Yasama organı hemen yeni bir yasa ile söz konusu hükümlerin yürürlüğe girişini bir kez daha erteledi. Yeni yürürlüğe giriş tarihi 31 Aralık 2010’du. Aslına bakarsanız, 3 yıl mı, 5 yıl mı diye tartıştığımız hükmün, esasında yürürlüğe girmesi gereken 1 Haziran 2005 yerine 31 Aralık 2010’a kadar beklemesi, tutukluluk süresinin AİHM’nin kararı Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti, hem de kendi vatandaşlarının en temel haklarını koruyacağına dair, altına imza atmış olduğu uluslararası anlaşmaların gereğini yapmayacağını kanunla ilan edemez. AİHM’nin, 34 yılı aşan tutukluluk sürelerini, hemen hemen her zaman insan haklarının ihlali olarak kabul ettiğini görüyoruz. Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, bir yasa ile 10 yıla varan tutukluluk sürelerini kabul eden bir kanuni düzenleme yapıldığını kabul eden bir yorum ne mahkemeler ne de diğer uygulamacılar tarafından kabul edilmemelidir. Sonuç olarak, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, ağır ceza mahkemelerinin görevine giren işler açısından tutukluluk süresinin iki yıllık sürenin ardından sona erdirilmesi öngörülmüştür. Kanunda yer alan, “uzatma süresi toplam üç yılı geçemez” ibaresinin, bu iki yılı da kapsamakta olduğu kabul edilmelidir. Zira, zaten istisnai nitelikte olan tutuklama açısından kanunda öngörülen tavan sürenin, istisnaen arttırılmasını öngören bir hükmün, asıl süreden daha uzun olması mantık dışıdır. Arkası 8. Sayfada B mumtazsoysal@gmail.com Anadolu1972 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle