19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 9 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ‘Bu Ne İmandır?’ Bu yıl yaza Ortadoğu’da yeni bir savaş beklentisiyle girdik (“Yine Savaş Rüzgârları”, 12/07). Council on Foreign Relations’un “A Third Lebanon War” (Üçüncü Lübnan Savaşı) ve International Crisis Group’un “Drums of War: Israel and the ‘Axis of Resistance’” (Savaş Davulları: İsrail ve ‘Direniş Ekseni’) başlıklı raporlarının yayımlanmasının üzerinden daha 1 hafta geçmeden Akabe (Ürdün), Eilat (İsrail) kentlerine “Katyuşa” ve “Grad” tipi roketler düştü (kaynağı hâlâ tartışılıyor). Lübnan-İsrail sınırında çatışma çıktı, iki asker, bir gazeteci Lübnanlı ve bir İsrailli Albay öldü. Cumartesi günü, Lübnan gazetesi The Daily Star, İsrail savaş uçaklarının Lübnan hava sahasında, korkutma amaçlı, saldırı taklidi yapan uçuşlar yaptıklarını yazıyordu. Geçen hafta uluslararası medya da, özellikle İsrail’de ve Arap ülkelerinde yorumcular, kimsenin savaştan yana olmadığında, savaşın kimseye bir yarar getirmeyeceğinde, hemen herkesin hemfikir olmasına karşın yeni bir savaşın her gün biraz daha yakınlaşmaya devam ettiğini vurguluyorlardı. Dahası, yeni bir savaşın Lübnan’la sınırlı kalması da artık zayıf bir olasılık. Bu kez, Suriye’den İran’a, Türkiye’den ABD’ye birçok ülkenin savaşın burgacına kapılması kaçınılmaz görünüyor. İki rapor ABD’nin dış ilişkiler alanında en etkili düşünce kuruluşu CFR’in, ABD’nin eski Mısır büyükelçilerinden Dan Kurtzer’e hazırlattığı “III. Lübnan Savaşı” başlıklı araştırmanın sonuçlarına göre, “ABD’nin yeni bir savaşı engelleme kapasitesi çok düşük”. Bu yüzden Kurtzer’e göre ABD Dışişleri’nin “önümüzdeki 12-18 ay içinde patlak vermesi olası bir savaşın” yayılmasını engellemeye yönelik önlemler üzerinde yoğunlaşması gerekiyor. Kurtzer’in bu kötümserliğinin arkasında, Hizbullah’ın, 2006’dan bu yana, Birleşmiş Milletler kararlarına karşın, edindiği gelişmiş füze sistemlerinin, İsrail’in güvenlik açısından kabul etmeye hazır olduğu sınırı aşmış olabileceği düşüncesi yatıyor. Kurtzer, Hizbullah’ın yerden havaya füze sistemi edinme olasılığının, İsrail’in Lübnan hava sahasındaki üstünlüğüne son vereceği için, İsrail ordusu tarafından kabul edilemez olduğunu düşünüyor. Kurtzer’in İsrail’in güvenlik kaygılarını eleştirisiz kabullenmesi, ABD’nin Hizbullah’ı etkisizleştirecek tedbirler geliştirmesine ilişkin önerileri adeta İsrail’e yeşil ışık yakıyor. Nitekim Kurtzer, ABD’nin, büyük çaplı, yayılma eğilimi taşıyacak bir operasyonu engellemek veya ötelemek için İsrail’i daha küçük çaplı bir operasyona teşvik edebileceğini de düşünüyor. Özetle CFR’nin raporu kötümser bir yerden kalkıyor ve çok tehlikeli bir noktaya ulaşıyor. International Crisis Group’un “Savaş Davulları: İsrail ve Direniş Ekseni” başlıklı raporuna göre 2006 savaşından dört yıl sonra bölgede durum, “olağanüstü sakin ve bir o kadar da tehlikeli”. Taraflar yeni bir savaşın, hem 2006’dakinden daha yıkıcı olacağının, hızla genişleyebileceğinin bilincinde olarak, savaşa yol açabilecek adımlardan kaçınıyorlar. Bugünkü koşullarda, Hizbullah çok daha iyi silahlanmış, Lübnan hükümetinin parçası haline gelmiş durumda; Lübnan’daki toplumsal saygınlığı da çok yüksek. Bu yüzden Hizbullah’ın siyasi durumunu tehlikeye atacak bir adım atma olasılığı çok düşük. Buna karşılık, yine bu yüzden İsrail’in bir savaş sırasında, Lübnan resmi güçleriyle Hizbullah, sivillerle askeri hedefler arasında bir ayrım gözetme olasılığı çok düşük, bu nedenle yıkımın çok daha büyük olacağı kesin. Ancak, yine aynı nedenlerden, bu savaşın Hizbullah’ı tasfiye etme şansı 2006 savaşından daha düşük; ama Hizbullah roketlerinin İsrail’de sivillere zarar verme şansı çok yüksek. Diğer taraftan, “direniş ekseni” olarak nitelenen İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah arasındaki ilişkiler çok daha derin. Bu yüzden birine yönelik bir saldırıya, “eksen”in diğer üyelerinin de cevap vermesi olasılığı yüksek. Tüm bu etkenler taraflar üzerinde caydırıcı bir etki yapıyor. Ancak rapora göre bunlar öykünün iyimser yanı. Kötümser yandaysa, bu görüntünün altında “gerginliklerin basıncının, herhangi bir güvenlik vanasından yoksun olarak yükselmeye devam ediyor olması” var. Rapora göre Lübnan krizi bölgesel sorunlardan kaynaklanıyor ve bu sorunlar çözülemediğinden, savaşı engelleyen en büyük etken, tarafların ortaya çıkacak bir felaketin büyüklüğüne ilişkin korkularıyla sınırlı kalmaya devam ediyor. Eksen sorunu... Olaylar, gerginliklerin bu iki raporun gözlemleri doğrultusunda artmaya devam ettiğini gösteriyor. Örneğin Lübnan-İsrail sınırında yaşanan çatışma, İsrail askerleriyle Hizbullah arasında değil, Lübnan ordusu ile yaşandı. Ama çatışmanın hemen ardından Hizbullah’ın direniş gücünü Lübnan ordusunun hizmetine vermeye hazır olduğunu açıklaması, “Hizbullah ve hükümet, Şiiler ve diğerleri” ayrımlarının artık geçerli olmadığını gösteriyor. Nitekim, cumartesi günü gazeteler, Lübnan Devlet Başkanı Süleyman’ın “İsrail’in saldırganlığı karşısında orduyu gelişkin silahlarla donatacağı açıkladığını” yazıyordu (Haaretz, The Daily Star). Bu gelişmelere ek olarak, Hariri suikastını soruşturmak için uluslararası mahkeme bulgularını açıklamaya hazırlanıyor. Sızan bilgiler, mahkemenin Hizbullah’la ilişkili kimi isimleri suçlayacağını düşündürüyor. Yorumcular mahkemenin doğrudan Hizbullah’ı suçlaması halinde Lübnan’ın bir iç savaşın eşiğine geleceğini ileri sürüyorlar. Bu gözlemler, bölgede bir Şii-Sünni çatışmasına yatırım yapan güçlerin süreci iç savaş yönde etkilemeye çalışacağını düşündürüyor. Buna karşılık, Hariri’nin oğlu, Başbakan Saad Hariri’nin böyle bir olasılığı engellemek için, Hizbullah’ı değil, “kimi denetim dışı unsurları” suçlamaya hazırlandığı anlaşılıyor. Hizbullah’ın lideri Nasrallah da, daha panelin sonucu açıklanmadan İsrail’i suçladı, bugün (pazartesi) iddiasını destekleyecek somut verileri açıklayacağın söyledi. Tüm aksi yönde çabalar karşın, Hariri soruşturması bölgeyi ateşleyecek fünye görevini kolaylıkla üstlenebilecek. Lübnan savaşının bölgeyi etkileme olasılığı, aslında İran’la ilgili bir dinamik. İsrail ve ABD medyası, “bölgede tüten tüm dumanların İran’dan kaynaklandığını”, İran’ın Lübnan’dan Afganistan’a, Irak’a barış ve istikrar önünde büyük bir engel oluşturduğunu, nükleer silah edinme sürecinin engellenemediğini ısrarla savunuyor. İddialar, İran’ın Beyaz Rusya üzerinde S-300 füzeleri almasından, Suriye üzerinden Hizbullah’ı silahlandırmaya devam etmesine kadar uzanıyor. Uzanırken de, geçen hafta İsrail Savunma Bakanı Barak’ın ısrarla tekrarladığı gibi Türkiye’den geçiyor. İsrail tarafı geçmişte Türkiye’nin, İran’ın Hizbullah’a, Türkiye üzerinden silah taşımasını engellediğini, ancak yeni MİT başkanının İran’la yakınlığından dolayı bu durumun değişmesinden kaygı duyduklarını söylüyor. Bu eksen tartışmaları sürerken, Zaman gazetesinin “Dışişleri Bakanı Davutoğlu: Türkiye kendi eksenini saptar” başlıklı haberi oldukça düşündürücüydü. Çünkü “Türkiye’nin kendisini ilgilendiren konularda kendi sesinin olması”nı istemesi bir şey, dünyanın geri kalanında bu sesin, İran, Suriye ve Hamas’ın sözcüsü olarak algılanmaya başlanmasıysa başka bir şey, özellikle bu günlerde... Yeni Bir Savaşı Beklerken... [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] Kendilerini solcu sayan kimi yazar ve yorumcular, halkoylamasında evet denmesi için AKP’yi birer fanatik gibi destekliyor. Destekleme gerekçelerini de özgürlük ve demokrasi düzlemine yerleştiriyor. Onlara göre AKP, özgürlükçüdür; siyaseti, yargının ve askeriyenin vesayetinden kurtarıyor; bununla da kalmıyor, çağdaş hak ve özgürlüklerin güçlenmesinin yolunu açıyor; o kadar ki, ülke, AKP ile bir demokratik devrim süreci yaşıyor! Oysa, AKP yıllardır bazı solcu destekçilerini hemen her gün, bazen günde birkaç kez yalanlıyor. Ancak, bazı solcular ısrarla AKP’yi desteklemeyi sürdürüyor. Bunu yaparken de AKP’nin özgürlükçü olduğuna vurgu yapıyor. Örneğin, Başbakan geçen hafta kamuoyuna yaptığı bir açıklamada, - Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum, dedi. Bu görüşe karşı başta solcular olmak üzere, toplumun kadın-erkek her kesiminin sesini güçlü bir biçimde yükseltmesi; bu çağdışı ve ilkel görüşü eleştirmesi ve onun sahibini alabildiğine sorgulaması gerekirdi. Öyle olmadı ve olmuyor; Başbakan’ı kadınlar da alkışlamaya devam ediyor. Ancak, Başbakan’ın ve onu ne yaparsa yapsın ısrarla destekleyen sözüm ona solcuların bilmesi gereken önemli gerçekler var. Önce, insanlığın tarihsel gelişiminde, ilkel toplumsal yapılar bir yana bırakılırsa, kadın-erkek eşitliği düşüncesinin doğumu 18. yüzyılın sonlarıdır. Aydınlanma Devrimi ile somutlaşan, toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmeler, eşzamanlı olarak, kapitalist üretim biçiminin de ete kemiğe bürünerek güçlenmesine neden olur. Bilimsel sol düşünce, kapitalist gelişmenin ürünüdür ve niteliği gereği, eşitlikçi ve özgürlükçüdür. Belirtilmelidir ki, kapitalist gelişmenin önde giden ülkeleri, Sovyetler Birliği’nin en güçlü dönemlerinde bile, bilimsel sol düşünceyi kendi bilim dünyalarından tamamıyla silip atmadı; ancak olabildiğince sınırlı tuttu. Şimdilerde de kapitalizmin yorumlanmasında, özellikle de sermayenin deviniminin ve küreselleşmenin açıklanmasında, bu bilimsel yöntemden olağanüstü bir biçimde yararlanılıyor. Her yıl kapitalizmin bilimsel sol yorumu üzerine onlarca kitap, yüzlerce makale yayımlanıyor. Bunların hiçbirinde dinsel görüşlere yer verilmiyor; geleceği geçmişte aramak gibi, sağcı düşüncenin hiç kurtulamadığı bir büyük yanlışa düşülmüyor. Sonra, Türkiye’de sol düşünce hiçbir zaman olağan akışı içinde gelişemedi; özellikle 1945-1990 arasının Soğuk Savaş döneminde sürekli olarak dış güçlerle de iç içe geçen devletin, dincilerin ve ırkçıların saldırısına uğradı; çok uzun bir süre yer altında kaldı. Yer üstüne çıktığında da baskılardan kaynaklanan yanlışlardan kurtulamadı. 12 Mart ve özellikle de gelecek ay 30 yaşını dolduracak olan 12 Eylül 1980 sonrasında solcular sürekli ezildi; tarihsel maddeci düşünce, bu topraklardan uzak tutuldu. Düşünce düzleminde yaşananlar sıra eyleme geldiğinde de varlığını sürdürdü; doğal olarak, doğru dürüst bir partileşme yapılanması uygulamaya konamadı. Gerçek anlamda hak ve özgürlükten anlaşılması gereken iki dayanak var; bunlardan birincisi eleştirel düşünceye olanak tanınmasıdır. Oysa dinsel düşünce ve yaşam biçimi, özgürlüğü değil, aksine, tam teslimiyeti temel alır. İkinci dayanak, yaşamın her alanında kadın- erkek eşitliğidir. Kadın-erkek eşitliği düşüncesi, kapitalizm için, yalnızca kadının üretici ya da tüketici olması açısından değil, kendi kendinin egemeni olması yönünden çok önemlidir. İslam ülkelerinde kadının yaşamı, kesinlikle eşitlik anlayışını yansıtmaz; apayrı tasarımlanır; kadın, eşya sayılır; kadının işgücüne katılma oranı diğer azgelişmiş ülkelerle bile karşılaştırılamayacak kadar düşüktür. Başbakan, sözleriyle bu durumu onayladığını açıklamış oluyor! AKP için özgürlük, örtünme ya da bir arada bulunmama özgürlüğüdür. Diğer özgürlüklerin tamamı, kâğıt üstünde olsa da kullanılamaz. Tıpkı, kendi özgür iradeleriyle, resepsiyonlara katılmayan siyasetçi eşleri, sunulan içkiyi yine özgür iradeleriyle içmeyenler ya da yaşamında yalnızca kocasına hizmeti özgürce seçen eşler gibi! Referandumda / halkoylamasında alacağı tutum, ülke siyasi tarihinin bu keskin dönemecinde, Türkiye solunun gerçek niteliğinin en belirleyici göstergesi olacaktır. Ekonomi Servisi - Pazarlõklarõ yapõlacak 4 şirketin özelleştirilmesiyle TEDAŞ’ta kalan 3 dağõtõm şirketi Akdeniz, Toroslar ve İstanbul Anadolu elektrik dağõtõm şirketleri olacak. AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, kalan söz konusu 3 şirketin özelleştirmesinin yõl sonuna kadar yapõlarak, dağõtõm ihalelerinin 2010’da tamamlanmasõ öngörülüyor. Toplam tüketimi 43 bin 497 gigavatsaat (Gwh) olan 4 bölgenin özelleştirilmesiyle, elektrik piyasasõnõn yüzde 32.4’ü daha özelleştirilmiş olacak. Boğaziçi Elektrik Dağõtõm; İstanbul ili Rumeli Yakasõ’nõ, Gediz Elektrik Dağõtõm; İzmir ve Manisa illerini, Trakya Elektrik Dağõtõm; Edirne, Kõrklareli ve Tekirdağ’õ, Dicle Elektrik Dağõtõm da Diyarbakõr, Şanlõurfa, Mardin, Batman, Siirt, Şõrnak illerini kapsõyor. Boğaziçi EDAŞ’õn abone sayõsõ 3 milyon 832 bin, Gediz EDAŞ’õn abone sayõsõ 2 milyon 345 bin, Trakya EDAŞ’õn abone sayõsõ 768 bin ve Dicle EDAŞ’õn 1 milyon 46 bin abonesi bulunuyor. Elektrik dağõtõmõnda dört şirketin son pazarlõğõ bugün İSMMMO’nun raporuna göre, bankalarõn bir yõlda el koyduklarõ mallarõ yüzde 20 arttõ, değerleri ise düştü Bankalar fabrika zengini TOBB 5 YILDA 1 MİLYON KİŞİYE İŞ HEDEFLEDİ TURİST SAYISI ARTTI, HARCAMA YERİNDE SAYDI ADANA (Cumhuriyet Bürosu) - Sanayicinin ara eleman ihtiyacõnõn karşõlanmasõ ve işsizlere nitelik kazandõrõlmasõ amacõyla düzenlenen “Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri” projesi Adana’da da uygulanacak. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) öncülüğünde, Çalõşma ve Sosyal Güvenlik Bakanlõğõ, Milli Eğitim Bakanlõğõ ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin başlattõğõ ortak projeyle, sürekli gelişen ve kendini yenileyen teknolojiye uygun eğitim alanlarõnõn oluşturulmasõ, işgücü piyasasõnõn nitelikli işgücü ihtiyacõnõn karşõlanmasõ ve işsizlerin daha nitelikli eğitim alabilmelerinin hedeflendiğini belirten Adana Sanayi Odasõ Başkanõ Ümit Özgümüş, projeyle ilgili şu bilgileri verdi: “Projede hedeflenen, iş piyasasının her yıl yaklaşık 200 bin kişiye ihtiyaç duyduğu niteliklerin kazandırılması, böylece 5 yılda 1 milyon kişinin beceri kazanması ve iş bulması.” Ekonomi Servisi - Kültür ve Turizm Bakanlõğõ Tanõtma Genel Müdürü Cumhur Güven Taşbaşı, bu yõlõn ilk 6 ayõnda, Türkiye’ye gelen turist sayõsõnda, geçen yõlõn aynõ dönemine göre yüzde 9.26 oranõnda artõş görülürken, turizm gelirlerindeki artõşõn yüzde 3.6’da kaldõğõnõ belirtti. Taşbaşõ, bu yõlõn ilk 6 ayõnda gelen ziyaretçi sayõsõnõn 11 milyon 571 bin 427 olarak gerçekleştiğini dile getirerek Türkiye’nin bu yõlki 30 milyon hedefine doğru ilerlediğini kaydetti. Taşbaşõ, artõşlarõn aynõ oranda olmamasõnõn, ekonomik krizle bağlantõlõ olduğunu, kriz dönemlerinde insanlarõn tatil için ayõrdõklarõ bütçelerini azalttõklarõnõ, ortalama konaklama sayõlarõnõ da düşürdüklerini kaydetti. Türkiye’nin, kitle turizmine yönelik bir ülke olmasõnõn da turizm gelirlerinin düşmesinde etken olduğunu getiren Taşbaşõ, özellikle “her şey dahil” sisteminde insanlarõn otellerde konaklayõp dõşarõ çõkmayõ tercih etmediklerine dikkat çekti. BİMEKS, Kastamonu’da ilk mağazasını açtı HAYRİ ARSLAN KASTAMONU - BİMEKS Türkiye’deki 31. mağazasõnõ Kastamonu’da açarken Türkiye’deki ilk franchise şubesini hayata geçirmiş oldu. BİMEKS Yönetim Kurulu Başkanõ Murat Akgiray BİMEKS olarak tüketicilere teknoloji ürünlerini en iyi öde- me seçenekleriyle sunduklarõnõ belirterek “Bu nedenle bu yıl ilk altı ayda geçen yılın altı ayı- na göre dolar bazında yüzde 40 büyüdük. Yıl sonuna kadar minimum 15 yeni iş ortağımız ola- cak. Kuvvetle muhtemel 2011 sonunda tüm il- lerimizde bir BİMEKS mağazası olacak” dedi. BİMEKS Genel Müdürü Akif Bayraktar ise “Kastamonu’da 31. mağazamızı açtık. Ama bi- zim için en önemlisi burasının BİMEKS’in ilk franchise mağazamız olmasıdır. Süper tekno- loji ürünlerini en iyi fiyat, en iyi taksit avan- tajları ile getirdik. Kastamonu bundan son- ra eskisi gibi olmayacak” dedi. Ekonomi Servisi - İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odasõ’nõn (İSMMMO) raporu, bankalarõn son bir yõlda el koyduklarõ mallarõ yüzde 19.7 arttõrdõğõnõ ortaya koydu. İSMMMO’nun, bankalarõn internet si- telerinde ilan ettikleri satõlõk gayrimen- kullerden yola çõkarak hazõrladõğõ “Ban- kanızdan Satılık Fabrika-Mayıs 2010” başlõklõ raporu açõklandõ. Rapora göre, 2009 Mayõsõ’nda toplam 2 bin 744 olan hacizli gayrimenkul sa- yõsõ 2010 Mayõs ayõnda 3 bin 285’e ulaş- tõ. Gayrimenkullerin muhammen satõş bedeli de yüzde 18.7 gerilemeyle 627 milyon liradan 510 milyon liraya indi. El konulan fabrikalarõn muhammen bedeli 201 milyon lira olarak hesaplan- dõ. Tekstil fabrikalarõnõn ağõrlõklõ oldu- ğu hacizli işlemlerde, un, yağ, çuval, ha- lõ, boya, ayakkabõ fabrikalarõ ve beyaz eşya yan sanayii fabrikasõ ile otomobil yan sanayii fabrikalarõ da bulunuyor. El konulan büyüklü küçüklü işyeri sa- yõsõ 228, dükkân sayõsõ da 331 oldu. Ge- çen yõl işyeri hacizlerinin sayõsõ 654 ola- rak kayõtlara geçti. Hacizli gayrimenkullerde işyeri hac- zi en çok İstanbul, Ankara ve İzmir’de gözlenirken hacizli fabrikalarda Gazi- antep, Samsun ve İzmir başõ çekti. İşyeri ve fabrika hacizlerinin yanõ sõ- ra 402 adet arsa, 1569 adet villa ve dai- re tipi konut, 77 adet bina ve 452 adet tarlaya da el konuldu. Bankalarõn hacizli işyerleri arasõnda İs- tanbul’da bulunan balõk restoranõ en dik- kat çekici haciz olarak kendini gösteri- yor. Satõlõk işyerleri arasõnda bir düğün salonu, bir pansiyon, bir süpermarket de yer alõyor. Küçük işyerleri ve dükkân- lar ile birlikte hacizli işyeri sayõsõ 601’e ulaşõyor. İSMMMO Başkanõ Yahya Arıkan da verilere ilişkin değerlendirmesinde, eko- nomik krizin vatandaşõ çift taraflõ zara- ra uğrattõğõnõ, özellikle fabrika, işyeri ve tarla hacizleriyle ekonomiye ciddi za- rarlar verildiğine dikkat çekti. Son bir yõlda haczedilen fabrika sayõsõ 51’den 77’ye yükselirken, söz konusu mallarõn değeri de yüzde 15 düştü. Türkiye Elektrik Dağõtõm’a (TEDAŞ) ait Boğaziçi, Gediz, Trakya ve Dicle elektrik dağõtõm şirketlerinin nihai pazarlõk görüşmeleri bugün yapõlacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle