Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ 9
CMYB
C M Y B
SÖZDEN YAZIYA
SÜHEYL BATUM
Tabii ki Söyleyene de
Bakacağız
12 Eylül yaklaştıkça, heyecan da artıyor.
Referandumda “evet” mi çıkacak, yoksa
“hayır” mı? Tabii ki herkes kendi istediği,
uygun gördüğü “renge” oy verecek. AKP
anayasasının güzel, çağdaş düzenlemeler
getirdiğine inanıyorsa, “evet” verecek. Yok
eğer, bu değişikliğin, yargıyı tamamen
AKP’nin ele geçirmesinden başka, dişe
dokunur bir şey getirmediğine inanıyor ve
bunu tehlikeli görüyorsa, “hayır” verecek.
Gerçi ben halkoylamasında “hayır”
çıkacağını düşünüyorum.
Neden mi? Bunu şu nedenle
düşünüyorum. Hiç kuşkusuz, halk ilk önce
tartışmanın taraflarına bakacaktır. O
tarafların kimler olduğuna bakacaktır. Daha
sonra da, yine hiç kuşkusuz o tarafların
bugüne kadar, farklı konularda neler
söylediklerine, halka yalan söyleyip
söylemediklerine ve tabii bir de bugün
anayasa için neler söylediklerine”
bakacaktır.
Çünkü her zaman söylüyorum, “bir kişiyi
ömür boyu kandırmak mümkün, bir halkı belli
bir süre kandırmak da mümkün, ama tüm bir
halkı ömür boyu kandırmak kesinlikle mümkün
değil”.
Bu nedenle seçmenler, bugüne kadar
ekonomi konusunda, tarım konusunda, Kıbrıs
konusunda, Habur açılımı, Alevilere haklar,
dokunulmazlıklar, hatta işsizlik konusunda,
ekonomik kriz konusunda ve daha birçok
konuda söylenenlere ve kimlerin ne
söylediğine bakacaktır.
Gerçi “tartışmanın taraflarına bakacaktır”
derken, ben siyasetçileri kastetmiyorum. Çünkü
Sayın Başbakan bilmeyebilir, hukuktan
anlamayabilir. Ona, “Bu anayasa değişikliği çok
iyi, bundan iyisi olmaz” derler, inanabilir.
“Demokratik ülkelerde, bu şekilde, bir tek
iktidar partisinin oylarıyla ve sadece onun
talepleri doğrultusunda anayasa
yapılmadığını”, yapılamayacağını bilmeyebilir.
Hatta demokrasinin unsurlarını ya da
“çoğulculuğun” ne olduğunu bile bilmeyebilir.
Hatta ona, “Efendim, yaptığınız değişiklik çok
iyi, Avrupa da çok beğendi, yalnız bunu millete
kabul ettirebilmemiz için, ilk önce Sayın
Büyükanıt’ı Dolmabahçe’ye çağırıp bir işbirliği
yapmalısınız, daha doğrusu Atlantik ötesinde
yapılan planları anlatmalı, sonra da bakın darbe
yapılıyordu deyip onun da ağzını sıkı tutmasını
sağlamalısınız; böylece her kesimin oyları bize
akar” demiş olabilirler. “Hele bir de ağlarsanız,
oy patlaması yaşarız” diye eklemiş de olabilirler.
Nereden bilsin Sayın Başbakan, bunun
demokrasilerde bir örneği olmadığını. Niçin
bilsin?
Ben Bekir Bozdağ’a, Sadullah Ergin’e,
Cemil Çiçek’e de kızmıyorum. Sonuçta onlar
da aynı. Birileri(!) onlara aynı şeyleri söylemiş
olabilir. En fazla “Bizler sizi niçin oralara
getirdik, getirilmenizi sağladık” demiş olabilir.
Onlar da buna inanmış olabilirler. Yani bir
anlamda kandırılmış olabilirler. Ne bilsin onlar,
“bu yöntemle ve yolla anayasa yapmanın
demokratik ülkelerde hiç olmayacağını”! Şimdi
oturup, o kadar işlerinin arasında dünyada
neler olup bittiğini mi inceleyecekler? Üstelik
bir de ancak böyle yaparlarsa, başarı
kazanacaklarına ikna edilmişlerse.
Ama ben “yandaş aydınlara” kızıyorum.
Dediğim gibi Başbakan bilmeyebilir. O hukukçu
değildir. Cumhurbaşkanı da bilmeyebilir. Ya
da “Ne yapayım, beni AKP seçti, beni buralara
getiren güce karşı duramam” diyebilir. Onu da
haklı karşılarım. Ama ya “aydınlar”! Onlar öyle
mi?
Hani kendilerine “aydın” diyen ya da liberal
aydın diyen, Başbakan’ın ise “onlar benim
silahşorlarım” diye adlandırdığı kişiler. Hani
bugüne kadar her söyledikleri yanlış çıkan,
Kıbrıs konusunda, “Denktaş bir gitsin, Annan
Planı bir imzalansın, Kıbrıs sorunu bitecek”
diyen, ama “fos” çıkan aydınlar. Hani “Ermeni
protokolleri çok iyi” diye televizyon televizyon
gezip anlatan, sonra da “fos çıkınca”, başka bir
şey anlatmaya başlayan aydınlar(!). Liberal
olanı, dinci olanı. Sağdan sola döneni, soldan
sağa döneni, tecrübelisi, tecrübesizi, az bileni,
hiç bilmeyeni. Neo Osmanlıcıdan, Özal’cı olanı,
Özalcılıktan liberalliğe atlama yapanı,
liberallikten yandaşlığa atlayanı.
Ben onlara kızıyorum. Ve üzülüyorum. Hele
onların içinde “eski sözüm ona sol aydınlar”
yok mu? Hani “bu anayasa değişikliği yetersiz
ama yine de güzel şeyler var” diye işe başlayan;
ya da “evet HSYK kötü, ama getirilen bazı güzel
maddelere nasıl hayır diyeceğiz” diye bahaneler
uyduran aydınlar. Hani söylediklerine kimsenin
inanmadığını görünce de, bu kez “ne yapalım
ilk kez darbe anayasası değiştiriliyor, hayır mı
diyelim” diyen aydınlar. Hani Başbakan’ı da,
daha önce “bu değişiklik” için tüm
söylediklerinden vazgeçirip “biz darbelere karşı
bu anayasayı yaptık” dedirten aydınlar. Hani
bunu uydurup ileride çocuklarının, eski
arkadaşlarının yüzüne bakabileceklerini
zanneden aydınlar. Allah’tan onların bu
dönüşlerinin nedeni sadece “duygusal”!
Ama dediğim gibi, halk oyunu verirken bu
“taraflara” bakacaktır. 10 yıldır tüm
söylediklerine bakacaktır. Ve eminim ki, sonra
da gidecek ve göstere göstere “hayır” oyu
verecektir.
ÖZLEM ALTUNOK
Y
er, Rumeli Hisarõ. Hisar’õn konuğu bu
kez ‘sınırları tragedyalarla aşan’
Yunan yönetmen Theodoros Terzo-
poulos’un 2500 yõl öncesinden bugüne taşõdõğõ
“Zincire Vurulmuş Prometheus” oyununun
Türk, Yunan ve Alman oyuncularõ. Terzopoulos,
oyunu ateşi tanrõlardan çalarak insanlõğa arma-
ğan eden Prometheus’un Zeus’un işkencesine
karşõ söylediği “Bir gün gelecek” sözü üzerine
kurmuş. Oyuncularõn her biri kendi dilinde,
yerde kõvrana sürüne aynõ sözü tekrarlayõp du-
ruyor: Bir gün gelecek! Bir gün gelecek…
Oyun bitiyor, seyirci selamlanõyor, sonra bir-
den Prometheus rolündeki oyuncu, birkaç adõm
öne çõkõp seyircilere soruyor: “O gün, bir gün
gelecek mi?” “Gelecek” diye yanõtlõyor kalabalõk,
tereddütsüz… Artõk birer Prometheus’a dönüş-
müş seyirci kim bilir, belki de en azõndan o ge-
ce rahat uyuyor…
Prometheus’u canlandõran Yetkin Dikinci-
ler’in kahramanlarla pek arasõ yok, daha doğrusu
kahramanlara ihtiyaç duyulmayan bir zamanõ öz-
lüyor. En çok da kendi hikâyesinin kahramanõ ol-
mayõ istiyor.
Yetkin Dikinciler’le oyunculuk, hayat, kah-
ramanlar ve çaresizlik üzerine…
ACIDAN DOĞAN ÖZGÜRLEŞME
- Öyle görünüyor ki bu oyun, daha doğru-
su Terzopoulos’la ve onun yöntemiyle çalış-
mak size çok şey katmış. “Bu oyun özgürleş-
memi sağladı” diyorsunuz. Terzopoulos’la na-
sıl bir araya geldiğinizden ve bu süreçte de-
neyimlediklerinizden bahseder misiniz?
- Terzopoulos’la 1999’da, Attis Tiyatrosu’nun
İKSV ile ortak çalõşmasõ olan bir projede bir ara-
ya gelmiş, Ege ve Anadolu’yu da içeren Yunan
medeniyetinin arkaik metinlerinden yola çõkarak
Herakles Üçlemesi’ni yapmõştõk. 2005’te de
Attis Tiyatrosu’nun oyunculuk yöntemini anla-
tan seminerler dizisi için Almanya’ya gitmiştim.
Terzopoulos’un yönteminde karşõmõza çõkan
temel durum şu; günümüz insanõ sadece akõl yo-
luyla her şeyi çözmeye çalõşõyor, halbuki 2500
yõl önce yazõlan tragedyalarda bile travmanõn sa-
dece kafaya hapsolmadõğõnõ, insan emeğinin, be-
den gücüyle sermayeye ve artõ değere dönüştü-
ğünü düşünürsek, travma insanõn ilkel çağlardan
beri içinde yaşadõğõ bir hal ve bu hale bugün ye-
niden bakõlmasõ gerekiyor. Öte yandan günde-
lik hayatõn biraz da yanõlsamalarla örülü alõş-
kanlõklardan arõnmasõ gerektiğini sorgulayan
bir süreç sunuyor Terzopoulos.
- Bütün bu anlattıklarınız pratiğe nasıl
dökülüyor Terzopoulos’la çalışırken?
- Bir kere her provada metne çalõşmaya baş-
lamadan önce, bir saate yakõn õsõnma çalõşmasõ
yapõyoruz. Bir aktör, kendinde olmayanõ arar ama
o yok saydõğõ şey zaten kendinde vardõr ve bir gün
bunu keşfetmesi yaratõcõ anõn başladõğõnõn var-
sayõmõdõr. Bu varsa-
yõm ihtimalleri
zaten beni Ter-
zopoulos’a
ç e k i y o r .
Çünkü o, bi-
zi o illüzyon
ve dramatik
olandan arõn-
dõrõp günü-
müz insanõnõn 2500 yõl ön-
ceki travmasõna geri dön-
dürmeye çalõşõyor, acõdan
doğan özgürleşmeye davet
ediyor.
- Bu özgürleşmeye gi-
den süreç, nasıl bir süreç?
- Neredeyse canõnõz çõka-
na kadar çalõştõğõnõz bir be-
densel yorgunluk bu. İnsanõn
doğum bölgesini merkeze
alan õsõnma tekniği sonra-
sõnda beden yorgunluğunun
ardõndan yeniden devinme-
ye başlõyor, o noktada aklõ-
nõz bedeninize hükmedemi-
yor ve bedeniniz ne isterse
onu yapõyorsunuz. Nefesi-
niz, sesiniz, sözünüz yeniden
anlam kazanõyor. Yani bizi
kalõplara sokan alõşkanlõk-
lardan sõyrõlmamõzõ sağlayõp
öze, arkaik olana dönmemi-
zi sağlõyor.
Bir de Terzopoulos, ken-
dini bõrakan oyuncu arõyor,
ben de kendimi bõrakmaya
gidiyorum. Bir dönüşüm,
karşõlõklõ bir bağ olsun diye
bu buluşmalarõ yaşõyoruz.
TRAGEDYALAR VE
BUGÜNÜN İNSANI
- Tragedyaların binlerce
yıl öncesinden hâlâ bugü-
ne seslenebilmesinin ar-
dında nasıl bir gerçeklik
yatıyor sizce?
- Çünkü tragedyalar insanõ yaşadõğõ travmay-
la baş başa bõrakarak bir özdeşlik kuruyor, yö-
neten ve yönetilen insanõn hâlâ değişmediğini gös-
teriyor. Bugün bir yandan varoluşa dair sorular
sormaya devam eden bir insan, diğer yandan bu-
nunla uğraşamayacak kadar da meşgul olan, edi-
len bir insan var. Çin’de 12 saat ayakkabõ fab-
rikasõnda çalõşan çocuklar, Güney Amerika’da
kahve işçileri, Zonguldak’ta madenciler var.
Bu sorularõ düşünen ama yorgunluktan sorgulama
aşamasõna gelemeyen insanlar var. Trajik olan
hayatõmõzõn her anõnda devam ediyor, ama her
şey insanõ ezerek devam ediyor.
- 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti için
hazırlanmış üç “Prometheus” oyununda da
bugünün insanının çıkışsızlığı, umutsuzluğu
ve teslimiyetine vurgu yapılıyor. Siz Pro-
metheus’u canlandıran olarak nasıl bir re-
sim çiziyorsunuz bugüne dair?
- Sürekli konuşmak zorunda kalõyor,
anlatmadan anlaşõlmayacağõmõzõ dü-
şünüyoruz. Galiba çare, anlatmak ye-
rine yapmakta. Bunun için bize bir
alan bahşedilmese de o mecrayõ
bulmak zorundayõz. Oyunda da
olduğu gibi sürekli bir kahraman
arõyor ya da bekliyoruz. Oysa
kahramanlõk belki de bir araya gel-
mek ve bir şeyleri birlikte yapa-
bilmektir.
- Oyunun sonunda seyirciyi
selamladıktan sonra siz öne çı-
karak seslendiniz seyirci-
ye: “O bir gün ge-
lecek mi?” Yanıt, hep bir ağızdan “gelecek”
oldu. Bu rejiye dahil miydi ve bu yanıt size ne
anlatıyor?
- Artõk oyun sahnelendiği için rahatlõkla söy-
leyebilirim ki, o bir doğaçlama değildi. Aynõ so-
ruyu Yunanistan’da da sorduk, Almanya’da da
soracağõz. Bu elbette Terzopoulos’un fikriydi ve
“Bir de sana ihtiyacım var” ya da “Umudun
sizde olduğunun farkında mısınız” demek
içindi.
- Şu ‘kahraman’ arayışı ya da beklentisi
umutsuzlukla koşut olsa gerek. İnsan niçin
‘kurtuluş’ için bir başkasını bekler?
- Bazen hayat gerçeği diye o kadar çok hi-
kâye anlatõlõyor ki, siz hikâye oluyorsunuz baş-
kalarõnõn hikâyesinde. Halbuki siz bir hikâye-
ye inanõrsanõz onun baş aktörü ve kahramanõ
olabilirsiniz.
Duruma şöyle bir de tersten bakalõm; Diyar-
bakõr Devlet Tiyatrosu’nda çalõşõrken ‘Promet-
heus’ ateşini, o armağanõ içinde taşõyan ve bu-
nun bilincinde olan insanlarla karşõlaştõm. Her şe-
yin malzeme yapõldõğõ bir sömürü düzeni var or-
tada. Politik bir durumun nesnesi yapõlan insan
böyle bir durumda kendini ortaya atõyor ve
Prometheus’un armağanõ ölümcül bir yazgõya dö-
nüşebiliyor. İnsan neden bilinçle kendini feda
eder, bir tane hayat varken, yaşamaktan daha kut-
sal bir hal yokken… Elbette çaresiz kaldõğõ için.
‘SAHNEYE
ÇIKMAYA
DEVAM
EDİYORUM’
- Herhalde sizi geniş kitlelere tanıtan
“Babam ve Oğlum” filmi oldu. “Gö-
rünür” olmakla aranız nasıl?
- Bu, kimilerine göre “Babam ve Oğlum”
filmi, kimilerine göre “Kaygusuz Ab-
dal” oyunu olabilir. Zaten görünür bir
iş yapõyoruz, o noktada görünürlüğün
etkisi tartõşõlõr oluyor. Ama bir yandan
da bir dizide, mesela “Eşref Saati”nde
Sarõ Eşref’i oynarken sokakta durdu-
rulmak ve ilgi görmek hiç de fena de-
ğildi. Orada Yavuz Bingöl’le biri sarõ,
biri kara, biri Güneydoğu’dan, biri Ka-
radeniz’den gelmiş iki farklõ karakteri
oynuyorduk. O dizi şunu öneriyordu; ta-
biatõnõz farklõ olabilir ama sõrtõnõzõ du-
vara değil, birbirinize yaslayacaksõnõz,
birbirinize ihtiyacõnõz var. Bu mesajõ
vermek için bile o dizide oynamak be-
nim için çok anlamlõydõ.
Tanõnõrlõğõ da bu anlamda görüyorum.
- Tanınırlık herhalde bir diziyle parla-
yıp kaybolan ve travmatik bir çöküş
yaşayan yeni nesil oyuncu güruhu için
daha ağır bir anlam taşıyor…
- Popüler kültürün nesnesi olup da oyun-
cu olamamõş, yem edilmiş kişilerle do-
lu ki ortalõk, onlarõn bunu kaldõrmasõ zor.
Benim gönlüm ferah, çünkü “Sizi di-
zide görmek istemiyoruz” diyenlere
cevabõm hazõr: Kapat TV’yi, tiyatroya
gel o zaman. Bir dizide yer alõyorum,
dublaj yapõyorum diye tiyatro defteri ka-
panmõyor benim için, sahneye çõkma-
ya devam ediyorum.
- Peki şu sunduğunuz yarışma, Ya-
kartop. Kazanmak için birbirlerini
intikam duygusuyla alt etmeye çalı-
şan insanların hali, sizin de canını-
zı yaktı mı?
- Türk insanõnõn sosyo-ekonomik duru-
munun birbirini yakmak üzerine kod-
lanmõş hali beni çok ilgilendirdi ve bu-
nu merkezinde, ortaya geçerek görmek
istedim. Ticari olmasõ düşünülen, har-
cõâlem bir iş olduğunu elbette biliyor-
dum ama kapandõ bitti, ben de kendime
göre birtakõm deneyimler edindim. Bu
yüzden pek de yakmadõ beni.
- Bir tiplemeye sıkıştırılmış, aynı
rolleri tekrarlayan bir oyuncu ol-
madınız. “Mavi Gözlü Dev”de Nâ-
zım Hikmet’i, Çağan Irmak’ın
“Babam ve Oğlum”unda komiği,
“Ulak”ında kötüyü, “Eşref Saa-
ti”nde bıçkın delikanlıyı oynadınız.
Bu şans mıydı, yoksa bir formülü
var mı bunun?
- Kendimi bana yöneltileni sorgula-
yacak akla ve sezgiye sahip olduğum
için şanslõ hissediyorum. Birisi bana
armağan gibi bir şey veriyorken ben-
den, ciğerimden bir şeyler alõyor da
olabilir, bana üretken gibi gelen bir
şey beni tüketiyor da olabilir. Belki bi-
raz batõl gelebilir ama sezgisel ve do-
ğasal öngörü diyelim buna, şu ana ka-
dar beni yönlendirdi ve biz onunla iyi
idare ediyoruz.
- Bunu biraz açabilir misiniz?
- Belki de doğanõn içindeki bir parça
olmak, tek başõna ama evrenin bü-
tünlüğünü içinde taşõmak bu. Dõşarõ-
da bir dünya var, ama ondan büyüğü
insanõn içinde var. Bunu fark ettiğim
günden beri, başkalarõnõn değer at-
fettiği şeylerin benim için değer atfetmesi
gerekmiyor.
- Bu sezgisel öngörü oyunculukta nasıl kar-
şılık buluyor?
- Belki de bu yüzden oyuncuyum. Küçük-
lüğümden beri hobi edinemedim; okulda,
derste de hep dõşarõ, bulutlara, kuşlara ba-
kardõm. Anladõm ki ilgi alanõm, hobi
olamayacak kadar büyük.
- Bu işinizi zorlaştırmadı mı?
- Tam tersi, kolaylaştõrdõ. Oyunculuğa sõrf bu
yüzden kanalize oldum ve bu kadar çok
anlamaya çalõşõrken anlamaya çalõşanõn
sõrf ben olmadõğõnõn farkõna vardõm. Yer-
yüzünde ne kadar insan, ne kadar hayat
varsa o kadar hayal, o kadar hikâye var.
Bunu anlatanlardan biri olmaya karar
verdim. Anlatõrken anlamaya çalõşmak
belki de bu. Başkalarõnõ keşfederken ken-
di içinizi keşfetmek…
Sezgilerim
veben
Tragedyalar insanı
yaşadığı travmayla baş
başa bırakarak
özdeşlik kuruyor,
yöneten ve yönetilen
insanın hâlâ
değişmediğini
gösteriyor. Bugün
Çin’de 12 saat
ayakkabı fabrikasında
çalışan çocuklar,
Güney Amerika’da
kahve işçileri,
Zonguldak’ta
madenciler var. Trajik
olan hayatımızın her
anında insanı ezerek
devam ediyor.
‘K t TV’yi tiyatroya gel’
Son olarak ‘Prometheus’u oynayan Yetkin Dikinciler’in, ‘Sizi dizide
görmek istemiyoruz’ diyenlere yanõtõ:
Karşı Yayınları’ndan üç kitap
Kültür Servisi - Özgürlükçü sol çizgide
yayõnõnõ sürdüren Karşõ Yayõnlarõ üç yeni
kitapla daha okuru buluşturdu. Hõristiyan
anarşist düşüncenin manifesto kitabõ
sayõlabilecek Jacques Ellul’un Anarşi ve
Hõristiyanlõk kitabõnõn yanõ sõra Tamer
Gülbek’in şiir üzerine deneme ve eleştiri
yazõlarõnõn yer aldõğõ Şiirle Tutulan ve
üçüncü şiir kitabõ Güven Park da bir arada
okura sunulan kitaplar oldu.