28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN [email protected] DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Bir süredir başka bahara kalmış sanılan Türkiye’nin AB’ye girme serüveni İngiltere Başbakanı David Cameron’un ekonomik hedefleri ağır basan ziyaretinin ardından yeniden gündeme gelmiş görünüyor. Ev sahibi Erdoğan ve konuğu Cameron, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin “altın çağını” yaşadığını, amaçlarının bu ilişkileri daha ileri boyutlara ulaştırmak olduğunu vurgulamışlardır. İngiltere Başbakanı’nın küresel krizin Türkiye’yi fazla etkilemediğini vurgulayarak ekonomi alanındaki gelişmelerden övgüyle söz etmesi, hele referandum arifesinde, gerçekleri tam olarak yansıtmasa da, ev sahibini fazlasıyla mutlu ettiğinden kuşku yok. David Cameron, salt bununla da yetinmemiş, Türkiye’nin AB’ye girmesini “güçlü bir biçimde desteklediğini belirterek” Türkiye’nin kampın bekçiliğini yaparken çadırın içinde olmamasındaki çelişkiyi vurgulayarak “Kıbrıs’ı, Avrupa’nın çözülmemiş önemli bir sorunu olarak bir kenarda bırakamayız” demeyi de ihmal etmemiştir. Cameron’a göre Kıbrıs sorununun AB’nin (ve tabii Rumların) istediği yönde çözüme ulaştırılmasının AB’ye girmenin önemli anahtarlarından biri olduğunu anımsatmıştır. İngiltere Başbakanı’nın Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine destek sağlaması ne denli önemli sayılsa da, tek başına yeterli olmaktan uzak görünmektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’yi ziyarete hazırlanan Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle tarafından da doğrulanmıştır. Alman Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin AB üyeliğine henüz hazır olmadığını, üye olacak olgunluğa ulaşamadığını belirterek “Yıllar sonra önümüze gelecek şeyler için şimdiden spekülasyon yapmaya gerek yok. 30’dan fazla başlıkta müzakereler durdurulmuş durumdadır. Üyeliğin eşiğindeymişiz gibi bir izlenim yaratan çok yanlış bir yerde demektir. Burada sorun Türkleri kırmamak, onlarla ilglenmiyormuşuz izlenimi yaratmamaktır” demiştir. (Frankfurt Cumhuriyet Bürosu, 28 Temmuz 2010) AKP dış politikasının özellikle son birkaç yıldan bu yana İslamcı ülkelere yakın duruşu, son İran’la Batı arasında “başarısızlıkla sonuçlanan” arabuluculuk da dahil doruk noktasına ulaşmıştır. O kadar ki, AKP lideri “Türk Arapsız, Arap Türksüz olamaz” türünde tuhaf sözlerle İslam âlemine olan sevdasının altını çizmiştir. Ancak burada İslam âlemi derken, AKP lideri “İslam ülkelerinden çok” İslamcı rejimlerden söz etmektedir. Örneğin onun için Filistin Batı Şeria’daki laik Filistin’den çok, dinci rejimin egemen olduğu Gazze ile sınırlıdır. Bu eğilimi, aslında AKP liderinin radikal dinci rejimlerin liderleriyle olan dostluklarında da görmek mümkündür. Nitekim Batı’nın şiddet yanlısı olarak gördüğü Mısır kökenli ünlü Müslüman Kardeşler’in bir türevi olan Hamas, Almanya’nın yasadışı ilan ettiği Mavi Marmara fiyaskosunun mimarı IHH, geçen yıl insanlığa karşı savaş suçlusu olarak hakkında uluslararası tutuklama kararı olan, bu yılın 12 Temmuz’unda yine aynı mahkeme tarafından Darfur soykırımıyla suçlanan Sudan’ın dinci lideri Ömer el Beşir, dizinin dibine çöküp poz verdiği Taliban’ın ünlü terörist lideri Hikmetyar’ın, AKP liderinin sıkı dostları arasında yer aldığı bilinmektedir. Ama başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerimizin AKP’deki “eksen kayması” ile ilgili kuşkuları, İran arabuluculuğunun başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Ankara’nın BM Güvenlik Kurulu’nda İran’a yaptırımlar konusundaki oylamada, sanki muhatap kendisiymiş vehmine kapılarak “Biz imzamızın arkasında dururuz, tarihe karşı sorumluluğumuz var” türünde ipe sapa gelmez bahanelerle “ret” oyu kullanması Batı’nın eksen kaymasıyla ilgili kuşkularını arttırmıştır. Hele, El Kaide’nin Usame bin Ladin’den sonra ikinci ismi El Zevahiri’nin birkaç akşam önce yayımlanan ses bandında “İslam dünyasının lideri Türkler olsun çağrısı” yaparak “Osmanlılar 500 yıl boyunca Müslümanların vatanlarının koruyucusu oldular. Türk halkının Müslümanları koruma görevleri Gazze’ye birkaç tekne göndermekle sınırlı kalmamalı” demesinden sonra. Bugün İran’ın, AB’nin de devreye soktuğu yaptırımların ardından olayı yeniden müzakereye hazır olduğunu beyan etmesiyle sorunun diyalog yoluyla çözümü bir kez daha devreye girmiş görünmektedir. Görüşmeler, muhtemelen ramazandan sonra Cenevre’de AB’nin diplomasiden sorumlu yetkilisi Catherine Ashton’la İran Dışişleri Bakanı Muttaki arasında başlayacaktır. Ve anlaşıldığı kadar bu kez Türkiye’nin “arabuluculuğu”, AKP lideri Güvenlik Konseyi’ndeki ret oyunun arkasında durduğunu yineleyerek “tükürdüğümüzü yalamayız” inadını sürdüredursun, büyük bir ihtimalle söz konusu olmayacaktır. Tıpkı AKP liderinin sıkı dostu Hamas’ın İsrail’le ilişkilerinde Ankara’nın arabuluculuğu yerine Mısır’ı tercih etmesi, yakın dostumuz Suriye’nin de komşularıyla olan sorunlarında bir başka ülkenin arabuluculuğunu yeğlemesi gibi. Ancak tüm bu gelişmelerde ülkenin dış politikadaki eksen kaymasının, öncelikle iç politikadaki eksen kaymasının doğal sonucu olduğundan kuşku yoktur. AKP sekiz yıllık iktidarı boyunca laik düzenin kalelerini birer birer yıkarak ya da işlevsiz bırakarak ülkeye radikal dinsel referansları dayatmıştır. Referandumda başarı sağlanırsa sürecin hızlanarak amaçlanan noktaya ulaşması kaçınılmaz olacaktır. Bu yönde “gerileme” devam ettiği sürece de AB’ye girmek kesinlikle olanaksızdır. Aslında AKP’nin de AB’ye girmek diye bir derdi de yoktur. Bu yöndeki söylemlerinin takıyyeden ibaret olduğu kimse için sır değildir. STANİSLAV TARASOV İstanbul Mahkemesi, yüksek rütbeli subaylarõn 2003 yõlõnda Tayyip Erdoğan’õn hükümetine karşõ darbe hazõrlõğõ yaptõklarõna (“Balyoz” adõ verilen plan) ilişkin olarak savcõlõk tarafõndan hazõrlanan iddianameyi kabul etti. RİA Novosti Ajansõ’nõn Ankara mahreçli haberine göre, 183 klasörden oluşan iddianamede, 196 kişinin, darbe hazõrlõğõna katõldõğõ ileri sürülüyor. Bu kişilerden pek çoğu, şubat ayõnda gözaltõna alõnmõş, fakat daha sonra, “delil yetersizliğinden” tahliye edilmişlerdi. Askerlerin varlõğõnõ kabul etmedikleri “Balyoz Planı” çerçevesinde yaşananlar ve tartõşmalar, dikkatleri yeniden, Türkiye’de iktidarda bulunan “ılımlı İslamcılar” ile geçmişten beri nüfuzlu konumda olan Türk ordusu arasõndaki gerilimli ilişkilere çekti. Türk basõnõnõn ifade ettiğine göre, “Balyoz Planı”, daha büyük çaplõ olan diğer bir komplonun bir parçasõnõ teşkil ediyor. Sözünü ettiğimiz, hükümeti devirmeyi hedeflediği öne sürülen “Ergenekon” örgütünün varlõğõna ilişkin iddialardõr. Belirsizliklerle dolu İddialara göre, “Ergenekon” örgütünün bünyesinde, askerlerin yanõ sõra, çeşitli sivil toplum örgütü liderleri, gazeteciler ve devlet memurlarõ bulunuyor. “Ergenekon” davasõ, 2007 yõlõnõn Ekim ayõndan bu yana gündemde olmasõna rağmen başõndan sonuna kadar, bir yõğõn belirsizlikle dolu. İddialara göre, Türk askerleri, başarõsõz bir darbe girişiminde bulunmuşlar. Fakat burada hatõrlatmak gerekiyor ki, Türkiye’de son kõrk yõl içinde Silahlõ Kuvvetler, İslami tehditle mücadeleyi öne sürerek, dört kez darbe gerçekleştirdi. Dolayõsõyla, Türk askerleri bu alanda yeterli derecede tecrübe sahibi. Bu nedenle, iktidar partisi, kendisine yakõn gazetelerden biri aracõlõğõyla, bir askeri darbe planõnõn ortaya çõkarõldõğõnõ duyurduğu zaman, bu iddia, beraberinde pek çok soru işaretini getirdi. Son birkaç yõl içinde, emekli askerler ve güya onlarla birlik olan emekli üst düzey bürokratlar, gazeteciler ve siyasetçiler tutuklandõ. Savcõlõk tarafõndan yürütülen soruşturmalar, konulara netlik getirmekten uzaktõ. İktidar ise, her şeyin mahkemede netlik kazanacağõnõ vaat etmişti. İktidarõn tam da 12 Eylül’de yapõlacak olan anayasa değişikliklerine ilişkin referandum öncesinde askeri ve sivil yapõlar arasõnda bir gerginliği körüklemek istediğini söyleyebiliriz. Söz konusu değişiklikler, askeri zümrenin eskiden sahip olduğu dokunulmazlõğõnõ kaldõrmayõ hedefliyor. Bu şartlar altõnda, iktidar partisi, var olduğu iddia edilen askeri darbe girişimine karşõ mücadele söylemi çerçevesinde hem anayasal ve askeri reformlarõ gerçekleştirme hem de iktidarda tutunma çabasõ içinde. Zira, 12 Eylül’deki referandumdan kõsa bir süre sonra, önümüzdeki yõlõn ilkbaharõnda, ülkeyi parlamento seçimleri bekliyor. İslami değerlerin ‘yumuşak bir biçimde’ diriltilmesi “Ergenekon davası” çerçevesindeki gelişmeler, yönetici sõnõfõn kendi içindeki siyasi sorunlarõ gözler önüne serdi. Zira, bir taraftan iktidar partisi, yani, Gül-Erdoğan rejimi, Avrupalõ değerleri savunuyorlar, AB’ye üyelik müzakerelerini yürütüyorlar ve yasalarõ Avrupa standartlarõna uyumlu hale getirme görüntüsü çiziyorlar. Fakat diğer taraftan, bu kesimin, Türkiye’nin AB’ye görünür bir gelecekte üye olmasõnõn söz konusu olmadõğõnõ anlamamalarõ, mümkün değil. Ancak, onlar için, Avrupa değerlerinden bahsetmek, sadece, Atatürk mirasõndan, yani laik devlet yapõsõndan kopuşu ve kendi fikirleri doğrultusunda ilerlemeyi kolaylaştõracak bir araçtan ibaret. Peki, nedir bu fikirler? Bu fikirler, her şeyden önce, İslami değerlerin “yumuşak bir biçimde” diriltilmesini içeriyor. Türkiye’de askeri zümre, Atatürk’ün döneminden beri, laik cumhuriyetin koruyucusu konumundaydõ. Şimdi ise askerlerin bu koruyuculuk görevleri, güya kanun dõşõ bir eylem olarak ilan ediliyor. İşin aslõ, Türkiye’de şimdiki iktidar, Türkiye’nin Ortadoğu’daki yeni konumunu yansõtacak yeni bir ulusal ideoloji yaratma çabasõnda. Propaganda kampanyası... Soğuk Savaş yõllarõnda, yani Türkiye’nin NATO’nun güney karakolunu oluşturduğu dönemde, böyle bir gereklilik yoktu ve Ankara, Batõ politikasõnõn dümen suyunu takip etmekle yetiniyordu. Şimdi ise Ankara, Avrupa’nõn Asya’daki uzantõsõ olmak yerine, Asya’nõn Avrupa’daki uzantõsõ olma çabasõnda. Başka bir deyişle, bir taraftan AB’ye üyelik kartõnõ oynamak, diğer taraftan ise İslam dünyasõ ile daha geniş biçimde entegre olmak söz konusu. Oysa, Türkiye’nin Batõ eğilimli muhalefeti, bu tarz ilişkilere karşõ çõkõyor. İşte tam bu esnada devreye, “Ergenekon davası” adõ verilen propaganda kampanyasõ giriyor. Diğer taraftan, kõsa bir süre önce yapõlan bir kamuoyu araştõrmasõ, iktidar partisinin muhalefet partisinin sadece yüzde 4 oranõnda önde olduğunu ortaya koydu. Burada, araştõrmadaki hata payõnõ da hesaba kattõğõmõzda, iki tarafõn gücünün neredeyse eşit hale geldiğini görüyoruz. İktidar partisinin -referandumu kazansa- bile, parlamento seçimleri sonrasõnda yeniden tek başõna iktidar olabileceğinin hiçbir garantisi yok. Anayasa değişikliği önerileri arasõnda, cumhurbaşkanõnõn halk tarafõndan seçilmesinin bulunmasõ, tartõşmalarõn bir diğer boyutunu oluşturuyor. Bu değişiklik önerisinin kabul edilmesi, cumhurbaşkanõnõn yetkilerini arttõracak ve dolayõsõyla, iktidarõn tek elde toplanma sürecini hõzlandõracaktõr. Muhalefet, bu durumun, askeri darbeden de kötü bir sivil darbe anlamõna geleceği görüşünde. Taraflar arasõnda, bu nedenle bir mücadele sürüyor. Referandumun arifesinde İstanbul mahkemesinin “Ergenekon davası”nõ yeniden gündeme getirmesinden sonra, büyük bir ihtimalle bu davayõ konu edinen şiddetli bir seçim propaganda kampanyasõ başlayacak. Askerler, darbe hazõrlamakla suçlanacak ve buna ilişkin yeni bulgular yayõmlanacak. Bu çerçevede hükümet, referandumu kazanmaya çalõşacak. İktidarõn taktiği, buna dayanõyor. Mahkeme, konuya ilişkin kararõnõ verecek. Fakat, şüpheli kişilerin kitlesel olarak tutuklanmasõndan sonra çoğunun delil yetersizliği nedeniyle salõverilmesi, soru işaretleri yaratõyor. Rusçadan çeviren: Deniz Berktay (Rusya’nın Sesi Radyosu, Rusya, 22 Temmuz 2010) Obama’nõn Caracas’a ültimatomu HEINZ DIETERICH (*) Obama’nõn Hugo Chavez hükümetine koloni bakanlõğõ gibi çalõşan Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) aracõlõğõyla yönelttiği tehdit değişik anlamlar içeriyor. Venezüella’da eylül ayõnda yapõlacak parlamento seçimlerini bir savaş psikolojisi yaratarak etkilemek istiyor. Tõpkõ bir zamanlar Nikaragua’da yaptõklarõ gibi. 1990 yõlõnda Sandinist Devrimin muhalifleri aracõlõğõyla halka eğer barõş istiyorlarsa liberal Violetta Chamaro’ya oy vermeleri öğütlendi. Kim Daniel Ortega’ya oy verirse savaşõn (ABD’nin örgütlediği Kontralarla Sandinistler arasõndaki iç savaş- ç.n) sürmesini istiyor demekti. Brezilya’da ekimde yapõlacak başkanlõk seçimlerini de aynõ biçimde etkilemek istiyorlar. ABD, Lula’nõn adayõ “gerilla” ve “terör yanlısı” olmakla suçladõğõ Dilma Roussef’e karşõ neoliberal Jose Serra’yõ destekliyor. Venezüella’ya yöneltilen bu tehdit, aynõ zamanda El Salvadorlu uluslararasõ terörist Chavez Abarca (yakalandõktan sonra Küba’ya bu ülkede işlediği terör suçlarõ nedeniyle yargõlanmak üzere iade edildi) ve suç ortağõ Venezüellalõ Pena Esclusa’nõn Venezüella polisince tutuklanmasõnõn ulusal ve uluslararasõ terörist sağda yarattõğõ öfkeyi yatõştõrmayõ da amaçlõyor. Amerikan Devletler Örgütü’nde sahnelenen medyatik şovun amacõ kuşkusuz Hugo Chavez’e ültimatom vermekti. ABD’nin siyaset sõnõfõ Kolombiyalõ üçüncü sõnõf bir kabare oyuncusunun ağzõndan Chavez’e şunu demek istedi: “Ya Latin Amerika için oluşturduğumuz Monroe Doktrini’ni kabul edersin ya da Panama’da Noriega’ya, Irak’ta Saddam Hüseyin’e yaptığımız ve çok yakında İran’da Ahmedinejad’a yapacağımız gibi seni de yok ederiz. Bu senin kıyameti önlemek için son şansın.” ABD askeri ve politik lojistiği tamamladı Venezüella’da FARC gerillarõna ait kamplarõn olup olmadõğõ önemli değil, tõpkõ Irak’ta kitle imha silahlarõnõn olup olmamasõ gibi. Her iki durumda da sözde savaş nedeni olarak saldõrganlõğõ meşru göstermek için önceden kararlaştõrõlmõş gerekçeler... Şimdi verilen ültimatomun nedeni çok açõk: ABD Venezüella ve Nikaragua’yõ yok etmek için gerekli tüm askeri ve politik lojistiği tamamlamõş durumda. Tüm Kuzey Amerika, Nikaragua dõşõnda tüm Orta Amerika, Peru, Kolombiya ve Şili gibi Güney Amerika ülkeleri ve Avrupa’daki kolonileri emrinde. Bu yeni koloni devletler ile Bolivarcõ ülkelerin askeri ve politik güçleri arasõndaki fark belirgin. 1980’lerin başõnda Kuzey Amerika’nõn ilerici dergilerinden NACLA, benden Orta Amerika sayõsõnõ hazõrlamamõ istemişti. Reagan, Sandinistleri Küba tipi bir sosyalist rejim ithal etmekle ve El Salvador’un gerilla örgütü FMLN’ye yardõm etmekle suçlamõş ve Ocak 1982’de NSDD-17 diye bilinen ve Sandinistlere karşõ paramiliter örgüt Kontralarõn oluşturulmasõna ve finansmanõ için 19 milyon dolar ayrõlmasõna izin veren gizli bir Ulusal Güvenlik emrini imzalamõştõ. Reagan’õn imzaladõğõ bu emir inkâr edilmesine karşõn, Orta Amerika’nõn farklõ ülkelerinde ortaya çõkan ve mozaiği tamamlayan pek çok bilgi, Sandinist devleti ve Nikaragua ekonomisini yõkma planlarõnõn Beyaz Saray’da hazõrlandõğõnõ gösteriyordu. Savaşa hazırlanmak gerek... Eğer Bush-Obama-Clinton’õn Orta Amerika politikasõnõ incelersek aynõ şablonu görebiliriz: 4. Filo’nun yeniden aktive edilmesi, Panama’daki politik zafer, Kolombiya’daki askeri üsler, Honduras’taki askeri darbe ve Kosta Rika’nõn askeri işgali. Savaş lojistiğini böylece tamamlayan Obama, Hugo Chavez’e teslim olmasõ için son ültimatomu vermiş oldu. Ama Chavez ültimatomu reddederek “vali” Uribe ile diplomatik ilişkileri kesti. Sonuç olarak savaşa hazõrlanmak gerek. Askeri hazõrlõk aşamasõnda Brezilya ve Ekvador’un alacağõ pozisyon önemli. Bundan da önemlisi Venezüella’nõn ulusal birliği. Hugo Chavez ve partisi İran’a yõkõcõ bir saldõrõ gibi olağan dõşõ bir şey olmadõkça eylül ayõndaki seçimleri kazanacak. Böyle bir seçim zaferi (1973’te Allende’nin kazandõğõ seçim gibi) imparatorluğun askeri bir darbeye geçit vermesi tehlikesini de arttõracak. Bu tehlikeye karşõ koymak için Chavez’in ulusal birliği yeniden oluşturmasõ gerek. Bunun için stagflasyon tehlikesini dõşlayacak ekonomik önlemleri alan, güvenlik sorunlarõnõ çözen, yetersizlikleri aşabilen daha kapsayõcõ bir hükümet modeli oluşturmalõ. Benim katkõda bulunduğum sayõsõndan bir süre sonra NACLA yeni bir dergi yayõmladõ: “İmparatorluk Karşı Saldırıda.” ABD’nin koloni bakanlõğõ gibi çalõşan OAS toplantõsõndan beri yaşadõğõmõz ve uzunca bir süre bize eşlik edecek gibi görünen asõl tehlike bu. (*) Meksika’da yaşayan Alman sosyolog ve politik bilimci, bir dönem Chavez’e danõşmanlõk yapmõştõr. İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz (Aporrea, Venezüella, 24 Temmuz 2010) Eğer Bush-Obama-Clinton’õn Orta Amerika politikasõnõ incelersek aynõ şablonu görebiliriz: 4. Filo’nun yeniden aktive edilmesi, Panama’daki politik zafer, Kolombiya’daki askeri üsler, Honduras’taki askeri darbe ve Kosta Rika’nõn askeri işgali. AKP iktidarõ, referandum öncesinde askeri ve sivil yapõlar arasõnda bir gerginliği körüklemek istiyor ‘Balyoz’un isabetsiz darbesi “Ergenekon davası” çerçevesindeki gelişmeler, yönetici sınıfın kendi içindeki siyasi sorunları gözler önüne serdi. Zira, bir taraftan iktidar partisi, yani Gül-Erdoğan rejimi, Avrupalı değerleri savunuyor, AB’ye üyelik müzakerelerini yürütüyor ve yasaları Avrupa standartlarına uyumlu hale getirme görüntüsü çiziyorlar. Fakat diğer taraftan Türkiye’nin AB’ye görünür bir gelecekte üye olmasının söz konusu olmadığını anlamamaları mümkün değil. Ancak onlar için Avrupa değerlerinden bahsetmek sadece Atatürk mirasından, yani laik devlet yapısından kopuşu ve kendi fikirleri doğrultusunda ilerlemeyi kolaylaştıracak bir araçtan ibaret. Hugo Chavez 31.07.2010 tarihinde A-2 Motor ruhsatõmõ, Nüfus cüzdanõmõ kaybettim. Hükümsüzdür. TAHİR ÇETİN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle