19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 19 TEMMUZ 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Açı Yoz! AKP hükümeti yeni üniversiteler açmaya devam ediyor. Geçen hafta da “sekiz yeni üniversite” daha açıldı. Bunların yedisi devlet, biri de vakıf. Böylelikle toplam üniversite sayısı, 102’si devlet, 52’si de vakıf olmak üzere 154’e yükselmiş oluyor. Yeni üniversiteler açılması doğru da, son rektör atamalarında bir kez daha su yüzüne çıktığı gibi yükseköğretimde ağır sorunlar yaşanıyor. Sorunlar, yeni üniversitelerin açılmasında gösterilen üstünkörü tutumla başlıyor. Üniversitelerin devlet-vakıf ayırımına göre adları ve iletişim adresleri, YÖK’ün www.yok.gov.tr sayfasında bulunuyor. Listede yer alan devlet üniversitelerinden birinin ve altı vakıf üniversitesinin ne telefon ve faks numaraları, ne de internet erişim adresleri listede yer alıyor. Bir başka anlatımla, altısı vakıf, biri de devlet olmak üzere, geçen hafta değil, “daha önce açılmış olan” yedi üniversitenin erişilebilecek bir telefon numarası da yok; yalnızca adı var! Bu olgu bile, yeni bir üniversite açmak gibi toplumsal açıdan çok önemli bir işin nasıl içler acısı biçimde savsaklandığını kanıtlıyor. Bir üniversitenin açılabilmesi için, en azından belli “ön hazırlıkların yapılması” gerekir. Öncelikle içinde ders yapılabilecek binalar, öğrenci yurtları, konferans ve spor tesisleri gibi fiziksel altyapı oluşturulmalıdır. Bunları belirli sayıda bilimsel kitap ve dergileriyle bir kütüphane, araç ve gereçleriyle laboratuvar ve bilgisayar donanımları tamamlamalıdır. Bir üniversitenin kurulması için bütün bunlar gereklidir, ancak yeterli değildir. Üniversite için en önemli gereksinim nitelikli öğretim üyesidir. Bu noktalar bir yana, AKP hükümeti telefonu bile bulunmayan üniversite açabiliyor. AKP’nin bu büyük bilimsel başarısını kutlamak gerekir! AKP uygulamasında üniversitelerin “adlandırılması” da başlı başına bir sorun. Önce, vakıf üniversitelerinin alacağı adlar konusunda belirlenmiş ilkeler bulunmuyor; bu konuda tam bir “ilkel kargaşa” yaşanıyor. Devlet üniversiteleri için de benzer bir durum var. Toplumun siyasal örgütlenmesi olan devlet, yeni üniversitelere isim verirken tutarlı olmalı; üniversite kavramına uygun adlar kullanmalıdır. Hiç de öyle olmuyor. Burada, şimdiye dek devlet üniversitelerine verilen adlarla ilgili ayrı bir tartışma açmanın anlamı yok; eksiklerin belirtilmesi gerekiyor. Örneğin, Frikya Başkenti Patara’nın anayasal yapısının ABD Anayasası yoluyla çağımıza yansımasının anlamını ya da Sinop’lu Diyojen’in adını bir üniversiteye vermenin yaratacağı evrenselliğin güzelliklerini AKP kavrayamayacağından, bunları bir tarafa bırakalım. Daha yakınlara gelelim. Anadolu insancıl düşüncesini simgeleyen Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ya da Pir Sultan adlarının birer üniversiteye verilmesi yoluna neden gidilmedi! Ne Aziz Nesin geldi AKP’nin aklına, ne de dünyaca bilinen gülmece ustası Nasreddin Hoca! Neden bir Mevlana Üniversitesi kurulmadı? Bunlar gibi, ülkemizde bilimsel gelişmeye doğradan ya da dolaylı büyük katkıları olanların adları üniversitelere verilmeliydi. Ortaçağ karanlığından çıkışın simgesi, matbaayı ülkemize getiren İbrahim Müteferrika ya da yakın yılların büyük matematikçisi Cahit Arf adlarının üniversitelere verilmesi, toplumun bilim tarihinin gelecek kuşaklara aktarılması bakımından çok anlamlı olmaz mıydı? Bunlar gibi, Ziya Gökalp, Tevfik Fikret ya da Nâzım Hikmet’in adları da birer üniversiteye verilmeliydi. Devlet eliyle bir Türk-Alman üniversitesi kuruluyor. Bu üniversiteye 1930’larda Alman Nazi yönetiminden kaçan ve Türkiye’de bilimsel gelişmeye katkı yapan, örneğin G. Kessler ya da E. Hirsch gibi bilim insanlarından birinin adının verilmesi düşünülmeliydi. Bitmedi! Üniversite özerkliğine büyük katkı sağlayan Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Köy Enstitülerindeki özgün uygulamalarıyla İsmail Hakkı Tonguç adlarının üniversitelere verilmesi yoluna gidilmeliydi. AKP anlayışı bunların hiçbirini yapmadı. İzmir’de kurulan devlet üniversitesine Zübeyde Hanım adının verilmesiyle ilgili bir önerinin AKP tarafından reddedilmesi, iktidarın üniversite adları konusundaki tam anlamıyla yoz anlayışını yansıtıyor. Kuruluş süreci bile tümüyle bilimsellikten uzak olan üniversitelerde bilimsel üretim yapılacağını varsaymak boşunadır. Çağdaş bir bilimsel bakış açısı olmadığından AKP hükümeti üniversite açmıyor; çok sayıda “Açı Yoz” yapıyor! Tutukluluk süresi dün 500 günü dolduran sevgili Mustafa Balbay (ve koğuş arkadaşları) Silivri’den “Zulüm altındayız!” diye haykırıyor. Bu sesin, tüm toplumun uç noktalarında yankılanması, bunun sağlanması için de bireysel ve kurumsal olarak çaba harcanması gerekiyor. Otuz yıllık küreselleşme, serbest piyasa ütopyası nihayet dağılıyor. Neo-liberal “ekonomistler” krizi tüm boyutlarıyla kabullenmeye başlıyorlar. Ancak bu kabullenmeden bir çözüm beklemek anlamsız. Onlar açısından şu anda her şey tepetaklak olmuş durumda. Köpük üstünde refah… The Economist’in “borç” konulu ekindeki, “Borçlanma geçen 25 yılın tüm ekonomik sorunlarına çare oldu” saptamasını aktarmıştım. Böylece The Economist, küreselleşme adıyla satılan emperyalizmin yarattığı “refahın” aslında bir balon köpüğü olduğunu itiraf etmiş oluyordu. Bu hafta da dergi, bankaların aslında topluma sanıldığı kadar yararlı kurumlar olmadığını ileri sürüyor. Mucize değil bir serap” (A Mirage not a Miracle) başlıklı yazıda dergi, özetle geçen 30 yıl boyunca bankaları yönetenlerin ceplerini doldurduklarını, toplumu kandırdıklarını, şimdi de yükü vergi mükellefinin omuzlarına yıktıklarını anlatıyor. Dünyanın en büyük bankalarından, HSBC’nin baş ekonomisti Stephen King de, düne kadar ağza alınamayan kimi gerçekleri dile getirmeye başlayanlardan biri. Financial Times’da Martin Wolf’un aktardığına göre King, son kitabında, Batı’nın yükselişinin, piyasa, ticaret gibi kurumların bilim ve teknolojinin yanı sıra “en az bunlar kadar, rant peşinde koşmaya, daha açık söylemek gerekirse, dünyanın fiziksel ve insani kaynaklarını talan etmeye dayandığını” (Financial Times/12/07), diğer bir deyişle emperyalizme dayandığını anlatıyor. King’in kitabının başlığı “Loosing Control” (Denetimi Elden Kaçırmak)… Geçen 30 yılın refahının bir balon köpüğü olduğunu söyleyenlerden biri de 40 yaşında IMF baş ekonomistliğine atanmış, sıra dışı yaklaşımları dile getirebilen bir akademisyen olan Prof. Raghuram Rajan. Prof. Rajan 2005’te, Alan Greenspan emekli olurken onuruna düzenlenen bir toplantıda, yaptığı konuşmada, mali sektörün risklerinden ve bir krizin gelmekte olduğundan söz etmişti. Daha sonra Ağustos 2006’da, Kansas Federal Reserve Bank’ın düzenlediği bir konferansta, “yabancı sermayeden çok kendi kaynaklarına dayanan gelişmekte olan ülkelerin, kendi kaynaklarından çok yabancı sermaye girişine dayanan gelişmekte olan ülkelerden daha hızlı büyüdüğünü” bulgulara dayanarak savunmuştu. Prof. Rajan, Mayıs 2010’da yayımlanan Fault Lines (Fay Hatları) başlıklı kitabında krizin temel nedenini gelir dağılımındaki bozulmaya bağlıyor (Rajan, Project Syndicat, 09/07/2010). Kitabın anafikri kısaca şöyle: 1970’lerden bu yana Amerika’da ve genelde Batı dünyasında, ücretle çalışanların en yüksek gelirli yüzde 10’unun (üst düzey yöneticiler) gelirleri, geriye kalan yüzde 90’ınkinden çok daha büyük bir hızla artmış. Krizin nedeni, gelir dağılımındaki bozulmaymış Prof. Rajan’a göre bu gelir dağılımını düzeltmek için, eğitimi, aile kurumlarını, çocuk beslenmesini destekleyen sistemleri güçlendirerek, işgücünü uluslararası piyasalarda rekabet edecek bir düzeye getirmek (verimliliği ve kârlılığı restore etmek-E.Y) gerekiyormuş. Ancak, toplumsal istikrar açısından gelirin değil tüketimin önemli olduğunu bilen yönetimler, bu uzun dönemli kalıcı çözümler yerine, gittikçe göreli olarak yoksullaşan kesimlere, çok uygun ama gerçek dışı koşullarda, tüketici, ev kredisi vererek tüketim düzeyini, bir refah yanılsamasını korumuşlar. Kredi hacmi böyle büyürken süper rekabetçi, ahlaksız (amoral) mali piyasalar devreye girip bugünkü koşulları yaratmışlar. King’in kitabını tanıtan yazısından bir gün sonra, Rajan’ın kitabını yorumlayan Wolf, Rajan’dan, “yaratılan her bir dolarlık gerçek gelirin 58 sentinin hane halkının en üst yüzde birlik kesimine gittiğini” aktarıyor. Wolf, Rajan’ın “bu çarpıcı duruma” karşı gelişmesi olası tepkilerin kredi yoluyla denetlendiğine ilişkin görüşlerine katılıyor. Wolf’a göre, dünya ekonomisi ilk çöküntüden sonra toparlandı ama krize yol açan “fay hatları” hâlâ bizimle. Böylece, bizim yıllardır burada vurguladığımız yapısal kriz kavramına Wolf da gelmiş oluyor. Wolf’a göre, geçen dönemin en önemli özellikleri artık geçerli değil. Örneğin refah devletini artık sürdürmek olanaklı değil. Artık hükümetlerin kriziyle karşı karşıyayız (devletin mali krizi dediğimiz durum). İhracata dayalı üretimi sürdürmeye devam etme çabaları uluslararası çatışmalara yol açmak durumunda. Büyük çaplı uluslararası sermaye hareketlerinin sakıncalarını artık herkes görüyor. Mali entegrasyonu sürdürmek bile olanaklı olmayabilir. Wolf’un diğer saptamaları da çok çarpıcı: Batı eski gücüne sahip değil. Yakıtını borçtan alan tüketicisi artık dünyanın lokomotifi değil. Batı’nın mali sistemi eskisi gibi dünyanın mali kaynağını oluşturmuyor. Ekonomilerin bütünleşmesi (neo-liberal küreselleşme) artık dünya ekonomisinin sürücü gücü değil. Dünya ekonomisinin gelecek yıllarda başka depremler yaşamaması için, tüm dünya liderlerinin bir eşgüdüm ve işbirliği içinde bir reform programı uygulaması gerekiyor. Ama nasıl? Bugün bilgece eleştiri üreten çözüm arayanlarla, geçen 30 yıl boyunca bugün kötülediklerini bize satanlar aynı insanlar. Dün sağlık sistemine, okula, toplu konuta, emekli maşlarına gelince “Valla hiç kaynak yok” diyenler, bankaları, gelirin yüzde 58’ini alan yüzde 1’i “kurtarmak için” iki yılda yaklaşık 12 trilyon dolar para buldular… Dün biz, küreselleşmeyi anlamak istiyorsanız, bu kredi piyasası neden bu kadar büyüdü diye sormak gerekir, diyorduk. Şimdi onlar, krizin nedenini gelir dağılımındaki bozulmaya bağlıyorlar. Peki, gelir dağılımı neden bozuldu? Bu soruyu neden sormak istemiyorlar? Bu tehlikeli bir soru. Eğer bu soruyu sorarlarsa, bir adım sonra, üç yıldır seyrettiğimiz görüntülerin (gösteri toplumunun ekranlarının) arkasındaki “reel”e, yaşam dünyamızın gerçeğine, sermayeye, onun yapısal krizine ulaşacağız. Bu yüzden, bunlar krize “çözüm” bulamazlar. Çünkü, bulmakla görevli olanlar, sermayeye hizmet etmekle yükümlüler, topluma değil. Sermaye bir “kâr makinesi” olduğundan bunların rasyonalitesinin çekirdeğini, sermaye üzerinde yaşadıkları sürece de kâr sürecine hizmet etmek oluşturuyor. Ama sermaye çok katmanlı, çok çelişkili karmaşıklık. Her parçası öbürüyle, her parça üzerine yaşayan “parazit”, öbür parçanın üzerinde yaşayan parazitle yarışıyor. Ortak tutum, ortak akıl yok, kör ve etik kaygılardan bağımsız bir kâr itkisinden başka… Üstelik bunların ellerinde tüm yaşam dünyamızı yıkabilecek araçlar var. Artık krediyle disiplin altına alma olanağını yitirdikleri emekçilere, kıt enerji, mineral, su ve besin kaynaklarına ulaşmak için birbirlerine saldırma olasılıkları çok yüksek. Diğer taraftan küresel krizin, küresel çapta bir ortak karar alma alanı açtığını görüyoruz. İnsanlığın, bu fırsatı değerlendirip uygarlığını bu barbarların elinden kurtarmak için sermaye düzeninin ötesine geçmeyi bir kez daha denemekten başka çaresi yok. Çünkü artık böyle devam etmek de olanaklı değil. Krizin Tüm Boyutları DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com AKP hükümeti sağlõk harcamalarõnõ frenledi. Reçete sayõsõ bu yõl yüzde 2 düştü Sağlõk için para yokEkonomi Servisi - Genel sağlõk sigortasõ uygulamasõnõn da etkisiyle merkezi yönetim bütçesindeki sağlõk harcama- larõ, geçen yõla göre yüzde 30 düştü. AA’nõn Maliye Bakanlõ- ğõ’ndan derlediği verilere gö- re, geçen yõlõn ocak-haziran döneminde bütçeden sağlõk harcamalarõ için 3 milyar 510 bin 306 lira çõktõ. Bu yõl ise bütçedeki sağlõk harcamala- rõnda 1 milyar lirayõ aşkõn bir azalma meydana geldi. Büt- çeden yõlõn ilk 6 aylõk döne- minde sağlõk için 2 milyar 458 milyon 950 bin lira çõktõ. Bunun 334 milyon 776 bin li- rasõ genel tedavi ve sağlõk malzemesi giderleri, 150 mil- yon 52 bin lirasõ da genel ilaç giderleri için kullanõldõ. Ta- sarruf tedbirleri, özellikle ye- şil kartlõlarõn sağlõk harcama- larõnda kendisini gösterdi. 6 aylõk dönemde yeşil kartlõla- rõn tedavi ve sağlõk malzeme- si giderleri yüzde 6.5, ilaç gi- derleri ise yüzde 26.2 oranõn- da düştü. Düzenlenen reçete- lerde de ciddi bir azalma or- taya çõktõ. Geçici verilere gö- re, yõlõn ilk 5 aylõk dönemin- de sağlõk kuruluşlarõna müra- caat edenlerin sayõsõ, geçen yõ- la göre yüzde 25 oranõnda ar- tõş gösterdi. Buna karşõlõk, re- çete sayõsõ yüzde 2 oranõnda düştü. Maliye Bakanlõğõ yetkilile- ri, Sosyal Güvenlik Kuru- mu’nun sağlõk kuruluşlarõna müracaat ve düzenlenen re- çetelerle ilgili verilerinin sağ- lõkla ilgili tedbirlerin sonucu olduğunu belirterek “İlk 5 ayda sağlık kuruluşlarına başvuru sayısı artarken, re- çete sayısının düşmesi ol- dukça dikkat çekici. Türki- ye’de insanlar, başı ağrıdı- ğında dahi sağlık kuruluş- larına koşuyordu. Gerekli gereksiz ilaç yazdırılıyordu. Herkesin evinde bir bölümü kullanım tarihini geçmiş tor- ba dolusu ilaç vardır. Sağ- lıkta her aşamada çok sayı- da suiistimal yaşanıyordu” açõklamasõnõ yaptõ. Tasarruf tedbirleri ve genel sağlõk sigortasõ uygulamasõ sonucunda 2009’un ilk yarõsõnda 3.5 milyar lira olan bütçedeki sağlõk harcamasõ, bu yõl 2.4 milyar liraya geriledi. Fındık üreticisi 6 TL istiyor AHMET ŞEFİK TRABZON - Giresun Ziraat Odasõ Başkanõ Özer Akbaşlı 2010 ürünü fõndõk için 6 TL fiyat öne- rirken, Trabzon Ticaret Borsasõ Başkanõ Mehmet Cirav, üreticiye ‘fındığını pazara yavaş yavaş ver’ çağrõsõ yaptõ. Ziraat Mühendisleri Odasõ Genel Başkanõ Gökhan Günaydın da hükümetin bir yõl önce açõkladõğõ ‘fındık stratejisi’nin sorunlarõ çözmek bir yana, yeni sorunlar getirdiğini söyledi. Ağustosta başlayacak fõndõk toplama mevsimi ön- cesinde sektör temsilcileri, “Fındığın Dünü, Bu- günü ve Yarını” panelinde bir araya geldi. Gü- naydõn fõndõğõ geliştirmek yerine kaosa sürüklemek için Türkiye’de elbirliği ile çalõşõldõğõnõ söyledi. Gü- naydõn şöyle konuştu: “Geçen yıl yeni 450 bin hektar- lık ruhsatlı fındık ala- nı belirle- diler. Hü- kümetin geçen yıl açıkladığı f ı n d ı k stratejisi yanlış ve başarısız oldu.” Ekmek zammı kapıda İSTANBUL (ANKA) - Buğda- yõn kalitesini düşüren yağõşlar, ek- mek zammõnõ gündeme getirdi. Ek- mek Sanayii İşverenler Sendikasõ Başkan Yardõmcõsõ Çetin Keçeli, aşõrõ yağõşlarõn buğdaydaki glutenin (güç) düşmesine neden olduğunu, bu durumun, kilosu 45 ile 55 ku- ruştan alõnan kaliteli buğday fiyatõnõ 65 kuruşa, bir çuval kaliteli un fi- yatõnõ da 38-40 TL’den 42 TL’ye çõ- karmaya başladõğõnõ belirterek, “Ramazan bayramına kadar ge- lişmeleri değerlendireceğiz. O sü- reç içerisinde kaliteli buğday fi- yatlarındaki artış devam eder, un fiyatları belli noktaya çıkarsa, o zaman ramazandan sonra ekme- ğe zam kaçınılmaz olur” dedi. Buğdayõn kalitesinin düzeltilme- si ve fiyatlardaki artõşõn önlenebil- mesi için ithalata ihtiyaç duyulabi- leceğini savunan Keçeli, ancak yüksek rekolte beklentisi nedeni ile Tarõm Bakanlõğõ’nõn, 1 Haziran 2010’da ihracat amaçlõ yapõlan buğ- day ithalatõnõ kapattõğõnõ hatõrlattõ. Fiyat artõşõnõn sürmesi halinde un fiyatlarõnõn artabileceğini söyleyen Keçeli, “İthalat serbest bırakıl- mazsa un fiyatları artar. Bu du- rum ekmek fiyatlarına yansır” di- ye konuştu. Keçeli, una zam gelmesi halinde fiyatõn yüzde 10 artabileceğini, bu- nun da İstanbul’da 300 gramõ 50 ile 80 kuruş arasõnda satõlan ekmek fi- yatlarõna aynõ oranda yansõyabile- ceğini söyledi. Yoksulların temel gıda maddeleri içinde yer alan ekmeğe ramazandan sonra zam gündeme geldi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle