Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
19 TEMMUZ 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Açı Yoz!
AKP hükümeti yeni üniversiteler
açmaya devam ediyor. Geçen hafta da
“sekiz yeni üniversite” daha açıldı.
Bunların yedisi devlet, biri de vakıf.
Böylelikle toplam üniversite sayısı,
102’si devlet, 52’si de vakıf olmak
üzere 154’e yükselmiş oluyor.
Yeni üniversiteler açılması doğru da,
son rektör atamalarında bir kez daha
su yüzüne çıktığı gibi yükseköğretimde
ağır sorunlar yaşanıyor. Sorunlar, yeni
üniversitelerin açılmasında gösterilen
üstünkörü tutumla başlıyor.
Üniversitelerin devlet-vakıf ayırımına
göre adları ve iletişim adresleri, YÖK’ün
www.yok.gov.tr sayfasında bulunuyor.
Listede yer alan devlet
üniversitelerinden birinin ve altı vakıf
üniversitesinin ne telefon ve faks
numaraları, ne de internet erişim
adresleri listede yer alıyor. Bir başka
anlatımla, altısı vakıf, biri de devlet
olmak üzere, geçen hafta değil, “daha
önce açılmış olan” yedi üniversitenin
erişilebilecek bir telefon numarası da
yok; yalnızca adı var!
Bu olgu bile, yeni bir üniversite
açmak gibi toplumsal açıdan çok
önemli bir işin nasıl içler acısı biçimde
savsaklandığını kanıtlıyor.
Bir üniversitenin açılabilmesi için, en
azından belli “ön hazırlıkların yapılması”
gerekir.
Öncelikle içinde ders yapılabilecek
binalar, öğrenci yurtları, konferans ve
spor tesisleri gibi fiziksel altyapı
oluşturulmalıdır. Bunları belirli sayıda
bilimsel kitap ve dergileriyle bir
kütüphane, araç ve gereçleriyle
laboratuvar ve bilgisayar donanımları
tamamlamalıdır. Bir üniversitenin
kurulması için bütün bunlar gereklidir,
ancak yeterli değildir. Üniversite için en
önemli gereksinim nitelikli öğretim
üyesidir.
Bu noktalar bir yana, AKP hükümeti
telefonu bile bulunmayan üniversite
açabiliyor. AKP’nin bu büyük bilimsel
başarısını kutlamak gerekir!
AKP uygulamasında üniversitelerin
“adlandırılması” da başlı başına bir
sorun.
Önce, vakıf üniversitelerinin alacağı
adlar konusunda belirlenmiş ilkeler
bulunmuyor; bu konuda tam bir “ilkel
kargaşa” yaşanıyor.
Devlet üniversiteleri için de benzer
bir durum var. Toplumun siyasal
örgütlenmesi olan devlet, yeni
üniversitelere isim verirken tutarlı
olmalı; üniversite kavramına uygun
adlar kullanmalıdır. Hiç de öyle
olmuyor.
Burada, şimdiye dek devlet
üniversitelerine verilen adlarla ilgili ayrı
bir tartışma açmanın anlamı yok;
eksiklerin belirtilmesi gerekiyor.
Örneğin, Frikya Başkenti Patara’nın
anayasal yapısının ABD Anayasası
yoluyla çağımıza yansımasının anlamını
ya da Sinop’lu Diyojen’in adını bir
üniversiteye vermenin yaratacağı
evrenselliğin güzelliklerini AKP
kavrayamayacağından, bunları bir
tarafa bırakalım. Daha yakınlara
gelelim. Anadolu insancıl düşüncesini
simgeleyen Hacı Bektaş Veli, Yunus
Emre ya da Pir Sultan adlarının birer
üniversiteye verilmesi yoluna neden
gidilmedi! Ne Aziz Nesin geldi AKP’nin
aklına, ne de dünyaca bilinen gülmece
ustası Nasreddin Hoca! Neden bir
Mevlana Üniversitesi kurulmadı?
Bunlar gibi, ülkemizde bilimsel
gelişmeye doğradan ya da dolaylı
büyük katkıları olanların adları
üniversitelere verilmeliydi. Ortaçağ
karanlığından çıkışın simgesi, matbaayı
ülkemize getiren İbrahim Müteferrika
ya da yakın yılların büyük
matematikçisi Cahit Arf adlarının
üniversitelere verilmesi, toplumun bilim
tarihinin gelecek kuşaklara aktarılması
bakımından çok anlamlı olmaz mıydı?
Bunlar gibi, Ziya Gökalp, Tevfik Fikret
ya da Nâzım Hikmet’in adları da birer
üniversiteye verilmeliydi.
Devlet eliyle bir Türk-Alman
üniversitesi kuruluyor. Bu üniversiteye
1930’larda Alman Nazi yönetiminden
kaçan ve Türkiye’de bilimsel gelişmeye
katkı yapan, örneğin G. Kessler ya da
E. Hirsch gibi bilim insanlarından
birinin adının verilmesi düşünülmeliydi.
Bitmedi!
Üniversite özerkliğine büyük katkı
sağlayan Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli
Yücel, Köy Enstitülerindeki özgün
uygulamalarıyla İsmail Hakkı Tonguç
adlarının üniversitelere verilmesi yoluna
gidilmeliydi.
AKP anlayışı bunların hiçbirini
yapmadı.
İzmir’de kurulan devlet üniversitesine
Zübeyde Hanım adının verilmesiyle
ilgili bir önerinin AKP tarafından
reddedilmesi, iktidarın üniversite adları
konusundaki tam anlamıyla yoz
anlayışını yansıtıyor.
Kuruluş süreci bile tümüyle
bilimsellikten uzak olan üniversitelerde
bilimsel üretim yapılacağını varsaymak
boşunadır. Çağdaş bir bilimsel bakış
açısı olmadığından AKP hükümeti
üniversite açmıyor; çok sayıda “Açı
Yoz” yapıyor!
Tutukluluk süresi dün 500 günü
dolduran sevgili Mustafa Balbay (ve
koğuş arkadaşları) Silivri’den “Zulüm
altındayız!” diye haykırıyor.
Bu sesin, tüm toplumun uç
noktalarında yankılanması, bunun
sağlanması için de bireysel ve
kurumsal olarak çaba harcanması
gerekiyor.
Otuz yıllık küreselleşme, serbest piyasa
ütopyası nihayet dağılıyor. Neo-liberal
“ekonomistler” krizi tüm boyutlarıyla
kabullenmeye başlıyorlar. Ancak bu
kabullenmeden bir çözüm beklemek
anlamsız. Onlar açısından şu anda her şey
tepetaklak olmuş durumda.
Köpük üstünde refah…
The Economist’in “borç” konulu ekindeki,
“Borçlanma geçen 25 yılın tüm ekonomik
sorunlarına çare oldu” saptamasını
aktarmıştım. Böylece The Economist,
küreselleşme adıyla satılan emperyalizmin
yarattığı “refahın” aslında bir balon köpüğü
olduğunu itiraf etmiş oluyordu. Bu hafta da
dergi, bankaların aslında topluma sanıldığı
kadar yararlı kurumlar olmadığını ileri
sürüyor. Mucize değil bir serap” (A Mirage
not a Miracle) başlıklı yazıda dergi, özetle
geçen 30 yıl boyunca bankaları yönetenlerin
ceplerini doldurduklarını, toplumu
kandırdıklarını, şimdi de yükü vergi
mükellefinin omuzlarına yıktıklarını anlatıyor.
Dünyanın en büyük bankalarından,
HSBC’nin baş ekonomisti Stephen King de,
düne kadar ağza alınamayan kimi gerçekleri
dile getirmeye başlayanlardan biri. Financial
Times’da Martin Wolf’un aktardığına göre
King, son kitabında, Batı’nın yükselişinin,
piyasa, ticaret gibi kurumların bilim ve
teknolojinin yanı sıra “en az bunlar kadar,
rant peşinde koşmaya, daha açık söylemek
gerekirse, dünyanın fiziksel ve insani
kaynaklarını talan etmeye dayandığını”
(Financial Times/12/07), diğer bir deyişle
emperyalizme dayandığını anlatıyor. King’in
kitabının başlığı “Loosing Control”
(Denetimi Elden Kaçırmak)…
Geçen 30 yılın refahının bir balon köpüğü
olduğunu söyleyenlerden biri de 40 yaşında
IMF baş ekonomistliğine atanmış, sıra dışı
yaklaşımları dile getirebilen bir akademisyen
olan Prof. Raghuram Rajan. Prof. Rajan
2005’te, Alan Greenspan emekli olurken
onuruna düzenlenen bir toplantıda, yaptığı
konuşmada, mali sektörün risklerinden ve
bir krizin gelmekte olduğundan söz etmişti.
Daha sonra Ağustos 2006’da, Kansas
Federal Reserve Bank’ın düzenlediği bir
konferansta, “yabancı sermayeden çok
kendi kaynaklarına dayanan gelişmekte
olan ülkelerin, kendi kaynaklarından çok
yabancı sermaye girişine dayanan
gelişmekte olan ülkelerden daha hızlı
büyüdüğünü” bulgulara dayanarak
savunmuştu.
Prof. Rajan, Mayıs 2010’da yayımlanan
Fault Lines (Fay Hatları) başlıklı kitabında
krizin temel nedenini gelir dağılımındaki
bozulmaya bağlıyor (Rajan, Project
Syndicat, 09/07/2010). Kitabın anafikri
kısaca şöyle: 1970’lerden bu yana
Amerika’da ve genelde Batı dünyasında,
ücretle çalışanların en yüksek gelirli yüzde
10’unun (üst düzey yöneticiler) gelirleri,
geriye kalan yüzde 90’ınkinden çok daha
büyük bir hızla artmış.
Krizin nedeni, gelir dağılımındaki
bozulmaymış
Prof. Rajan’a göre bu gelir dağılımını
düzeltmek için, eğitimi, aile kurumlarını,
çocuk beslenmesini destekleyen sistemleri
güçlendirerek, işgücünü uluslararası
piyasalarda rekabet edecek bir düzeye
getirmek (verimliliği ve kârlılığı restore
etmek-E.Y) gerekiyormuş. Ancak, toplumsal
istikrar açısından gelirin değil tüketimin
önemli olduğunu bilen yönetimler, bu
uzun dönemli kalıcı çözümler yerine, gittikçe
göreli olarak yoksullaşan kesimlere, çok
uygun ama gerçek dışı koşullarda, tüketici,
ev kredisi vererek tüketim düzeyini, bir refah
yanılsamasını korumuşlar. Kredi hacmi böyle
büyürken süper rekabetçi, ahlaksız (amoral)
mali piyasalar devreye girip bugünkü
koşulları yaratmışlar.
King’in kitabını tanıtan yazısından bir gün
sonra, Rajan’ın kitabını yorumlayan Wolf,
Rajan’dan, “yaratılan her bir dolarlık gerçek
gelirin 58 sentinin hane halkının en üst yüzde
birlik kesimine gittiğini” aktarıyor. Wolf,
Rajan’ın “bu çarpıcı duruma” karşı gelişmesi
olası tepkilerin kredi yoluyla denetlendiğine
ilişkin görüşlerine katılıyor.
Wolf’a göre, dünya ekonomisi ilk
çöküntüden sonra toparlandı ama krize yol
açan “fay hatları” hâlâ bizimle. Böylece,
bizim yıllardır burada vurguladığımız yapısal
kriz kavramına Wolf da gelmiş oluyor.
Wolf’a göre, geçen dönemin en önemli
özellikleri artık geçerli değil. Örneğin refah
devletini artık sürdürmek olanaklı değil. Artık
hükümetlerin kriziyle karşı karşıyayız
(devletin mali krizi dediğimiz durum).
İhracata dayalı üretimi sürdürmeye devam
etme çabaları uluslararası çatışmalara yol
açmak durumunda. Büyük çaplı uluslararası
sermaye hareketlerinin sakıncalarını artık
herkes görüyor. Mali entegrasyonu
sürdürmek bile olanaklı olmayabilir.
Wolf’un diğer saptamaları da çok çarpıcı:
Batı eski gücüne sahip değil. Yakıtını
borçtan alan tüketicisi artık dünyanın
lokomotifi değil. Batı’nın mali sistemi eskisi
gibi dünyanın mali kaynağını oluşturmuyor.
Ekonomilerin bütünleşmesi (neo-liberal
küreselleşme) artık dünya ekonomisinin
sürücü gücü değil. Dünya ekonomisinin
gelecek yıllarda başka depremler
yaşamaması için, tüm dünya liderlerinin bir
eşgüdüm ve işbirliği içinde bir reform
programı uygulaması gerekiyor.
Ama nasıl?
Bugün bilgece eleştiri üreten çözüm
arayanlarla, geçen 30 yıl boyunca bugün
kötülediklerini bize satanlar aynı insanlar.
Dün sağlık sistemine, okula, toplu konuta,
emekli maşlarına gelince “Valla hiç kaynak
yok” diyenler, bankaları, gelirin yüzde 58’ini
alan yüzde 1’i “kurtarmak için” iki yılda
yaklaşık 12 trilyon dolar para buldular…
Dün biz, küreselleşmeyi anlamak
istiyorsanız, bu kredi piyasası neden bu
kadar büyüdü diye sormak gerekir,
diyorduk. Şimdi onlar, krizin nedenini gelir
dağılımındaki bozulmaya bağlıyorlar. Peki,
gelir dağılımı neden bozuldu? Bu soruyu
neden sormak istemiyorlar?
Bu tehlikeli bir soru. Eğer bu soruyu
sorarlarsa, bir adım sonra, üç yıldır
seyrettiğimiz görüntülerin (gösteri
toplumunun ekranlarının) arkasındaki
“reel”e, yaşam dünyamızın gerçeğine,
sermayeye, onun yapısal krizine
ulaşacağız.
Bu yüzden, bunlar krize “çözüm”
bulamazlar. Çünkü, bulmakla görevli olanlar,
sermayeye hizmet etmekle yükümlüler,
topluma değil. Sermaye bir “kâr makinesi”
olduğundan bunların rasyonalitesinin
çekirdeğini, sermaye üzerinde yaşadıkları
sürece de kâr sürecine hizmet etmek
oluşturuyor. Ama sermaye çok katmanlı, çok
çelişkili karmaşıklık. Her parçası öbürüyle,
her parça üzerine yaşayan “parazit”, öbür
parçanın üzerinde yaşayan parazitle
yarışıyor. Ortak tutum, ortak akıl yok, kör ve
etik kaygılardan bağımsız bir kâr itkisinden
başka…
Üstelik bunların ellerinde tüm yaşam
dünyamızı yıkabilecek araçlar var. Artık
krediyle disiplin altına alma olanağını
yitirdikleri emekçilere, kıt enerji, mineral,
su ve besin kaynaklarına ulaşmak için
birbirlerine saldırma olasılıkları çok yüksek.
Diğer taraftan küresel krizin, küresel çapta
bir ortak karar alma alanı açtığını
görüyoruz. İnsanlığın, bu fırsatı
değerlendirip uygarlığını bu barbarların
elinden kurtarmak için sermaye düzeninin
ötesine geçmeyi bir kez daha denemekten
başka çaresi yok. Çünkü artık böyle devam
etmek de olanaklı değil.
Krizin Tüm Boyutları
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA
yakupkepenek06@hotmail.com
erginy@tr.net
http://erginyildizoglu.blogspot.com
AKP hükümeti sağlõk harcamalarõnõ frenledi. Reçete sayõsõ bu yõl yüzde 2 düştü
Sağlõk için para yokEkonomi Servisi - Genel
sağlõk sigortasõ uygulamasõnõn
da etkisiyle merkezi yönetim
bütçesindeki sağlõk harcama-
larõ, geçen yõla göre yüzde 30
düştü.
AA’nõn Maliye Bakanlõ-
ğõ’ndan derlediği verilere gö-
re, geçen yõlõn ocak-haziran
döneminde bütçeden sağlõk
harcamalarõ için 3 milyar 510
bin 306 lira çõktõ. Bu yõl ise
bütçedeki sağlõk harcamala-
rõnda 1 milyar lirayõ aşkõn bir
azalma meydana geldi. Büt-
çeden yõlõn ilk 6 aylõk döne-
minde sağlõk için 2 milyar
458 milyon 950 bin lira çõktõ.
Bunun 334 milyon 776 bin li-
rasõ genel tedavi ve sağlõk
malzemesi giderleri, 150 mil-
yon 52 bin lirasõ da genel ilaç
giderleri için kullanõldõ. Ta-
sarruf tedbirleri, özellikle ye-
şil kartlõlarõn sağlõk harcama-
larõnda kendisini gösterdi. 6
aylõk dönemde yeşil kartlõla-
rõn tedavi ve sağlõk malzeme-
si giderleri yüzde 6.5, ilaç gi-
derleri ise yüzde 26.2 oranõn-
da düştü. Düzenlenen reçete-
lerde de ciddi bir azalma or-
taya çõktõ. Geçici verilere gö-
re, yõlõn ilk 5 aylõk dönemin-
de sağlõk kuruluşlarõna müra-
caat edenlerin sayõsõ, geçen yõ-
la göre yüzde 25 oranõnda ar-
tõş gösterdi. Buna karşõlõk, re-
çete sayõsõ yüzde 2 oranõnda
düştü.
Maliye Bakanlõğõ yetkilile-
ri, Sosyal Güvenlik Kuru-
mu’nun sağlõk kuruluşlarõna
müracaat ve düzenlenen re-
çetelerle ilgili verilerinin sağ-
lõkla ilgili tedbirlerin sonucu
olduğunu belirterek “İlk 5
ayda sağlık kuruluşlarına
başvuru sayısı artarken, re-
çete sayısının düşmesi ol-
dukça dikkat çekici. Türki-
ye’de insanlar, başı ağrıdı-
ğında dahi sağlık kuruluş-
larına koşuyordu. Gerekli
gereksiz ilaç yazdırılıyordu.
Herkesin evinde bir bölümü
kullanım tarihini geçmiş tor-
ba dolusu ilaç vardır. Sağ-
lıkta her aşamada çok sayı-
da suiistimal yaşanıyordu”
açõklamasõnõ yaptõ.
Tasarruf tedbirleri ve genel sağlõk sigortasõ uygulamasõ sonucunda 2009’un ilk
yarõsõnda 3.5 milyar lira olan bütçedeki sağlõk harcamasõ, bu yõl 2.4 milyar liraya geriledi.
Fındık üreticisi
6 TL istiyor
AHMET ŞEFİK
TRABZON - Giresun Ziraat Odasõ Başkanõ
Özer Akbaşlı 2010 ürünü fõndõk için 6 TL fiyat öne-
rirken, Trabzon Ticaret Borsasõ Başkanõ Mehmet
Cirav, üreticiye ‘fındığını pazara yavaş yavaş ver’
çağrõsõ yaptõ. Ziraat Mühendisleri Odasõ Genel
Başkanõ Gökhan Günaydın da hükümetin bir yõl
önce açõkladõğõ ‘fındık stratejisi’nin sorunlarõ
çözmek bir yana, yeni sorunlar getirdiğini söyledi.
Ağustosta başlayacak fõndõk toplama mevsimi ön-
cesinde sektör temsilcileri, “Fındığın Dünü, Bu-
günü ve Yarını” panelinde bir araya geldi. Gü-
naydõn fõndõğõ geliştirmek yerine kaosa sürüklemek
için Türkiye’de elbirliği ile çalõşõldõğõnõ söyledi. Gü-
naydõn şöyle
konuştu:
“Geçen
yıl yeni 450
bin hektar-
lık ruhsatlı
fındık ala-
nı belirle-
diler. Hü-
kümetin
geçen yıl
açıkladığı
f ı n d ı k
stratejisi
yanlış ve
başarısız
oldu.”
Ekmek zammı kapıda
İSTANBUL (ANKA) - Buğda-
yõn kalitesini düşüren yağõşlar, ek-
mek zammõnõ gündeme getirdi. Ek-
mek Sanayii İşverenler Sendikasõ
Başkan Yardõmcõsõ Çetin Keçeli,
aşõrõ yağõşlarõn buğdaydaki glutenin
(güç) düşmesine neden olduğunu,
bu durumun, kilosu 45 ile 55 ku-
ruştan alõnan kaliteli buğday fiyatõnõ
65 kuruşa, bir çuval kaliteli un fi-
yatõnõ da 38-40 TL’den 42 TL’ye çõ-
karmaya başladõğõnõ belirterek,
“Ramazan bayramına kadar ge-
lişmeleri değerlendireceğiz. O sü-
reç içerisinde kaliteli buğday fi-
yatlarındaki artış devam eder, un
fiyatları belli noktaya çıkarsa, o
zaman ramazandan sonra ekme-
ğe zam kaçınılmaz olur” dedi.
Buğdayõn kalitesinin düzeltilme-
si ve fiyatlardaki artõşõn önlenebil-
mesi için ithalata ihtiyaç duyulabi-
leceğini savunan Keçeli, ancak
yüksek rekolte beklentisi nedeni
ile Tarõm Bakanlõğõ’nõn, 1 Haziran
2010’da ihracat amaçlõ yapõlan buğ-
day ithalatõnõ kapattõğõnõ hatõrlattõ.
Fiyat artõşõnõn sürmesi halinde un
fiyatlarõnõn artabileceğini söyleyen
Keçeli, “İthalat serbest bırakıl-
mazsa un fiyatları artar. Bu du-
rum ekmek fiyatlarına yansır” di-
ye konuştu.
Keçeli, una zam gelmesi halinde
fiyatõn yüzde 10 artabileceğini, bu-
nun da İstanbul’da 300 gramõ 50 ile
80 kuruş arasõnda satõlan ekmek fi-
yatlarõna aynõ oranda yansõyabile-
ceğini söyledi.
Yoksulların
temel gıda
maddeleri
içinde yer alan
ekmeğe
ramazandan
sonra zam
gündeme geldi.