Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 21 HAZİRAN 2010 PAZARTESİ
10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
Öfkeyle Kalkan...
AKP lideri ve onun dış ilişkilere stratejik
derinlikle yaklaşımı ve komşularla “sıfır
sorun”un mucitliğiyle tanınan Dışişleri
Bakanı’nın son birkaç aydan bu yana ülkeyi
sudan bahanelerle Batı’dan uzaklaştıran
girişimlerinin ağır faturasının ödenme
zamanının başladığı görünmektedir.
Ermeni, Kürt açılımlarının birbiri ardından
fiyaskoyla sonuçlanmasının tortuları hızla su
yüzüne çıkmaktadır. Bu Batılı dost ve
müttefiklerimizle zor bir dönemin başladığının
ilk işaretleri sayılabilir. Buna karşılık Batı ile
ilişkilerimizin hangi ulusal çıkarlarımız için
çıkmaza sokulduğunu anlamak ise mümkün
değildir. Öfkeyle kalkılmış ve doğal olarak
zararla oturulmuştur. Zürih’teki Ermeni
açılımının daha başlangıçta başarısızlığa
mahkûm olduğunu anlamak için sadece
İsviçre’deki şovun fotoğraf karesine bakmak
yeterlidir.
Havada uçuşan “anlaşmalar”, Ermeni
delegasyonunun yüzlerindeki hoşnutsuzluğa
karşın bizim Dışişleri Bakanı’nın çayı görmeden
paçayı sıvaması misali çocuksu sevinciyle
erken kutlanan diplomasi zaferi, tıpkı Batı ile
İran arasındaki “arabuluculuk” macerasında
olduğu gibi, ne yazık ki çok geçmeden tam bir
fiyaskoyla sonuçlanmasını önleyememiştir.
Komşularla sıfır sorun ise sorunları sıfırlayacak
yerde, tam tersine katlayarak arttırmış, bu
konuda da serap görülüdüğü ortaya çıkmıştır.
Başkan Obama’nın 24 Nisan konuşmasında
Türkiye’nin hassasiyetlerini unutmayarak
“soykırım” sözcüğü yerine, onun Ermenicesini
kullanması, Dışişleri Bakanı’nın şiddetle karşı
çıkmasına rağmen, AKP lideri tarafından yeterli
bulunmuş, ne ki Dışişleri Bakanı daha sonra
hizaya gelerek ABD’ye karşı söylemlerini bir
daha ağzına almamıştır.
Anlaşılan o ki, ne AKP lideri ne de onun
Dışişleri Bakanı, Birleşik Devletler’deki köklü ve
etkin Ermeni diyasporası ve lobisinin gücünü,
tıpkı İsrail konusunda olduğu gibi gerektiğince
değerlendirmeyi başaramamışlardır. Zira
AKP’nin dış politikası gerçek
değerlendirmelerden çok vehimlere
dayanmaktadır. Örneğin Yugoslavya’da eski
düşmanların arasını bulduk söylemleri bu
konuda çarpıcı bir örnektir. Zira Ankara’da
ağırlanan Boşnak lider Silaydiç, sadece kişisel
olarak görüşmelerde bulunmuştur. Diğerleri
hakkında konuşmaya yetkili değildir. Bu
yüzden eski düşmanlar arasındaki ilişkiler
AB’ye dahil olma süreci içinde çoktan
normalleşme yoluna girmiştir. Ankara’nın bu
konuda katkısı yoktur.
Son İran “arabuluculuğunda”, uluslararası bir
sorunda rol alma hevesi ise yine erken
kutlanan zaferin coşkusunda, kısa sürede
fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Kendilerini yetkili
taraf gören Brezilya ve Türkiye’nin mutabakat
metnine imza koyması ve o imzalara sahip
çıkmasıyla BM Güvenlik Konseyi’nin
çoğunluğunun tersine oy kullanmalarıyla
durduk yerde Batı ile ters düşülmüştür. Şimdi
BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen
yaptırımlar karşısında Türkiye ve Brezilya’nın
ne yönde hareket edecekleri merak konusudur.
Yaptırımlara uyacaklar mıdır, yoksa yetkisiz
imzalarının arkasında durmak bahanesiyle
yaptırımların delinmesi yönünde mi hareket
edeceklerdir? Açık olan şu ki; Türkiye ve
Brezilya’nın, takas konusunun yanı sıra olayın
özünü oluşturan uranyum zenginleştirme
çabalarından bütünüyle vazgeçtiğiyle ilgili
İran’ın hiçbir angajmana girmemesi,
görüşmelerinin fiyaskoyla sonuçlanmasında
belirleyici olmuştur.
Şimdi bu pirincin taşını kim ayıklayacaktır?
Birleşik Devletler başta olmak üzere Batı ile
riske girmek ülkenin hangi yüksek çıkarları için
göze alınmıştır? Bu hangi yetkiyle
gerçekleştirilmiştir soruları yanıt beklemektedir.
Filistin deyince neden akla salt Hamas’ın
yönetimindeki Gazze şeridi gelmektedir? İsrail
ambargosu salt Gazze’yi mi vurmaktadır? Batı
Şeria’dan neden söz edilmemektedir? Çünkü
Hamas dinci, Batı Şeria’daki Filistin ise laiktir.
Gazze kuşatma altındadır da Batı Şeria’da her
şey yolunda mıdır? Sayıları 700 bini bulan
insan Batı Şeria’da 550 kontrol noktasıyla
parça parça edilmiş bir ülkede yaşam savaşımı
vermektedir hem de 40 yılı aşkın bir süredir.
Mescidi Aksa’da birlikte namaz kılmayı
düşleyen Dışişleri Bakanımız, acaba kırk yılı
aşkın bir süredir Kudüs’ün batısının İsrail
kolonlarının elinde bulunduğunu yeni mi
duymuştur? Din referanslı boş sözlerdir bunlar
ve daha çok içeriye dönüktür. Lafla, hamasetle
olsaydı şimdiye değin Filistin sorunu çoktan
çözüme ulaşırdı.
Vizyonu geniş dış politikamız, İsrail’in
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
OECD’ye, kolonilerin üretimi ve dışsatımı
hakkında hiçbir bilgi sağlamaması, ayrıca
örgüte katılmak için gerekli yükümlülüklerin
hiçbirini yerine getirmemesine karşılık üyeliğine
neden karşı çıkmamıştır? Filistinlilerce İsrail’in
elini güçlendirdiği için “kara gün olarak”
görülen bu gelişmede Türkiye neden sessiz
kalmıştır?
Suudi Arabistan’ın, İran’ın nükleer tesislerine
olası bir saldırı için kendi hava sahasını İsrail’e
açmasına neden esip gürlememiştir? Bu
sorular da yanıt beklemektedir!
Carnegie Endowment adlı uluslararası barış
örgütü araştırmacılarından Henry Barkey’e
göre Obama yönetimi Türkiye’ye zarar verecek
oylamaları engellemeye bundan böyle pek
eğilimli değil. Aynı zamanda Türkiye’nin AB’ye
katılması için politik sermayesini harcamaya da
niyetli değil. Türkler Washington’daki bu iklim
değişikliklerini yakında hissedeceklerdir.
(Corine Lesnes, Le Monde 18 Haz. 2010)
Tek bir insanı saptayan sofistike ABD
istihbaratının sayıları iki yüzün üstünde olan
PKK unsurlarının hareketini saptayamamasını
acaba sözü edilen iklim değişikliklerinin
şimdiden kapıya dayandığının işareti midir?
Halkla
siyaset
arasındaki
çatlak
TISSY BRUNS
Horst Köhler’in
cumhurbaşkanlõğõndan huzursuz
edici istifasõnõn, verimli bir yan ürünü
var. Bu istifa, halkla siyaset arasõnda
büyüyen çatlağõ günün konusu haline
getirdi. Bu çatlak tüm Batõ
demokrasilerinde uzun süredir vardõr ve
için için yanan, ancak henüz
keşfedilmemiş bir kor gibi o
demokrasilerin gücünü tehdit etmektedir.
“Bu siyaset”in, ki ona yönelmiş bir
sõkõntõ da var, böyle tõrnak işaretiyle
kullanõlmasõ gerekiyor, çünkü siyaset
denilen şeyin yerine geçen ama onun
olabileceğinin de tatsõz tuzsuz bir
kopyasõ. Herkesi ilgilendiren böyle bir
toplumsal süreç, ilgilenenlere kamu
denilen arenaya müdahil olma olanağõ
tanõmaktadõr. Ama bugün siyaset
sözcüğünü duyanõn aklõna iktidar
siyaseti geliyor. Böyle bir çağrõşõmõ var.
Bu konuda, bir yanda halk, diğer yanda
da işi siyaset olanlar ve onlarõn
medyadaki izleyicileri uzlaşmõş
durumda. Ama bütün ortaklõk da bu
kadar. Eğer Başbakan Angela Merkel
yeni cumhurbaşkanõ adayõnõ açõklarken,
bu sefer “bizden biri” olmalõ sloganõnõ
kullanõrsa, yani yeni cumhurbaşkanõnõn
iktidar mekanizmasõnda iyice pişmiş ve
sertleşmiş bir meslekten siyasetçi olmasõ
gerektiğini vurgularsa, yönettiği halkõn
sert tepkisini de provoke etmiş olur.
Halk, aman “bunlardan biri olmasın!”
diye düşünür. İşte cumhurbaşkanõ
seçimine yönelik bu karşõtlõktan bir
heyecan çõkõyor.
Meslekten politikacõlar Horst Köhler’in
popülaritesini, izleyenlerin gözünde
“siyasetin” aleyhine, onun sõrtõndan bir
profil vermesiyle açõklama
eğilimindeler. SPD-Yeşiller’in
cumhurbaşkanõ adayõ Joachim
Gauck’un yükselişini de, siyasetin
gerçek profesyonellerinin iyi bildiği gibi,
hiç olmayan bir şifa dağõtõcõya yönelik
özleme bağlõyorlar. Politikacõlarõn
tertemiz direnme refleksleri içeren
pojeksiyonlarõ bunlar. Böyle özlemlerin
ifade ettiği açõğa dair, bu yanõtlardan
sonra, kimse kafa patlatmak zorunda
kalmaz. Halk istediğini umut edebilir,
zaman gelir yeniden sakinleşir.
Yurttaşlar sandığa
gitmez olur
Sorun aslõnda şu: Böyle hesaplar ne
kadar tutarsa, demokrasinin canlõlõğõnõ
da o kadar zedeler, onun altõnõ oyar.
Böyle sakinleşmiş bir halk görünür bir
biçimde ilgisizleşir, yüzünü çevirir,
üstelik sadece siyasetçilerden de değil.
Siyasi olan genelde gözden düşer,
sonunda geriye doğru bir sarmal
işlemeye başlar. Yurttaşlarõn yüzde 30’u
genel seçimlere katõlmaz olur, yüzde
40’õ da ülkenin en büyük eyaletindeki
yerel seçime gitmez. Onlar böyle yaptõğõ
için sonuçta siyaset az sayõda insanõn işi
haline gelir. O az sayõda insan da ülkenin
diğer güçlüleriyle kamu sorunlarõnõ
aralarõnda hallederler. Bundan sorumlu
olanlar, kendilerini, anayasaya göre
olandan çok daha güçsüz hisseden ve
yüz çeviren çok sayõda insandõr.
Sorumlular, kendilerini gerçekte
olduğundan çok daha güçlü gösteren
siyasetçilerdir. Bu siyasetçilerin içten
pazarlõklõlõğõ, halkõn özlem ve
umutlarõnõn tümünden daha ahmakçadõr.
Ekonominin ve paranõn iktidarõyla
rekabet edebilenler, siyaset ve
siyasetçilerdir; bunu da sağladõklarõ
meşruiyetle gerçekleştirebilirler.
Köhler ve Gauck’un üzerine
yansõtõlanlar, en köklü demokratik
arzulardõr. Halk ve siyaseti karşõtlõk
içinde görmeyen bir siyaset anlayõşõna,
ortaklõk duygularõnõ hõrslarõna kurban
etmeyen politikacõlara olan arzular...
Almancadan çeviren: Osman Çutsay
(Der Tagesspiegel, Almanya,
17 Haziran 2010)
Venezüella merkezli Latin Amerika
çapõnda yayõn yapan TELESUR
televizyonu muhabiri Segarra, saldõrõdan
sonra birkaç gün İsrail’de tutuklu kalõp
Türkiye’nin gönderdiği uçaklarla
İstanbul’a gelmiş ve ardõndan ülkesi
İspanya’ya dönmüş, doğduğu kent
Valencia’da sevgi gösterileriyle
karşõlanmõştõ. TELESUR, Segarra ile
Gazze dönüşünde bir söyleşi
gerçekleştirdi.
- David senin için çok
kaygılandık, saldırı
sırasında neler oldu, bize
anlatır mısın?
Türkiye’den,
İstanbul’dan herkese selamlar.
Havaalanõnda Filistin bayraklarõyla pek
çok insan karşõladõ bizi. Bir büyük şok
yaşadõk ama mutluyuz, özgürlüğümüze
kavuştuğumuz için çok sevinçliyiz. Her
şeyden öte ilk kez dünyada bu konuya
böylesi bir tepkinin olmasõ çok önemli.
İnsanlar yere yığılıyordu...
Bizi susturmaya çalõştõlar, Mavi Marmara
gemisinde bulunan 40 kadar uluslararasõ
medyanõn iletişimini engellemeye
çalõştõlar ama dünyayõ susturmayõ
başaramadõlar.
Dünyanõn tepkisi her zamankinden daha
güçlüydü. Beni en çok sevindiren de Latin
Amerika halklarõnõn asla sessiz
kalmayacaklarõnõ bilmekti. Onurlu
hükümetler eskiden asla göremeyeceğimiz
biçimde oybirliğiyle saldõrõyõ mahkûm
ettiler.
- David, televizyonumuz için haber
geçtiğin ekipmanına el koydular diye
biliyoruz, neler oldu, tutuklu kaldığınız
hapishanede neler yaşadınız?
Saldõrõ anõnõn ilk tanõklarõndan olduğumu
söyleyebilirim. Askeri helikopterlerin
güverteye özel komandolarõ indirdikleri
sõrada basõn salonunda çalõşmaktaydõk.
Makineli tüfeklerle ateş ettiler, sis ve ses
bombalarõ attõlar, insanlar yere yõğõlõyordu.
ALMANYA’DA SEÇİMLER
Bazõlarõ bu beklenmedik şiddete, özel
eğitilmiş komandolara karşõ koymaya
çalõştõ. Ölen bir gazeteciyi gördük.
- David, Türk televizyonlarına göre
İsrailli askerlerin ellerinde isim
listeleri varmış ve güverteden
denize atılanlar olmuş. Bu konuda
bir bilgin var mı?
Henüz tam bir bilgi yok, İHH’ye göre
800 tutsağõn içinde 40 kadar
uluslararasõ basõn mensubu, Özgür
Gazze Örgütü’nden temsilciler vardõ.
Tüm bu kuruluşlarõn olayõ
değerlendirmesi gerek. Ancak size
kesinlikle söyleyebilirim ki İsrail
askerleri rastgele ateş ediyorlardõ.
Ayrõntõlõ bir soruşturma yapõlmasõ
gerekiyor. Ancak bizleri, o gemilerde
bulunan 800 kişiyi, dünyanõn bu kez
sessiz kalmadõğõnõ, silahsõz insanlara,
basõna, barõş aktivistlerine karşõ
yapõlan bu saldõrõyõ mahkûm
ettiklerini bilmek avutuyor.
- Geminin ele geçirildiği anı anlatır
mısın?
Basõn salonundaydõk, bir anda tüm
iletişimimiz koptu. İnternet bağlantõsõ,
telefonlar, uydu hepsi gitti, İsrail
ordusunun bir elektronik
engellemesiyle karşõ karşõya
olduğumuzu anladõk. Neler olup
bittiğini görmek için fotoğraf
makinelerimizle dõşarõ çõktõk. Gemiye
çõkan komandolarõ, helikopterleri
gördük. Olanlarõ kaydetmeye
çalõşõyorduk. Peş peşe yaralananlarõ,
ölenleri gördük.
Gemiler sadece yardım
malzemesi taşıyordu
- Tel Aviv’e göre gemide askerler
kendilerine saldırıldığı için ateş
etmek zorunda kalmışlar...
Bize karşõ, silahsõz sivillere karşõ iki
savaş gemisi, denizaltõlar, savaş
helikopterleri, özel komandolar
gönderdiler. Rastgele ateş ettiler, ses
bombalarõ attõlar, gemidekilerden
ölenler var, bir tek İsrail askeri bile
ölmemiş. Böyle bir iddiada bulunmak
tam bir utanmazlõk. Neyse ki kimse
bu saçma hikâyeye prim vermiyor.
- İsrail gemide silah ve mühimmat
olduğunda ısrar ediyor. Gazze’ye
giden gemilerde neler olduğunu
bize tekrarlar mısın?
Her şeyden önce bu suçlamayõ
yalanlamak gerek, televizyonlarda
tüm gösterdikleri tahta sopalar, yemek
bõçaklarõydõ. Tüm gemilerde
bulunabilecek şeyler. Öte yandan bu
nesnelerin hiçbiri dişlerine dek silahlõ
bir güçle savaşmaya yetmez. Bu
gemiler sadece sağlõk malzemeleri,
tekerlekli sandalyeler, eğitim gereçleri
gibi insani yardõm malzemeleri
taşõyorlardõ.
İspanyolcadan çeviren Engin
Demiriz (TELESUR, Venezüella,
2 Haziran 2010)
Savaşa bir dakika kala
JUAN CARLOS SANZ
“Bize ‘One minute,
one minute’ diye
bağırıyorlardı, İsrailli
askerler Mavi
Marmara’nın
güvertesine ateş
açarlarken.” Gazze’ye
insani yardõm
gemisindeki
aktivistlerden biri Tel
Aviv’den İstanbul’a geri
gönderilmeden az önce
basõna böyle anlatõyordu.
“One minute”, 2009
Davos Forumu’nda
Recep Tayyip
Erdoğan’õn İsrail’in
Gazze sõnõrõna saldõrõsõ
hakkõndaki yargõsõnõ dile
getirmek için hiddetle
istediği süre, eski
Ortadoğu çatõşmasõnda
artõk tam bir talep sloganõ
oldu. Türk Başbakanõ o
zamandan beri İsrail’in
bölgede barõş için bir
engele dönüştüğünü ilan
etmeyi bõrakmadõ.
Ankara hükümeti son
yõllarda, geçmişte
Osmanlõ
İmparatorluğu’nun
kuvvetli enerji ve ticaret
bağlarõ stratejisi
sürdürdüğü Suriye, Irak
ve diğer komşu Ortadoğu
ülkeleri ile ilişkilerini
iyileştirmeye çalõşmakta.
“Kimse Türkiye’nin
sabrını denememelidir.”
Erdoğan’õn İsrail’e,
Özgürlük Filosu adõ
verilen saldõrõda
tutuklanmõş olan -üçte
ikisi Türk uyruklu-
600’den fazla aktivisti
serbest bõrakmasõ için
yaptõğõ bu uyarõ
Türkiye’de bir ültimatom
olarak yorumlandõ.
Doğu Akdeniz’de
yeni güç
Krizi değerlendirmek için
Ankara’da hemen Ulusal
Güvenlik Konseyi
toplandõ. Türk analistler
bu noktada Türkiye’nin
Yahudi devleti ile
diplomatik ilişkilerini
kesmesi ve sonrasõnda
kuruluşundan beri parçasõ
olduğu Atlantik İttifakõ’nõ
anlaşmaya çağõrmasõ
olasõlõğõnõ not ettiler.
Doğu Akdeniz’de kan
çõkmadõ ama tam da
Oslo’da Filistinlilerle
İsrailliler arasõndaki barõş
görüşmeleri sõrasõnda
stratejik ortak olmaya
başlamõş olan Türkiye ve
İsrail ayrõşmasõ bu krizle
tamamlandõ. Ankara Tel
Aviv’deki elçisini geri
çekti, askeri iletişimi
askõya aldõ ve 2009’da 2.5
milyar Avro civarõnda
dolaşan karşõlõklõ
ekonomik ilişkileri
dondurdu. Avrupa
Birliği’ne tam üyelik
konusundaki isteği
Fransa, Almanya ve
Kõbrõs’õn vetolarõ
nedeniyle frenlenmiş
görünen Türkiye artõk
Doğu Akdeniz’de yeni bir
kuvvete dönüştü.
NATO’nun ikinci en
geniş ordusu ve
Afganistan’daki
uluslararasõ misyonda yer
alan silahlõ kuvvetleri,
tepki gösterebilme
kapasitesini garanti
ediyor.
Cumhurbaşkanõ Abdullah
Gül mayõs ayõnda bir grup
Avrupalõ gazeteci önünde
“AB’ye yaklaşma süreci
Türkiye’nin yaşadığı
büyük reformların
motoru oldu” diye
belirtiyordu. Fakat Türk
hükümeti şimdi bölgesel
önderliğini daha Doğulu
bir stilde uyguluyor:
Pazarlõklar ve diplomatik
ilişkilerde “soft power-
yumuşak güç” denen
yöntem. Türkiye’nin filo
krizi boyunca İsrail
karşõsõndaki tavrõ, ortaya
çõkan yeni gücü, Türk
modelinde kültürel
kimliğini kaybetmeksizin
ilerleme ve modernlik
gösteren bir örnek gören
1.5 milyarlõk İslam
dünyasõ önünde fazla
görünür bir yere
yerleştirdi. “Yeni bir
imparatorluk inşa etme
özlemimiz yok” diyordu
Dõşişleri Müsteşar
Yardõmcõsõ Büyükelçi
Selim Yenel ve
ekliyordu: “Fakat barış
ve bölgemizde istikrar
istiyoruz”.
İspanyolcadan çeviren:
Dr. Ayşın Uçkun Kitapçı
(El Pais, İspanya,
6 Haziran 2010)
Gazze’ye yardõm konvoyundaki gazeteci Segarra İsrail saldõrõsõnõ anlattõ
‘Rasgele ateş ediyorlardõ’
TELESUR
televizyonunun
muhabirlerinden
David Segarra,
İsrail
askerlerinin
kendilerine
saldırıldığı için
ateş etmek
zorunda
kaldıkları
iddiasını
“Utanmazca bir
yalan” diye
niteledi.
30 Haziran’da yeni
cumhurbaşkanõnõ belirleyecek olan
seçim, yurttaşlarla siyaset sõnõfõ
arasõndaki çatlağõ belirgin kõlõyor.
Siyaset sõnõfõ için önemli olan,
iktidarõnõ korumak. Bu da
demokrasinin altõnõ oyuyor.
Filistinliler önceki gün Batı Şeria’da yerleşimleri protesto için yap-
tıkları eylemde İsrail askerlerine “kırmızı kart” gösterdi. (AFP)