19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 NİSAN 2010 SALI 6 HABERLER TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ [email protected] - www.mehmetfarac.com Bizi önceki hafta Siirt’e götüren özel uçak geçen cuma günü ise CHP lideri Deniz Baykal’la birlikte Van’a taşıdı... Hani şu dincilerin bir Cumhuriyet üniversitesini yıkıp yerine Said Nursi’nin “Medresetü’z Zehra” rüyasını canlandırmaya çalıştığı Van... Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’ın işte bu karanlık hesap uğruna kurban edildiği kent!.. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ve kardeşiyle ilgili çok ama çok ilginç hikâyelerin anlatıldığı serhat şehri!.. Malatya, Elazığ, Siirt gezileriyle, “Fırat’ın ötesine gidemiyorlar” teranesini darmadağın eden Baykal, Van’a başbakan gibi onlarca korumayla değil, başı dik bir yurttaş gibi girdi... Yumurta ve taş yağmuru il kongresinin yapıldığı meydana girerken başladı... Pusuya yatmış cengâverler polisin ihmalinden yararlanarak saldırdılar! Hazırlıklı oldukları ellerindeki faşizane pankartlardan da belliydi! Yani yoldan geçen sıradan bir yurttaşın demokratik tepkisi değildi bu!.. Kongre süresince öfke dolu sloganlar hiç dinmedi! Kalabalık giderek arttı. Onların faşistlikle suçladığı Baykal o anda Kürtçeyle ilgili yasağa yıllar önce nasıl direndiğini ve Kürt yurttaşların hakları için 1989’daki ünlü Güneydoğu Raporu’nu nasıl hazırladıklarını gururla anlatıyordu... “Herkesin kimliği onurudur” diyordu... Baykal Van’daki salonda takıyye yapmadı, partisinin Güneydoğu politikasını yüreklice anlattı ve bölgedeki çıkmazın CHP iktidarıyla yok olacağına ısrarla dikkat çekti... Salondan çıktığımızda Baykal’ın yanında CHP Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş, Algan Hacaloğlu, Kemal Kılıçdaroğlu ve Mehmet Sevigen de vardı Meydandaki kalabalık on katına çıkmıştı. Beş yüzden fazla insan yüzlerine yansımış korkunç bir öfkeyle bu kez CHP otobüsünü taş yağmuruna tuttular... Peki kim düzenledi bu saldırıyı?.. Kentin BDP’li belediye başkanı saldırıyla ilgilerinin olmadığını söylese de, Öcalan’ın Urfa’da kutlanacak doğum gününe gitmeye hazırlanan 6 otobüs dolusu PKK ve BDP yanlısının o gün kentte toplandığı saptandı!.. PKK yanlısı bir ajansın, “Saldırganları bir AKP milletvekili yönlendirdi. Kişi başına 150 TL dağıtıldı” şeklindeki haberini kimse yalanlamadı! Yerel bir gazetecinin, “Saldırıda dinciler de vardı” şeklindeki tepkisi ise çok düşündürücüydü!.. Ancak en yaygın olan söylenti bu saldırının bir AKP projesi olduğu yolundaydı! Konuksever Vanlılar, AKP Gençlik Kolları üyelerini parmakla gösterip fail işareti yaptılar! Baykal bu yüzden saldırının ardında eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in yakınlarının bulunduğuna ısrarla vurgu yaptı. Kimi kaynaklar da, Van Belediyesi’ni BDP’ye kaptıran AKP’lilerin son dönemde iyice saldırganlaştığına dikkat çektiler! Deniz Baykal’ın “AKP’lilerin sokağa çıkması çöküşün işaretidir! Artık bu bölgeye daha fazla geleceğiz” şeklindeki sözleri de şiddet yorgunu Güneydoğu’ya büyük umut verdi. AKP’liler de BDP’liler de, Baykal’ın Güneydoğu’ya gitmesinden, bölge insanını kucaklamasından rahatsız oluyorlar! İstiyorlar ki, meydan etnik bölücülükle dinsel gericiliğe kalsın. Saldırının nedeni işte budur! Başbakan’ın Rizeli hemşerisi ve eski danışmanı olan bir valinin yönettiği 300 bin nüfuslu bu güzel kentte, işgüzarların sayısı ise beş yüzü geçmedi!.. Yani sonunda Baykal kazandı... Bakın devleti kuran partiye taş atılan bir coğrafyada, devleti bölmeye çalışan biri nasıl kucaklandı!.. Aslında sürecin bu noktaya geleceği baştan belliydi!.. Biyografisinde, “O yıllarda köy imamından dini dersler alarak büyülenmektedir” şeklinde satırlar vardı!... “Dindar” olan babasının bir kez çocuklara onu işaret ederek şöyle dediği öne sürülüyordu: “Ona dokunmayın, onun alnında fetih işareti yazılıdır.” Biyografisinin ilkokulla ilgili bölümü ise şu satırlarla devam ediyordu: “Bu dönemde dine olan eğilimi çok güçlüdür... Okula beraber gittiği arkadaşlarına bir imam gibi yolda aptes aldırıp namaz kıldırtır. Kendi anlatımlarında bu çocukça imamlığı bile kusursuz yapmaya çalıştığını; köylülerden takdir aldığını belirtmektedir.’’ Peki ya lise yıllarında?.. Biyografisinde yazılanların bundan sonrası da çok dikkat çekiyordu: “Henüz köyden aldığı din eğilimini bırakmış değildi. Maltepe Camisi’ne gidip gelir. Bu arada komünizm ile mücadele derneklerinin seminerlerini dinler. Hatta ülkü ocaklarına bile gittiği olur. Siyasal İslam eğilimi devam etmektedir.” İlk kez Mustafa Barzani ile yapılmış bir söyleşinin Kürtlük tarafı onun ilgisini çekmişti. Lise son sınıftayken Huberman’ın “Sosyalizmin Alfabesi” adlı kitabını okuyunca, “Sosyalist bir mücadelede karar kılmıştı”. Urfa’nın Suruç ilçesinde 11 Eylül 2009 akşamı düzenlenen yürüyüşe katılanlar ise onun için şu sloganı atmışlardı: “Ya Allah, Bismillah, seroke me Abdullah” (Ya Allah, Bismillah, Başkanımız Abdullah...) En eski arkadaşlarından Ali Haydar Kaytan ise geçtiğimiz günlerde onu anlattığı bir röportajda şöyle demişti: “Düşünce gücü peygamberseldir...” Ve son manzara... Güneydoğu’dan yüzlerce insan, 4 Nisan’daki doğum günü nedeniyle onun adeta türbe haline getirilmiş Urfa’nın Halfeti ilçesinin Ömerli köyündeki evinin duvarlarına yüz sürdüler; bahçesindeki topraktan, dağıtılan şeker ve kuru sac ekmeğinden alabilmek için birbirlerini ezdiler!.. Dindarlıktan ülkücülüğe, Marksizmden Kürt milliyetçiliğine!.. Kürt siyaseti şiddeti dayatarak kazanım elde ettiğini sansa da, ideolojik olarak Güneydoğu’yu yüzyıllardır kumpasında tutan Nurcu- Nakşi egemen yapısına yenik düşüyor!.. Solculuğu barındıran Kürtçülük, milliyetçiliğin hortlatıldığı bir coğrafyada muhafazakârlığa mahkûm oluyor! Yani, bir dönem Marksist- Leninist diye adlandırılan bir örgüt, kitleleşme uğruna kendi coğrafyasında araziye uymak zorunda kalıyor!.. Tabii bu arada bir terör örgütü liderine de dinsel bir imaj yükleniyor! 730 askerin şehit olduğu AKP iktidarı döneminde siyasallaşması zirveye ulaşan Kürtçülük, Şeyh Said ve Said Nursi’den sonra üçüncü bir kimliği; bu kez Şeyh Abdullah’ı kutsuyor!.. Tanıdınız mı onu?.. Şeyh Abdullah’ın Türbesi!.. BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Beyin Ölümü ve Siyaset Hır-gür içinde, yaşadığımız iki olayı gündeme taşıya- madık. Oysa siyasetin bilimle ilişkisi, bilime bakışı ve mü- dahalesi açısından çok önemli iki olumsuz örnekti... Bunlardan biri, okul çıkışında tramvayın çarpması so- nucu kaybettiğimiz Buket Bulut olayı üzerineydi. Dok- torlar “beyin ölümü gerçekleşti, artık umut yok” açık- laması yaptıktan sonra, Başbakan devreye girdi (ve- ya halkla ilişkiler faaliyeti olarak nitelendirebileceğim bir şekilde devreye sokuldu) ve Prof. Dr. Haluk Deda’yı Buket’i kurtarmaya gönderdi! Şüphesiz, emir demiri kesebilir! Zaten toplumumuzda “çıkmayan candan umut kesilmez” inanışı yaygındır! Ancak siyasetin ve tıpta kariyer yapmış insanların, “Beyin ölümü görülüyor, ama Allah’tan ümit kesilmez” inanışı doğrultusunda, toplumda yanlış bir kanaati güç- lendirecek davranışta bulunmaları, ahlaki değildir. Bu, toplumda doğrularla yanlışları birbirine karıştırır... Prof. Deda’nın muayeneden sonra, “Beyin ölümü gö- rülüyor, ama biz hastamızın iyileşmesi için elimizden gelen çabayı göstereceğiz” demesi de bir bilim insa- nından çok bir siyasetçi davranışıydı! Deda’nın en azın- dan topluma şunu açıklaması gerekirdi: “Tıp, beyin ölümünü, kesin ölüm olarak kabul eder... Bugüne kadar beyin ölümünden geri dönmüş bir olay dünyada yaşanmadı... Beyin ölümü tanısı nöroloğun, beyin cerrahının, yoğun bakım doktorunun ve kardi- yoloğun bulunduğu bir kurulca ve dünyada kabul edi- len test ve kriterlere göre konur!..” Deda’dan topluma böyle bir mesaj gitmemesi, yanlıştı! Beyin ölümü gerçekleşen bireylerin organları ba- ğışlanıyor ve binlerce insan yeniden hayata dönüyor! Hele, dini inançların, organ bağışı önünde büyük bir engel oluşturduğu Türkiye’de, “Beyin ölümü gerçek- leşti ama Allah’tan umut kesilmez” inancını güçlendi- rirse uzman ve politikacılar, Türkiye’den aklını kulla- nan bir toplumun çıkması hiç mümkün olmaz... Diyebilirsiniz ki, politikacıların istedikleri de bu değil mi?!! Biyo-Güvenlik ve Siyaset Yaşadığımız ikinci önemli olay, toplumda GDO’lu (Genetiği değiştirilmiş organizmalar) ürünler konusunda sıkı kurallar getiren biyo-güvenlik yasasının Meclis’te kabul edilmesiydi! GDO yasası, bu tür ürünlerin ülkemizde ekilmesini, yetiştirilmesini yasaklarken, yabancı ülkelerden getir- tilen ürünlerin kullanılmasına da kurallar koyuyor. Birinci saptama: Türkiye üretemeyecek, ama dı- şarıdan gelecek gıdalara denetimli olarak izin verilecek! Şüphesiz, böyle bir kural, yabancı üreticileri çok se- vindirmiştir! Tavuklar örneğin dışarıdan getirtilen GDO’lu yemlerle besleniyor! Zaten bu yemlerin dışa- lımını yasaklarsanız, tavuk ve yumurtayı ülkede birkaç kat pahalıya yemeye başlarsınız. Tamam bütün bunları kurallara bağladınız... Ancak ya- sanın bir de GDO’lu malzemelerle yapılacak bilimsel araştırmaları neredeyse tamamen yasaklayan bir maddesi var ki, bilim dünyasını ayağa kaldırdı! Bilim in- sanları bu maddenin değiştirilmesi için her yolu dene- diler, ama hiçbir şeyi değiştirtemediler! Kendi ülkesinin bilimine kulaklarını bu kadar tıkayan bir siyaset, günü- müzde değil, ancak tarihin karanlık çağlarında olabilir! Dünyaca ünlü moleküler biyolog ve genetikçimiz, Prof. Dr. Mehmet Öztürk, bu cuma günü okuyaca- ğınız Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisinde di- yor ki: “Cumhuriyetimizin bu talihsiz dönemini, Os- manlı’nın matbaayı yasakladığı dönemle karşılaştırmak herhalde abartı olmaz..” Bu yazıyı okuyunuz! Dünyada bilim insanları, iki milyon GDO araştırma malzemeleri ile bilimsel araştırmalar yapıyor. Ülkemizde de bu amaçla GDO’lu on bin kadar malzeme kullanı- lıyor! Aralarında, “fareler, zebra balıkları, sirke sinekleri, yer kurtçukları ve mikroorganizmalar..” bulunuyor. Bu malzemelerle yapılan araştırmalar sonucu, ülkemizde de kullandığımız biyoteknolojik yeni ilaçlar üretiliyor! Bu ilaçlar, kanserden tutun böbrek yetmezliğine kadar on- larca hastalığa çare oluyor! Bu kadar da değil; “nano bo- yutlarda çalışan bilgisayarların, nanomakinelerin ve na- norobotların geliştirilmesinde” bile kullanılıyor! Şimdi bilim insanlarımızın bu malzemeleri kullanarak yeni ürünler araştırması/geliştirmesi, neredeyse olanaksız kılındı! Tarım Bakanlığı’nın sıkı denetimi altına sokuldu! Türkiye böyle bir ülke: Yabancılar üretebilir, bize sa- tabilir, paralarımızı götürebilir, ama biz araştıramayız! Bilimsel araştırmalara böyle ağır bir müdahaleyi ön- gören bu maddeler, yasadan çıkarılmalıdır! Siyaset, bilime köstek değil, destek olmak zo- rundadır! Tabii, araştırmacı ülkelerin pazar sömürgesi olmaktan kurtulmayı istiyorsak! Bunu isteyen var mı? [email protected] TÜSİAD Başkanõ Boyner, yönetenlerin her zaman ve her konuda hesap verebilir olmasõ gerektiğini söyledi ‘Önce hukuka saygõ’ İstanbul Haber Servisi - Türk Sa- nayicileri ve İşadamlarõ Derneği (TÜ- SİAD) Yönetim Kurulu Başkanõ Ümit Boyner, AB uyum sürecinde adaletin, Türkiye’nin en geri ve mutlaka, hemen ciddi reformlara tabi tutulmasõ gereken alan olduğunu belirtirken TÜSİAD Başkan Yardõmcõsõ ve Parlamento İş- leri Komisyonu Başkanõ Haluk Din- çer de, Türkiye’de kanõksanmõş olan uzun yargõlama sürelerinin adil yargõ- lanma hakkõnõ ihlal ettiğini söyledi. Dinçer, “Bu durumun önüne geçmek için alınması gereken önlemlerden biri de usul hukukunda yargılama- nın hızlandırılması için kapsamlı de- ğişikliklerin yapılmasıdır” dedi. “En iyi Genç Hukukçu” ödül töre- ninde konuşan Ümit Boyner, bu ödü- le geçen yõl 7, bu yõl ise 16 başvurunun geldiğini belirterek, “Hukuk devleti kavramının her şeyden önce hukuka saygı ve hukukun üstünlüğü olarak algılanması gerekiyor. Bu ise huku- ku yapanların ve onu uygulayanların öncelikle yine hukukla bağlı olmala- rını, vatandaşların ayrım gözetmek- sizin kanunlar önünde eşit olmasını ve yönetenlerin her zaman ve her ko- nuda hesap verebilir olmalarını ge- rektiriyor” diye konuştu. Boyner, şöyle devam etti: “3-4 yıldır toplum olarak bambaşka hukuk so- runlarını izliyoruz. Örneğin gözal- tında tutukluluk süresi, adaletin doğ- ru dağıtılması için aksaklıklar taşı- yabiliyor. Suçlanmadan veya suç tes- pit edilmeden aylarca hatta yılı aşan sürelerde vatandaşlar hapislerde tu- tulabiliyor ve hayatlarından hiçbir- şey çalınmamış gibi salıverildikleri- ni görüyoruz. Küçük çocuklar taş at- tıkları için terörist muamelesi göre- biliyorlar ve terörist gibi hüküm gi- yebiliyorlar. Bazı hukukçuların elin- de hukukun siyaset aracı olarak kul- lanıldığını görüyoruz. Hukuk adeta siyasi tarafların hesaplaşma alanı haline getiriliyor.” Boyner, bugün Türkiye’de yargõ erkinin işlevinin ve sõ- nõrlarõnõn halen yoğun olarak tartõşõlõyor olmasõnõn, kuvvetler ayrõlõğõ ve hukuk devleti ilkelerine ilişkin anlayõşõn henüz parlamenter demokrasinin gerektirdiği düzeye ulaşmadõğõnõn bir göstergesi olarak yorumlanabileceğini kaydetti. Ödülün 2009 konusunun “Medeni yargılama hukuku” olduğuna dikkat çeken Haluk Dinçer ise bu konuyu seçme nedenlerini şöyle özetledi: “Ül- kemizde artık kanıksanmış olan uzun yargılama süreleri adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir. Özel- likle delillerin sunulmasının duruşma aşamasında kalması, davaların so- nuçlanmasını geciktiren nedenler- den. Usulde değişiklik yapılarak tah- kikat aşamasının duruşmadan önce tamamlanmasını sağlayacak tedbir- ler alınması gereklidir.” “En İyi Genç Hukukçu Ödülü”nü İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte- si Öğretim Görevlisi Mert Namlı “Fransız ve Türk Hukuku’nda Çe- lişmeli Yargılama İlkesi” eseri ile Ümit Boyner ve Haluk Dinçer’den al- dõ. Birinciye ayrõca 10 bin lira para ödülü verildi. İstanbul Barosu Başkanõ Aydõn: Hukuka saygõ göstermeyen hukukun içinde barõnamaz ‘Gerici-bölücü ittifakı’İstanbul Haber Servisi - İstanbul Ba- rosu Başkanõ avukat Muammer Aydın, baro üyesi bir grup avukatõn Hâkim ve Savcõlar Yüksek Kurulu (HSYK) Baş- kanvekili Kadir Özbek’e “Mahmut Esat Bozkurt” ödülünün verilmesini dövizler açarak protesto etmelerini eleş- tirdi. Aydõn, avukatlarõn en önem- li sorununun yargõ bağõmsõzlõğõ ol- duğunu vurguladõ. Aydõn, Sultanahmet’teki İstanbul Adliyesi önünde İstanbul Baro- su’nun kuruluşunun 132. yõlõ ve 5 Nisan Avukatlar Günü kapsamõn- da yaptõğõ konuşmada, yargõ ba- ğõmsõzlõğõ, ağõr iş yükü ve avukat- larõn sõkõntõlarõ konusunda halen is- tenilen adõmlarõn atõlmadõğõnõ söy- ledi. Aydõn, “Ülkemiz için yargı reformu kaçınılmaz bir gerekliliktir an- cak bağımsız yargı ve tarafsız adalet il- kelerine ve objektif ölçütlere aykırı dü- zenlemelerle nesnel bir yargı reformun- dan söz edilemeyeceği gibi, öngörülen sis- teme de hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi denilemez” dedi. Konuş- manõn ardõndan ise Avukatlar Günü nede- niyle avukatlar, adliyeye gelen yurttaşlara kõrmõzõ, beyaz ve sarõ gül hediye etti. Ga- zetecilerin sorularõnõ yanõtlayan Aydõn, bir grup avukatõn Özbek’e ödül verilmesini pro- testo etmelerini kõnadõ. “Bu ülkede gerici ile bölücünün birlikte hareket ettiği bir ortamda hukuk hiçbir zaman galebe çalamaz. Hukuk her zaman üstün gelmek zorundadır” ifa- delerini kullanan Aydõn, sorum- luluğunu aşan şekilde davranan kişilere gereken işlemlerin yapõ- lacağõnõ söyledi. Protestocula- rõn çoğunun avukat olmadõğõnõ söyleyen Aydõn, “Bir kısmı sa- dece yandaşlık adına, sorun çıksın diye oradaydı” diye ko- nuştu. “Atatürk’ün Adalet Ba- kanı olan Mahmut Esat Boz- kurt’u aradan geçen 80 yıl son- ra faşist olarak nitelemek kim- senin haddine değildir” ifadelerini kulla- nan Aydõn, “Şu bilinmelidir ki Türkiye’de yapılmak istenenler kesinlikle ve kesin- likle hukuk duvarına çarpacaktır” dedi. İstanbul Barosu Başkanõ Aydõn, daha sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcõsõ Ay- kut Cengiz Engin ve İstanbul Adalet Ko- misyonu Başkanõ Şefik Mutlu ile birlikte Avukatlar Günü etkinlikleri çerçevesinde ad- liyede resim sergisinin açõlõşõnõ yaptõ. Genç: ‘Topbaş görevden alınsın’ TÜSİAD ‘En İyi Genç Hukukçu Ödülü’ Sabancı Center’da düzenlenen törenle verildi. Ödüle değer görüler Mert Namlı’ya ödülünü TÜSİAD Başkan Yardımcısı Haluk Dinçer, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner ve yarışma jürisi başkanı Prof. Dr. Yavuz Alangoya verdi. (Fotoğraf: AA) “En İyi Genç Hukukçu” ödül töreninde konuşan Ümit Boyner, “Hukuk devleti kavramõnõn her şeyden önce hukuka saygõ ve hukukun üstünlüğü olarak algõlanmasõ gerekiyor” dedi. Haluk Dinçer de Türkiye’de kanõksanmõş olan uzun yargõlamalarõn adil yargõlanma hakkõnõ ihlal ettiğini belirtti. Muammer Aydın. TBB: SAVUNMA ÇÖKERSE YARGI DA ÇÖKER ANKARA (Cumhuriyet Bü- rosu) - Türkiye Barolar Birliği (TBB), “Güçlü yargı ancak güçlü ve bağımsız savunmay- la sağlanır. Savunma çökerse yargı da çöker ve herkes al- tında kalır” uyarõsõnda bulundu. TBB’den 5 Nisan Avukatlar Günü dolayõsõyla yapõlan açõk- lamada, “Bağımsız savunmanın temsilcisi ve yargının kurucu unsurlarından olan avukatın olmadığı, savunma ve avuka- ta gereken önemin verilmedi- ği yerde, hak ve adalet yoktur, adil yargılanma yoktur, hukuk devletinden de söz edilemez. Savunma hakkı, adil yargı- lanma hakkının başlangıcı ve temelidir” denildi. Adil yargõ- lanma hakkõnõn, “silahların eşit- liği”ni zorunlu kõldõğõ belirtilen açõklamada, avukatlar ve onlarõn örgütlerinin anayasadaki yerinin de “yargı” bölümünde olmasõ gerektiği belirtildi. Yargõnõn yapõlanmasõnda avu- katlarõn ve barolarõn yer alma- sõnõn zorunluluk olduğu kayde- dilen açõklamada, “Başta Ada- let Bakanlığı ve Adalet Ko- misyonları olmak üzere, ada- let ve yargı hizmetlerinin yü- rütülmesinde, yargının idari yapılanması da dahil olmak üzere yüksek mahkemelerde, avukatlar ‘yargõ mensubu’ ol- malarının sonucu olarak yer alıp temsil edilebilmelidirler. Savunmayı çökertip yargıyı ayakta tutmak olanaklı değil- dir” değerlendirmesi yapõldõ. Güneydoğu’dan İki Manzara: Baykal’a Saldırının Perde Arkası!.. ANKARA (Cum- huriyet Bürosu) - Tunceli Bağõmsõz Mil- letvekili Kamer Genç, “Tayyip Erdo- ğan’ı göreve davet ediyorum. Ortada fol ve yumurta yokken Adana Belediye Baş- kanı’nı görevden al- dın, İstanbul Beledi- ye Başkanı’nı da gö- revden al” dedi. Genç, parlamentoda düzenlediği basõn top- lantõsõnda, Danõştay 1. Dairesi’nin, “İçişleri Bakanlığı’nın, İstan- bul Büyükşehir Bele- diye Başkanı Kadir Topbaş ve Fen İşleri Daire Başkanı Abdur- rahman Uçak hakkın- da soruşturma izni vermemesine ilişkin kararın kaldırılması- na” karar verdiğini kaydetti. Genç, “Tay- yip Erdoğan’ı göreve davet ediyorum. Or- tada fol ve yumurta yokken, bir ihbardan dolayı, Adana Beledi- ye Başkanı’nı görev- den aldın, İstanbul Belediye Başkanı’nı görevden almasını öneriyorum” dedi. İs- tanbul Belediyesi’nin 2 bine yakõn ihalede, pazarlõk usulünü kulla- narak ihaleleri kendi yandaşlarõna verdiğini belirten Genç, “İstan- bul Belediyesi AKP döneminde, tarihte görülmemiş talan ve soygunlarla karşı karşıya kalmıştır” di- ye konuştu. Genç, ge- reğinin yapõlmamasõ halinde, konuyu her gün gündeme getirece- ğini söyledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle