23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 NİSAN 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER BİLİMSEL adıyla “etimolojik” açıdan, yani sözcüğün kökeni açısından bakarsanız, “meşru” sıfatı “şeriata uygun” demektir. Şeriat temelli bir hukuk düzeninde “yasaya, yasalara” uygun biçiminde de anlaşılması doğaldı. Ama, dine dayalı olmayan bir hukuk düzeninde “meşruluk” kavramını “yasallık”la açıklamak yeterli olmuyor. Yasa haksızlığa dayalıysa, yasallık meşru mudur? Bu nedenle, “meşru” sözcüğü yasaya uygunluk ötesinde nüansları olan daha derin anlamlı bir içerik kazanmıştır. Nitekim, toplum bilimlerinde “yasal, anayasal, sosyolojik, demokratik meşruluk” gibi meşruluklardan söz edilir. Genellikle herkes kendine uygun gelen meşruluk türüne tutunup davasını ve çıkarını o temel üzerinde savunur. Ama, doğru olan, meşruluğun bu türlerini hep birden içermesidir. Ne var ki, bu içerme, çağa ve ülkeye göre değişir. Tıpkı, her toplumun mutfağında da bizim “türlü” dediğimiz cinsten bir yemeğin bulunması, ama türlü içine konan sebzelerin ve etlerin değişik olması gibi. Bu açıdan bakınca, 1920’lerin Türkiye’siyle 2010 yılının Türkiye’sindeki meşruluk tartışmaları elbet farklı olacaktır. Başka türlüsü, yanlış sonuçlara götürebilir herhangi bir tartışmayı. Örneğin, anayasa değişikliği tartışılırken sık sık sözü edilen “demokratik meşruluk” kavramını alalım. Bu pakette Anayasa Mahkemesi gibi yüksek düzeyde yargı kuruluşu olan Anayasa Mahkemesi’ne seçilecek birkaç üyenin Millet Meclisi’nce seçilmesini öngören öneri “demokratik meşruluk” açısından savunuluyor. “Ulusun seçtiği bir meclisin en yüksek mahkemeye de üye seçmesi yargıya meşruluk kazandırır” diyenler var. Böyle bir sav, 1920 koşullarında ve 1924 Anayasası çerçevesinde doğal sayılabilirdi. Çünkü ulusal egemenliğin temsilcisi ve kullanıcısı olan, hatta anayasaya uygunluğu da kendi içinde bir komisyonla sağlayan tek organ Meclis’ti. Devrim ürünü olan ve bir ölçüde onu sürdüren devlet, “güçler birliği” ilkesine dayalı bir ulusal egemenliğin devletiydi. Oysa, 1961 Anayasası’ndan beri ulusal egemenlik artık “güçler ayrılığı” ilkesine dayanır ve bu çerçevede yargı da ulus adına egemenliği kullanır. Yine de bu yeni sistemde yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi’ne Meclis’in üye seçmesi, geçmişe bağlılığın etkisiyle, sakıncalı görülmemişti. Ama, böyle bir seçimin yaratacağı “kulis görüntüsü”nün hem o yüksek organda yer alacak olanları hem de Meclis’i yıprattığı hemen anlaşıldı. Hukuk yönü de en azından “tartışmalı” olan öyle bir görüntünün bugünün koşullarında daha çok çirkinleşebileceği açıkça bellidir. “Demokratik meşruluk” iddiasına böyle bir açıdan bakmak ve “Paket”in yığınla kusuruna bu görüntüyü de ekleyerek yanlış gidişten bir an önce vazgeçmek herkes için hayırlı olacağa benziyor. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Meşruluk Türlüsü PENCERE Sürekliliğin Tutarlılığı... Cumhuriyet’te yazmaya başladığım yıllarda kıdemli okurlardan mektuplar alırdım: - Ben otuz yıllık Cumhuriyet okuruyum, gazetemize hoş geldin... O günlerde tanıştığımız, durmuş oturmuş okurların her biri Cumhuriyet’in sahibiydi; ben de onların gazetesinde yazan biri... Çok hoşuma giderdi bu ilişki, denetim altındaydım; bitmez tükenmez bir sınavdı bu; her gün yinelenirdi; ertesi gün yeniden başlardı; Cumhuriyet, cumhuriyet Türkiyesi’yle birlikte mayalandığından gazetenin özüne sinmiş tarih bilinci okurların kimliğini de oluşturuyordu. Yeryüzünde devrimler tarihinde Anadolu’yu devreye sokan Atatürk koymuştu Cumhuriyet’in adını... O günlerden bu günlere Cumhuriyet’in okurlarında kaç kuşak değişti? Hesabını yapmak zor. Çünkü söylenceyle gerçek birbirine karışıp gerçekliği yaratıyor. Geçenlerde bir okurum dedi ki: - Ben Cumhuriyet’i kırk yıldan beri okurum... Yüzüne baktım: Kırk yaşında var mıydı? Ya da beşikte mi okumaya başlamıştı? Araştırmalara göre bir gazeteyi beş kişi okuduğuna göre, o beşten biri miydi?.. Cumhuriyet okurları akan zaman içinde nehirleşiyor; kimi okurun saçı sakalı aklaşmış, nüfus kâğıdı eskimiş; ne çıkar!.. Cumhuriyet okuru gazetesini zamanı aşan bir yaklaşımla seviyor. - Cumhuriyet’i bana babam okuturdu; ben doğmadan önce Cumhuriyet eve alınırmış, şimdi ben de çocuklarıma Cumhuriyet okutuyorum... Cumhuriyet’i izleyen, ‘müşteri’ değil, ‘okur’dur. İki zaman var: Yaşadığımız zaman... Tarihsel zaman... Cumhuriyet sabahtan başlayan bir çalışmayla hazırlanır, akşama doğru belirlenir, geceleyin basılır, elle tutulur, gözle görülür, sayfalarda belirlenir; ertesi sabah okurun eline geçer; 24 saatlik ömrü varmış sanılır; gazete, ölü kelebekler gibi koleksiyona geçecek; bir araştırmacının meraklı gözleri inceleyinceye dek arşivde bekleyecektir; ama bu, işin bir yanıdır. Zaman her günün bir başka güne eklemlenmesiyle oluşmuyor mu? Cumhuriyet tarihsel zaman içinde 7 Mayıs 1924 gününden önce hazırlanıyordu; Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda çıkan ‘Yeni Gün’ Cumhuriyet değil miydi? Zaman tüneline girersek çok daha eski dönemlere uzanmak gerekiyor. Türkiye’deki ‘yenilik akımları’na, Batı’da ‘uyanış’ ve ‘Aydınlanma’ çağlarına baktığımızda ne görüyoruz? Tüm insanlık ve uygarlık sanki bugünkü Cumhuriyet’i hazırlamak için çalışmış gibi... 1789 devrimi gerçekleşmeseydi Cumhuriyet bugünkü anlamına ulaşabilir miydi? Ya 1919- 1923 dönemi Anadolu’da yaşanmasaydı bugün elinizde tuttuğunuz Cumhuriyet çıkabilir miydi? Tarihin ‘Aydınlanma’ya dönük yüzünde birbiri ardına gerçekleşen her olay, Cumhuriyet gazetesinin kuruluşu için gerekli yolu döşemiştir. Atatürk olmasa Cumhuriyet olabilir miydi? Bir gazete, ancak tarihte bilinçli seçimini yapabildiği zaman geleceğe yönelik yolunu saptayabilir. Kerterizlerini göremeyen tekne, rotasını şaşırır. Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan, güncelliğinin içeriğinde sürekliliğin anlamını yakalayabilmesi değil midir? Bugün Türkiye medyasında tek bağımsız gazete Cumhuriyet!.. Cumhuriyet okurunun yaşı yok... Muhabirinin, yöneticisinin, yazarının, çizerinin de nüfus kâğıdı yok. Doğmadan önce başlayan, öldükten sonra da sürecek olan tarihsel zamanın bilincinde yaşamak, insanın tükenmeyen gençliğidir. (8 Mayıs 1997 tarihli yazısı) A KP’nin anayasa paketi, uzlaşma çabasõ olmadan partinin kendi içinde ve kendi kurullarõ tarafõndan hazõrlandõ, Meclis’e su- nuldu... Tasarõ üzerinde tartõşma sü- rüyor... Tasarõnõn demokrasi felsefesine temel olarak karşõ olan en önemli noktasõ “kuvvetler ayrılığı” ilkesini “tahrip” etmesidir. Yargõtay Başkanõ Hasan Gerçeker tarafõndan bu husus özellikle belirtil- di, tasarõnõn “kuvvetler ayrılığı” il- kesine karşõ çõktõğõ için, temelde ana- yasaya aykırı olduğu vurgulandõ. Kanõmõzca, tasarõnõn en belirgin özelliği “kuvvetler ayrılığı ilkesi”ni yõkmaya çalõşmasõ nedeniyle demok- rasiye ve anayasamõzõn temel ilkeleri- ne karşõ oluşudur. Tasarõ Meclis’ten yeterli oyu alõrsa, yürürlüğe girmesinden sonra muhale- fet partileri tarafõndan Anayasa Mah- kemesi’ne götürülürse “iptal talebi” için en önemli gerekçelerden birisi iş- te bu “kuvvetler ayrılığı” kavramõ ola- caktõr. Bu nedenle, bu yazõmõzda kuv- vetler ayrılığı kavramõ üzerinde du- racağõz. Kuvvetler ayrõlõğõ, basit olarak, devletin yasama, yürütme ve yargõ iş- levlerinin ayrõ organlar eliyle yürütül- mesidir. Kanunlar, yasama organõ tarafõn- dan yapõlõr, bu yasalar yürütme orga- nõ tarafõndan (icra edilir) yürütülür ve adalet, yargõ organõ tarafõndan yerine getirilir. Her üç kuvvet gücünü halk egemenliğinden alõr. Modern ve çağ- daş demokrasinin gerçekleşmesi için birbirinden ayrõ bu üç organõn birbi- rinden ayrõlmasõ gereklidir. Her üç kuvvet bir elde toplanõrsa, bu diktatörlük olur. Eğer yasama organõ- nõn çõkardõğõ yasalarõn anayasaya uy- gunluğu Anayasa Mahkemesi tarafõn- dan ve eğer yürütme organõnõn karar, işlem ve eylemleri yargõ organõ tara- fõndan denetlenemiyorsa, orada çağdaş demokrasi yok demektir. Güçler ayrılığı kuramı nasıl ortaya çıktı? Güçler ayrõlõğõ kuramõ ilk kez 17. yüzyõlda İngiliz düşünür John Locke tarafõndan ileriye sürülmüştür. Locke, ortaçağõn baskõcõ felsefesi “Mutlak monarşi yönetimi tartışılmaz bir yönetimdir ve gücünü Tanrı’dan alır” kuralõnõ eleştirdi. Locke’a göre bir devlette yasama, yürütme ve yargõla- ma erkleri Tanrõ tarafõndan bir kişiye verilemez, bu erkler halktan gelen erklerdir. Devlet bu erkleri doğru kul- lanmadõğõ zaman halk direnme ve başkaldõrma haklarõna sahip olur.(1) Ancak kuvvetler ayrõlõğõ öğretisinin bilimsel temellerini ünlü Fransõz dü- şünürü Montesquieu, ‘Kanunların Ruhu’ (De l’esprit des lois-1748) ad- lõ kitabõnda formüle etti. Montesquieu, bir devlette özgürlüğün en etkili biçimde güçler ayrõlõğõ ilke- siyle korunabileceğini belirtmiştir. Montesquieu’nun yapõtõ geniş yankõlar yarattõ ve özellikle Amerikan Anaya- sasõ’nõ yapan ve “kurucu babalar” adõ verilen Amerikan İhtilal Mecli- si’nde, ABD Anayasasõ’nõn yapõmõn- da etkin bir rol oynadõ. Montesquieu, ‘Kanunların Ruhu’ adlõ kitabõnda savunduğu görüşlerle sosyoloji ve kamu hukuku bilimine bü- yük katkõlarda bulunmuştur; çağdaş si- yaset biliminin en önemli kurucusu ola- rak kabul edilir. Özgürlük nedir? Montesquieu’ye göre “özgürlük” yasalar tarafõndan yasak edilmeyeni ya- pabilmektir. Düşünüre göre siyasal iktidarõ ele geçirenler içgüdüsel olarak bu güçlerini sürdürmek isterler. Bu ne- denle önünde engel bulunmazsa her si- yasal yöneticinin özgürlükleri çiğne- yeceğini, yetkilerini aşabileceğini, sõ- nõr tanõmayacağõnõ belirtir ve bütün ta- rihsel deneyimlerin bunu kanõtladõğõ- nõ vurgular. Montesquieu, gücün sõ- nõrlandõrõlmasõ için kuvvetler ayrõlõğõ- nõn şart olduğunu ve bu üç erkin bir- birini denetleyerek genel dengeyi sağ- lamasõ gerektiğini ileriye sürer. Devlette üç ayrı görev vardır: Ya- salarõ yapmak, yasalarõ uygulamak ve suçlularõ cezalandõrmak. Bu üç görevi aynõ kişi ya da aynõ kişiler yerine ge- tirmeye kalkarsa bütün güç bir elde top- lanmõş demektir. Oysa demokrasi için, özgürlük için bu görevlerin ayrõ ayrõ el- lere verilmesi gerekir. Aslõnda Montesquieu’nün amacõ devlet yönetiminde, sosyal ve siyasal güçler arasõnda dengeyi sağlamaktõr. Montesquieu’nün siyasi düşünce sisteminin en önemli noktasõ nedir? Onu siyaset biliminin kurucusu yapan düşünce nedir? Kuvvetler ayrõlõğõ ku- ramõ ile özgürlükler arasõndaki bağ- lantõya ilk kez işaret etmiş olmasõdõr. Halkın Egemenliği - Halkın Özgürlüğü Yazara göre özgürlükler ve gerçek demokrasi için güçler ayrõlõğõ ilkesi vazgeçilemez bir kuramdõr. Siyaset biliminin ve anayasa huku- kunun temel bir kuralõ vardõr: “Halkın egemenliği, her zaman halkın hür- riyeti demek değildir.” Çoğunluğun azõnlõğõ ezdiği yerde özgürlük yoktur. Özgürlükten söz edilemez, orada artõk Anayasa Paketi ve Kuvvetler Ayrõlõğõ İlkesi Alev COŞKUN Kuvvetler ayrõlõğõ, demokrasinin asla vazgeçilmeyecek “olmazsa olmaz” temel kuralõdõr. Siyasal ve ekonomik özgürlük, ancak özgürlüklere devletin saygõlõ olmasõ durumunda gerçekleşir. Özgürlük ancak siyasal iktidarõn kötüye kullanõlmadõğõ durumda vardõr. bir baskõ ve “istibdat” rejimi söz konusudur. Bu kuvvetler (yasama, yürüt- me, yargõ) tek elde, melek ruhlu bir kişinin elinde toplansa bile, insan doğa- sõ gereği bunlarõ kötüye kullanõr. Sonunda de- mokrasi ortadan kalkar, özgürlükler zedelenir. Bugün parlamenter sis- teme, siyaset bilimi ve anayasa açõsõndan yapõ- lan en önemli eleştiri, ik- tidarõ ele geçiren partinin erkler üzerinde elde ettiği güçlü konumudur. Bugün Türkiye’de uygulanan se- çim sistemi nedeniyle si- yasal iktidara sahip olan Başbakan, hem yürütme organõnõn başõ, hem de Meclis’teki iktidar partisi grubunun başkanõ olarak yasama organõnõ fiilen de- netlemektedir. Bugün Türkiye’de ya- sama organõ “fiilen” yü- rütme organõnõn emrine girmiş durumdadõr.(2) Şimdi getirilen tasarõ ile yargõ organõ da (Ana- yasa Mahkemesi ve HSYK) yapõlacak atama- lar yoluyla yürütme orga- nõnõn denetimine alõnmak istenmektedir. Bu durum kuvvetler ayrõlõğõ ilkesini temelden dinamitlemek- tedir. Demokratik siste- min birinci temel ayağõ se- çimse, ikinci temel ayağõ da kuvvetler ayrõlõğõ il- kesidir. Buna dayalõ olarak yargõnõn bağõmsõz olma- sõdõr. Kuvvetler ayrõlõğõ, de- mokrasinin asla vazgeçil- meyecek “olmazsa ol- maz” temel kuralõdõr. Si- yasal ve ekonomik öz- gürlük, ancak özgürlükle- re devletin saygõlõ olmasõ durumunda gerçekleşir. Özgürlük ancak siyasal iktidarõn kötüye kullanõl- madõğõ durumda vardõr. Fakat dünya insanlõk tari- hinin “ezeli” deneyi ile sa- bittir ki, kuvvet sahipleri, bütün tarih boyunca si- yasal gücü kötüye kullan- mõşlardõr. Siyasal iktidarõn kötüye kullanõlmamasõ ve demokrasinin gerçekleş- mesi için kuvvetin kuvveti denetlemesi gerekir. Demokrasi budur... Eğer AKP demokratsa ev- rensel demokrasi kuralla- rõna saygõlõ olmalõdõr. (1) A. Timuçin, Düşünce Tarihi, Bulut Yayõnlarõ 2000, s. 194. (2) Cumhuriyet, 22.02.2010, “Erdoğan’ın Örtülü Başkan- lık Sistemi” adlõ yazõmõza ba- kõnõz. mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle