25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ FATMA ESİN Bir İntiharın Düşündürdükleri Bertrand Russell mutluluk için dört koşul gerektiğini yazmıştı bir eserinde: Birincisi sağlık, ikincisi alışık olduğu yaşama yeterli olacak kadar parasal gelir, üçüncüsü yakın çevresi ile iyi ilişkiler, dördüncüsü ise mesleğinde başarı. Kanımca çok doğru bir saptama. Gazetelere yansıyan haberler intihar eden Erzincan Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. E. Büyükkasap’ın yaşamının bu dört koşula dört dörtlük uyduğunu gösteriyor. Bir sağlık sorunu yok, mesleğinden kazandığı para ailesine ve kendisine yeterli, ailesi ve yakınları ile iyi ilişkiler içinde ve de mesleğinde başarılı! Öyleyse, mesleğinde 48 yaşında ulaşılabilecek en üst düzeye erişebilmiş bu kişiyi intihara sürükleyen neydi? Gazete haberlerine göre, üniversitesinin Yapı İşleri Daire Başkanlığı’nda bir ihale yolsuzluğu ile ilgili soruşturma açılmış ve gözaltına alınan on yöneticiden üçü tutuklanmış. Savcılık, “Sayın rektör bu soruşturmanın şüphelisi de değildir, tarafı da” demiş. Ne zaman demiş: İntihardan sonra! Tabii bu olayın şüphelisi de, tarafı da olmadığını en iyi bilen hiç kuşkusuz kendisiydi. Fakat bunu bilmesi korkuya kapılmaması ve hiçbir şey olmamış gibi işine devam etmesi için yeterli miydi?.. Hiç kuşkusuz ülkesinde ve son aylarda Erzincan’da da yaşanan olayları izliyordu. Büyük bir olasılıkla birçok meslektaşının, örneğin Prof. Haberal’ın, Prof. Bernay’ın, Prof. Hilmioğlu’nun ve diğerlerinin başına gelenlerden büyük bir elem duyuyordu. Onların başına gelenlerin kendi başına gelmemesi için suçsuzluğunu ve tarafsızlığını bilmesinin yeterli olmadığının da bilincindeydi. Böyle bir şey olduğu takdirde suçsuzluğunu ispat etmesinin çok zor olduğunu, en azından aylar, yıllar süreceğinin farkındaydı. Çünkü biliyordu ki, günümüzde bir suçsuzun kendini savunması suçlunun savunmasından daha zor!.. Önünde en yakın somut örnek aynı şehrin başsavcısı İlhan Cihaner! Bir bilim adamı için 48 yaş mesleğinin başlangıcıdır. Çünkü çok zor yetişir bir bilim adamı ve uzun bir süreç gerektirir. Sayın Prof. E. Büyükkasap bu zorlukları ve süreci oldukça hızlı bir tempoyla aşmış ve yaşamının en güzel, en verimli olabileceği bir yaşında zirveye ulaşmış. Mesleğinde en verimli olacağı bir yaşta ve konumda kanımca ülkenin içinde bulunduğu korku atmosferine yenik düştü. Bir ülke için ne hazin bir durum ve ne büyük bir kayıp!.. Prof. Erdoğan Büyükkasap günümüz koşulları nedeniyle üniversite camiasından verilen ilk kayıp değil. İlk kurban Van 100. Yıl Üniversitesi Genel Sekreteri Sayın Enver Arpalı’ydı. Hatırlanacağı gibi düzmece ihbarlarla önce aynı üniversitenin Rektörü Prof. Yücel Aşkın tutuklanmıştı; daha sonra da Sayın Enver Arpalı! Yargılanmadan, suçlulukları kanıtlanmadan tutukluluk süreleri uzadıkça uzamıştı. Yargılanma ve dolayısıyla aklanma umudunu yitiren Sayın Enver Arpalı tutuklu olarak tutulduğu cezaevinde intihar etti. Prof. Yücel Aşkın bu olayın ardından kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılmış ve biraz da bu olayın etkisi ile yargılanma öne alınıp hem kendisi, hem de Enver Arpalı aklanmıştı. Ama ne yazık ki o, aklandığını göremeden terk etmişti dünyamızı! Bu olay olduğunda henüz, bugünkü anlamında “Ergenekon” sözcüğü bilinmiyordu. Bugün yaşananlara ve Silivri’de tutuklu olan ülkenin saygın askerlerine, bilim adamlarına, gazetecilere, yazarlara bakıldığında Van Üniversitesi’ndeki olay sanki bugünkü Ergenekon uygulamasının küçük çaplı bir provasıymış gibi geliyor insana. Ve de bir soru takılıyor insanın aklına: Acaba o tarihte hukuk kurumları bu hukuk dışı uygulamaya, yani suçlanan, ama yargılanıp suçları kanıtlanmadan insanların bu denli uzun süre tutuklu kalmaları konusunda daha etkin bir tepki gösterselerdi, Ergenekon soruşturması bugünkü hale gelir miydi?.. Ve de onca insan, gururları kırıldığı için intiharı seçer miydi?.. Ne yazık ki, günümüz iktidarı, “Yargıya müdahale edilmemeli” kandırmaca söylemi ile bu hukuk dışı uygulamanın sürmesine yeşil ışık yakmış durumda. Ulaştõrma Bakanõ Binali Yıl- dırım Karadeniz Salih Yo- lu’nun “yanlış bir proje” ol- duğunu belirten “tarihsel iti- raf”õnda diyor ki: “Bunu şim- di rahatlıkla söyleyebiliyo- rum, ama 700 trilyon harcan- mıştı; bitirilmesi gerekiyor- du.” (Cumhuriyet, 22 Mart 2010) Bu sözler, hukukçularõn “yan- daş yargı amaçlanıyor” de- dikleri anayasa değişikliği tar- tõşmalarõ yüzünden hak ettiği il- giyi göremedi. Oysa Karadeniz Sahil Yolu, “yandaş olmayan bağımsız yargı” tarafõndan “yanlış” bulunmuştu. Meğer Yõldõrõm, Başbakan’õn “yatı- rımlarımızı engelliyorlar” de- diği yargõçlarla “aynı fikir- de”ymiş! Nitekim o “engel” görülen “bağımsız yargı” olmasaydõ; sadece Karadeniz Sahil Yo- lu'nun çevre düşmanlõğõ belge- lenmiş olmayacak; İstanbul’da şõmarõk Dubai Kuleleri kenti “ezerek” yükselecek; Galata- port’la Boğaz sahili çoktan yağ- malanacak; yurdun birçok ye- rinde ormanlar, tarõm alanlarõ, sitler ve kõyõlar talancõlarõn iş- galine açõlacak; rant projelerinin temelleri belki de devlet tören- leriyle atõlacaktõ... Yeni anayasayla kuşaktan ku- şağa esenliğimiz için böylesine yaşamsal olan “yargı denetimi” etkisizleştirilmek isteniyor. Ba- kan Yõldõrõm ise Karadeniz yo- lunda siyaseti unutmuş olmalõ ki Başbakan’õn “işimize karış- masınlar” dediği yargõyla “fi- kir birliği”ni açõkça söyleyive- riyor.. Yargı ‘dava’cısız olmaz Ne var ki yargõ bu gibi karar- larõ “kendi kendine” alamaz... Bir kamu yatõrõmõnõn “yanlış” olduğuna hükmedebilmesi için “yargıya başvuran”õn olma- sõ; yani birilerinin “dava aç- ması” gerekiyor... Bu davacõlar da genellikle si- vil kurumlarla meslek odalarõ ol- duğundan, yine Başbakan, ikide bir eleştirerek şunu söylüyor: “Amaçları kalkınmaya, yani bize engel olmak; çünkü ideo- lojikler.” Oysa yargõ, amacõ “ideolojik” olan davacõlara hak vermez; hu- kuka uygun yatõrõmlarõ asla dur- durmaz. Hangi projeye “hayır” denmişse, nedeni “bilime ve kamu yararına aykırı” olma- sõdõr. Bu nedenle siyasilerin aslõnda, “yanlışlarını önleyen” dava- cõlara “milli irade” adõna te- şekkür etmeleri gerekirken; “ne- den yargıya başvurdunuz” di- yerek çatmalarõ, hukuk devleti kültürlerinin olmadõğõnõ da gös- teriyor... ‘Davacı’ öldürülmüştü! Bakan Yõldõrõm’õn gecikmeyle de olsa “yanlış” dediği sahil yo- lunun “hukuk dışı” bulunma- sõnda “davacı” kimdi anõmsõyor musunuz? Fındıklı-Aksu kõyõlarõnõ kat- ledecek “plansız” yolun dur- durulmasõ amacõyla yöre sakin- leri adõna mahkemeye başvur- duğu için öldürülen avukat Ci- han Eren... 18 Nisan 2005’teki silahlõ sal- dõrõdan birkaç gün sonra yaşa- mõnõ yitiren Eren’in davasõnõ çocuklarõ, Aksu Köyü Muhtarõ ve Ardeşen Kültür Derneği sürdürdüler… Sonunda Danõş- tay “SİT alanı yolla parçala- namaz” diyerek kahraman avu- katõ 2009’da “haklı” buldu... Peki, aynõ SİT kararõnõ alarak, Karadeniz bölgesindeki çevre, kültür ve yaşam zenginliklerini “yasal güvence”ye bağlayan Trabzon Koruma Kurulu Baş- kanõ Prof. Dr. Cengiz Eru- zun’un başõna gelenleri anõmsõ- yor musunuz? Görevine son ve- rildi; “memleketi”nin kõyõlarõ- na ve vadilerine sahip çõkmasõ engellendi. Şimdi Bakan Yõldõrõm, sahil yolunu “hukuk dışı” sayan yar- gõyla aynõ görüşte; yola dava aç- tõğõ için öldürülen “çevre şehi- dimiz” avukatla fikir birliği içinde ve yol güzergâhõndaki SİT kararõndan ötürü görevinden alõnan hocamõz gibi düşünü- yor... Eğer samimiyse, şu 3 so- runun da yanõtõnõ vermesi gere- kiyor: 1- Av. Eren’in ailesine “rah- metli doğru söylüyordu” di- yerek başsağlõğõ diledi mi? 2- Prof. Eruzun’a “iyi ki var- sınız” diyerek görevine iadesi için girişimde bulundu mu? 3- Yandaş yargõ hedefleyen bir anayasanõn, eleştirdiği “yan- lış”larõn güvencesi olacağõnõ düşünmüyor mu? ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Binali Yõldõrõm’õn Karadeniz Yolu ‘İtirafõ’ HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY 31 MART 2010 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Recep’in paketi hap gibiymiş. Millete kolay yutturmak için! Çalışlarlar Oğlu Reşat Çalışlar’la TRT’de program yapan Radikal yazarı Oral Çalışlar’ın karısı İpek Çalışlar’ın da “bankamatik” kadrosundan TRT’den emekli olduğunu biliyor musunuz? Şüpheli Necati Cebe: “Abdullah Gül de anayasa değişikliği için devrede! Ne de olsa kayıp trilyon davasının şüphelisi!” Dersimiz Necati Yıldırım: “Dersimiz Atatürk filmini izleyen İlker Başbuğ’a: Milli Mücadele yıllarında Atatürk, padişahla paslaşmış mı!” YağmurDeniz Mikroplu kamusal alan EĞER diyerek söze giriyor Yücel Köksal ve sözlerini yine eğer diyerek sürdürüyor: “Eğer, dinciler alanı boş bulup, rejim düşmanı tarikatların ve cemaatlerin iktidar olanaklarıyla palazlanmalarını sağlamışlarsa. Eğer, tarikat ve cemaat üyeleri iktidara ortak olabilmişse. Eğer, iktidar gücünü ele geçirmiş dinciler iktidarlarını sürdürmek pahasına emperyalistlerle her türlü dayanışmaya girip devletin altını oyarak çağdışı dünya görüşlerini yerleştirmek amacıyla, tüm değerleri tartışılır kılıp halkı pusulasız, neye inanacağını bilmez hale getirerek kadrolaşmışsa. Eğer, ülke hurafelerin kontrol ettiği yoksulluğa sürüklenmiş ise. Eğer, parlamento hırsızlık, yolsuzluk, kalpazanlık, rüşvet şüphelilerinin sığınağı haline gelmişse. Eğer, dinci-emperyalist ortaklığı kendileri için en ciddi engelin bağımsız yargı ve ordu olduğu bilinciyle, bu kurumları yıpratmak sonra da teslim almak amacıyla her türlü entrikayı denemekten çekinmiyorsa... Durum ciddi demektir! Artık kamusal alan her türlü mikrobun üreyebildiği bir laboratuvar gibidir. Hiçbir şeye eldivensiz dokunmamalıyız. Bundan sonra yapılması gereken, insanlar istenç yitimine uğramadan kamusal temizlik yapmak ve işbirlikçilerin suratına tükürmektir!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ÇANKAYA’DAKİ malum AKP’li Abdullah Gül’ün yemek davetine icabet eden ünlü uzmanlar izlenimlerini şöyle açıkladılar: Mustafa Bumin (Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı): Sofra düzeni güzeldi. Çatal, bıçak ve kaşıklar doğru yere konmuştu. Lagos şiş biraz fazla ateşte kaldığı için kurumuştu. Üstelik lagosu yanık defne yapraklarıyla servis yaptı. Puanım 2. Osman Arslan (Eski Yargıtay Başkanı): Ev sahibi olarak bizi kapıdan itibaren güzel karşıladı. Yemek servisini aksatmadan yapmaya çalıştı. Mönüde bir bütünlük yoktu. Zeytinyağlı kereviz dolması benim damak tadıma uymadı. Onun yerine zeytinyağlı enginar dolması yapabilirdi. Puanım 4. Hikmet Sami Türk (Eski DSP’li Adalet Bakanı): Sofra güzeldi fakat bardaklarda sabun lekesi vardı ve masada yeteri kadar kâğıt peçete yoktu. Tatlı olarak ikram ettiği limon parfeyi nasıl yaptığını sordum, cevap alamadım. Sanırım hazır almış veya başkasına yaptırmış. Puanım 2. Ergun Özbudun (AKP’nin anayasa danışmanı): Hayatımda böyle güzel sofra görmedim, böyle güzel yemekler yemedim. Baştan sona her şey dört dörtlüktü. Etli patlıcanlı parmak böreği yerken neredeyse parmaklarımı yiyecektim. Benim puanım 10. Ersin Kalaycıoğlu (Siyaset bilimi profesörü): Ne desem bilemiyorum ki. Yemekleri hazırlamak için çok uğraştığı belliydi. Misafirlerine karşı çok kibar davrandı. Fakat yemekler tatsız tuzsuzdu. Sofra düzeninde de yemeklerde bir yapaylık havası, bir samimiyetsizlik vardı. Sofra selamlık gibiydi; hiç olmazsa yemeğe bir hanımefendi çağırabilirdi. Akdeniz yeşillikleri salatası ile karnımı doyurmaya çalıştım. Puanım 5. Tarhan Erdem (AKP yandaşı araştırmacı): Sofra düzeni de güzeldi yemekler de. Belki başlangıçta sıcak bir çorba olsaydı çok daha güzel olabilirdi. Fakat sofranın sıcaklığı, çorbanın sıcaklığını aratmadı. Benim puanım tabii ki 10. Taha Akyol (AKP yandaşı köşe yazarı): Başlangıçta çorba değil ama ara sıcaklarda keşke Kayseri mantısı olsaydı diye düşündüm. Herhalde hamur işini zamanında yetiştirememekten çekindi. Masa örtüsünün renginden peçetelerin desenine kadar her şey mükemmeldi. Benim puanım da tabii ki 10. Yemekteyiz! SESSİZ SEDASIZ (!) HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Çevre şehidimiz Av. Cihan Eren BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Koyunun en de- ğerli etine ve bu et- le yapõlan kebaba verilen ad. 2/ Ya- hudi inancõnda kö- tü ruhlu meleklere verilen ad... Pol- yesterden yapõlmõş su şişeleri için kul- lanõlan sözcük. 3/ Motorun eskiyen ya da aksayan parçala- rõnõ değiştirerek ya da onararak motoru yeni duruma getirme işlemi. 4/ Savaşa gitme. 5/ Satranç- ta bir taş... Hindistan’da yaşayan bir cins yaban sõ- ğõrõ. 6/ Sincap. 7/ “Bir --- yağmuru gibi geçiverdi aşkõmõz”(Şarkõ)... Rütbe- siz asker... İtalya’da bir ova. 8/ Bilgisiz, kültür- süz kimse... Bir yerde otur- ma. 9/ Bir İngiliz uzunluk ölçüsü birimi... Doğu Anado- lu’ya özgü bir halkoyunu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İnce kesilmiş çiğ et. 2/ Memelilerde protein metabo- lizmasõnõn son ürünü olan ve idrarla dõşarõ atõlan azotlu bi- leşik... Karşõlõklõ alõp verme. 3/ Danõşõklõ dövüş... Kaza- kistan’õn plaka imi. 4/ Kesintilerden sonra kalan miktar... Gürcistan’õn plaka imi... Dolma yapmak için hazõrlanan karõşõm. 5/ Cömert. 6/ Birdenbire öfkelenme, köpürme. 7/ Omurgalõlarda bulunan iç salgõbezi... Anadolu halklarõnõn en eski ana tanrõçasõ. 8/ Binek hayvanlarõnõn sõrtõndaki otur- malõk... Poker, konken gibi oyunlarda aynõ cins iki karta verilen ad. 9/ Yakacak odun için kullanõlan, 1 metre kü- pe eşit oylum ölçüsü birimi... Küçük küçük doğranmõş et, ciğer gibi şeylerle yapõlan yemek. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M A D O N N A İ U C U B E B A Ç H U D E Y B İ Y E İ Z L İ D R B E Z İ R J U L B A S İ T A N E İ L İ K M E N M Ö D E K T E E S E N L E M E K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle