19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 28 ARALIK 2010 SALI EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Şu Toplum Mühendisliği Dedikleri... Gerçek aydının görevi halka doğruları söylemektir. ‘Toplum mühendisliği yapmayın’ demek, sınıfların mücadelesini göz ardı edip emekçileri donanımsız bırakarak sermayenin dizginsiz sömürüsüne meydanı boş bırakmak anlamına gelir. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Dolar Milyarderleri! Türkiye’nin 100 dolar milyarderi varmış! Liste halinde açıkladılar... Sekiz yıl önce yüz değilmiş sayıları, son sekiz yılda sıfırlardan, onlardan, ellilerden, yüzlere çıkmış dolar milyarderleri... İlerleme budur işte, gelişme, zenginleşme!.. Ama senin benim için değil, o yüz kişi ya da yüz aile için... Başkasının malı, parası kimseyi ilgilendirmez. Çalışmış kazanmış. Kötü ne var bunda? Sen de çalışsaydın da kazansaydın, sen de milyoner, derken milyarder olsaydın. Milyarın, milyonun tanımı da değişti. Bir bakıma hepimiz milyoneriz! Cebimizde beş lira varsa, beş milyon sayılır! Kısacası, AKP paradan sıfırları attıktan sonra, bir anda milyonlarla oynar olduk. Nerden geldi aklıma bu konuyu ele almak? Fikri Sağlar’ın bir yazısı beni etkiledi. Şöyle yazmış: “Türkiye’de yüz on kişinin mal varlığı milyar dolarla ifade edilirken, nüfusun yarısı yoksulluk sınırında bulunan bir ülke ile övünebilir miyiz!” Dünyanın en zenginleri listesi de arada bir gazetelerde çıkıyor. Bakıyorum içlerinde bir tek siyaset adamı yok! Ne eski bir başbakan, ne cumhurbaşkanı, ne de bir parti kodamanı... Yalnızca sanayiciler, ticaret yapan, para kazanmayı iyi bilenler... Bizim dolar milyarderlerimiz içinde kaç politikacı var, kaç yeni, eski siyasetçi var? Önemli olan bunu bilmek!.. Gerçi zaman zaman muhalif gazetelerde adlar sıralanıyor. Ama burada adlarını vermek istemiyorum. Bir kör dövüşüne döndü basın dünyamız da ondan! Bak, bir kitap kapağında çıkan karikatüre benzer bir resmi kendine benzetmiş dava açmış biri! Hem de bir savcı, milyonlar istiyor. Kimden mi? Kitabın yazarından... Nedense AKP’nin önde gelenleri gazetecilere sık sık davalar açar, tazminat alırlar. Başbakan bile yapar bunu! Hele bazı belediye başkanlarının başlıca kazancı, yazarlardan para alabilmektir... Bu konu uzar gider! Yüz dolar milyarderimiz var diye sevinsek mi? İran’da, Yunanistan’da, Bulgaristan’da, Suriye’de komşu ülkelerde kaç dolar milyarderleri var acaba? İnsan merak ediyor... Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci şağıdaki yazarlara göre “toplum mühendisliği tepeden inme, Jakoben, toptancı, totaliter ve hatta komik” bir toplum projesidir. Yani berbat bir şeydir. Hepsi de üniversitelerimizde birer öğretim üyesi olan sayın profesörlerimiz diyorlar ki: “(Kemalist Cumhuriyet) ... toplum mühendisliği anlayışı içinde oluşturulmuş yukarıdan inme bir toplum dönüşümü modelidir.” (Profesör Hasan Bülent Kahraman, Sabah, 25 Temmuz 2008) “Aydınların aşağılık kompleksi. İktidar düşkünlüğü, diktatörlük şehveti. Totalitarizm, şiddet, toplum mühendisliği özlemi.” (Prof. Halil Berktay, Taraf, 14 Kasım 2009) “Jakoben, tepeden inmeci, sosyolojik verilere itibar etmeyen, sırça köşkünden toplum mühendisliğine soyunan Rousseau’cu hukuk ve devlet felsefesi ...” (Prof. Niyazi Öktem, Star, 27 Nisan 2009) “Tepeden inme modernleşme projelerinden türeyen sistemlerde, yönetmenin başlıca yöntemi toplum mühendisliği; rıza üretiminde kullanılan en etkili vasıta da ‘hafıza mühendisliği’dir...” (Prof. Mithat Sancar, Taraf, 12 Ağustos 2010) “Toplum mühendisleri kibritle oynarken, değişim alevi mecburen büyük bir yangına dönebilir.” (Prof. Mehmet Altan, Star, 24 Mayıs 2010) “Toplum mühendisliği komiktir. Öngörülemeyen sonuçlar doğurabilir.” (Prof. Süleyman Seyfi Öğün, Akşam, 13 Ağustos 2010) “Hukuku bir toplumsal mühendislik projesinin basit bir aracına dönüştürmek de doğru bir hukuk anlayışı değildir.” (Prof. Mustafa Erdoğan, Tercüman, 5 Ağustos 2004) “Şüphesiz ki, bu (Atatürk’ün) siyasi modernite projesi, demokrasi referansı olmayan bir toplumsal mühendislik projesiydi.” (E. Fuat Keyman, Radikal, 6 Kasım 2005) “Gözümüzü dikmemiz gereken yer şu veya bu istikamette mühendislik hesapları yaparak yeni bir toplum yaratmaya kalkmak değildir. Bu yanlış okumalar bizde yer yer totalitarizme ulaşan toplumsal mühendisliği koyulaştırmıştır.” (Prof. Atilla Yayla, Yeni Şafak, 2 Haziran 2008) “Provokasyonlar üzerine toplum mühendisliği inşa edenler için deniz artık tükendi.” (Prof. Mümtaz’er Türköne, Zaman, 16 Temmuz 2009) “Siyasetin üzerindeki vesayet ortadan A kalktığında, oraya atıfla toplumsal mühendislik yapma imkânı da ortadan kalkmış oldu.” (Prof. Naci Bostancı, Zaman, 27 Ekim 2010) “İşte o Nazi çakması tek partinin de (CHP), onun tarihteki sahte kahramanının da (İsmet İnönü) ne olduğunu artık başbakanlar da söylüyor. Demek ki toplum mühendisliği buraya kadarmış.” (Prof. Cemil Ertem, Taraf, 4 Mayıs 2010) Acaba ‘toplum mühendisliği’ gerçekten profesörlerimizin dediği gibi midir? Önce hem İngilizce kaynaklı bu terimin, hem de Türkçeye çevirisinin epeyce sorunlu olduğunu belirtelim. Türkçeye ‘toplum mühendisliği’ diye çevrilen bu terimin İngilizce aslı ‘social engineering’. ‘Engine’ motor demek. ‘Engineer’ ise mühendis... Günlük kullanımda teknisyen, mekanik, tamirci ustası anlamına geliyor. ‘Engineering’ sözcüğü dilbilgisinde ulaç dediğimiz isimfiil olup Türkçede ‘manipülasyon, toplumla oynama, hünerli şekilde aldatma’ demek de oluyor. (Bizde ‘hendese’ kökünden gelen ve kılı kırk yaran bir hesap adamı gibi saygın bir anlamı olan mühendis, biraz tuhaftır ki, İngilizcede işte böyle küçültücü bir derekeye, aşağı düzeye düşürülebiliyor.) Türkçeye ‘toplum mühendisliği’ diye aktarılan bu kavramın başlıca kaynağı ünlü Profesör Karl Raimund Popper... Biliyoruz ki, birçok kavram ideolojik bakımdan yanlıdır, taraflıdır. Popper’in öne sürdüğü ‘toplum mühendisliği’ kavramı da ideolojik açıdan taraflı bir kavramdır ve asıl hedefi ‘kapalı bir toplumun teorisi’ diye nitelediği Marksizmi gözden düşürmektir. pedüz çarpıtıyorlar. Popper’in azar azar, kademeli, evrimci toplum mühendisliğinden nedense hiç söz etmiyorlar. Buradan kalkıp ‘Kemalizm de komünizm de hem toplumu, hem de devleti zorba yöntemlerle değiştirmeyi öngören birer tepeden inmeci, Jakoben, totaliter bir anlayıştır’ diye yaygarayı koparıyorlar. Oysa biliyoruz ki, eyyamcı değil, ciddi siyasal kuruluşların görevi, hem devletin yapısını, hem de toplum düzenini emekten yana değiştirmektir. Bu değişim, önü tıkanmamışsa bir ölçüye kadar reformlarla, tıkanmışsa köklü bir devrimle olur. Devrimden sonra da her alanda reformlar uygulamaya konulur. Bütün toplumsalsiyasal edimler, eylemler, gösteriler, grevler, bağlaşıklıklar, eylem birlikleri, seçimler siyasal iktidarın sömürücü sınıfların elinden alınıp sömürüye karşı toplumsal güçlerin eline geçmesine yöneliktir. Emekten yana bir siyasal iktidar ise toplumun altyapısını, üretim ilişkilerini değiştirme amacı güder. ‘Toplum mühendisliği’ deyimiyle siyasal partilerin programları, projeleri, ulusal gelirin yeniden dağılımı, sosyal psikoloji, kamuoyu yoklamaları, bütün bunlar bir kesim için makbul, başka bir kesim içinse dokunulmaması gereken yasak alanlar, araçlar diye tanıtılmak isteniyor. Böylelikle devlet yapısını, toplum düzenini değiştirme projesi olan siyasal kuruluşlar gözden düşürülmeye, donanımsız bırakılmaya çalışılıyor. Bu köksüz deyimi kakavanca piyasaya sürenler toplumun her kesimini örümcek ağı gibi saran yobazlığın çevirdiği dolapları görmezden geliyorlar. Bırakın Anayasa Mahkemesi üyeleri, üst kademe yargıçlar ve üniversite rektörü atamalarındaki partizanca manipülasyonları, en alt düzeydeki bir müdürün atanmasına bile kabaca karışan tarikatçı düzenlemelere alkış tutmaktan geri kalmıyorlar. Atatürk Gelmemiş Gibi Yapmak... “Atatürk’ün Ankara’ya gelişi...” Bu küçük cümlenin Atatürk karşıtı yobazların ruhlarında ne denli travma yarattığını bilemezsiniz... Çünkü her şey o “geliş” ile başlıyor... Tarikatların, medreselerin, şıhların, mollaların, dergâhların hâkimiyeti... Din adı altında bir ulusun iliklerine kadar emilerek sömürülmesi... Yobazların ilkel kara düzeni... Tümü o “geliş” ile gidiyor... Onun için “gelişi” hiçbir zaman hoş karşılamadılar... Kızdılar “geliş”e... Ellerinden gelse her sene o gün, tam tersi için törenlerkutlamalarşenlikler yapacaklar: “Atatürk’ün Ankara’dan gidişi...” Bu yüzden “Trafik tıkanıyor” bahanesiyle (ki İzmir’in bütçesi kadar altüst geçitlere para harcanan Ankara trafiğinin halini bir görseniz) dünkü “geliş” kutlamalarındaki koşuya güzergâh vermediler. Ve geleneksel koşu iptal edildi. Oysa ben o güzergâhın her gün iki kez yolcusuyum. AKP Genel Merkezi de o güzergâhtadır... Zırt pırt trafik durdurulur, yollar kesilir, ara çıkışlar engellenir, ambulanslar, hastalar, okul çocukları bekletilir... Camdan başını uzatanlar sorar: “Niye tıkandık?..” “Geliş...” “Kim?..” “Tayyip Erdoğan, partiye geliyor...” Atatürk’ün “geliş”ini sevmiyorlar... Çünkü “gelişin” ruhu dahi gözükse, biliyorlar ki bu kendileri için “gidiş” anlamına gelir... “Geliş” onlar açısından kötü haber... Zaten 8 yıldan beri sinsi sinsi yaptıkları şey Atatürk’ün “gidişi”ni sağlamak değilse ne?.. Tam bunu başardıklarını sandıkları anda, demek ki o rüyalarına giren haberi alıyorlardır: “Atatürk’ün temsili gelişi...” O zaman kızıyorlardır “geliş”e... Tüyleri diken diken oluyordur... “Atatürk gelmemiş gibi” olsun istiyorlardır... İşte; şimdi de “Atatürk’ün temsili gelişine” güzergâh vermediler... Olsun... “Geliş”ten bu kadar korkmaları dahi “gidiş”in teminatıdır... [email protected] Aydının görevi doğruları söylemektir Bütün ciddi sosyal bilimler, siyaset bilimi, sosyoloji, iktisat, siyasal/sosyal tarih hepsi daha adil bir yönetim ve hukuk sistemi, hakkaniyet ölçülerine uygun bir toplumsal ilişkiler düzeni yaratmaya yöneliktir. Siyasal partiler belirli bir dünya görüşünün uygulamaya geçirilmesi için vardır. Siyaset bir projedir. Her devrimci partinin bir dünya görüşü olup devrimci kadrolar bu amaçla toplumu değiştirmeye çalışırlar. Gerçek aydının görevi halka doğruları söylemektir. ‘Toplum mühendisliği yapmayın’ demek, sınıfların mücadelesini göz ardı edip emekçileri donanımsız bırakarak sermayenin dizginsiz sömürüsüne meydanı boş bırakmak anlamına gelir. Oysa çok iyi biliyoruz ki, ‘Bugüne kadar filozoflar dünyayı olduğu gibi yorumladılar. Görevimiz onu değiştirmektir.’ Dürüst aydının görevi tam da budur. Popper kademeli toplum mühendisliğinden yanadır Karl Popper’in Tarihselciliğin Sefaleti adlı kitabı geleceğin öngörülebilir olduğu düşüncesine karşı bir polemiktir. Yine de, hakkını yemeyelim, Popper toplum mühendisliğini ikiye ayırır. Toplumu toptan dönüştürmeyi amaçlayan totaliter ütopyacı toplum mühendisliğine karşı çıkar. Ama parçalı, tedrici, kademeli toplum mühendisliğinden yanadır. Yukarıda sıraladığımız sosyal bilimcilerimiz ise kraldan çok kralcı davranıp ‘toplum mühendisliği’ terimini küçültücü, aşağılayıcı bir kavram olarak kullanıyorlar. Popper bile böylesini tasarlamamış, bu ölçüde ileri gitmemiştir. Bizimkiler bu deyimi bilimin eleştirel süzgecinden geçireceklerine, hem papağan gibi tekrarlıyor, hem de Popper’in görüşünü dü Mahmut Hoca’nın Boşluğu… Nusret ERTÜRK Eğitimci ıfat Ilgaz’ın yarattığı, unutulmaz ölümsüz tipi Mahmut Hoca’yı, Hababam Sınıfı’yla tanıdık. Onu, başarıyla canlandıran da Münir Özkul oldu. Öyle ki, Mahmut Hoca Münir Özkul’la örtüştü, özdeşleşti. Yaratma ile yorumlamanın bu denli kaynaşması az görülmüştür. Deneyim, insanı adam edermiş. Mahmut Hoca, iyi bir öğretmendir, iyi bir yöneticidir. Mahmut Hoca, sevgidir. Mahmut Hoca, öğrenci babasıdır. Tersini siz düşününüz… Azıcık başını R kaldıranı sokağa atmak eğitim değildir. Öyle olsaydı, okulda öğrenci kalmazdı. Mahmut Hoca’nın Hababam Sınıfı’ndan bile öğrenci kovduğunu gördünüz mü? Mahmut Hoca boşuna mı seviliyor? Eğitim sabırdır, yoğun çabadır. Celal Bayar Üniversitesi’nin öğrencileri küçük bir gösteri yapmak ister. Rektör koşar, öğrencilerin önünü kesip, “Ben burada rektörüm! Slogan atarsanız kimliklerinizi toplarım! Üniversiteden atarım hepinizi! Dağılın!” diye kükremiş… “Öfkeleniyorsan, suçlusun.’” Turgenyev’in sözüdür. Sana, rektör olamazsın, demedim. Bu kafa ile eğitimci olamazsın… Sen, Hababam Sınıfı’nın Mahmut Hoca’sını tanır mısın? Koca koca profesörler oy veriyor. Onların en çok oy verdikleri rektörlüğe atanmıyor da, en az güven vereni oraya getiriliyor… Yukarıdaki rektör de en az oy alanmış… O da Mahmut Hoca’nın tırnağı kadar olamıyor… Doktorlar hatalarını toprakla örtermiş… Ya eğitimciler? Mahmut Hoca boşluğu, her alanda kendini gösteriyor. Rüzgâr ve dalga her zaman en dene yimli denizcilerin yanında olurmuş. Uzman, kendi konusunda en kötü hatalardan kaçan kişidir. Eğer kaçamıyorsan, sana uzman demezler. Adamın biri, köprünün altından eşeğiyle geçerken eşeğin kulakları köprüye değer. Adam başlar tahta köprüyü alttan keserle inceltmeye. Biri görür, sorar: ‘Ne yapıyorsun?’ Böyle böyle…‘Be adam, toprağı kazsana, daha kolay olur.’ Adam geri çekilir: ‘Eşeğin ayakları değil, kulakları değiyor ama…’ Mahmut Hoca’sız olmuyor. Onu tanımayanlar boşluk yaratıyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle