19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 ARALIK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Ispanaklı Bundan tam bir yıl önceydi. Manisa’da olduğu gün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a Ankara’da suikast hazırlığı içinde bulunduğu savıyla iki subay, polisler tarafından yakalanmıştı. Ortalık adeta yıkılmış, soruşturmalar TSK’nin kozmik odalarına kadar uzanmıştı. Günlerce çok gizli belgelerin arandığı, tarandığı, önemli ipuçları neyin ipuçları olduğunu kimse öğrenemedibulunduğu yazılmış, çizilmiş, konu üzerine bilgiççe yorumlar yapılmıştı. Aradan geçen süre içinde soruşturma da kozmikleşti: Suikast mı, değil mi? Gizli belge odalarına niye girildi, ne arandı, suç unsuru denen bir şey bulundu mu, bulunmadı mı, bilen varsa beri gelsin. Ne takipsizlik, ne görevsizlik, ne bir iddianame, ne bir dava... O bir yıl içinde; anayasamız değişti, Anayasa Mahkemesi ve HSYK güzelleşti, generaller açığa alındı falan filan... Demokratikleştik beyler; davaya ne gerek, ıspanaklı börek... PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Türk’üm... Aaaa, ne ayıp oğlum Türk’üm demek. Hiç utanma arlanma yok mu sende? Sanki Türk’üm demek bir marifet. Niye Türk oluyorsun ki? Olma canım, illa olacaksan başka bir şey ol... Doğruyum... Yapma kızım, yalan varken, dolan varken, doğruluk da neymiş? Bak büyüklerine, hiç onlar doğruyu söylüyor mu? Çalışkanım... Evladım, bunca işsiz varken çalışmak da ne kelime. Anarşist misin sen? Al sadakanı otur aşağıya. Yasam... Yasan, görevini Andımız Kaldırılırken Panayırda Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, arkadaşımız İlhan Taşcı’nın Halk TV’deki Çınaraltı’ndaydı. Tantan, AKP iktidarı boyunca üç grubun varsıllaştığını söyledi: 1 AKP ve çevresindekiler. 2 PKK ve çevresindekiler. 3 Cemaatler ve çevresindekiler. Tantan, “Bu üçlü şemsiyenin altına girmeyene yaşam hakkı yok gibi gösterilmek isteniyor” dedi ve çocukluğundan bir anıya bağladı sözlerini: “Eskiden çakallar köylere karanlık çöktükten sonra inerdi. Şimdinin panayır çakalları 24 saat şehirde dolaşıyor.” Nedir Bu 68’li Takıntısı? Geçmiş yıllarda konu gençlik hareketleri oldu mu iktidarlar her taşın altında bir “dış mihrak” ararlardı. “Âlemi kendi gibi bilmek” örneği, gençlik hareketleri gibi toplumsal devinimlerin temelde/özünde iç dinamiklerden kaynaklanan olgular olduğunu akıllarına getirmezlerdi. Ya da gerçeği bilirler, fakat bunu dillendirmek işlerine gelmezdi, çünkü “dış mihrak” kavramı siyasetçilerin oy avcılığında kullandıkları bir silahtı. Durum bugün de farklı değil. AKP iktidarı da aynı amaçla, seçmen kitlelerini “tavlamak” amacıyla benzer bir silaha başvuruyor, dilinden “68 kuşağını” düşürmüyor. Örneğin, son öğrenci olaylarına ilişkin olarak AKP İstanbul Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu şunları söylüyor: “Eski tüfeklerin, eski kuşakların çoğu bu öğrencilere gaz veriyor. 68’liler hâlâ akıllanmamış. Bu gençleri sokağa dökmenin bir anlamı yok. 68 kuşağı istediği sistemi yaratabildi mi? Hayır.” Burhan Kuzu 1955 doğumludur. 68 yılında 13 yaşında bir çocuktur; Kayseri Develi’de çelik çomak oynuyordur. O dönemin gençlik olaylarının tanıdığı değildir, konuya ilişkin bilgileri “muhafazakâr büyüklerinden” duyduğu yalan yanlışlarla sınırlıdır. Dolayısıyla yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi “saçmalaması” doğaldır. Ama saçmalamayabilirdi de! Ne var ki bu şansı uzun yıllar önce ıskalamıştır. Ders verdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde kürsü büyüğü, ağabeyi Prof. Dr. Bülent Tanör’e sormak aklına gelseydi hiç kuşkusuz en doğru bilgiyi alırdı “68 nedir, ne değildir” diye. Sanırım 1963 yılında Anayasa Hukuku kürsüsünde asistanlık görevi yapmaya başlayan, 1969 yılında doktorasını tamamlayan Tanör’ün 1971 darbesi sonrası üniversiteden atılma nedenlerini biliyordur. Bildiğini sanmadığım ise, Tanör’ün 1972 yılı başlarındaki Söke, Beşparmak Dağları macerasıdır. Dehşetli, güzel, anlatılası anılardır. Bülent Tanör 1975 yılında Danıştay kararıyla üniversiteye geri dönüp 1977 yılında doçent oldu. Çok geçmedi, 1981 darbesi sonrasında 1402 sayılı yasa kapsamında yeniden üniversiteden uzaklaştırıldı. Bu dönemde Paris ve Cenevre üniversitelerinde ders verdi. 1990 yılında tekrar Danıştay kararıyla kürsüsüne dönebildi, 1992 yılında profesör oldu. 1998 yılında aynı unvanı olan Burhan Kuzu keşke Bülent Hoca’ya daha yakın olabilseydi… Ondan çok şey öğrenebilir, “iktidara karşı durmak”, “boyun eğmemek”, “direnmek” nedir, bir fikir sahibi olur, bugün saçmalamazdı. Ama dedik ya, ıskalamış… Burhan Kuzu’yu anlıyorum da CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’e ne oluyor? “Son 5 yıldır, 8 yıldır Başbakan’ı destekleyen 68 kuşaklarına soruyorum. Vicdanlarınız sızlamıyor mu? Utanmıyor musunuz? Kalemlerinizi oralarda nasıl tutuyorsunuz?” Gürsel Tekin’in bu sözlerini gazetemizin dünkü sayısının ilk sayfasında yayımlanan “68 kuşağı utanıyor mu?” başlıklı haberden alıntıladım. CHP Genel Başkan Yardımcısı bir yandan öğrencilerin eylemlerine sahip çıkarken, öte yandan da kaş yapayım derken göz çıkartıyor. Üç beş soldan çark etme döneğin iktidar yalakalığı koca bir kuşağı niçin utandırsın? Ayrıca 68 kuşağı olarak nitelenen kesim “homojen”, kendi içinde uyumlu bir topluluk değildir ki. 68 gençlik olayları içinde yer alan gençler arasından daha sonraki yıllarda muhafazakârlar da, İslamcılar da, liberaller de çıkmıştır. Gürsel Tekin herhalde “68 kuşağı” derken, bu kuşağın solcularını kastediyor. 68 solcularının çok ama çok büyük bir bölümü bugün de solcudur. Utanması gerekenlerin sayısı sanıldığından çok daha azdır. Medyada öne çıktıkları için çoklarmış gibi geliyor insana. Ortada o kadar da tedirgin olacak bir durum yoktur yani… [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com kötüye kullanmaktır yavrum. Meclis’ten daha geçen hafta çıktı, dumanı üstünde tütüyor. Kullan kötüye görevini, cezanı düşürsünler. Yurdumu özümden çok sevmek... Yurt sevilmez çocuğum, pazarlanır. Dekar dekar, karış karış satılır. Varlığım Türk varlığına armağan olsun... Varlığın niye kalsın el âleme, üstelik de Türklere. Ver oğluna, kızına. Çil çil altın al, gemicik al, havuzlu villa al... Ve son: Ne mutlu sürüyüm diyene... Eğitimciyazar Nusret Ertürk, başta öğrenciler olmak üzere herkesin “İnsan Haklama Günü”nü kutluyor. Kutlama Aman dokunmayın Hani kimi danışmanlar gidip gidip ABD’lilere bilgi vermişler ya... Yıllar önce bir danışman hakkında kulağımıza bir şeyler çalınmıştı. O danışman için Amerikalılar bizimkilerden ricada bulunmuşlar. “Aman dokunmayın, hani anlarsınız ya, bizdendir” demişler. Bir yerlere süpürülmeyecek kadar kullanılma şerefine erişmiş danışmanın, kod numarası bile var imiş... TİHAK Başkanı Muzaffer İlhan Erdost, insan hakları günü nedeniyle düzenledikleri toplantıda, füze kalkanından söz ederken, ABD’nin daha önce de benzer bir oyunu Türkiye’nin başına nasıl sardığını, Daniele Ganser’in NATO’nun Gizli Orduları kitabından yaptığı bir alıntı ile aktardı: “Soğuk Savaş süresince ABD tarafından silahlandırılan Türkiye, Avrupa’daki en büyük, NATO’daki ABD’den sonraki ikinci büyük silahlı kuvvetleri kurdu. ABD 1961’de gözü kara bir kumar oynayarak, Türkiye’ye Sovyetler Birliği’ni hedef alan nükleer füzeler bile yerleştirdi. Sovyet lideri Kruşçev, bir yıl sonra gözü kara stratejiyi kopyalayıp Küba’ya ABD’yi hedef alan füzeler Nükleer patlamaya doğru... yerleştirince, Küba füze krizi patlak verdi ve dünya nükleer savaşın eşiğine geldi. Başkan Kennedy, Kruşçev’in nükleer füzeleri Küba’dan çekmesi karşılığında, Jüpiter füzelerini Türkiye’den çekme sözü vererek krizi barışçıl yollardan çözdü.” Erdost, “Bu bir trajediydi” dedi ve bugün ise komedi yaşadığımızı söyledi: “Dün iki dünya sistemini temsil eden devletler, ideolojik anlamda iki sistemin yörüngelerindeki daha küçük devletler ya da coğrafyalar üzerinden, birbirini vurmaya çalışıyordu. Ama bugün aynı ekonomik sistemde birleşen bu iki büyük devletten biri, ötekini, bu kez Türkiye üzerinden köşeye sıkıştırmaya hazırlanıyor. Dün bir uydu olarak, bugün ABD’nin küresel egemenliğinin aktörü olarak, Türkiye, iradesi sanki otomatiğe bağlanmış gibi nükleer bir patlamaya doğru sürükleniyor. ‘Füze kalkanı’ oyunu, Gates’in dillendirdiği NATO kapsamında oynanıyor. Ama neden davulun tokmağını, NATO Genel Sekreteri değil de, ABD Savunma Bakanı Gates vuruyor. Ve niçin geçmişte Sovyetler, çağrı üzerine Afganistan’a inmeden altı ay önce Afgan ‘mücahitleri’ne her türlü yardımı yapan CIA’nın o zamanki başkanı Gates sürdürüyor görüşmeleri?” Erdost’un bu konuşmayı yaptığının hemen ertesi günü emekli diplomat Daver Darende, ABD’nin NATO Avrupa Müttefikleri Komutanı Oramiral James Stavridis’in füze kalkanına ek radar sayısının arttırılmasını isteyen açıklamasını anımsattı: “Bir radar iyi, ikinci radar daha iyi olur. Üç radara sahip olduğumuz bir dünyayı önerebilirim.” O üç radar için hangi ülkeler düşünülüyor peki? Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Erdost’un ifadesiyle “aktör” ülke Türkiye... ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Vahşetin Fotoğrafı’ 5 Aralık’ta Cumhuriyet’in 3. sayfasında yer alan, “Kadın ve çocukları ölüme atmışlar” başlıklı haber, vahşetin fotoğrafıydı. “İstanbul Mali Şube Müdürlüğü ekipleri, 25 Haziran’da Meriç Nehri’nde aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 16 göçmenin boğulması üzerine, göçmen kaçakçılığı yapan ‘ölüm çetesinin’ peşine düştü. Yaklaşık 8 ay süren takibin ardından çetenin izine rastlayan polis, operasyon başlattı. İstanbul’da 24 adrese düzenlenen eşzamanlı baskınlarda aralarında çete lideri Ercan Ç.’nin de bulunduğu 24 kişi gözaltına alındı. Çetenin, 3 kişilik plastik havuz botlarına 9 kişiyi bindireceği ve Meriç Nehri’nin azgın sularından aralarında kadınların da olduğu göçmenleri Yunanistan’a geçireceği belirlendi. 24 zanlıdan aralarında Ercan Ç’nin de olduğu 21 kişi tutuklandı. Çete üyelerinin telefon görüşmeleri mahkemeye sunulan dava dosyasında yer aldı. 16 kişinin öldüğü olayı ‘büyük bir maddi zarar’ olarak niteleyen Ercan Ç. ve adamları, göçmenleri ‘top kumaş’ olarak tanımlıyor. Tüyler ürperten konuşma: Ercan Ç.: Yahu önceki gece eleman buraya geldi. Biliyor musun ne yapmış? Kazım A.: Ne yapmış? E.Ç.: Sopayla dövmüş onları, atmış suya p.. oğlu p.. K.A.: Gerçekten mi ya? E.Ç.: 2 defa oldu biliyor musun? Hiçbir şey kalmadı elimizde. Para kazanamayız böyle giderse. K.A.: Evet doğru. E.Ç.: Biz sağlam bir şey yapmazsak, kimse bize artık iş vermez. Göçmenler ‘Su çok derin, akıntı hızlı’ deyip suya girmek istememiş. Geri zekâlılar da sopalarla dövmeye başlamış. Hepsini döve döve suya zorla atmışlar.” Yazarımız Leyla Tavşanoğlu, 1 Ağustos 2010 günlü Cumhuriyet’te yayımlanan Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Özkan Pektaş ile yaptığı söyleşide şiddet olaylarını irdeliyor. Sayın Pektaş, bu söyleşide ilginç değerlendirmeler yapıyor: “Suç oranında bir artış ve vahşileşme var. Vahşeti getiren, içinizde durduramadığınız kaba dürtüler. Kabalığı engelleyen kültürdür; kültürü etkileyen eğitimdir. Toplumda bu alanlarda değersizleştirmeler yaşadığımızda suçlar da kabalaşmaya başlıyor. Örneğin İtalyan kadının Türkiye’de uğradığı kaba cinayeti düşünün. Ya da rahiplerin akıl almaz cinayetlere kurban gidişlerini, Münevver Karabulut cinayetini hatırlayın. Şiddete eğilimli bir toplum olduk...” Çağdaş olamayan eğitimler, ruhsal hastalıklara yatkın kişiliklerin yetişmesini sağlayan ortamı hazırlamaktadır. Gelenekler, görenekler, töreler ve özellikle de eğitim, bir toplumun yapısını oluşturur. Eğitim sistemleri bunların oluşmasında ya da yıkılmasında en önemli etkendir. Bir ülkede cinayet, intihar, taciz ve tecavüz olayları giderek artıyorsa o toplumun sağlıklı olduğu söylenemez. Televizyon kanallarını izleyenler, başta töre cinayetleri olmak üzere, taciz ve tecavüz olaylarının yoğun bir biçimde arttığını görmektedir. Bu taciz ve tecavüz olaylarının özellikle çocuklara karşı ve devlet denetimindeki çocuk yetiştirme yurtları ile yine devlet denetimindeki yatılı ilköğretim bölge okullarında oluşu endişe vericidir. Köleliğin kaldırılmaya başlandığı 19. yüzyılda, dünya nüfusu (1802’de) 1 milyar olarak saptanmıştır. Sanayi devrimi ile birlikte nüfus artışı, büyük bir hız kazanır. 1802’de 1 milyar olan dünya nüfusu, 1927 yılında 2 milyara ulaşır. Artış giderek hızlanır ve nüfus, 1961 yılında 3 milyara, 1971’de 4 milyara, 1987’de 5 milyara. 1999’da 6 milyara ulaşmıştır. Bugün dünya nüfusunun 7 milyar olduğu varsayılmaktadır. Günümüzde yaşanan “vahşetin kaynağını”, 1 milyardan, 7 milyara ulaşan dünya nüfusunda aramanın zamanı gelmiştir. HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Osmanlı 1 devletinde kara ve deniz su 2 baylarının 3 oluşturduğu 4 sınıf. 2/ Ka5 rakter... Yerçekimi doğrul 6 tusunda olan. 7 3/ Letonya’nın 8 plaka imi... 7590 cm’lik 9 eski bir uzunluk öl 1 2 3 4 5 6 7 8 9 çüsü. 4/ Büyük so 1 U Y A R M A L A R pa... İnce ve keskin 2 L A B A T A R O ses. 5/ İstanbul’un 3 E Z A MA L A K bir ilçesi... Bin met4 K E B E renin kısa yazılışı. M A 5A R S A E ŞME 6/ Meyveleri şeker6 I R A K U S le kaynatarak hazır7 S A V A T E C E lanan tatlı... Doğu Karadeniz dağları 8 O T A Ğ O N U M nın yüksek kesim 9 S A Ğ I R D E R E lerinde yaygın olan geçici kırsal yerleşme tipi. 7/ Tarla sınırı... Tümceyi oluşturan öğelerden biri. 8/ Yunan mitolojisinde şafak tanrıçası... İri ve boru biçiminde beyaz ya da sarı renkli çiçeği olan bir süs bitkisi. 9/ Kredi mektubu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Trabzon yöresine özgü bir halkoyunu. 2/ Rütbesiz asker... Bir iş için ayrılan belli para. 3/ Kitap getirmiş peygamber... Siper, hendek. 4/ Bir yüzü uzun tüylü, kalın ve ağır battaniye. 5/ İlkel benlik... İnleme, inilti. 6/ “ Kâbe’den yeğrektir / Bir gönül ziyareti” (Yunus Emre)... Kayak. 7/ Müsavi... Dürüst, iyi ahlaklı. 8/ Trabzon’un Tonya ilçesinde bir yayla. 9/ Rumların kutsal saydıkları kaynak ya da pınar... Bağışlama. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle