22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 8 KASIM 2010 PAZARTESİ AÇI MÜMTAZ SOYSAL Hedefe Kilitlenmek... AKP, haziranda yapılacak seçime kadar kalkınmaya öncelik vererek, toplum üzerinde etkisini sürdürmeyi ve iktidarda kalmaya devam etmeyi amaçlamaktadır. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Laik Diyanet GEÇEN hafta Diyanet İşleri Başkanı Sayın Profesör Ali Bardakoğlu herkesi şaşırtan ve sağduyu sahiplerini hayran bırakan bir demeçle birçok konuya açıklık getirdi. İlk bakışta, sanki bir protokol yakınması gibiymiş gibi algılanabilecek bir açıklamaydı bu. Başkan, manşetlere çıkarılan “Resepsiyonlara gitmem, çünkü Atatürk’ün gösterdiği önemi kimseden görmedik” diyerek “İyi giyimliler arasında sırada yürüyen bir kişi olmayı ben kurumuma ve konumuma karşı bir haksızlık olarak gördüğümden bu tip devlet protokollerine pek iştirak etmiyorum” sözleriyle şunu anımsatmaktaydı: Hilafetin lağv edildiği ve Şeriye Vekâleti’nin kaldırıldığı ünlü 3 Mart 1924 tarihli yasayla kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyetin o devrim yıllarında devlet protokolünün üçüncü sırasında yer alırken sonradan 52. sıraya geriletilmişti. Ama asıl sorun bu değildi. Başkan, aynı tarihte kendi kurumu gibi statüsü İstiklal Harbi’ndekinden farklı olarak yeniden belirlenen Erkânı Harbiye’nin birer “vekâlet” olmaktan çıkarılışını, her iki kuruluşu siyaset dışında tutma gerekçesine dayandığını vurgulamak istemiştir herhalde. Ona göre, bu statü her ikisi protokolde aynı özel yere konarak perçinlenmeliydi. e yazık ki, böylesine eşzamanlı ve dengeli düzenlemenin hikmeti hâlâ tam anlaşılmamıştır. Çok kişi askerle Cumhuriyetin tarihi arasındaki bağlantıyı bilmeden ve düşünmeden Genelkurmay Başkanlığı’nın durumunu Batı demokrasilerinin kurallarıyla değerlendirmeye kalkınca nasıl yanılıyorsa, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devlet yapısı içinde yer alışını laikliğe aykırı bulanlarımız da aynı şekilde yanılmaktalar. Başka konularda olduğu gibi bu konuda da yanılmadan doğru sonuca varmak, ancak kendi tarihimizi ve kendimize özgü durumları iyi bilmekle olabilir. Bunları bilmeden, Batı’dan rasgele aktarılmış bilgiler ve değerlendirmelerle gerçekçi sonuçlara varılamaz. erçekten, sayın başkanın da belirttiği gibi, başkanlık, genellikle düşülenin aksine, bir “fetva” makamı olarak devlet yapısı içinde yer almamıştır. Oysa, kimimiz laiklik konusunda doğru olduğuna inandığımız bir görüşü doğrulatmak için, kimimiz de aksini ispatlamak amacıyla o makamdan görüş almayı isteyebiliriz ama, laik devletin bunu yaparak karar almasındaki yanlışlığı fark etmeyiz. Orası bir hizmet makamıdır. Dinsel inanç, inananlar için içtenlikli bir gönül gereksinimi ise, bu gereksinimin doğru biçimde ve devletin temel niteliklerini tehlikeye düşürmeden karşılanması da bir kamu hizmeti sayılabilir; sorumsuz kişilere ve kurumlara, hele devletin otoritesiyle yarışa girişeceklere bırakılamaz. Bülent TANLA 22. Dönem CHP Milletvekili aşarının formülü hedef, izlenecek yol ve strateji olarak özetlenebilir. Başarıya ulaşmak isteniyorsa hedef, yol ve strateji belli olmak zorundadır. Bu yöntemi devletler, siyaset ve iş dünyası kullanır. Bu formülü başarıyla uygulayan ülkelerden birisi de Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Dünya ekonomi tarihinde çeyrek yüzyıl içinde hiçbir ülke Çin Halk Cumhuriyeti kadar hızlı büyüyemedi. Çin Halk Cumhuriyeti, 2009’da ihracat şampiyonu oldu. 746 milyar Avro’luk ihracat toplamıyla, 2009 yılında 734 milyar Avro’luk ihracat yapan Almanya’yı da geçti. Çin Halk Cumhuriyeti soğuk savaş sonrasında tutucu ve kalıplaşmış politikaları bir tarafa bıraktı. Değişen koşullarda sahip olduğu özelliklerden azami faydalanacak şekilde yeni politikalar belirledi. Bunları başarıyla uyguladı. Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki bu değişimi zaman içerisinde gözlemleme olanağı bulmuş birisi olarak Çin Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Pekin’deki Türk Büyükelçiliği konutundayız, yıl 1982. Büyükelçimiz Mao’dan sonraki ilk Komünist Parti kongre metinlerini okumamı tavsiye etti. Çin’de Komünist Partisi, 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra iki farklı ekonomik kalkınma politikası uygulandı. Mao döneminde (19491976) uygulanan yüksek düzeyde merkeziyetçiliğe dayanan “Planlı Ekonomi” ve Deng döneminde uygulanmaya başlanan dışa açılma ve reform politikası sonucu geliştirilen “Çin Tarzı Sosyalist Piyasa Ekonomisi”. Mao’nun ölümünden sonra yönetime gelen Deng Xioaping yaptığı konuşmada, tarım komünleri, materyal denge planlaması, sadece iç üretimdeki boşlukları doldurmak için yapılan dış ticaret ve fiyat kontrolü gibi Stalinist temeller üzerine kurulu ekonomi politikalarını reddediyor ve “Kedinin siyah ya da beyaz olması fark etmez, önemli olan fare yakalamasıdır” diyordu. Çin Komünist Partisi kongre üyelerinin itirazlarına rağmen yapısal değişikliği öneriyor ve kabul ettiriyordu. Değişikliği kabul ettirirken de, pencerelerin sonuna kadar açılması gerektiğini vurguluyor, açılan pencereden sivrisineklerin girme olasılığına karşın ise pencerelerin önüne sineklik öneriyordu. B N G mumtazsoysal@gmail.com İşte 1970’li yılların sonunda bugünler için temelleri atılan Çin gerçeği şimdi dünya liderliğine oynuyor. Üzerinden geçen 30 yılda Çin Halk Cumhuriyeti’nin bugün hangi olimpiyatta, hangi dallarda, hangi madalyaları alacaklarına kadar hedefleri belli ve planlı çalışma yürüttüklerini biliyoruz. 1980’li yıllardan bu yana Çin Halk Cumhuriyeti’ni yakından izleyen birisi olarak Çinli yetkililerin geçen yıllara kadar yumuşak bir dille söylediği “Benim ülkemin pirinci, senin insanlarının karnını doyuracak, senin ülkenin pamuğu da benim insanımın sırtını ısıtacak” diyerek, hem görüşlerini yansıtıyor hem de denge politikalarını gözetiyordu. Birkaç yıl önce Çin Halk Cumhuriyeti’ne gittiğimde yanımda bazı gazeteci arkadaşlar da vardı. Bir Çinli yetkili ile bir gazeteci arkadaş arasında geçen konuşma dikkat çekiciydi. Gazeteci arkadaşımın tespiti şöyleydi: “Çin’de çalıştırdığınız her bir işçi dünyada dört kişiyi işsiz bırakıyor. Çin dünyanın atölyesi oldu ama ucuz işgücü, dünyada işsizliği arttırdı.” Çin Halk Cumhuriyeti Ticaret Bakan Yardımcısı’nın bu tespite karşılık verdiği yüksek sesli ve kararlı yanıtı ise ilginçti: “Biz bunları yıllardır söylüyor ve uyarıyorduk. Artık bizim amacımız her bir Çinlinin bir tas pirinç ile karnını doyurabilmektir.” Çin Halk Cumhuriyeti artık güçlenmişti ve dünyaya bu cevabı verebiliyordu. Çin Halk Cumhuriyeti, sadece uluslararası ticaret ve yatırımda değil, küresel jeopolitik rollerin belirlenmesinde, enerji güvenliği ve çevre kirliliği senaryolarında ve yeni toplum mühendisliği çabalarında dünyamızın dengelerini temelden etkilemeye başladı. Dünyanın önceleri çok ciddiye almadığı Çin Halk Cumhuriyeti, bugün AB’yi de ABD’yi de huzursuz eder noktaya gelmiştir. Hem AB, hem de ABD geç kalındığının farkındadır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 30 yıl önce hedefi, öncelikli olarak ekonomide güçlenmek, daha sonra demokrasiyi geliştirmek olarak belirlenmişti. Çin Halk Cumhuriyeti ekonomik anlamda bu kadar güçlenmesine ve bölgesinden başlayarak AB ve ABD’ye kafa tutar noktaya gelmesine rağmen halkına sadece güçlü ekonomi vaat etmektedir. Demokrasi konusunda ise hiçbir beklentiye sokmamaktadır. Bunun en güzel örneğini Çin Halk Cumhuriyeti’nin Başbakanı Ven Ciabao’nun Ankara ziyareti sırasında yaşadık. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile basın toplantısı yapan Ven Ciabao, gazetecilerin soru soramayacağını, basın toplantısı öncesi basın mensuplarına bildirterek göstermiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 20 ya da son 30 yılda geldiği noktayı örnekleriyle neden anlattığımız noktasına gelince, Türkiye’de bugün iktidar olan AKP zihniyetinin değişik isim ve liderlerle yola çıkmasının üzerinden tam 40 yılı aşkın bir süre geçti. Milli Nizam Partisi olarak başlayan serüven, Milli Selamet Partisi olarak ilk iktidar denemesini 70’li yıllarda yaptı. O gün bugündür kararlılık gösteren zihniyet 90’lı yıllara gelindiğinde ise artık hedeflerini yüksek sesle ifade etmeye başlamıştı. Hareketin lideri Necmettin Erbakan’ın, yönetimin ‘kanlı mı kansız mı’ değişeceğine ilişkin Meclis’te dile getirdikleri ve bugün gündemin en önemli atardamarı olan türbana ilişkin söylediği “Rektörler türbana selam duracak” sözü hâlâ zihinlerde berraklığını korumaktadır. AKP zihniyetiyle siyaset arenasında yarışabilmek için bu zihniyetin amaç, yol ve stratejisini iyi bilmek ve ona göre mücadele yöntemleri geliştirmek gereklidir. Sadece bu da yetmez, Türk halkının beklentilerini de iyi anlamak ve kavramak lazımdır. Türk toplumunun temel değerlerini çok iyi analiz eden AKP, “kazanan tüccar vaat eden tüccardan her zaman daha güçlüdür” tezi üzerinden yürüdü. Türk siyasal tarihi boyunca çok partili demokratik ortama geçtiğimiz 1946 yılındaki seçimlerden bu yana bakıldığında toplum, seçimi kazanan partiye bir yıl boyunca koşulsuz açık çek vermektedir. 12 Eylül’de anayasa değişikliğini de bir seçim gibi algılayan ve değerlendiren toplum, yüzde 58’lik ‘evet’ oyunu AKP hanesine yazmış ve bir yıllık yeni bir açık çek vermiştir. AKP, haziranda yapılacak seçime kadar kalkınmaya öncelik vererek, toplum üzerinde etkisini sürdürmeyi ve iktidarda kalmaya devam etmeyi amaçlamaktadır. AKP güçlendiği algısını yayıyor, böylece de kendi gündemindeki konuları gündeme taşıyarak, kararlı bir biçimde savunuyor. Bu faktörlere baktığımız zaman, AKP’nin kendisi adına zamanı iyi kullandığı tespiti ve bazı temel konuları yüksek sesle dile getirmesi ve cesaretle hamle yapması bu nedenlere bağlanabilir. AKP’den iktidarı devralmak isteyen partilerin önce hedeflerini belirlemeleri, ona ulaşacak yolu, zamanı ve stratejiyi bir an önce hayata geçirmeleri gerekir. Başbakan ile Papağan... Her papağan bir değil... Onun için bu papağan Başbakan’ın istediğini söylememiştir. Haysiyetli hayvan... Ey onurlu kuş... Televizyonda da gördüm; papağan “Selamünaleyküm” diye durmadan tekrarlayan Başbakan’a şaşkın şaşkın baktı: “.........!” Arkadaki heyetten papağan ruhundan en iyi anlayan bakan, “Aslında konuşuyor” dedi... Başbakan o zaman daha da kararlı bir şekilde:“Selamünaleyküm... Selamünaleyküm...” “.........!” Papağanda tık yok... Ey şerefli canlı... Oysa Başbakan ne derse ekseriyetle insanlar tekrarlıyor... O ne derse o... Bu nedenle; işsizlere 2 milyon işsiz daha eklenirken, bir çuval kömüre ve bir paket nohuda muhtaç aile sayısı 2008’e göre dört kat artarken, Türkiye’ye “yıldız ülke oluyoruz” dediler papağanlar, Başbakan öyle dedi diye... “Demokratikleşme” diyor... Her şeyin “tek adamın” dudakları arasındayken ve eşi görülmemiş bir “tek adam” faşizmi tepemize çöreklenirken, tekrarlıyor papağanlar: “Demokratikleşme...” Sesini yükselten herkes hapishanelere doldurulduğunda... Ne suç işlediğini dahi bilmeyenler demir hücre pencerelerinden çığlık çığlık adalet istediklerinde... Başbakan buna “hukuk” dediği için papağanlar onaylıyorlar: “Hukuk...” Kime gidip anlatacaksınız?.. İşte bir toplum çoğunluğu ki; papağan... “Evet” dedi Başbakan... Yanıt geldi: “Evet...” Eminim siz de gazetelerdetelevizyonlarda gördünüz; kuş papağan ise öyle baktı Başbakan ve arkasındakilere... Bir rivayete göre Tayyip Erdoğan’ı görünce dili tutuldu... Bir rivayete göre kendisine öğretilmiş “selamünaleyküm”ü tam söyleyecekken, Başbakan söyleyince donup kaldı... Bence söyleyecek söz bulamadı... Ve sustu: “Selamünaleyküm...” “...........!” Ey onurlu kuş... Ey haysiyetli hayvan... bcoskun@cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle