15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 KASIM 2010 PAZARTESİ KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 17 Türkiye’yi anlamanın önemli bir parçasını oluşturur ‘mapusun içinde üç ağaç incir’i bilmek, anlamak ARI DÜŞÜNCE HULKİ AKTUNÇ Şair baba ve damdakiler amuslu aydın olmanın, memleketini sevmenin ve sorumluluğunu taşımanın, toplumcu sanatın ve edebiyatın “mapusluk”la iç içe geçtiği bir tuhaf, bir güzel ülkedir Türkiye. Hapishaneleri ağırladıkları aydınların, sanatçıların, edebiyatçıların kalemiyle, fırçasıyla, romanıyla, dizesiyle, tablosuyla kolektif belleğe mal edilmiş bir tuhaf, bir güzel ülkedir Türkiye. “Dışarıda deli dalgalar”ın gelip duvarlarını yaladığı zindanlarında “hasretinden pırangalar eskittim” diyen ozanların yattığı bir tuhaf, bir güzel ülkedir Türkiye. Türkiye’yi anlamanın önemli bir parçasını oluşturur “mapusun içinde üç ağaç incir”i bilmek, anlamak… Türkiye’nin “özgün”, pek değişmeyen ama mutlaka değişmesi gereken ve deyimin her anlamıyla can alıcı bir gerçeğidir bu. Değerli sanatçı, usta ressam İbrahim Balaban’ın, bir bölümü İmralı Cezaevi’nde geçen, ama esas olarak Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le birlikte geçirdiği mapusluk yıllarını anlattığı kitabından Haldun Çubukçu’nun aynı adla oyunlaştırdığı “Şair Baba ve Damdakiler”, Türkiye’nin ne yazık ki eskimeyen bu gerçeğine 60 yıl önceden ışık tutarken, bu memlekette namuslu bir aydın ve sanatçı olmanın ne denli zor, meşakkatli ama bir o kadar da onurlu bir mesele olduğunu hatırlatıyor bir kez daha. Yıl 1971... Sağmalcılar Cezaevi’ndeyim. Sıkıntılı, gergin bir bekleyiş içinde geçiyor gün Kalem ile Fırça… Güm diye gireceğim… Ülkemizdeki şu yeni düzen var ya, diyorum, siyaseten bunaltma ve kışkırtma üzerinden de gidiyor. Öyle kör kör parmağım gözüne işler yapılıyor, laflar yuvarlanıyor ki insana “Ee başlarım ha!” dedirtiyorlar… İşçiyse grev yapacak, yazarsa çizerse gereğini patlatacak. Yüksek basınç, bastırana zarardır. Sen tepkini ver, yaz ve çiz. Tuzağa düşmeden. Tuzağa düşmeden, çünkü tuzaktaki her av şımarık bir de salvoya yol açıyor: Gördünüz mü anama sövüyorlar! İçerik yok oldu, yok edildi işte: Yahu, Oktay Ekşi ne yazmıştı? Yanıt yok. Oktay Ekşi nasıl küfretti? Oh, yakaladık. Onun bir cümlesiyle, binlerce yazısını temizlediler adeta. Bunaltıyorlar diyorum, kişiyi kedi tepkisi’ne zorluyorlar. Bende bunaltı bir bulantı ile birleşiyor. Feci gamato sallayacağım. Sallarım da, dokunulmazlığım yok ki benim. Sinirlerimi yatıştırmalıyım… Sinirlerimi yatıştırmalıyım… İyi de kolayı var mı bunun? Ben buldum: Bunaldığım zaman, İlhan Berk’in bana yolladığı bir mektup zarfındaki cıbıl desenine, nü’süne bakarım. Mektubu getiren postacının şaşkınlığını anımsarım. Gülümserim. 2010 da toparlandı gidiyor ve ben her bunaldığımda bir takvime baktım. Penguen dergisi vermişti bu tekyaprak 2010 takvimini. Takvimde Metin Üstündağ’ın bir resmi, bir karikatürü. Vakit gece, yağmur hallice, gariban âşık sokakta ıslanmakta… ıslanmaktayken penceredeki sevgilisine “su çok güsel, gelsene,” diyor. Şair bu adam! Bakıyorum. Gülümsüyorum. Tamam Hulki, bir anda sükunete kavuştun. Devam et… Bakıyorum, benim bugünkü yazım “Kalem ile Fırça” bile arka planda kalmak üzere. Derdim gamato sallamak, gamato sallayanı çözümlemek filan değil. Hep sorduğum, hep değişik yanıtlar bulduğum bir soru: Yazarlar (şairler) niçin resim yapar? Tevfik Fikret’in Sonbahar Yolu’na bakıyorum. Resim yapmış koca şair, resim yaparken de sinirlerini yatıştırmış. Nâzım Hikmet niçin resim yaptı? Mutluluğun resmini mi aradı? Bursa Hapishanesi’nde yastık yüzleri de boyayıp satacaktı. Yıllar sonra Aziz Nesin de aynı mekânda yastıklar şenlendirecekti. Bursa Pazarı’nda füruht! Satış. Düzenine küfrettik, beni kapattın, iyi ama benim yanıtım yazıyla bitmez, al sana resimler. Kapalı’dan fışkıran sözcükler, desenler, tablolar. Sinir krizi içindeyken resim yapılır mı? (Evet, Van Gogh, bazen.) Sinir krizindeyken sağlam bir desen çizilebilir mi? Hayır. Bence hayır. Nâzım Hikmet “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı yazarken, onları çizip boyuyor da. Açlık grevindeyken bile bir parti yoldaşının portresini yapmıştır. Benim yazıyla ve resimle topyekun varlığım küfür! Bizz öyleyizz! (Değil mi Can Baba.) Hadi bakalım, yok etmeye kalk da görelim! Gene sinirleniyorsun. Sinirlenme. Ahmet Muhip Dranas, Oktay Rifat, Cemal Süreya niçin resim yapmıştı? Metin Altıok, niçin? Her biri için ayrı sayfalar yazmam gerek. İlhan Berk, şiirindeki derin erotizmi resme döktü. Öyle duramaz olmuştu ki, mektup zarfına bile bir nü döktürmüştü. Yazar, şair, resim yaparken o durumda yazamadığı şeyi resmeder. Ressam niçin şiir yazar peki? Komet, 270 sayfalık şiir kitabının başlığında “olabilir olabilir” demiş. “Sakin bir ayna idiniz, sökülmüş bahçelerde” (idiniz, idin, idiler)… Bu dize, bir Komet resmi değil mi? Bedri Baykam neden yazıyor? Nedeni çok. Uzun etmeden şu “Kemik” romanına bakın. 11 Eylül’ü bir kâhin gibi öngörmüş. Yerim dar, yerim dar. Sakinim. Gerçekten sakinim. Kalemim de var, fırçam da. İkisi birbirine karışıyor, kavuşuyor, bitişiyor ve kopuyor. Yeniden birleşmek üzere. [email protected] N ler. Radyoda her ajans saati geldiğinde, koğuş kapıları demir ve kilit şakırtıları içinde her açıldığında, gelecek kötü bir haberin boğucu kuşkusuyla kulak kesiliyoruz. Koğuşta oluşturduğumuz kitaplıkta kafamı biraz olsun rahatlatmama, dört duvar arasından uzaklaşmama yardım edebilecek birkaç kitap arıyorum. Kim bilir kaç kez denetimden geçirilmiş tozlu raflarda hiç beklemediğim iki dostla karşılaşıyorum birden: “İzdüşümü” ve “Şair Baba ve Damdakiler.” Çizimlerine hayran kalıyorum Balaban’ın. Ben de o sırada cezaevinde ekmek hamurundan kolyeler, küçük madalyonlar yapıp, satılması için dışarı gönderiyorum. Balaban’ın etkisi üretimime yansıyor, desenlerimde onun işlek çizgilerinden esinlenen insan figürleri beliriyor. “Şair Baba ve Damdakiler”i ise bir solukta okuyorum. 194050 yıllarının Bursa Cezaevi’nden 30 yıl sonraya, Sağmalcılar’a bir köprü oluyor o kitap. Yıl 1993… Sürgünden Türkiye’ye yeni dönmüşüm. Yeri asla dolmayacak, sevgili Onat Kutlar ile birlikte TÜYAP Kitap Fuarı’na gidiyoruz. Fuar o sırada Tepebaşı’nda. Onat bir ara “Gel bak, seni kimlerle tanıştıracağım” diyor. Karşımda Balaban ve Nuri İyem duruyor. Resim sanatının iki çınarı… “Siz benim mapusluk arkadaşım sayılırsınız” diyorum Balaban’a, sonra Sağmalcılar’daki buluşmamızı anlatıyorum. Yıl 2008… Çukurcuma’ya inen bir yokuştan aşağıya doğru yürüyorum. Bir apartmanın kapısından girip merdivenlerden en üst kata tırmanıyorum. Yukarı doğru çıktıkça boya ve tiner kokusu keskinleşiyor. Önüne boya kapları, kâğıtlar vb. yığılmış kapıyı çalıyorum, alabildiğine sade döşeli, tamamen resimle, çizgilerle, renklerle nefes alıp veren o dairenin girişinde durup ağlamaya başlıyorum sonra, çünkü kar ON UZUN YIL KESİŞMELER şımdaki duvardan Ferhad ile Şirin bakıyorlar bana. Gözlerinden gülüş hiç eksik olmayan Seçköy’lü ressam, İbrahim Ali Balaban açıklamayı yetiştiriyor hemen: “Ayşe Emel, bak bu Nâzım’ın Ferhad ile Şirin’idir, sene 1949, Bursa’da yaptım bunu, Nâzım da metni o sırada yazmıştı zaten…” Hemen yanda, duvarda Nâzım’ın yaptığı Balaban tablosu asılı duruyor. Sene 1939 veya 1940 yanlış hatırlamıyorsam… Balaban’ın evinin duvarlarında bir tarih asılı, bizim tarihimiz… Yan yana asılı duran o iki tablonun, ustası “Şair Baba”nın karşısında en iyi elbisesiyle poz ver miş Balaban’ın ciddi olmaya çabalayan genç ve meraklı yüzü ile Nâzım’ın sevda masalından Balaban’ın fırçasına dökülmüş Demir Dağ arasında yaklaşık on yıl var, on uzun yıl… O on yılda neler olmadı ki? Dünya, insanlık tarihinin en kanlı boğazlaşmasından geçti, nazizm ve faşizm tepelenirken milyonlarca insan can verdi. O on yılın ortasında çokpartili rejime geçen Türkiye, Nazi yandaşlarının tüm kışkırtmalarına rağmen sürüklenmediği 2. Dünya Savaşı cehenneminin ardından, giderek ABD kampına kaymaya, Kurtuluş Savaşı’nda kapıdan kovduklarını bacadan içeri kabul etmeye başladı. Bir yandan Marshall Planı işlerken diğer yandan baskılar arttı, namuslu aydınlar, solcular tutuklandı. Sabahattin Ali 1948’de, henüz 41 yaşında, “faili meçhul” bir cinayete kurban gitti. Ve bu on yılın sonunda, “ayıngacılık”tan girdiği cezaevinde Nâzım ustasının yanında bilinçlenen, içindeki resim yeteneğini keşfeden ve bu keşfi bir yaşam biçimine dönüştürüp Türk resim sanatının köşe taşlarından biri olan Balaban, adli tutuklu olarak girdiği Bursa Cezaevi’ni siyasi olarak terk etti 1950 affıyla. “Şair Baba” 1938’de düzmece bir davayla atıldığı cezaevini kendisi ve yanındaki mahkumlar için bir okula dönüştürüp, memleket sevdasını, aşk acılarını, yalnızlığını ve mücadelesini dizelere, resimlere, kilimlere, nakışlara döktüğü cezaevinden tam 13 yıl sonra, yurtdışında ve yurtiçinde düzenlenen “Nâzım’a özgürlük” kampanyalarının da tesiriyle çıkabildi. İşte, “Şair Baba ve Damdakiler” bu uzun on küsur yılın hikâyesi. Acısı ve sevinci, dostluğu ve kalleşliği, yiğitliği ve korkaklığı, savaşı ve direnişi, aşkı ve ayrılığı ile on küsur yıl… [email protected] Pera ‘sahnesi’nde rengârenk İstanbul Farklı disiplinlerden 33 etkinliğe ev sahipliği yapan 9. Uluslararası Pera Festivali başladı Kültür Servisi Dokuz yıldır, disiplinler arası bir anlayışla, İstanbul’un çokkültürlü hayatına odaklanan Uluslararası Pera Festivali PERA FEST 2010 başladı. Farklı disiplinlerden 33 etkinlik içeren festivalde tiyatro, konser, sergi ve gösterimler 30 Kasım’a kadar sürecek. Yunanistan’ın önde gelen topluluklarından “En Chordais” konseriyle Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde başlayan festivalide bugün Yapı Kredi Kültür Sanat’da Ahmet Ümit’in “Byzantion’dan İstanbul’a Bir Şehrin Kültür Serüveni” başlıklı söyleşisi yer alacak. 9 Kasım’da ise Ses Tiyatrosu’nda Sema’dan “Nâzım ile Brecht” başlıklı bir müzikal gösteri yer alıyor. Bu yıl tiyatro alanında yeni arayışlara destek vermek amacıyla, farklı grupların oyunlarına da yer verilen festivalde her oyun sonrası, bir söyleşi de yer alıyor. Almanya’dan Tjeatre Freiburg’un “Kabine / Cabinet – Bir Türk Alman Pazarı”, Tiyatro Boyalı Kuş’un “NoraNure”, Altıdan Sonra Tiyatro’nun “Faili Müşterek”i bunlardan bazıları. Sinema alanında ise iki toplu gösteri var. İstanbul Modern’de düzenlenecek toplu film gösterilerinin ilki 12 Kasım’da. 14 Kasım Türk sinemasının doğum günü nedeniyle, senaristyönetmen Safa Önal’ın “İstanbul’un Orta Yeri Sinema” belgeselinin dünya prömiyerine ayrıldı. 22 Kasım’da, Arte İstanbul’da düzenlenecek “Türkiye Sinemasının Dokusu” başlıklı söyleşiye ise Zahit Atam, Önder Çakar, Hüseyin Karabey, Seren Yüce, Derviş Zaim katılacak. Kameraphoto kuruluşunun gerçekleştirdiği “13 yabancı medyanın gözünden Dünya Kentlerinin Ahvali” başlıklı fotoğraf sergisi de festival kapsamında 18 Kasım’da Cezayir Salon’da açılacak. Pera Palas ise, 25 Kasım’da Doğan Kitap işbirliği ile düzenlenecek Mario Levi’nin “İçimdeki İstanbul Fotoğrafları” söyleşisine sahne olacak. Kasımın son hafta sonunda, Beyoğlu’nun yeni mekânlarından Alt’ta “Kürşat Başar – Tuluğ Tırpan Dörtlüsü” konser verecek. Festivalin kapanış konseri ise, 30 Kasım’da Haymatlos’ta rembetiko müziğin farklı sesi “Tatavla Keyfi” ile yapılacak. (www.piproduction.com) ANTİK AŞ’NİN ‘ÇAĞDAŞ SANAT ESERLERİ MÜZAYEDESİ’ Mübin Orhon’un yapıtına 1.075.000 TL Kültür Servisi Antik AŞ. dün Swissotel’de gerçekleştirdiği “Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi” başlıklı 263. Müzayedesinde önemli eserleri koleksiyoncularla buluşturdu. Koleksiyoncuların yoğun ilgi gösterdiği müzayedede yaklaşık 15 milyon liralık sanat eseri el değiştirdi. Türk soyut resminin Paris’teki en önemli temsilcilerinden Mübin Orhon’un 1962 tarihli, bilinen en büyük ebatlı eseri olan yağlıboya soyut çalışması 1.075.000 TL’ye satılarak, müzayedenin en yüksek fiyata satılan eseri oldu. Fahr El Nisa Zeid’in yağlıboya soyut çalışması 850.000 TL’ye satılırken, Burhan Doğançay’ın “Dans eden Kurdeleler” adlı yapıtı 700.000 TL’ye, Mehmet Güleryüz’ün “The Fall” adlı yapıtı 600,000 TL’ye, Neşet Günal’ın “Korkuluk” adlı yapıtı ise 400.000 TL’ye satıldı. Cihat Burak’ın “Nadir Nadi ve Kardeşi” adlı yapıtının da 60.000 TL’ye satıldığı, usta sanatçıların eserlerine büyük ilgi gösteren sanatsever ve koleksiyonculardan oluşan 500 kişinin katılımı ile gerçekleşen müzayedede rekor fiyatlar oluştu. Antik AŞ. yönetim kurulu üyesi Olgaç Artam tarafından yönetilen müzayedeye yoğun ilgi gösteren sanatseverler arasında İstanbul’un önde gelen aileleri ve işadamları yer aldı. Artam, müzayedeye gösterilen büyük ilginin sanat dünyası için çok olumlu olduğunu belirtti ve yeni koleksiyoncuların sayısındaki artışın çok sevindirici boyutta olduğunu vurguladı. İbrahim Balaban Amerikalı soprano Verrett Öldü Kültür Servisi Amerikalı mezzo soprano Shirley Verrett, cuma günü, kalp rahatsızlığı nedeniyle, 79 yaşında hayatını kaybetti. 1970 ve 80’li yılların önde gelen opera sanatçılarından Verrett, New York Metropolitan Operası’yla uzun yıllar çalıştı. 40 yıllık müzik kariyerinin son döneminde de soprano olarak Bellini, Beethoven, Verdi gibi sanatçıların eserlerini sahneleyen ve Puccini’nin Tosca operasında Luciano Pavarotti’yle karşılıklı rol aldı. Müzayede de Mübin Orhon’un 1962 tarihli, bilinen en büyük ebatlı eseri olan yağlıboya soyut çalışması 1.075.000 TL’ye satıldı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle