15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 KASIM 2010 ÇARŞAMBA CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 ‘Heyecan ve telaş içinde kıyamet yolculuğu’ İç ve dış politikadaki olumlu olumsuz gelişmeleri fıkralarla anlatarak açıklamayı seven İhsan Sabri Çağlayangil’in, Zincirbozan’da da yitirmediği kendine özgü üslubuyla yazdığı mektuplardan biri: “Cüneytciğim, Elbasanlı Hasan Ağa’nın oğlu Arnavut Murtaza, imparatorluk devrinde askere alınmış. Hicaz’a göndermişler. Vatan görevini yapıyor. Avare bir gününde çöle dolaşmaya gitmiş. Birdenbire uzakta bir arslan peydah olmuş. Kükreyerek geliyor. Murtaza’nın aklı çıkmış. Orman yok. Kaçacak yer yok. Etrafına bakmış, kenarda çökmüş bir Hecin devesi var. Murtaza o zamana kadar böyle iki hörgüçlü acayip bir hayvan görmemiş, ne yapacağı bilinmez ama, ne de olsa arslandan iyidir diye can havliyle üstüne atlamış. Hayvan, bu tepeden inme misafirden ürkmüş. Ayaklanarak var hızıyla koşmaya başlamış. Peşinden koşan arslanın telaşı içinde kıvranan, kendini birdenbire minare gibi yükseklerde bulan Murtaza’nın o sırada karşısına bir devekuşu çıkmış. Adamcağız devekuşu da hiç görmemiş. Hecin koşar, arslan kovarlar, devekuşu bir yandan kaçar; bu heyecanlı tablo içinde Murtaza ecel teri döküyor. O hal içinde devekuşuna seslenmiş: “Ey ürgü acip, kit Elbasan’e selam söyle Baba Hasan’e, ki mahdumu sagıri Murtaza insanlık hali ez kaza, binmiştir bir alâmete, gidiyor kıyamete...” demiş. Kıssadan hisse: Günümüzün demokrasisi Murtaza’dır. Heyecan ve telaş içinde kıyamete doğru yol alıyor. Arslanın Evren olduğuna şüphe yok. Ortada devekuşu kalıyor. O da münasip ise ben veya sen olabilirsin. Bize Baba Hasan’a hak vermek düşüyor ama Elbasan uzakta kaldı. Biz de Elbasan’a gidemezsek bile durumu millete duyururuz. KATLİAMDAN 17 YIL SONRA ‘Benim hesap başka türlü çıkıyor’ İşte bizim günlerimiz birbirimize böyle hikâyeler anlatmakla geçiyor. Dışarıda olsak başka bir şey yapacak değiliz. Sana buranın ahvalinden fazla bir şey anlatamıyorum. Çünkü enteresan olanları yazılacak değil de, konuşulacak şeyler. Terhis olursak bol bol anlatırım. Bilirsin ki ben, parti için, pire için yorgan yakan, kavgacı bir mizaca sahip değilim. Bizim esaretimizle memleketin işleri düzelecekse, yapılanlar bile az. Ama kendi kendime soruyorum. Bu kadar yanlış bir arada nasıl yapılıyor? Hem de hiç gereği yokken. Aksi yapılarak hem fenalık etmek, hem de iyilik bulmak varken... Ama, olmuyor işte. Belki de biz yaşımız icabı, doğruyu düşünerek bulmak hassasından yoksun hale geldik. 12 Eylül’ün yıldönümünde muhasebe gördüler. Ne dedikse yaptık dediler. Siz gazeteciler de “Sözlerinde durdular” diye yazdınız. Ben yine şaşırdım. Benim hesap başka türlü çıkıyor da ondan! 12 Eylül 1980’de partiler kapanmayacak, makul bir sürede kendilerini yeni anayasaya uydurup çalışacaklar, dendi. Partiler kapatıldı. Parlamenterler geçmiş siyasi faaliyetlerinden dolayı suçlanmayacak, yönetime karşı çıkarlarsa şu cezalar verilecek, dendi. “Olup bitenler, yıkıcı ve bölücü mihrakların anayasal kuruluşları baskı altına almaları, parlamentoyla siyasi partilerin bunlara seyirci kalmaları ve birtakım anayasal kuruluşları, devletin parçalanması pahasına da olsa, mücerret hukuk devleti kavramı adına birtakım kişileri müdafaaya koyulmaları yüzünden olmuştur” dendi. Sonra yıkıcı ve bölücü mihraklar ortadan silindi, bulunup cezaya çarptırılması, kuvvet ayrılığını kuvvet çatışması haline getirdiğinde yakınılan anayasal kuruluşlar baş tacı edildi. Anarşi ve terörü susturması gerekenlere laf edilmedi. Madımak artık kamunun malı MEHMET MENEKŞE ‘Bütün suç politikacılara ihale edildi’ Bütün suç evvelce suçlananlardan ve üniformalardan arındı, seyirci denilen parlamento ve politikacılara ihale edildi. “İktidarı en kısa zamanda seçimle gelene devredeceğiz” dendi. Dönüldü, iktidarın, sayımla gelen ve yöneticilerin emrinde bulunanlara teslim edilmesi tezgâhlandı. “Demokrasiyi kendi kendini kontrol edecek hale getireceğiz” dendi. Demokrasi kendilerinin kontrolüne alındı ve bu yolla demokrasi olmaktan çıktı. Daha böyle 26 adet saydım ki verilen sözün tutulmadığını gösteriyor. “La havle!” demekten başka çare var mı? Yazacak çok şey var Cüneyt! Yazmakta yarar yok. Hanımefendiye saygılar sunuyorum. Bayramınızı kutluyorum.” İhsan Sabri Çağlayangil 15.9.1983 SİVAS Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te 35 kişinin yakılarak katledildiği Madımak Oteli’nin kamulaştırılması ile ilgili Sivas 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava sonuçlandı. Madımak Oteli, 5 milyon 601 bin TL kamulaştırma bedeliyle Sivas Valiliği İl Özel İdaresi’ne geçti. Bedeli az bulan otel sahipleri ise temyize başvurmaya hazırlanıyor. Aleviler, katliamın unutulmaması için otelin “Utanç Müzesi” ya da “İnsanlık Müzesi” yapılması için taleplerini her platformda dile getirdi. AKP hükümetinin Alevi Çalıştayı kapsamında Devlet Bakanı Faruk Çelik, 24 Şubat’ta, 4 Alevi demokratik kitle örgütünün de aralarında bulunduğu 29 sivil toplum örgütü ile Sivas’ta bir araya gelerek Madımak Oteli’nin kamulaştırılmasına karar verdi. Alevi sivil toplum örgütlerinin otelin müze yapılması konusundaki ısrarına karşın, Bakan Çelik, otelin kütüphane yapılması konusunda görüş bildirdi. Otel sahiplerinin avukatları Oktay Özberk ve Nazif Acarlı otel için 12 milyon TL istediklerini belirterek temyize başvuracaklarını açıkladı. ‘MGK Anavatan’ı istiyor, Turgut Özal’ı hazırlıyorlar. Anavatan iktidara getirilecek’ ‘MÜZE’ İSTEĞİ SÜRÜYOR Ecevit geleceği gördü Zincirbozan’da özgür yaşamda birbiriyle çatışan, tartışanlar, Zincirbozan’da Milli Güvenlik Konseyi “Sayın Başkanlığına” bir başvuru yazısı hazırladılar, imzaladılar ve gönderdiler. Yazı zorunlu ikametlerinin yasal açıdan olanaksızlığını irdeliyor, “kanunsuz emrin uygulatılması gibi bir keyfiyete son verilmesini (MGK’nin) takdirlerine sunduklarını” ifade ederek son buluyordu. Günler hızla geçiyor. Parti kurulmalarında sancılı günler yaşanıyor. MGK, kurulmasına izin verdiği partilerin kurucu üyelerini incelemeye alıyor ve kimi üyeleri veto ediyordu. Ağustos ayında MGK’nin hazırladığı siyasete yön ve biçim veren şema basına sızdırıldı. Aşağıdaki şema MGK’nin öngördüğü ve gerçekleşmesini istediği olası siyasal yapıyı yansıtıyor: Aleviler kararı yetersiz buldu ALİ ÖZTÜRK ANKARA Madımak Oteli’nin kamulaştırmasını yetersiz bulan Alevi örgütleri, otelin müze haline getirilmesi taleplerinden vazgeçmeyeceklerini dile getirdi. Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Genel Başkanı Ali Balkız, bundan sonraki sürecin kendileri için çok önemli olduğunu belirterek, “Biz Madımak’ın insanlık müzesi olmasını bekliyoruz. ‘Hayır burası kamu yeri olacak’ diyorlar. Anı evi gibi olmasını istiyorlar. Bizim bütün taleplerimizde olduğu gibi bunda da yine aynı dayatma söz konusu” dedi. AKP’nin reformların çevresinde dolandığını vurgulayan Balkız, “Hükümet, Diyanet vesayetinden kurtulamıyor. Diyanet’in direnciyle karşılaşıyor. Bizim taleplerimiz yerine getirilirse, haklar Sünnilerden alınıp bize verilecekmiş gibi aktarılıyor. Bu bir devlete yakışmıyor. Biz Sivas’a gitmeye devam edeceğiz. Katliamın olduğu her yerde canlarımızı anmayı sürdüreceğiz” dedi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Genel Başkanı Fevzi Gümüş ise, Madımak Oteli’ndeki gibi katliamların bir daha yaşanmaması, hafızalardan silinmemesi için 17 yıldır sürdürdükleri “Madımak Oteli müze olsun” taleplerinin haklı ve meşru olduğunu kaydetti. Devlet Bakanı Faruk Çelik’in gündeme getirdiği “Madımak Oteli’nin bir köşesi anı evi olabilir” fikrinin kabul edilemez olduğunu ifade eden Gümüş, iktidarın, “Alevilerin taleplerinin içini boşaltma, anlamsızlaştırma hamlesinin boşa çıkacağını” vurguladı. Gümüş, “Kamulaştırma olumludur ancak yeterli değildir. Otelin müze olması yönünde gerekli çalışmalar hemen yapılmalıdır. Böyle bir girişim, insanlarımız arasında düşmanlıkları arttırmaz. Gerçekle yüzleşmek ve insanlık suçlarını birlikte mahkum etmek, farklı kültürleri, inançları, kimlikleri daha da yakınlaştırır” dedi. Demirel’in eve ana baba günü 1 Ekim 1983 Cumartesi günü Resmi Gazete’de MGK’nin bir kararı açıklandı. Dört aydan beri Zincirbozan “kafesinde” tutulanlar “terhis edildiler!” Ve… Bugünden sonra partiler yaşamı yeni gelişmelerle daha bir renklendi. Biri olmazsa bir başkası.. bir partiyi kapatırlarsa bir başkasını kurmaktan usanmayan Süleyman Demirel, başka adla yeni bir parti kurma girişimlerine hız verdi. Ecevit’in elini çektiği CHP’yi başka ad altında canlandırma çabaları gündeme girdi. Tahliye olup Ankara’ya geldiği günün gecesi Demirel’in Güniz Sokak’taki evi ana baba günüydü. Merdivenlerde eşiyle kucaklaşması gözyaşlarıyla izlendi.. Hızla seçime gidiyorduk. Ecevit, eski AP liderini geçmiş olsun demek için aradı. “Görüşelim” dedi. Bu arada Devlet Bakanı rahmetli İlhan Öztrak ile Ali Baransel’den edindiğim bilgilere göre; “yukarısı” Turgut Sunalp’i beğenmiyordu. Zira kurucular listesine “istenmeyenleri” koyuyordu. Örneğin MGK, Doğan Kasaroğlu’nu veto etmeye hazırlanıyordu. Sunalp, Evren’e “çalışkan ve bize lazımdır” diye dayatmış, Kasaroğlu’nun vetosunu engellemişti. Ecevit’e gittim. Eski CHP lideri ile görüşmemizde o günlerde hiç üzerinde durulmayan öyle şeyler söyledi ki adeta geleceğe fal açıyordu. Söylediği sonuçlara gazetelerdeki haberleri izleyerek varmıştı, şöyle diyordu. “MGK aslında iktidara Anavatan’ı getirmek istiyor. Turgut Özal’la iki yıl birlikte çalıştılar. Elbet, kimi isteklerini açıktan söyleyemiyorlar. Önce Ulusu’nun ismini ortaya attılar. Başaramayınca Sunalp’ı buldular. Öyle ki kimi bakanlara ‘Siz bu partiye girin, nasılsa iktidar olacak, bakanlığınız devam edecek!’ dediler. Zincirbozan yolunda kurulan parti Doğru Yol Partisi, Demirel’in konvoy halinde partili arkadaşlarıyla Zincirbozan’a giderken yol boyunca yaptıkları konuşmalarda doğdu. Büyük Türkiye Partisi ve kapatılan AP’nin tüzük ve programlarında yapılacak ufak tefek düzenlemeler yeni partinin tüzük ve programı için yeterliydi. Kırat yine sembol olacaktı ama partinin adı? Halkın kavrayacağı, savunacağı doğruları ifade eden bir isim bulmak gerekiyordu. AP doğrulardan ayrılmamış, doğru yolu seçen ve öyle yürüyen bir parti değil miydi? Öyleyse.. Partinin adı doğuverdi: Doğru Yol Partisi! Gölgede Demirel olduktan sonra… MGK’nin karşı çıkamayacağı, AP’ye ve ilkelerine gönül vermiş DYP’nin başına getirilecek bir isim bulmak zor değildi. MUHALEFETİN SESİ KISILIYOR Komisyonda ‘yayın’ tartışması ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesi görüşülürken Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın konuşmasının ardından kameraların salondan çıkarılması tepki çekti. BDP’li Hasip Kaplan, “TRT’yi Meclis TV’yi çıkarın. Sadece iktidarı dinliyorlar. Muhalefeti dinlemiyorlar. Muhalefeti dinlemek, görüşlerini önerilerini almaktır. Kim karar veriyor buna” dedi. CHP’li Mustafa Özyürek de, Meclis TV’nin sunum yapan bakanların konuşmasını alarak, komisyon salonundan ayrıldığını, bakanların sorulara yanıt vermeye başladığında tekrar salona geldiğini ifade ederek, “Sanki biz komisyon üyeleri yok sayılıyor. Bizim itirazımız buna” diye tepki gösterdi. Cemevlerinin durumunu da değerlendiren Özyürek, “Sayın Bakan’ın elinde olsa o konuyu çözeceğine eminim. Eminim onları da ibadete açacak. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı ile Başbakan bunu engelliyor. Akdamar ve Sümela’ya gösterdiğiniz yaklaşımı cemevlerine göstermediniz” dedi. CHP’li Bülent Baratalı da Diyarbakır Cezaevi’nin müze olması konusunda Başbakan Tayyip Erdoğan engeli olduğunu söyledi. Asıl hedefleri sivilasker görüntüsü veren Turgut Özal’dı. Onu hazırlıyorlar. Özal kazanacak; Marksistlerden bile (bunu söylerken gülüyordu) hatta CHP’den bile Özal’a oy verenler olacak. Böylece Anavatan iktidara geliyor, getiriliyor. Özal’la ülke Friedman modeliyle yönetilecek. Televizyondaki açık oturumda Sunalp perişan olacak. Özal ustaca işin içine girecek. Esasen Calp’i kimse hesaba katmıyor. Televizyondaki açık oturumlarda Özal’ı halka daha da ısındırmak, oy almasını sağlamak için Genelkurmay’daki teknisyenler hazırlandı. Eski AP oyları Özal’a kayacak. Demirel bu gelişmeyi engelleyemez. Askerler Demirel’i mahkum etmenin yollarını arıyorlar. Yarın Özal kazanırsa sonuç AP’nin desteğine bağlanacak.” Ecevit’in seçimlere bir ay kala çizdiği tablo gerçekleşti. O zaman tek TV kanalı TRT’de üç yeni partinin liderine, aralarında benim de bulunduğum bir gazeteci grubu sorular sordu. Üç liderin aralarında tartışmalarında Sunalp’ın başarısızlığı, Calp’in ise sol parti olarak liberal Özal’la çatışması izlendi. O tartışmalarda aklımda kalan tek konu Boğaz Köprüsü’yle Yarın: Evren Özal’ı koruyor, İnönü’yü istemiyor C MY B C MY B ilgiliydi. Özal ısrarla köprüyü satacağını söylüyor. Calp ısrarla Özal’a köprüyü sattırmayacağında direniyordu. Oysa tartışmanın özünde özelleştirme açılımı yatıyordu. Demirel seçime girmeye “hak kazanan” üç partiyi “muvazaa partileri” diye niteliyor: Özal, Evren’le birkaç kez görüşmüştü. Hem güvence almış, hem de güvence vermiş olabilirdi. Bunları Ecevit’e söyledim. Ama sordum: “Peki, siz ne yapmayı düşünüyorsunuz?” “CHP ile ilgisini kesmek istediğini, hatta keseceğini ve yeni bir parti oluşturmaya yöneleceğini” söyledi. Bir koşul da söyledi: “Eğer askerler anlatım özgürlüğü verirlerse ona göre hareket edeceğim” dedi. Bir başka görüşü daha vardı ama bana göre olanağı olmayan bir görüştü. Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ile Doğru Yol Partisi (DYP) birleşecekti! Bana göre 6 Kasım 1983’te yapılacağı ilan edilen genel seçimlerden sonra daha elverişli siyasal yaşam gerçekleşebilirdi. Ecevit buna da inanmıyordu. Ona göre bugünkü kısıtlamalar devam edecek, referandum sonuçlarında yanılan Demirel, seçim sonuçlarında da yanılacaktı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle