23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 20 KÜLTÜR CUMHURİYET 24 KASIM 2010 ÇARŞAMBA kultur@cumhuriyet.com.tr Zişan Uğurlu’nun sahnelediği ‘Kebap’ oyununun prömiyeri bu akşam Kumbaracı50’de DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Şiddet ve pornoya derin bakış BURCU YASEMİN SEYBEN Şiirimizin Altın Yılları Gazetemizin geçen cumartesi günkü sayısında Ülkü Tamer, 19501955 arasını “şiirimizin beş altın yılı” olarak nitelendirdi. Yazısında sıraladığı bu dönemde yayımlanmış şiir kitaplarına bakınca kendisine hak vermemek elde değil. Ben de Ülkü Tamer Ağabeyim gibi çağdaş şiirimize büyük hayranlık duyanlardan biriyim. Çağdaş şiirimizin toplumumuzun Cumhuriyetle birlikte elde ettiği büyük kazanımlardan biri olduğuna inanıyorum. Şiir sanatımızın insanlarımıza türlü hayat deneyimleri kazandıracak; mutlu, bilgili, hayatın gizlerini anlamış, erdemli hayatlar sürebilecekleri bir eğitim ve görgü kalesi olduğunu da biliyorum. Çağdaş şiirimiz, yüzyıllar boyu halk şiirinin içinde uyuyan Türkçemizin güzelliğine, şiir dili olarak olgunluğunun ayrımına ilk Yahya Kemal ile vardı. Onun, “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” sözü bu gerçeğin en yalın anlatımıdır. Nâzım Hikmet geleneksel şiirimizle çağdaşlığın bileşimini şiirin doruklarına taşıdı. 40’lı, 50’li, 60’lı, 70’li yıllarda gelen yeni kuşaklar, birbirinden farklı şiir anlayışları, kişilikler, hayat deneyleriyle öylesine geniş, rengârenk bir gökkuşağı oluşturdular ki, altında bütün insanların kendini iyi hissedeceği kocaman bir şiir evreni ortaya çıktı. 1930’lardan 80’lere dek geçen elli yılda, yeryüzü tarihinin pek az döneminde görülen bir şiir verimi, çeşitliliği ve olgunluğu yaşandı ülkemizde. Bu ozanlardan bir teki bile başka bir zamanda, başka bir ülkede ortaya çıksa önemli bir şiir olayı sayılırdı. Oysa ülkemizde bu dönemde yüze yakın sayıda böylesi ozan ortaya çıktı. Bu nedenle ben, 1930 ile 1980 arasındaki elli yıllık sürenin tümünü “şiirimizin altın yılları” olarak nitelendiriyorum. Bu altın dönemin ülkemizin kültür varlığının en temel birikimlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Bu ozan ve şiir çokluğu, çağdaş şiirimizin öneminin ve büyüklüğünün yeterince ayrımsanamayışının bir nedeni olabilir. Ama asıl neden, ülkemizin ve dünyanın geldiği yerin şiirden uzaklığıdır. Ülkü Tamer, “altın yıllar”ı şöyle anıyor: “Saf şiirin var olduğu yıllardı bunlar. Şiir yaşamın içindeydi. Okunuyor, ezberleniyor, söyleniyordu. Seviliyor ya da sevilmiyordu. Şairin aklının kenarından bile geçirmediği yorumlar yapılmıyordu. Yazılanlar bu tür yorumlara açık değildi çünkü. Fiyakalı dizeler bile şiirin alçakgönüllülüğünü, yalınlığını taşıyordu.” Günümüze dönüp bakalım: Derdi günü yalnızca güzel şiirler yazmak olan kaç ozan tanıyoruz? Medya dünyası şiir yazanları da serseme çevirmiş durumda. Şiir yazmaktan çok, nerede “görünürüm”, nasıl yayımlarım, nasıl tanınırım gibi şiirin getireceğini sandıkları “şöhret”in derdindeler. Kimi alçakgönüllülükten, kimi baskılar nedeniyle kitaplarını bile yayımlayamamış, şiirleri ölümlerinden yıllar sonra yayımlanabilmiş nice önemli ozan örneği önümüzde dururken bu tutumları anlayabilmek kolay değil. Ardımızdan şiirin altın yılları bize bakıyor. Hayatı ne denli şiir güzellikleri ile yaşayabiliyoruz? Şiirle hayatı ne denli buluşturabiliyoruz? Şiire verdiğimiz önemle yaşadığımız hayata verdiğimiz önem ne denli örtüşüyor? Şiirsiz bir dünyanın nasıl “bela” bir yer olabileceğini görüp şiire dönebiliyor muyuz? turgay@fisekci.com İRANLI GRUP NİYAZ BABYLON’UN KONUĞU Fotoğraf: VEDAT ARIK umen oyun yazarı ve yönetmen Gianina Carbunariu’nun 2004’te İngiltere’de Royal Court Tiyatrosu’nda geliştirdiği oyunu “Kebap”ın İstanbul prömiyeri bugün saat 20.30’da Kumbaracı50’de. “Kebap”ta 21. yüzyılın en can alıcı sorunlarından şiddet, pornografi, göç ve insan ticaretini ele alan Carbunariu, seyirciyi bu sorunların birincil muhatabı olan gençlerin verdikleri mücadeleye tanık ediyor ve gelişmiş ülkelerde yaşam kurmayı idealize eden göçmenlerin naif hayallerini karanlık gerçeklerle yüzleştirerek yerle bir ediyor. Romanya Avrupa Birliği (AB) üyesi olmadan önce yazılan ve göçmenlerin AB ülkelerinden psikolojik, ekonomik ve kültürel beklentilerine ışık tutan oyun, Türk seyircisini de içine çekebilecek bir Rumen yazar bağlam ve duygusal atGianina mosfer yaratıyor. Carbunariu’nun Türkiye’de ilk kez sahnelenecek bu oyunun yöoyunu, günümüzün netmeni ise Zişan Uğuren can alıcı lu’dan başkası değil. New York’un efsanevi tiyatrosu sorunlarından şiddet, pornografi, göç ve La MaMa’nın oyuncu ve insan ticaretini ele yönetmenlerinden Uğurlu, oyunculuk kariyeri boyunalıyor. Uğurlu ca Andrei Serban ve Ellen yönetimindeki Stewart gibi ünlü yönetoyuncular, şiddet ve menlerin tüm dünyada sahpornografi nelenen oyunlarında rol aleleştirisini az dı. Yaklaşık 20 yıl önce Stewart tarafından New rastlanır bir cesaret ler, planlamadıkYork’a davet edilen Uğurve görsellikle ları bir felakete lu, oyuncu, yönetmen ve sahneye taşıyorlar. koşuyor. akademisyen olarak aldığı Uğurlu’nun reödüller ve gösterdiği başajisinde aksiyon ve rılarla Türk tiyatrosunun gerilim öyle ustaca olduğu kadar Amerikan tiyatkurgulanmış ki, metnin içinde barınrosunun da gururu oldu. Uğurlu’nun son olarak La MaMa dırdığı şiddet ve pornografi adeta ete çatısı altında kurduğu Actors Witho ve kana bürünüyor. Gerek Uğurlu, geut Borders –ITONY adlı tiyatro top rek müthiş dinamik oyuncular her gün luluğunun amacı ise uluslararası oyun internet, televizyon ve basın vasıtasıyla yazarlarını Türk ve Amerikan seyir yansıtılan ve seyircisi tarafından hacisiyle buluşturmak. “Kebap”, aynı zımsızca tüketilen şiddet ve pornozamanda Actors Without Borders’ın grafiyi eşine az rastlanır bir cesaret ve ilk Türkiye prömiyeri niteliği taşıyor. görsellikle sahneye aktarıyorlar. Sah“Kebap”, Madalina (Gülce Oral), nede yaşananlar izleyicinin kanını Voicu (Arda Çetinkaya) ve Bogdan donduracak kadar gerçek. Ama alın (Görkem Kasal) adlı üç Rumen gen bunu da tüketin diyen türden değil bu cin daha iyi bir yaşam kurmak için git gerçekçilik. Olup bitenler karşısında düşünmek tikleri İrlanda’da verdikleri yaşam mücadelesini konu ediyor. Gençlerin ve karanlık gerçeklerin birilerinin tagelişmiş bir Batı ülkesinde aradıkla sarrufunda olduğunu yansıtmak için rı kurtuluş umudu kısa bir süre için Uğurlu oyunda olmayan bir dramade bir kâbusa dönüşüyor. Daha iyi bir turjik öğe, “çağdaş bir koro” eklemiş. hayat kurmak adına insanlıklarını ve Alican Balakin, Burak Akyol, Emir hatta yaşamlarını ortaya koyan genç Üstündağ, Fuat Mete, Kazım Ka R Ortadoğu’nun müzikle ‘yakarış’ı SİBEL ÇORBACIOĞLU raladioğlu, Metehan Kayhan ve Yasin Doğan’ın canlandırdığı, “erkekler dünyası” diye adlandırılan bu koro hem oyundaki aksiyona müdahale ediyor, hem de yer yer oyunda olup bitenle seyircinin gördüğü arasındaki ara yüzü tasarlıyor. Koronun ikinci bir işlevi ise yönetmenin yorumunu görünür kılması. Sonuçta, “Kebap”, sunduğu dünyayı derinden eleştiren, seyircinin bu tür imgelere neden bu kadar yakından bakmak istediğini de kurcalayan bir oyun. “Kebap”, rejisi, metni ve oyunculuklarının yanı sıra teknolojinin çağdaş sahne diliyle nasıl bütünleştirilebileceği konusundaki yenilikçi tavrıyla da öne çıkıyor. Oyuncuların kullandığı yeni teknolojiler şiddetin ve pornografinin görsel ve fiziksel manipülasyonunu açık etmekle birlikte iç/dış mekân kullanımına da yaratıcı bir çözüm sunuyor. “Kebap”, bu sezon çok konuşulacağa ve seyircisine soluksuz bir tiyatro deneyimi yaşatacağa benziyor. ‘Yakarmak’ hiç böyle duru bir sesle, böyle etkileyici olmamıştır. Farsça, Urduca ve Türkçede yakarmak anlamına gelen “Niyaz” sözcüğünden adını alan İranlı müzik grubu, bugün ve yarın Babylon’da bir kez daha dinleyicileriyle buluşacak. Babylon konserlerinde ilk iki albümlerinin yanı sıra 2011’de çıkması planlanan yeni albümlerinden de şarkılar söyleyecek gruptan İran devrimi sonrasında ülkelerini terk etmek zorunda kalan Azam Ali ve eşi Loga Romin Torkian’la konuştuk. 2005 yılında Carmen Rizzo’nun da katılımıyla kurulan topluluk, müzikleriyle, kendi hikâyelerini anlatıp, kökleriyle yeniden buluşmak için yakarıyor. Farklı dilleri bir araya getiren bu kelime, farklı kültürlerin müziklerini bir araya getiren bu grup için mükemmel bir seçim. Niyaz’ın “Niyaz” ve “Nine Heavens” adlı iki albümü bulunuyor. “Müziğimiz bizim otobiyografimiz” diyen Ali, müziklerinin kendi hayat tecrübelerini, hangi kültürlerin hayatlarına değdiğini anlattığını söylüyor. İran’dan ayrılmak zorunda kalan göçmen bir kuşağa ait olduklarını söyleyen Ali ve eşi için en büyük sorun da kendileri ve kültürlerine yabancılaşma tehlikesi. 4 yaşındayken Hin distan’a göçen, ardından ABD’de ve şimdi de Kanada’da yaşayan Ali, farklı bir kültür içinde büyümenin bir iç savaşa dönüşebileceğini ve iç huzurunu ancak kültürünü kucaklayarak bulduğunu söylüyor. Bu yüzden geleneksel şiirlere ve halk şarkılarına yer verdikleri şarkılarında elektronik müziği kullanarak geçmiş ile gelecek arasında orijinal bir bağ kuruyorlar. Müzikleriyle tüm Ortadoğu’yu temsil etmeye çalışıyor “Niyaz”, şarkılarını da buna paralel olarak seçiyor. Albümlerinde şimdiye kadar Farsça, Urduca, Türkçe şarkılar yer almış, yeni albümlerinde ise İbranice ve Kürtçe şarkıları da seslendireceklerini söylüyorlar. Tüm bu dillerin, kültürlerin bir arada yakaladıkları uyumu örneklendirmeye çalıştıklarını söylemelerinin altında ise her ülkenin kendi içindeki farklı kültürlerle ‘bir’ olması gerektiği yatıyor. “İstanbul’a ilk geldiğimizde hüzünlenmiştik, çünkü İran’da devrim olmasaydı orası da böyle güzel olabilirdi” diyor Ali ve Torkian. Onlara İstanbul dinleyicisi ile ilgili görüşlerini sorduğumda ise gözleri parlıyor; “Çok sıcakkanlı ve tutkulular” diyorlar. Her dilden ‘yakarış’ı, tutkuyu müzikle birleştiren grubu dinlemek için bir fırsat bu İstanbul dinleyicisi için... Mommo ızkardeşim’e K Madrid’den ödül Kültür Servisi Yönetmenliğini Atalay Taşdiken’in yaptığı “MommoKızkardeşim” filmi, İspanya’nın başkenti Madrid’de düzenlenen 8. Uluslararası Çocuk ve Genç Yetişkinler Film Festivali’nde (FICI) jüri ödülünü aldı. Gerçek yaşam hikâyesinden esinlenen film, daha önce Almanya, Ukrayna, Yunanistan, Ermenistan, Kazakistan, Arjantin’den ödüllerle dönmüştü. 1520 Kasım günlerinde Madrid’de düzenlenen FICI’de en iyi film ödülü ise İranlı yönetmen İbrahim Foruzeş’in “Sevmek Zamanı” filmine gitti. Okul kimlik kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. CEM ATASEVEN Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. ZEKİ IŞIK C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle