16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 KASIM 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 iDANS’ta Beklan Algan unutulmadı Kültür Servisi Avrupa’nın prestijli çağdaş dans ödüllerinden Avrupa Birliği Çağdaş Dans Ödülü (Prix Jardin d’Europe) bu yıl iDANS Uluslararası Çağdaş Dans ve Performans Festivali kapsamında İstanbul’da verildi. Garajistanbul’da önceki gün düzenlenen törende, 10 Avrupa ülkesinden genç eleştirmenlerden oluşan jüri, 10 bin Avro değerindeki birincilik ödülünü Maria Baroncea, Eduard Gabia, Dragana Bulut’tan oluşan RumenSırp sanatçı kolektifine verdi. Birincilik ödülünü alan sanatçılar “E.I.O” adlı eserlerinde sanatın günümüz toplumundaki değerini sorgulamışlardı. Jüri, “A Mary Wigman Evening” adlı gösterisiyle Kolombiya asıllı Fabian Barba ile “City” adlı gösterisiyle Macarİtalyan “Bloom!” topluluğuna ikincilik ödüllerini verdi. Festival kapsamında verilen Bimeras Ödülü’ne ise 27 Eylül’de hayatını kaybeden oyuncu Beklan Algan değer görüldü. Yaptığı konuşmada Beklan Algan’ı “Değerli tiyatro insanı, hepimizin hocası, iDANS’ın en büyük destekçisi” olarak tanıtan Bimeras Kültür Vakfı Başkanı Aydın Silier, ödülü Beklan Algan’ın eşi Ayla Algan ve kızı Sevi Algan’a teslim etti. Törende konuşan Ayla Algan “Beklan Algan için vefa duygusu çok önemliydi, bu ödül onun için çok anlamlı” sözleriyle duygularını dile getirdi. Yıldız Silier’in ‘Oburluk Çağı’ kitabı, günümüz insanının içine düştüğü ‘çağdaş’ yanılgıları ele alıyor Hayatı oburca atıştıranlar ? Silier, “ayak üzeri atıştırmak” sözünün, çağın ruhuna dair bir metafor olarak da okunabileceği kanısında: “Hayatlar internette sörf yapar ya da televizyon zaplarmış gibi yaşanıyor. Bizi her yandan kuşatan alışveriş merkezleri, medya ve reklamların etkisiyle iştahımız artıyor, ama tat alma duygumuz köreliyor.” SEBLA KUTSAL on kitabı “Oburluk Çağı” kısa bir süre önce yayımlanan, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü akademisyenlerinden Yıldız Silier, “gözü doymayan günümüz insanı”nın içine düştüğü çağdaş yanılgılara değindiği kitabında, mutluluğun sığ bir hazcılığa indirgendiği düşüncesini savunuyor. Neden bu kadar obur olduk? Sürekli yesek de hiç doymuyoruz… Ayak üzeri atıştırdığımız için mi? Evet, “ayak üzeri atıştırmak” sözünü aslında çağın ruhuna dair bir metafor olarak da okuyabiliriz. Hep bir şeylere yetişme telaşıyla, özellikle ortaüst sınıfta hayatlar, adeta internette sörf yapar ya da televizyon zaplarmış gibi yaşanıyor. Bizi her yandan kuşatan alışveriş merkezlerinin, medya ve reklamların etkisiyle iştahımız artıyor, ama tat alma duygumuz köreliyor. Tat alma ya da bir şeyi tadına vararak, özümseyerek deneyimlemek için hayatımızı yavaşlatmamız, özne ve nesneleri sadece araç olarak görmeyi bırakmamız gerekiyor. Yaşadığımız çağda, hayatımızı yavaşlatmak ve özümseyerek deneyimlemek olanaksız gibi… Aynen öyle; çünkü kapitalizm rekabetçiliği ve her şeyin tüketilip bir kenara atılmasını körükleyerek bunu imkânsız hale getiriyor ve insanları “deforme” ediyor. Ya S ni, mutluluğun fetişleştirilip sığ bir hazcılığa indirgenmesi ve “daha fazla haz, daha iyidir” düsturuyla hareket edenler arttıkça, çok yönlü duyarlılıklar geliştirme çabası gösteren azınlık küçümseniyor. Kolaycılık ve pragmatizm egemen hale geliyor. AYALİ TATMİNLER’ Kolaycılık demişken aklıma ‘mutluluk’ vaat eden ‘gelişim serisi kitapları’ geldi. Bu kitaplar neden çok satıyor? Her ne kadar kendi çabamızla başarı ve mutluluk elde edebileceğimize inandırılsak da, her şeye bir fiyat etiketi yapıştırarak insan hayatını değersizleştiren bir sistemde, hem kendi hayatlarımızı hem de toplumu dönüştürme gücümüz elimizden alınıyor. Bunun doğurduğu güçsüzlük ve çaresizlik duygularından kaçmak isteyenler, hayali tatminlere yöneliyor. Bireysel güçsüzlüğün ve mutsuzluğun esas kaynağının, bu akıldışı ekonomik düzen olduğunu kabul etmek ve ona karşı örgütlü mücadeleye girmek yerine, kişisel vahalar yaratmak peşine düşülüyor. Kendilerinden başka hiç kimseye güvenmeyen, hiçbir ütopyası kalmamış kişiler, iç ‘H lerine dönüp, kendileriyle uğraşmaya başlıyor. İşte bu insanlar, kişisel gelişim kitaplarına çok ilgi gösteriyor; çünkü onlar sayesinde kendilerini daha derin ve özel hissedip, geçici olarak da olsa rahatlıyorlar. Hayali tatminler arayan bireyin, özgürlüğü de takıntı haline getirdiğini görüyoruz. Peki, bugün peşinde koşulan şey gerçekten özgürlük mü sizce? Günümüzde özgürlükten söz edilince en çok akla gelen, her istediğini yapabilmek. Bu yüzden de ancak daha fazla para, başarı ya da güç sahibi olanların özgür olabileceğine inanılıyor. Adına özgürlük dense bile aslında, “başkalarından üstün olmak” için mücadele ediliyor; başka bir deyişle “bireycilik” egemen hale geliyor. Bence, özgürlüğün ön koşulu, “bireycilik” yerine “bireysellik”in geliştirilmesi. Yani, kişinin kendisi (sahici) olabilmesi, bunun için de kendi kişisel değerlerini, zevklerini, hedeflerini “Başkaları ne der?” kaygısı gütmeden belirleyebilmesi gerekiyor. Oysa içinde yaşadığımız sistem, arzularımızı, korkularımızı, bildiklerimizi ve bilmediklerimizi yönlendiriyor; yalnız kalma, başarısız olma gibi korkular nedeniyle “kendimiz” olmamız gitgide zorlaşıyor. Özgürlük sanıldığı gibi sorumluluklardan kaçış değil, cesaret ve kararlılık gerektiriyor yani... Özgürlüğün sorumluluklardan kaçış olmadığını, bahanelerin ardına saklanmadan kendi hayatımızın sorumluluğunu alabilmekle ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. “Her seçiş, bir vazgeçiştir” sözünden yola çıkıp, kişisel hedeflerimizi toplumsal normları ve beklentileri hiç sorgulamadan içselleştirerek belirlediğimizde, aslında nelerden vazgeçmiş olduğumuzu yeniden düşünmemiz iyi olabilir. Öte yandan, özgürlüğün sadece bireysel bir çaba sonunda elde edilemeyeceğini düşünüyorum. Yaşadığı toplumu değiştirmek için mücadele ederken, benzer dertleri olanlarla bir araya gelip yeni toplumsal ilişki biçimleri geliştiren ve kendisini de yeniden biçimlendirenlerin özgürleşme yolunda önemli adımlar atabileceğine inanıyorum. KENNY BARON CEMAL REŞİT REY’DEYDİ Çizgi üstü müzisyenler gecesi MURAT BEŞER 29. İSTANBUL KİTAP FUARI Kitap Fuarı, ödüller, paneller, davalar... Kültür Servisi 29. İstanbul Kitap Fuarı bugün saat 16.15’te, Uluslararası Yayıncılar Birliği tarafından (IPA) Sel Yayıncılık adına İrfan Sancı’ya verilecek “2010 Özgürlük Özel Ödülü” törenine sahne olacak. Geçen ay düzenlenen Frankfurt Kitap Fuarı’nda, “IPA Yayımlama Özgürlüğü Ödülü”nün Sel Yayıncılık’a verileceğini duyuran IPA, ödülü her yıl yayın özgürlüğünün savunulması ve yaygınlaştırılması için veriyor. Bugün aynı zamanda, ödül töreni öncesinde sabah saat 09.30’da Sel Yayıncılık’ın “Cinsel Kitaplar” dizisinde yayımlanan üç kitap için açılan dava, Sultanahmet Adliyesi’ndeki 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam edecek. Sel Yayıncılık’ın sahibi İrfan Sancı törende ödülü IPA Başkanı Herman P. Spruijt’ten alacak, davanın Sultanahmet Adliyesi’ndeki İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmasına ise IPA Yayın Özgürlüğü Komitesi Başkanı Bjorn Smith Simonsen’in yanı sıra IPA Başkanı Herman P. Spruijt ile Başkan Yardımcısı İbrahim el Moallem’den oluşan bir IPA heyeti de “gözlemci” sıfatıyla katılacak. Fuar kapsamında bir başka ödülün, Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nün sahibi de Metin Cengiz oldu. Önceki gün TÜYAP Heybeliada Salonu Doğan Hızlan Kitaplığı’nda yapılan “Melih Cevdet Anday’dan Metin Cengiz’e Şiirimizde Birey ve Toplumsal Tavır” başlıklı söyleşinin ardından Cengiz, ödülünü, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) Başkanı Enver Ercan ile MilasÖren Belediye Başkanı Kazım Turan’ın elinden aldı. Törende konuşan Cengiz, “Melih Cevdet Anday’la şiirimin ortak öğeler taşıması ve şiirim üzerine yapılan konuşmalar beni çok gönendirdi” dedi. Öte yandan Balkanlar, Türkiye, Kafkaslar, İsrail ve Birleşik Krallık’tan (UK) yazar, çevirmen ve diğer sanatçıları yaratıcı ve birbirinden değişik bir dizi etkinlikle bir araya getiren Word Express Tuncer’in yönettiği açık oturuma İlhan Gülek ve İbrahim Dizman katıldı. Cem Yayınları’nın düzenlediği “A’dan Z’ye Yüksel Pazarkaya” paneline ise Egemen Berköz, Cevat Çapan ve Ayşe Sarısayın katıldı. Hikmet Altınkaynak’ın yönettiği panelde Behçet Necatigil’in kızı Ayşe Sarısayın dostlukları üzerinden Yüksel Pazarkaya’yla anılarını anlattı. Cevat Çapan Almanca ve Türkçeyi yazı ve okumalarında başarıyla kullanan Pazarkaya’nın değişik alanlarda verdiği ürünlere değindi. Evrensel Basın Yayın’ın düzenlediği “Elli Yıldır İstanbul’u Yazmak” söyleşisinin konuşmacısı ise Adnan Özyalçıner’di. İstanbul’un bugünü, dünü ve geçmişiyle birlikte tarihini, yaşamını ve öykülerini anlatan Özyalçıner, Sennur Sezer’le birlikte yazdığı iki ciltlik “Öyküleriyle İstanbul Anıtları” kitabında unutturulmaya, yok edilmeye çalışılan İstanbul’u yeniden ortaya çıkarmaya çalıştıklarını anlattı. ŞAİRLER YOLCULUKTA Metin Cengiz, ödülünü, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) Başkanı Enver Ercan ile MilasÖren Belediye Başkanı Kazım Turan’ın elinden aldı. projesi, dün İstanbul Kitap Fuarı’na konuk oldu. Daha önce birçok yolculuğu paylaşan Word Express yazarları, dün Taksim’den İstanbul Kitap Fuarı’na bir “Şiir Otobüsü” ile yolculuk ettiler. Word Express yazarları, bugun saat 10.30’da Taksim AKM’nin önünden ikinci bir sefer yapacak. Yazarlar 12.00’de Kültür Bakanlığı’nın da destek verdiği “Balkanlar’dan İstanbul’a Bir Edebiyat Yolculuğu” başlıklı Word Express paneline katılacaklar. Fuarda Dil Derneği ve Troya Folklor Araştırmaları Derneği’nin birlikte düzenlediği “Harf Devriminin 82. Yılını Kutluyoruz” başlıklı açıkoturum, dans ve film gösterisiyle Harf Devrimi’nin yıldönümü de kutlandı. Gülsen 29.İSTANBUL KİTAP FUARI’NDA BUGÜN 18.15 19.15 saatleri arasında Marmara Salonu’nda gerçekleşecek Agora Kitaplığı’nın düzenlediği “Türk Siyasetinin Yapısal Analizi ve Bugün” başlıklı söyleşinin konuşmacıları Hasan Bülent Kahraman ve Erdem Öztop u haftanın boş günü yoktu; caz izleyicileri için salon salon festival takip ediyormuşçasına yorucuydu. Koşturmacanın son ayağında modernmainstream piyanonun devi Kenny Barron var. Soğuk bir cumartesi ve olay yeri Cemal Reşit Rey. Kendisini en son 2006 yılının yine sert bir ocak akşamında henüz kapılarını yeni açmış bulunan İstanbul Jazz Center’da izlemiştik. Aynı sakinlik ve nezaket içinde geliyor sahneye; adamlarını takdim ediyor. Barron’un 42 yaşındaki Porto Rikolu öğrencisi tenor saksofoncu David Sanchez. Japon basçı Kiyoshi Kitagawa, önceki konserde de karşımızdaydı. Ve dev gibi bir adam, beyaz takım elbisenin içindeki pembe gömlek ve çizgili kravatıyla az önce nikâh salonundan çıkıp gelmiş gibi görünüyor. Barron davulcu Johnathan Blake’i “Onun babasıyla da çaldım” diyerek takdim ediyor. Kahramanım dediği Tommy Flanagan’a ait “Freight Trane” ile açılıyor konser. Orta tempolu Latin parça “New Samba”, tropik renklerle bezenmiş sololarında Sanchez üzerindeki Gato Barbieri etkilerini açığa çıkarıyor. Sahnenin göbeğine konuşlanan Sanchez, her solonun sonunda davulcunun sağındaki yaprak inceliğindeki gongun arkasına saklanıyor, sahneyi hocasının hâkimiyetine ve sololarına terk ediyor. Zarifçe yorumlanan tutkulu “My Funny Valentine”in ardından, endişe ve telaşı betimleyen ritimleriyle panik içinde koşturan bir Barron bestesi alıyor sırayı; “BudLike”. Barron’un geçen yıl ölen saksofoncu arkadaşı Bud Shank için yazdığı parçada Blake’in parçanın ruh haline uygun uzun solosu, ona dikkat etmemiz gerektiğini gösteriyor. Blake cüssesinden umulmayacak serilikte çalıyor, bunu yaparken istifini bile boz B muyor; elleri çok az havalanıyor, baget hareketleri oldukça ekonomik, ayrıca iri vücudu milim bile titremiyor. Az hareketle fırtınalar koparan bir tekniğe sahip. Çizgi üstü müzisyenler bunlar; her birinin kendilerine has renkleri ve tonları var. Sıradaki bestenin sahibi olan James Hubert Blake’i 99 yaşındayken tanımış, bizim 67 yaşındaki Barron. Blake ona “Eğer bu kadar uzun yaşayacağımı bilseydim, kendime daha iyi bakardım” demiş. Barron “Memories of You” adlı bu bes teyi sahnede piyanosuyla baş başa kalarak çalıyor, bir yandan evde kendi kendini eğlendirmek için çaldığı nükteli bir aranje havasında takılıyor, bir yandan da kaynana zırıltısına benzer bir sesle mırıldanıyor. Yoğun alkış eşliğinde sahnenin önüne gelerek sıralanıyor, seyirciye eğilerek selam veriyor ve kulisin yolunu tutuyorlar. Bise gelmeyecekleri ustanın her parça arası cep telefonunu yoklamasından belliydi; ya acilen bir yere yetişmesi gerekiyor ya da hanımından “yemek hazır, hadi bir an evvel konseri bitir gel” mesajı almış. Bu mükemmel konser mutlaka seyirci ısrarını yanıtlayan bir parçayla taçlandırılmalıydı. Eminim bir sonrakinde telafi ederler… [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle