15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 KASIM 2010 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA DİZİ 9 HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Çankaya’da değil kan çanağında oturdu azı dizimizin ikinci bölümünde de birinci bölümde olduğu gibi cumhurbaşkanlarının görev sürelerinde yaşanan olaylar anlatılıyor. O dönemlerdeki ekonomik ve sosyal gelişmeler ele alınmadığı gibi bu konuların değerlendirmesi veya analizi yapılmıyor. Bu ve bundan önceki dizi; Çankaya’da yaşanan siyasal olayların öyküsüdür. İç politikamızın üç köşe noktası: Darbe cumhurbaşkanları demokrasi! Üç köşe noktada birbiri ile iç içe olayların kahramanı üç isim: Evren Özal Demirel! Bu üç adamla 12 Eylül 1980’den sonraki yıllarda ülkenin yazgısını doğrudan ilgilendiren günler yaşadık. Evren’in Demirel’le, Demirel’in Evren’le, Özal’ın Demirel’le, Demirel’in Özal’la siyasal savaşımları yıllarca gündemin ilk sıralarından düşmedi. 12 Eylül 1980 ve sonraki yıllarda Evren’i anlatırken Demirel’den, Demirel’i anlatırken Özal’dan, Özal’ı anlatırken Demirel’den söz etmemek olanaksız. Birinci bölümde on bir cumhurbaşkanıyla ilgili öykülerde izlenen anlatım biçimi bu bölümde de korunuyor... İkinci bölümde Kenan Evren ve Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlıkları döneminde yaşanan olayları izleyeceğiz. Daha sonra yayımlanacak olan üçüncü bölümde Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül’ün görev dönemlerinde yaşanan siyasal olaylar öyküleştirilecektir... Bayram Keşifleri Yıllardan beri üzerimde bir tatil baskısı var. Ne zaman uzun bir bayram filan olsa gerilirim. Herkes birbirine “neredesiniz bayramda” diye soruyor. Sanki ille bir yere gitmemiz gerekirmiş gibi bir durum var. Gerçi bizde, “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok” diye bir söz vardır, ama son yıllarda dünyayı keşfe çıkmışız gibi görünüyor. En alakasız hatlara bile uçaklar dolu. Bir arkadaşım Sri Lanka’ya gitmeye karar vermiş. Merak ettim neden orayı görmek istiyorlar diye. Meğer aslında Arjantin’e gitmek isterlermiş, ama bilet bulamamışlar. Hindistan’a diye yola çıkıp Amerika’yı keşfetmek gibi bir şey bu da... Gazeteler tur ilanlarıyla dolu. Taksitle bayram gezileri yapılıyor. Bir de tabii insanı iyice gerilime sokan yazılar çıkıyor. “Ölmeden önce mutlaka görmeniz gereken on yer” türünden başlıklar atılıyor. İnsan, ne olur ne olmaz bari bu bayram gidiverelim de eksik kalmayalım, diye düşünüyor. Ölmeden önce Baden Baden’i ya da Karayipleri niye görmek gerekiyorsa artık... Ben böyle ileri geri konuştukça çevremdekiler tarafından bir tür asosyal garip insan muamelesi görüyorum. Dünyanın öbür ucuna 12 saat uçup beş yıldızlı bir otelde hamama girip masaj yaptırmayı anlayamadığım için garip bir konumdayım tabii. Malum Spa turizmi diye yeni bir tür gezi çıktı son yıllarda. Millet saatlerce yol gidip kendi ülkelerindekinin benzeri bir otele kapanıyor, masaj, hamam, sauna, yemek derken bir yer bile görmeden geri geliyor. Hatta Avrupa kırlarında yürüyüşe gidip ballandıra ballandıra anlatanlara, yahu niye Yedigöller’e gitmediniz, daha yakın, hem yemekler de güzel diyerek insanların sinirini bozduğumun da farkındayım. Yurtdışı gezilerinde hâlâ alışamadığım olay, kapıdaki adamların sanki orada gereksiz yere ülkelerine döviz bırakacak değil de paralarını çalacakmışsınız gibi kötü davranmaları. Bütün dünyaya ırkçılık, ayrımcılık, etnik haklar üzerine ders veren devletlerin ülkesine para harcamaya gelenlere bile yalnızca pasaportunda Türk yazdığı için böyle davranması, bin kere gitsem yine canımı sıkıyor. Bir de tabii alışveriş saplantımız var. Özellikle hanımlar, burada aynısı bulunsa da mutlaka bir şeyler toplayıp getirmeye meraklıdır. Çocukken bir keresinde arabayla bir yere giderken kuş uçmaz kervan geçmez bir yolda beş dakika durmuştuk da annemin nereden bulduysa, bilmem ne bezi dediği bir şeyler aldığını görmüştük hayretler içinde. O zamandan beri biliyorum ki bu alışveriş konusunu kadınlarla tartışmanın bir anlamı yoktur. Onlarla tartışmanıza gerek olmayan bir diğer konu da seyahate çıkarken yaptıkları bavullar ve onlara doldurdukları eşyalar. Normal bir insanın üç ay rahatlıkla giyim ihtiyacını karşılayacak elbiseyi, ayakkabıyı bir haftalık geziye taşımak kadınlar için garip bir durum değil çünkü. Belki, bir şey olur da geri gelemezlerse orada bir elbise sorunu yaşamak istemiyorlardır, bilemiyorum. [email protected] Y 12 Eylül 1980 darbesi, Temmuz 1979’da ana rahmine düşmüş, cenin 14 ay boyunca binlerce kişinin kanıyla beslenmiş ve 12 Eylül’e gelinmiş. Bedrettin Demirel: “Bir yıl önce müdahale kararı vermiştik, olgunlaşsın diye bir yıl bekledik. Çok kan döküldü.” 12 Eylül darbesinden önce Genelkurmay Başkanı görevindeyken görüştüğüm Kenan Evren bana: “Benim için çok şey söylediler” demişti: “CHP iktidarı zamanında Ecevitçi dediler. AP’nin beni Cumhurbaşkanlığı’na aday göstereceğini söylediler. Çok ama çok canım sıkıldı.” Kısa bir duraksamadan sonra sözlerine şunu eklemişti: “Benim hiçbir ihtirasım yok!” Birkaç ay sonra 12 Eylül darbesi geldi. Genelkurmay Başkanlığı görevi devam eden Orgeneral Kenan Evren; darbeyle birlikte Devlet Başkanlığı’na, ülke yönetimine el koyan Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı’na “atandı”. Yıllar sonra (1990’da) Kenan Evren’in “ihtirasını” 1982 Anayasası ile bir süre fili siyasetten uzak kalan, yasaklı Süleyman Demirel üstelik yazıyla analiz etti. “12 Eylül’ü hazırlayan Kenan Evren’in asıl amacının Çankaya’ya yerleşmek” olduğunu irdeledi. Şöyle diyordu: Sayın Evren (Kahramanmaraş olayları üzerine) sıkıyönetim tarihi olan 26 Aralık 1978 gününden 12 Eylül 1980 gününe kadar ne ile meşguldü? Evren’in kafasında ne vardı? “Devleti bilmeyen, görevi bilmeyen bir Evren ile mi karşı karşıyayız? Yoksa Sayın Evren’in kafasında başka bir şey vardı da, onun dışında bir şey düşünmeye vakti mi olmadı?” gibi bir şüpheyle düşünmemek kabil değildir. Sanıyorum bu durum, cevabını aradığımız soruyu aydınlığa kavuşturabilecektir. Sayın Evren anılarında ne diyor? 1979 Temmuz ayı, terör olayları bakımından çok yüklü geçti. 470 olay, 101 ölü, 384 yaralı. İşte temmuz ayının bilançosu. “Kuvvet komutanları arkadaşlarımla tek tek içinde bulunduğumuz acıklı durumu ve ne yapılması gerektiği konusunu görüşmeye başladım” diyor ve devam ediyor: Eğer bu durum böyle devam ederse, yeniden bir 27 Mayıs olmasından korkarım. Milli Güvenlik Kurulu’nda, ben de, siz de, söylenmesi gereken her şeyi açıkça ve çekinmeden söylüyoruz ama hükümet, bir şey yapmıyor. İşte her şey böyle başlıyor. 12 Eylül darbesine giden yolun ilk kilometre taşı budur. Meclislerin kendilerine verdiği görevin farkında mı değil? Meclislerin ‘yap dediğini’ Sayın Evren yapsa, yaptırsa mesele bitecek. O dönüp kendi yapması lazım gelen şeyi başkası yapmıyor diye şikâyet ediyor. Bu sonuna kadar böyle gidecektir. Balık, akvaryumundan şikâyet ediyor. Sayın Evren için önemli olan; “Müdahale kaçınılmaz olabilir. Ne dersiniz?” diye başlayıp, “müdahale kaçınılmaz oldu” sonucuna ulaşmaktır. Böylece Sayın Evren kendisini ele veriyor. Suçüstü yakalanıyor. EVREN UYGUN ZAMANI BEKL YOR Demek ki 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen müdahale, daha Temmuz 1979’da ana rahmine düşmüş, cenin 14 ay zarfında, binlerce kişinin kanı ile beslenmiş, büyümüş ve 12 Eylül 1980’e gelinmiş! Bu çizgi fevkalade önemlidir. Sanıyorum Sayın Evren, devletin anarşi mücadelesinde niye başarılı olamadığını ortaya koyuyor. Kafada müdahale fikri varken, mücadele nasıl yapılacaktır ve niye yapılacaktır? Soru budur. Orgeneral Bedrettin Demirel’in ifşa ettiği budur. Orgeneral Bedrettin Demirel daha sonra: “Bir sene önce müdahale kararı vermiştik. Olgunlaşsın diye bir sene daha beklenildi. Çok kan döküldü, üzülüyorum” diyecektir. Bunu dediği zaman ve ondan sonra Orgeneral Demirel, Sayın Evren’in Çankaya Köşkü’nde müşaviridir. Biz, bir yandan canileri yakalayın, kaçakçıları yakalayın, hapishane kaçkınlarını yakalayın diye çırpınırken obür taraftan, kafasına müdahale fikrini koyan Sayın Evren, bizim çırpınışlarımıza meğer istihza ile bakıyor ve müdahale için uygun zamanı bekliyormuş. (Anılarından) Öğreniyoruz ki “Müdahalenin zamanı geldi mi?” diye elini şakağına koymuş düşünüyor. “Kuvvet komutanlarıyla mutabakata vardıktan sonra, İkinci Başkan Orgeneral Haydar Saltık’ı çağırarak kendisine şu görevi verdim: Senin başkanlığında çok itimat ettiğimiz iki kurmay bir çalışma grubu kurunuz. Bu gruba kapalı olarak başka bir görev veriniz. Ancak esas görevleri bir müdahale zamanı gelmiş midir, müdahale mi daha iyi netice verir, yoksa ilgilileri ikaz mı daha münasiptir? Bunları etüt etsinler ve zaman zaman bana rapor versinler. Rapor daktilo ile olmamalı, el yazısı ile olmalı ki, gizlilik ihlal edilmemeli.” Saltık’ın seçtiği grup 11 Eylül 1979’dan itibaren çalışmaya başladı. ‘Çalışma Grubu’, “anarşiyi meşru parlamento, meşru hükümetle ve anayasal bir rejim olan sıkıyönetimle nasıl önleriz”le değil, “müdahaleyi ne zaman yaparız, nasıl yaparız” ile meşguldür. Hazindir! İşte devletin komployla karşı karşıya kalışının belgesidir bu! Anarşiyi önlemenin değil önlememenin peşinde Biz, 14 Ekim 1979 seçimleri sonrasında hükümet kurduk. Bir eksiğimiz varmış meğer. Onu şimdi öğreniyoruz. Devletin güvenliğini sağlaması gereken komutan, arkadaşları ile anarşi önlemenin değil, önlememenin peşinde imiş. Silahlı Kuvvetler’in nüfuzu kullanılarak müdahale yapılacak ve daha sonra, Kenan Evren ve arkadaşları bulunan 4 komutan, 9 sene ikbale erişmiş olacaklardır. Türkiye’nin kaderine el koymuş olacaklardır. Hem de bunu, ‘Atatürkçülük’ adına yapacaklardır... ....“bu beşi bir yerde beş general” TSK’yi kendi ikballeri için aylarca önceden ‘darbeye’ koşullandırmışlardır... ....Saltık Komisyonu mütemadiyen raporlar hazırlamaktadır ve 25 dosyayla müdahalenin nasıl olacağını komutanın önüne getirmektedir. 25 dosyanın 4 Mart 1980 günü komutanlara verildiğini ve 1516 Mart günleri de Evren bu dosyalar üzerinde çalıştığını ifade ediyor. Haziran ve temmuz aylarına göre hazırlıkların bitirilmesi gerektiğini bildiriyor ve müdahale sonrasındaki hükümette görev alacak bakanların isimleri üzerinde çalışma yapılmasını istiyor. Bir taraftan da Türkiye’de kan gövdeyi götürmeye devam ediyor. O hususta en ufak gayret yok! Nitekim, Nisan 1980’de terör 247 can aldı diye şikâyet ediyor. 18 Mayıs 1980’de müdahaleye karar verdik diyor. 1112 Temmuz 1980’de yönetime el koyacaktık, fakat erteledik diyor. “Nihayet 26 Ağustos’ta müdahale kararını yazıp imzaladık” diyor... Biz kan dökülmesini önleyelim diye çırpınırken bu işi yapacak olanlar... daha çok kan dökülsün de haklı çıkalım diye... daha sonra vatandaş evimizden dışarı çıkamıyorduk, demokrasi mi canı cehenneme desin diye adeta seyirci durumuna geçmişlerdir... Bunun maliyeti 4000 (yazı ile dört bin) can olmuştur. Yiğit’in kızı ve damadından ifade İstanbul Haber Servisi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca “şantaj ve askeri casusluk” iddialarına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında Tümamiral Fikret Güneş’in eşi ile Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit’in kızı ve damadı mağdur sıfatıyla ifade vedi. Haziran ayında düzenlenen fuhuş operasyonunda emekli Albay İbrahim Sezer’in evinde bulunan bir flash bellek içerisinde Yiğit’in kızı Sibel Kuli ve damadı Ali İhsan Kuli’ye ait özel görüşmelerin kaydının da çıktığı öne sürülmüştü. Albay Sezer’in avukatı, delillerin, müvekkilli ile bağlantısının tespiti için DNA tespiti yapılmasını istedi. Balyoz’da emekli asker serbest İstanbul Haber Servisi “Balyoz Güvenlik Harekât Planı ” soruşturması kapsamında “şüpheli” sıfatıyla dün ifadesi alınan bir emekli asker, serbest bırakıldı. Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne gelen emekli bir asker, soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ergül’e “şüpheli” sıfatıyla ifade verdi. Yürütülen soruşturma sonucu 196 kişi hakkında iddianame hazırlanarak dava açılmıştı. Zirve davasında yeni iddia MALATYA (AA) Malatya’da biri Alman uyruklu üç kişinin boğazlarının kesilerek öldürülmesiyle ilgili davada tanık olarak dinlenen Erhan Özen, Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği dilekçede yeni iddialarda bulundu. Özen, katliamın azmettiricilerinden olduğu öne sürülen Varol Bülent Aral’ın Veli Küçük ve Muzaffer Tekin’le Malatya bölgesinde birlikte hareket edip Malatya’daki çalışmalarda görev aldığını savundu. Özen, Küçük’ün Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yargılanan Yasil Hayal’i cezaevinde ziyaret ettiği öne sürdü. Milletin hakkını gasp etti Böylece Türkiye’nin kaderini ellerine geçirenler 9 sene Çankaya’da değil, kan çanağı içinde oturmuşlardır. Sayın Evren’i kan tutmuştur... Ülkeyi kurtaralım diye yola çıkmış, anarşiden kurtaracağına Meclis’ten, demokrasiden ve siyasetten kurtarmıştır(!). Çöküşü önlemek yerine, onu beklemeyi tercih eden ve sonra sabreden derviş muradına ermiş. Biz bekledik, muradımıza erdik diyen Sayın Evren, milletin iktidar değiştirme hakkını gasp etmiş ve kendisi gelmiş, milletin tepesine oturmuştur. ...Anayasaya evet derseniz benim cumhurbaşkanlığıma da evet dersiniz.. Hayır propagandası yasak, evet propagandası doğal... Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir referandumla, milletin rızasını değil, yarattığı fiili durumun tasdikini yine anarşi korkutması ve sıkıyönetim sayesinde sağlayarak, milletin tepesinde 9 sene oturmayı başarmıştır. ...Kan devraldık diyorsunuz. Biz de “Kan bıraktınız’ diyoruz... Ve nihayet arkanızda bir soruyu cevapsız bıraktınız: Devletin yasal ve diğer imkânları tamamıyla birbirinin aynı iken, 13 Eylül günü durdurulan kan, 11 Eylül’de niçin akıyordu? Niçin? Yazık değil mi?.. Bilirkişiye gözaltı İSTANBUL (AA) Uluslararası bir şirketin marka tescil davasında “rüşvet aldığı” iddia edilen mahkeme bilirkişisi gözaltına alındı. İstanbul Ticaret Odası eski meclis üyesi olduğu belirtilen M.K’nin, bir tekstil firmasının İstanbul Fikri ve Sınai Hakları Mahkemesi’nde görülen davası sırasında bilirkişi görüşünün istenmesi üzerine şirket avukatına ulaştığı “Yağdanlığa biraz yağ damlatmak lazım. Sen istediğin raporu hazırla ben imzalarım” dediği öne sürüldü. SÜRECEK C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle