14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 13 KASIM 2010 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL NATO Füze Savunma Sistemi Fİ BJK BEŞİKTAŞ Kulübü’nün Dolmabahçe’deki İnönü Stadyumu adına eklenmiş bir “FİYAPI” sözcüğü var bir süredir. Ad değişikliğinin nedenini bilmeyenler, bu “fi”li sözün anlamını bir türlü çıkaramıyor. Çıkaramayışın nedeni çok basit: Bir inşaat şirketinin adı olan FİYAPI’nın ilk hecesi, ne kadar saygıdeğer bir kısaltmanın simgesi olursa olsun, “de” ya da “içinde” anlamına gelen ve Türkçede artık pek kullanılmayan Arapça kökenli “fi” sözcüğünü anımsatıyor ister istemez. Şimdiki kuşak bilmeyebilir ama, eskiden tam tarihi anımsanamayan çok uzak bir geçmişin sözü edilirken “fi tarihte…” diyerek lafa başlanırdı. Galiba, kolay yenemedikleri için BJK’yi pek sevmeyen karşı kıyının yaşlı sakinleri arasında “Sevgili rakibimiz, solmaya başlayan ününü yüceltmek için fi tarihin kişilerinden ve zaferlerinden medet ummaya başlamış” diye şaka edenler bile olmuş. yle anlaşılıyor ki, kulüp adlarından liglere, takım formalarından spor salonlarına kadar her yere ve her müsabaka dalına sokulan sponsor reklamcılığı küreselleşme çağının yeni bir hastalığı olarak yavaş yavaş tarihe geçmiş kişi adlarını da dolaylı yoldan etki alanına almaya başlamış. Kendi mali güçlerini bir spor kuruluşunu yüceltmenin hizmetine zaten vermiş olan kulüp yöneticileri, böyle bir ek katkıdan elbet memnun olmuş olabilir ve sponsor şirketler de katkı özverisinde bulunmuş sayılırlar ama, tarihin malı olmuş adlara sıra gelince sormak gerekmez mi, tarihçiler ve o adın vârisi olan aileler, bir kulubün adına bağlanmaya acaba ne der? olmabahçe Stadyumu Cumhuriyetin ikinci devlet başkanı döneminde ve İstanbul’un yeni görüntüsünü etkileyen Lütfi Kırdar’ın valiliği sırasında yapılmıştı. Futbol dışında atletizme elverişliliği yanında, yer seçimi ve doğal görüntüye yer verişi açısından da kent mimarisinin ünlü adlarından Dr. Proust’un damgasını taşıyan önemli bir yapıttır bu. Böyle bir yapıya Cumhuriyeti kuranlardan birinin adını vermiş olmanın anlamını, şimdi ivedi bir şükran borcuyla bozmak doğru mu olmuştur? Şöyle bir düşünülürse, sponsora teşekkürün ve minnet borcunu ödemenin değişik bir yolu bulunarak eski ada dönmenin gereği kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu? Bu konuda Fenerbahçe’deki stada Şükrü Saracoğlu ve Gayrettepe’dekine Ali Sami Yen adlarının verilmesinden farklı bir durumla karış karşıyayız. O statlara adları verilenler, her şeyden önce sarılacivert ve sarıkırmızı bağlılıklarıyla statları şereflendirmeye yeten kişilerdi. Değişik açıdan da olsa, İnönü adının şerefi Beşiktaş’a yetmiyor muydu ki, bir başka adın daha eklenmesine gerek duyulmuştur? BJK, tesis sayısı ve o tesislere adıyla şeref kazandıracak tarihi kişi yeterliği bakımından sıkıntı çeken bir kulüp değil çok şükür. Türkiye için İyi mi Kötü mü? Türkiye’nin laik ve demokratik yapısının korunması için Batı’yla ilişkilerimiz en önemli güç kaynaklarından biriyse, o zaman bu gidişat tehlikeli ve yanlıştır. Bu itibarla, Lizbon zirvesi NATO için bir dönüm noktası, Türkiye için ise yeni bir yol ayrımı vazifesi göreceğe benzemektedir. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN D Faruk LOĞOĞLU nümüzdeki günlerde (1920 Kasım) Lizbon’da yapılacak NATO zirvesi, İttifak tarihinde bir dönüm noktası olmaya adaydır. Zira Lizbon’da son 10 yıldır yürürlükte olan ve NATO’nun “kırmızı kitabı” denilebilecek mevcut stratejik konseptin yenisinin onaylanması bekleniyor. Ayrıca, gündemde çok önemli başka maddeler de var. Dolayısıyla zirve, İttifak’ın yakın gelecekteki yönünü, hedeflerini, güvenlik ve tehdit algılamalarını belirleyecek kararların alınmasına sahne olacak. Füze savunma sistemi, medyanın kullandığı tabirle, füze kalkanı konusu ise Türkiye’yi özellikle ilgilendirmektedir. Konu, hem ulusal güvenliğimiz, hem Türkiye’nin AvrupaAtlantik camiasıyla ilişkilerinin geleceği bakımından büyük önem taşımaktadır. Nedir füze savunma sistemi? Konunun tarihçesi ABD Başkanı Ronald Reagan dönemine (19801988) kadar uzanır. “Yıldız Savaşları” olarak da adlandırılan bu düşünce, Amerika’yı bir füze saldırısına karşı koruyacak bir sistemin geliştirilmesini amaçlamaktadır. Yıllar sonra Başkan George W. Bush, bu fikri yeniden canlandırmış ve 2008 NATO Bükreş zirvesinde müttefiklerinin desteğini de sağlamış ama iktidardaki ömrü projeyi tamamlamaya yetmemiştir. Rusların, başlangıçta savunma silah ve radarlarının Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde konuşlandırılması öngörüldüğünden, hep kuvvetli itirazları olmuştur. Bush’tan sonra başkanlık koltuğuna oturan Barack Obama ise, Ö Ö mumtazsoysal@gmail.com hem Rusya’yı yatıştırmak hem İttifak içindeki tereddütleri gidermek maksadıyla projede köklü değişikler yapmış, Doğu Avrupa’da konuşlandırmadan vazgeçmiş ve hayata geçirilme süresini safhalara bölerek uzatmış, öte yandan, konuyu bir ABD girişimi olmaktan çıkartıp, NATO projesi haline getirmiştir. Sistemin amacı NATO ülkelerinin nüfus ve topraklarını olası bir füze saldırısına karşı korumaktır. ABD’nin aklında tehdit kaynağı olarak öncelikle İran vardır. Kuzey Kore de bu bağlamda adı sık geçen bir ülkedir. Çoğu müttefik de bu teşhise (füze tehdidi ve İran) katılmaktadır. Türkiye’nin mülahazalarına gelince, bunları dört noktada toplamak mümkündür. İlki, Ankara, tehdit kaynağı olabilecek (diğerlerine göre, İran ve Suriye gibi) ülkelerin isimlendirilmesine karşı çıkmaktadır. Türkiye artık bir tehdit unsuru olarak görmediği İran’ın ismen zikredilmesinin bu komşusuyla olan yoğun ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini düşünmektedir. İran’ın bundan rahatsız olacağı savı doğrudur. Ancak, İran’ın bölgemizde önümüzdeki yıllarda Türkiye için de tehlike, hatta tehdit edebilecek hareketlerde bulunmayacağının teminatı yoktur. Aksine, nükleer programı konusunda diplomatik bir çözüme varılamadığı takdirde, İran ister istemez, bölgede yeni sıkıntıların doğmasına yol açmış olacaktır. Türkiye bu çalkantıların dışında kalabilecek midir? Ancak, Türkiye’nin görüşü, komşuları bağlamın daki gerekçeleri yeterli olmasa da, yerindedir. Zira güvenliğin bölünmezliği ne kadar geçerli bir kavram ise günümüzde güvensizliğin bölünemezliği de o kadar geçerli bir realitedir. Bu nedenle, NATO’nun adres göstermek yerine, tehdide odaklanması daha doğru olacaktır. Türkiye’nin bir diğer mülahazası, füze savunmasının bütün yönleriyle, her aşama ve kademesiyle bir NATO sistemi olması, sistemde üye ülkelerin eşit ve tam söz sahibi olmaları talebidir. Bu, tamamen yerinde ve doğru bir beklentidir. Türkiye’nin önemli başka bir kaygısı da sistemin kapsamına ilişkindir. Tesis edilecek savunma düzeninin ülkemizin topraklarının tamamını kapsayıp kapsamadığı hususunda haklı tereddütlerimiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda Türkiye’nin tatmin edilmesi gerekmektedir. Ancak bu bağlamda Türkiye’nin tutumunda hafif bir çelişki bulunduğu da ileri sürülebilir. Bir yandan İran tehdit değildir diyoruz, öbür yandan Türkiye’nin doğusu da korunmaya alınmalıdır diyoruz. Bu denklemde yine de doğru olan NATO sisteminin Türkiye’nin her karış toprağını kapsamasının sağlanmasıdır. Zira mevcut koşullarda Türk yetkilileri İran’ı bugün bir tehdit olarak görmeseler de, yarın koşulların değişmesi mümkündür. Türkiye, yarım asırdan fazla üyesi olduğu NATO’ya mı güvenecektir, yoksa bölgede hem güç dengesi, hem rejim farklılığı nedeniyle kendisini daima rakip olarak gören İran’ın mı yanında yer alacaktır? Son bir nokta ise, Türkiye’nin sistem içindeki radarlar vasıtasıyla derlenecek istihbaratın İsrail’le paylaşılmamasını istediği yolundaki basın haberleridir. Üye olmadığı cihetle, NATO istihbaratının İsrail’le paylaşılmaması doğaldır. Dolayısıyla, NATO bakımından böyle bir sorun mevcut değildir. Ancak, yıllardır Türkiye’nin bile ikili istihbarat ilişkileri içinde olduğu İsrail’i ABD ve diğer bazı müttefik ülkelerin bilgilendirmeye devam etmeleri de, hele konu İran ise kaçınılmazdır. Türkiye’nin isim, aidiyet ve kapsam konularındaki kaygı ve beklentileri makul ve yerindedir. Bu noktalarda tatmin edilmesi halinde, Türkiye’nin füze savunma sistemine “evet” demesi ise ulusal güvenliğinin gereğidir. Çünkü Türkiye’ye olası tehditler neticede yine yakın çevresindeki ülkelerden ve merkez kavşağında bulunduğu istikrarsız bölgelerdeki gelişmelerden kaynaklanacaktır. Hükümetin “komşularla sıfır sorun” politikası veya bugün komşularla ilişkilere hâkim olan sanal iyi hava, bu gerçeği ortadan kaldırmamaktadır. Türkiye’nin “evet” demesini gerektiren bir önemli neden daha bulunmaktadır. Ülkemizin Batı ve AvrupaAtlantik camiasıyla bağlarının durumunu gösteren dört temel ölçü vardır: AB, ABD, İsrail ve NATO. İlişkilerimiz AB’yle belirsiz, ABD’yle rahatsız, İsrail’le ise bozuktur. Türkiye’nin içiyle, dışıyla ekseninin tartışıldığı bir ortamda, NATO’ya ilişkin tutum ve politikamız ayrı bir önem ve anlam kazanmaktadır. Eğer Türkiye, füze savunma girişimine ciddi ve inandırıcı bir gerekçesi olmadığı halde “evet” diyemezse, bu önce NATO içinde bizi yalnızlığa itecek, sonra ABD ve Avrupa’yla aramızdaki mesafeyi daha da büyütecektir. Bu gidişle Türkiye’nin artık AvrupaAtlantik ailesi içinde yer aldığı iddiası inandırıcılığını yitirecektir. Eğer amaç zaten Türkiye’yi Batı’dan manen koparmak ve farklı yerlere götürmekse, o zaman bu gidişat doğrudur. Ama Türkiye’nin laik ve demokratik yapısının korunması için Batı’yla ilişkilerimiz en önemli güç kaynaklarından biriyse, o zaman bu gidişat tehlikeli ve yanlıştır. Bu itibarla, Lizbon zirvesi NATO için bir dönüm noktası, Türkiye için ise yeni bir yol ayrımı vazifesi göreceğe benzemektedir. Kişisel Özgürlüklerin Noktası Farkında mısınız; referandumdan önce üniversitede türbanı tartışıyordunuz... Referandumda “Evet” dediniz, şimdi ilköğretimde türbanı tartışıyorsunuz... İnşallah bu seçimde aziz millet yine AKP’nin peşine düşüp oy verir de, anaokullarına kız çocuklarının başı açık gidip gidemeyeceklerini tartışırsınız... İlköğretimde türban olur mu olmaz mı?.. “Olmaz” demeyin... Çankaya’ya türbanıntesettürün çıkıp oturacağına, devleti türbanın temsil edeceğine de inanmamıştınız... Çankaya’ya çıkıp türbana selam durmadılar diye ana muhalefetin, yüksek yargıçların, TSK komutanlarının “suçlu” sayılabilecekleri de aklınıza gelmemiştir... Şimdi sıra ilköğretimde türbanda... Sadece üniversitede türbanı onaylayan yanaşma demokratlar anladılar mı bilmiyorum: Eğer üniversitede türban olacaksa, hem ilköğretimde hem kamu alanlarında türbanı kimse önleyemez. Çünkü türban imanın şartıysa eğer, kızların kafası fırında güllaç kâsesi mi, belli bir zaman için sokçıkart... Nitekim Başbakan söyledi: “Kişisel özgürlükler noktasında” çözüm... Yani; ilköğretimde “kişisel özgürlükler noktası” olur da çalışma hayatında, kamusal alanda, hastanede, mahkemede, vilayet konağında, kaymakamlık makamında “kişisel özgürlükler noktası” olmaz mı?.. Anlamamak için biraz aptal olmak gerekiyor; Başbakan, önümüzdeki genel seçimlerden sonra, hem ilköğretimde, hem üniversiteden sonraki kamu hizmetlerinde türbanı serbest bırakacağını söyledi size... “Kişisel özgürlükler noktası” o... Bu topraklarda yaşayan insanların seçimiydi bu aslında. Laik, çağdaş, modern bir vatanın yurttaşları olma onurunu, birer bilinçsiz oy pusulası olarak götürüp attılar sandıklara... Ne yapacaksınız ki demokrasinin sandıkları alet kutusu gibidir; içine neyi koyarsanız onu bulursunuz... Çağdaşmodern bir ülkenin insanları olmak yerine, çöl devletleri gibi ortaçağı yaşamak... Batı toplumları yerine Arabistan’a benzemek çıktı sandıklardan... Şimdi söyleyin: Kreşte türban olsun mu, olmasın mı?.. bcoskun@cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle