09 Ocak 2025 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 KASIM 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ B: Medya, Ergenekon olayında çok etkili bir rol oynadı, çok kötü bir sınav verdi. Ö: Ahh ahh... Ağaç baltaya seslenmiş, neyleyim sapın benden. Bu zulmün ortaklığını göz göre göre medyadaki arkadaşlarımız yaptılar. Savcıları bile geride bıraktılar. Yalan, iftira, karalama, haysiyet cellatllığı için kiralanmış olanlara zaten sözüm yok. Onlar efendilerinin sesi. Ama ya diğerleri... Gerçekten bu mesleğin içinde olanlar; öyle bir zaman geldi ki, haysiyet cellatları “Ben Tuncay Özkan’ı sevmem, ama yapılanları içim almıyor” diye yazmak zorunda kaldılar, bu meslek için, temiz Türkiye için ne tür bedeller ödediğimi çok iyi bilenler dahi sessiz kaldı veya en acısı da bazıları yalanlarla karşı tarafın içinde bulundu... Şimdi ne yapacaklar? B: Bu konuda ben de doluyum. Daha iddianame çıkmadan her türlü suçlamayı yaptılar. Bu davada Silivri’deki 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yanında bir de medya mahkemesi var. Bu mahkemede savunma makamı yok... Ö: Sadece cellatlar var... B: Yine tutamadın ağzını... Özünde haklısın... Medya mahkemesinde savcılar yargıç olmuş... Ö: Sıfatı gazeteci olan bir iktidar kiralık kalemi, televizyon televizyon gezip hakkımda konuşarak, tutuklanmam için gereken psikolojik ortamı yarattı. Tutuklandığım gün anchorman’lerin en meşhuru bu ortamı yaratanları arayarak kutladı. Düşün ki, tutuklandığım 23 Eylül 2008’le 2 Mart 2009 tarihleri arasında benimle ilgili televizyon, dergi ve internet medyası dışında sadece gazetelerde yer alan haber sayısı 5908. Bunların dörtte üçü yalan, iftira ve kiralık kalem karalaması, dörtte biri çalışmayı yapan ajans tarafından tarafsız diye nitelendi 9 larım var... Örneğin casusluk iddiasına dayanak olarak Amerikan Büyükelçisi ile yediğim yemeği göstermişler. O yemekte 4 Ankara temsilcisi vardı. Zaman gazetesinden Mustafa Ünal, Milliyet’ten Fikret Bila, Referans’tan Erdal Sağlam... Polis, gözaltına alınmadan önce, benim hakkımda hazırladığı raporda, “ABD Büyükelçisi ile gizli ve kapalı toplantı yapar” demiş. Bu polis kaydı, malum medyaya gitmiş. Gizli ve kapalı görüşme casusluk faaliyeti olmuş... Medya böyle yazdı, ama iddianamede bile bu konuda bir şey yoktu... Böylesine densiz suçlamaların haddi hesabı yok... Ö: Zamana bırakılmayacak şeylerden bir tanesi de insanın yıllarca aynı işi yaptığı kişiler tarafından iftiraya uğraması. İddianame açıklanmadan yüzlerce şey yazıldı. İddianamede bunların hiçbiri yoktu. Şimdi ben soruyorum; bunun adı alçaklık değil mi? 40 kişiyiz birbirimizi biliriz. Buradan açıkça hepsine sesleniyorum; bildikleri ne varsa 25 aydır bekliyorum, bu iddianamenin neresinde yazıyor suçum? Hangi sayfasında? İki kere ağırlaştırılmış müebbet hapis, 300 yıla yakın da hapis cezası isteniyor. Birisi hükümeti, diğeri Meclis’i cebir ve şiddet kullanarak yıkmak. Ben muhalifim. Hükümeti yıkmak istiyorum ama seçimle, halkın oyuyla... Evet, başbakan olmak istiyorum, Meclis’e girmek istiyorum. Miting yaptım, konuşmalar yaptım, yazılar yazdım hangisinde cebir ve şiddet var? Bu suçlamaların delilleri iddianamenin neresinde? Hangi suçla beni burada tutuyorlar? Senin tabirinle medya mahkemesinin cellatlarına sesleniyorum; bunlar iddianamenin neresinde yazıyorsa savcılar iki yıldır bulamadı, siz gösterin bari. Yasadışı, izinsiz, demokrasiye aykırı söz, miting getirin. Hepsi izinli. Hepsi yasal. rilmiş... Nasıl yaparsınız bunu diyen yok. Aradan zaman geçip medya savaşının tozu dağılınca işler çığırından çıkınca, Tuncay’ın suçu ne diyenler ortaya çıkıyor... Fatmagül’e... B: Aman burda dur... Arkasını tahmin edebiliyorum... Zaman her şeyin ilacı... Duruşma salonundaki konuşmalarda da kullandım; gerçek, zamanın çocuğudur diye bir söz var... Zamanla bütün gerçekler ortaya çıkacak; sen de söylüyorsun çıkıyor da... Medya mahkemesi Silivri’den acımasız 8 YILLIK ONLARCA DOSYA 2.5 DAKİKADA YAZILMIŞ B: Medyanın suç üretme ve hemen hükmü verme gücü müthiş. Senin yönteminle bakmak gerekirse; ben de soruyorum; hangi gazeteci not tutmaz, arşivi olmaz? Hangi gazeteci off the record görüşme yapmaz. Ö: O zaman sırası geldi, anlat şu Mustafa Balbay notlarını da öğrenelim... B: Bugünlerde piyasaya çıkmış olan Silivri Toplama Kampı Zulümhane kitabında bu konuya enine boyuna değindim... Az önce vurguladığım gibi gazeteci not tutar, hekim reçete yazar, hâkim dosya okur... Biri bu kişilerin arşivine girse; örneğin hâkimin arşivindeki 50 dosyayı kendince harmanlasa, araya dosyaların özelliğine uygun metinler yerleştirse, o dosya hâkime ait denebilir mi? Ö: Senin notları büyük bir hızla oluşturmuşlar, tümü 2.5 dakika (gülerek)... B: Evet, 19982006 yıllarına ait onlarca dosya 2.5 dakikada yazılmış görünüyor. Bunun ayrıntısını söyleşimizin ilerleyen bölümlerinde anlatacağım... Medya yanına değinmem gerekirse, hiç araştırmadan, bunca not bu kadar zamanda yazılmış olamaz demeden, bana, avukatlarıma sorma gereği duymadan bire bin katıp yüklendiler. Sen diyorsun ya; sapın benden... Aslında benim için daha vahim olan unsurlar var... Sadece sap değil, gövde de bizden! SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM İyi ki Aile Fotoğrafına Girmedik Evet dostlar, bu hafta içinde kafamdaki bir soru yanıtını buldu. Her şeyden önce, ne yalan söyleyeyim, hem Cumhuriyetin bir yurttaşı olarak hem de CHP’nin MYK üyesi olarak, Sayın Kılıçdaroğlu’nun, Cumhurbaşkanı’nın davetine katılıp katılmayacağını çok merak ediyordum. Evet katılmayacağını biliyordum ama yine de “ya bir de katılırsa” diye endişe duyuyordum. Ama ne Sayın Kılıçdaroğlu ne de CHP’liler katıldılar. Ve çok da iyi ettiler. Hem de eşinin türbanından ya da siyasal görüşleri bizimkilerle uyuşmadığından filan değil. Bugüne kadar tüm yaptıkları, rektör atamalarındaki, yargıç atamalarındaki açık tercihleri, kendisinin, bizlerle aynı “Cumhuriyet ilkelerini ve değerlerini paylaştığı” konusunda tereddüt oluşturduğu için. Bir söz vardır, “Allahın bildiğini kuldan ne saklayacağız” diye... Sayın Abdullah Gül, AKP’nin oyları ile, zorla, hiçbir uzlaşma aramaksızın, Sayın Başbakan tarafından uygun görülerek, “Kardeşim Gül cumhurbaşkanı olacak” demesiyle, cumhurbaşkanı seçilmiş bir TBMM üyesidir. Anayasal olarak, TBMM’ye girdiğinde ayağa kalkarsınız, yine anayasa nedeniyle saygı gösterirsiniz ama tutup da “Türkiye’nin en önemli bayramı olan Cumhuriyet törenlerini, birlikte çok güzel kutluyormuş gibi yapmanın” herhalde pek de anlamı olmaz. Zaten o da bundan pek şikâyetçi olmamış ki, “aile arasında” kutladıkları tören için, “Türkiye’nin gerçeği burada” demiş. Aile arasında diyorum. Çünkü gerçekten de öyle. Sayın Başbakan, onun atadığı Cumhurbaşkanı, yine onun atadığı bakanlar, yine Sayın Başbakan’ın atadığı Adalet Bakanı’nın belirlediği HSYK üyeleri, yine Sayın Başbakan’ın atadığı Sayın Cumhurbaşkanı’nın atadığı Anayasa Mahkemesi üyeleri, tam aile arasında eğlenmişler, Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamışlar. Biliyorsunuz, geçenlerde de yine aynı kadro, Anayasa Mahkemesi’ne yeni seçilen üyenin yemin törenini yapmışlardı. Yine aile arasında yapmışlardı. Yine yargıçlar yoktu, avukatlar yoktu, CHP yoktu, diğer partiler yoktu, Sayın Kılıçdaroğlu yoktu. Ve dediğim gibi, yine aile arasında idi. Ancak tek farkla! O yemin töreninde Sayın Başbakan vardı. Sayın Başbakan’ın seçtirdiği Sayın Cumhurbaşkanı vardı, ailenin diğer üyeleri de vardı. Ama o kez, orada maalesef TC Anayasası da yoktu. Çünkü Sayıştay’dan seçilen sayın üyenin seçimi, tam anlamı ile ve yüzde yüz, kendi yaptıkları anayasanın yeni 146. maddesine açıkça aykırı idi. Ve ne aile dışındakilerin ne de “TC Anayasası’nın olmadığı” bir toplantıda, aile bir araya geldi. Ve yemin töreni icra(!) ettiler. Ama olsun! Sayın Cumhurbaşkanı için bu yeterli, Sayın Başbakan için de. Yeter ki “aile bir arada olsun”. Fazlasına gerek yok. Nitekim, son anayasa değişiklikleri TBMM’den geçtikten sonra, Türkiye’de adını hepinizin duyduğu, Erdoğan Teziç’ten tutun, Fazıl Sağlam’a, İbrahim Kaboğlu’ndan tutun, Necmi Yüzbaşıoğlu’na kadar, tam 12 kişi, Cumhurbaşkanı’na bir mektup yazdık. “Lütfen dikkat edin, yargıya ilişkin iki madde çok tehlikeli, çok dikkatli inceleyin, bir kez daha TBMM’de görüştürün” diye yazdık. Yani Türkiye’de 12 hukukçu, anayasa hukukçusu Cumhurbaşkanı’na, anayasa değişikliği ile ilgili kuşkularını dile getirdiler. Cumhurbaşkanı, mektubu saat 10.30’da aldı. Bizlere aldığını teyit ettiler. Ve bizler “en azından bir kez okur” derken, aynı gün, iki saat sonra imzalayarak, yayımlanmaya gönderdi. Yani Sayın Cumhurbaşkanı şöyle dedi: “Bana ne anayasa hukukçularından, bizim aile istiyor ya, o yeter”. İşte o Sayın Cumhurbaşkanı ile, “Cumhuriyet Bayramı’nı birlikte kutlamak çok anlamlı olmazdı” herhalde! Aile istediğinde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın nelere kadir olduğu, tek bir olayla da sınırlı değil, biliyorsunuz. Hani iki isimsiz ihbar telefonu gelmişti, hani bir sayın yargıç, bu telefonlardan çok etkilenip, inanıp, bunları yeterli kanıt ve veri sayıp, Silahlı Kuvvetler’in kozmik odasını arama kararı vermişti. “İki isimsiz ihbar var, bunlara göre, Silahlı Kuvvetler, suikastlar düzenliyor, işte bu konudaki belgeleri bulma olasılığım çok güçlü” demişti, hatırlarsınız. Bu “arama kararını, böyle bir kararın bu kadar kolay verilip verilemeyeceğini”, devletin başı olan, Silahlı Kuvvetler’in başı olan, Türkiye’de kurumların iyi ve güvenilir çalışmasını sağlayacak olan Sayın Cumhurbaşkanı’na sormuştuk da, hatırlarsınız, ne kadar anlamlı, ne kadar doyurucu bir yanıt vermişti; “Devlet sırrı olmaması gerekir, bu yeniliklere alışacağız” türünde! İşte o Sayın Cumhurbaşkanı’na anayasa gereği tabii ki saygı göstereceğiz, ama onlarla, Atatürk Cumhuriyetinin kuruluş gününü birlikte kutluyormuş gibi yapmak çok anlamlı olmazdı herhalde! En azından birimize ayıp olurdu. Ö: Sözüm dostlara değil. Sözüm gerçekten samimiyetle eleştirenlere değil. Geçmişte biriktirdikleri hıncı, kıskançlığı, kifayetsiz muhterisliği, alçakça, şimdi zamanı diye görüp kuranlara. Yalan olduğunu bile bile satılık kalemlerle bir olanlara... Şimdi senin için gazetecilik sınırlarını aşmış, casusluk yapmış diyenleri nasıl zamana bırakacağız... B: Elbette benim de zamana bırakmayacak Etik derken tetikçi oldular Ö: Beni en çok üzen gerçeği aramaları gereken meslektaşlarımızın benim için 26 yıl, senin için 30 yıllık meslek geçmişinden sonra içine düştükleri bugünkü durumdur... B: Yani? Ö: Etik etik derken tetikçi olunması, mesleğimizin korkuya yenik düşürülmesi, demokrasinin, çoğulculuğun, karşı çıkma hakkının temsilcisi olan mesleğimizin cehaletin kanlı, karanlık ellerine teslim edilmiş olmasıdır... İşte bu yüzden dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen bir olayla karşı karşıyayız... Basın mahkemede... B: Evet, bu yanı hem Aziz Nesin’lik bir kara mizahı hem davanın “bumerang” diyebileceğimiz karşı etkisini oluşturuyor... Geçen yıl yaz aylarında Silivri’den gönderdiğim yazılarımda, sık sık meslektaşlarıma hitap ettim. Yapmayın, bir gazetecinin mesleği nedeniyle tutuklanması sansürdür, bu bambaşka nedenlerle her gazetecinin başına gelebilir. Bugün sırf Ergenekon ve bağlantılı soruşturmalara ilişkin haberleri nedeniyle 700 gazeteci hakkında 5 bine yakın dava var... Bize asrın davasının sanıkları diyorlardı, şimdi kendileri “asrın davası” denebilecek bir olguyla karşı karşıya. Bu davaların tümü yalan haber, iftira, hakaret, adil yargıyı etkileme içerikli... Ö: Sen hiç dava açmadın ama hata ettin... Dava açmadıkların yarın bir televizyon ekranında karşına çıkar, biz bu “zırvayı” yazmıştık, sen de dava açmadın der... B: Her şeye rağmen yapmak istemedim. Öyle ki, 12 Eylül’e kadar gittiler, o dönem arkadaşlarım aleyhine ifade verdiğimi bile iddia ettiler. Hiç bilgisi, belgesi olmadan... Ben Atatürk’ün, “Basın özgürlüğünden kaynaklanan sorunların çözümü basın özgürlüğüdür” sözüne inanıyorum. Ancak basın özgürlüğü hakaret ve iftira özgürlüğü de olamaz. Bugün yaşadığımız tartışmanın özü de bu. Arkadaşlar, biz herkesi istediğimiz gibi karalayalım, hakkımızda hiç dava açılmasın, basın özgürlüğünden sayılsın diyorlar. Ö: Mustafa, yazarken sağ elin yoruldu di SERMAYE, MUHABİRLERİ KADAR CESUR OLMALI Ö: Ben de medya sermayesine seslenmek istiyorum. Şeytanla yatağa giren çarpılarak çıkar. Medyanın sermayesi en azından muhabirleri kadar cesur olmak zorundadır. Haksızlık karşısında eğilenin boynunu alan, zulme seyirci kalanın malını gaspeden, bedelini her gün ciğerlerinizden bir parça kopararak çalan bu cahil, karanlık döneme karşı, halkın ve demokrasinin yanında durun. Kanal B’nin, Kanaltürk’ün, ART’nin, Ulusal Kanal’ın kurucularının hapiste esir tutulması sizi korkutuyorsa bir kardeşiniz olarak içtenlikle söylüyorum, korkunun ecele faydası yok. Ne yaparsanız yapın, ne verirseniz verin, doymayacaklar. Zamanı geldiğinde kapınızı çalacaklar. Türkiye’nin etrafında birleşin, zulme, zorbalığa, korkunun krallığına direnin... Türkiye’ye Atatürk aydınlığı taşıyın. B: Buraya kadar eleştirilerimizi yaptık, teşekkür etmemiz gerekenlere değinmeden olmaz. İkimiz adına da, bu davayı gazeteci gibi ele alan, bizi ansın anmasın, eleştirsin eleştirmesin tüm meslektaşlara teşekkür ediyoruz. Kendimizi hâlâ onlarla birlikte Türk basınını oluşturan büyük parçanın emekçileri sayıyoruz. Biz de onlara hesap vermeye her zaman açığız. Adresimiz belli, Silivri 4 No’lu Cezaevi, F12 Koğuşu... Ayrıca, Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’ye, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç’e, Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Ercan İpekçi’ye, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel’e, Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Ahmet Abakay’a, duruşma salonuna gelerek bizi selamlayan meslek büyüklerimize, genç meslektaşlarımıza, bizim için bir araya gelen 17 meslek örgütüne, bu örgütlerin girişimiyle tutukluluğa tepkilerini hükümete bildiren uluslararası meslek kuruluşlarına ve üyelerine, bu zulme sessiz kalmadıkları için teşekkür ediyoruz... ye sol elle yazmayı öğrendin, şimdi de sol ele geçtin. Ben, içimizden bir Geareth Jenkins çıkmamasının yasını tutuyorum. O yüzden oturup bu davanın 3 temel konusuyla ilgili 3 kitap yazdım. Görmezden geldiler. Dediler ki, Tuncay’ı al, ye. Biz sesimizi çıkartmayalım ama bize dokunma. Hepsi bizim linç edilişimize sessiz kaldılar. Ama cahil cüreti tek tek kapılarını çaldı, gerçeği o zaman anladılar. Ben şerefsizce yapılanlar dışında diğerleri için dava açmadım. Ama düşün ki yazıyor; 1998 yılında garsonlardan oluşan bir istihbarat ağı kurmuşum, lokantalara böcek koydurup pek çok kişiyi dinlemişim. Bunun iddianamede yer alacağını söylüyor... B: Gelecekten haber veriyor... Ö: Evet, müneccim sopası yutmuş arkadaşlar... İddianame çıktı, yok. Şikâyet ettim. Genç bir savcı, medya hep böyle dedi, siz de bilirsiniz diye ekledi. Gazetecilik bu değil dedim. Ölçüsü mü var, ölçüsü ne ki dedi. Ölçü şu dedim; 26 yıl bir mesleği yapacaksın, hakkında her yıl yüzlerce dava açılacak ama hepsini kazanacaksın, ölçü bu. Sadece Recep Tayyip Erdoğan’ın açtığı davalar bini bulmuş, hepsini kazanmışım. Sabıkasızım. Mahkemede söyledim, sen de duydun, günü geldiğinde Ergenekon için de özür dileyecekler, günah çıkaracaklar. Sen kaç yıllık gazetecisin? B: 11 Kasım’da 30 yıl doluyor. Ö: Sabıkan var mı? B: Yok... Ö: O zaman bırak yalanı, iftirayı atanlar yargı önünde hesap versin. Ama tutuksuz yargılansınlar, adil yargılansınlar, hızlı yargılansınlar... Akı karası ortaya çıksın... Yalancıyı, tetikçiyi bilelim. Ama onları kurtarmak için iddiaya girerim, yasal düzenleme yaparlar. Senin benim gibi 47 gazeteci yıllardır içeriye atılmış, susturulmuş, beylerin umurunda değil, çünkü Ergenekon tetikçilerinin son kullanım tarihi dolmadı. Sence nasıl düştü medya bu duruma? B: Düştü ve düşürüldü... İddianamede bizim medyayı ele geçireceğimiz söyleniyor. Kimin ele geçirdiği ortada... Bu davayı hazırlayanlar, önce medyasını hazırlamışlar. Tutuklanacak kişi önce orada linç ediliyor, sonra soruşturma devreye giriyor. Kamuoyu da, “Zaten hakkında çok şey yazılmıştı, söylenmişti” diyor. Medya genel olarak sorgulayıcılık değil, aktarmacılık ve suçlamacılık yaptı. Düşün ki, bir iddianamenin tümünü okuyup irdeleyen tek gazeteci var. O da 20 yıldır Türkiye’de yaşayan İngiliz gazeteci Jenkins. O da, Ergenekon için komplo teorisyenlerinin kurduğu bir örgüt diyor. AKP medyasına diyeceğim bir şey yok ama bu mesleği dürüstçe yapmaya çalışanları, İngiliz gazeteci kadar olmaya çağırıyorum... YARIN: BİRİMİZ KÜRSÜDEN BİRİMİZ SÜTUNDAN SİLİVRİ’YE DÜŞTÜ C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle