23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 KASIM 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 13 Türkiye’de çalışma koşulları zorlaşırken, işçi işveren ilişkileri de giderek kötüleşiyor ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK İşçiler cenderede ? Dünya Ekonomik Forumu’nun Türkiye raporuna göre Türkiye, emek piyasalarının gelişmişliğinde son sıralarda yer alıyor. Türkiye işten çıkarma ve işe alma paketlerinde ise 32 sıra düşerek 63. sıradan 31. sıraya geriledi. Ekonomi Servisi Türkiye 2009’da emek piyasalarının gelişmişliğinde 7 basamak düşerek 139 ülke arasında 127’nci sıraya geriledi. Sektörel Dernekler Federasyonu (SEDEFED) ve Rekabet Forumu (REF), Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) Türkiye raporunu açıkladı. Rapora göre Türkiye’de çalışma koşullarının giderek kötüleştiğine işaret edilerek şu tespitlere yer verildi:  Türkiye istihdamın katılığında 11 sıra düşerek 75’incilikten 86’ncılığa geriledi.  İşgücüne kadın katılımında 125’inci sıradan 131’inciliğe indik.  Özellikle beyin göçünde 20 sıra birden gerileyerek 70’incilikten 90’ıncılığa düştük. Hükümet, sa Ekonomi ‘Tıkırında’ mı Gidiyor? Hükümete ve ekonomiyi yöneten bakanlarına bakarsanız bu sorunun yanıtı bir büyük evettir. Doğru yanıt ise ekonomiye nereden baktığınıza bağlıdır; burada yalnızca “üretim” gözlüğünden bakılıyor. ??? Konuya geleneksel bir sektörden, tarımdan bakalım. Daha kış gelmeden domatesin fiyatı üçedörde katlanıyor; kilosu yedi liraya fırlıyor. Aylar öncesinden başlayan ülke dışından et satın alınması süreci, Kurban Bayramı’nın yaklaştığı günlerde çok daha büyük boyutlara ulaşıyor. Avustralya ve Ürdün’den getirilen hayvanlarla ilgili, yorumsuz da çok şey anlatan bir habere bakar mısınız? “Derince’de kesimhaneye götürüldükleri kamyonun kasasından atlayan anguslardan birine TIR çarptı, diğer anguslar ise yaklaşık 5 saat süren çalışmalar sonucu yakalandı. Angusları yakalama çalışmaları sırasında D100 Karayolu bir süre ulaşıma kapatıldı. Aksaray’da da Et ve Balık Kurumu tarafından Ürdün’den ithal edilen boğalar kamyondan atlayıp firar etti.” Geçen hafta dünya pamuk fiyatları son 140 yılın rekorunu kırdı. AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin pamuk üretimi neredeyse üçte bir düzeyine inmiş bulunuyor. Dünyanın en kaliteli pamuğunu yetiştiren Ege’de, AKP iktidarı döneminde her beş üreticiden dördü pamuk üretmekten vazgeçmiş. Sonuçta, Türkiye son yıllarda, yılda bir milyar dolar tutarında pamuk ithal ediyor. Sıkı durun, bu bir milyar doların yaklaşık 500 milyon doları Amerika Birleşik Devletleri’ne ödeniyor; 250 milyonu da Yunanistan’a. Türkiye’nin dokuma ve giyim sanayisi, ana üretim girdisi olan pamuğu büyük ölçüde bu iki ülkeden satın alıyor. İyi de 1950’lerden başlayarak Türkiye tarım üretiminde uzmanlaşmalı, sanayi üretimini bize bırakmalı, özellikle de ağır sanayi tesisleri kurmamalı diye, akla gelebilecek ekonomik, siyasi ve askeri her türlü baskıyı yapan ABD, IMF ve Dünya Bankası değil miydi? Bu ülkenin hükümetleri on yıllarca buna göre biçimlendirilmedi mi? Meğer, bu toplum çoğu dış kaynaklı ekonomik ve siyasi bunalımlarla kıvranır, iç çatışmalarla tükenir ve bilinçsizleştirilirken ABD tarımda da uzmanlaşıyormuş! Türkiye mi? ABD ve Yunanistan’dan aldığı pamuktan dokuma yapıyor ve kadınlarının türban kullanımını yaygınlaştırmak için yıllardır çırpınıyor! Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın hazırladığı son resmi raporda, soruna çok parlak bir çözüm bulunuyor; pamuğun, ABD ve Yunanistan yerine komşu Ortadoğu, yani, İslam ülkelerinden satın alınması öneriliyor! Üretim akla gelmiyor! Sanayi sektörüyle ilgili özet bilgi, G.Kore kökenli bir otomotiv firmasının bir reklamında çok güzel veriliyor. Görüntüsü Uzakdoğu karışımlı olan sevimli bir robota, bir sanatçımız “kırmızı” demesi için komut veriyor; bunu, bir kahvehanede oturmakta olan bizimkilerin, “haydi, hep bir ağızdan” işaretiyle beyaz diye karşılık vermesi izliyor. Ve biri kırmızı, diğeri beyaz Türkiye’de üretilen iki otomobil Avrupa’nın olağanüstü bakımlı dağ yollarında kıvrılarak ilerliyor. ABD’nin isteğiyle 1950’lerde asker göndererek kurtardığımız Kore, bunun karşılığını verircesine, ulusal renklerimizi Avrupa’ya taşıyor! Nitekim, TÜİK verileri (27 Ekim), yorum gerektirmeyecek denli açık: “2010 yılı Eylül ayında, 2009 yılının aynı ayına göre ihracat yüzde 5.5 artarak 8.950 milyon dolar, ithalat ise yüzde 25.3 artarak 15.650 milyon dolar olarak gerçekleşti. Aynı dönemde dış ticaret açığı 4.004 milyon dolardan 6.700 milyon dolara ulaştı. 2009 Eylül ayında yüzde 67.9 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı, 2010 Eylül ayında yüzde 57.2’ye geriledi.” ??? IMF, Dünya Bankası ve uluslararası değerlendirme kuruluşları, tarımı, sanayisi ve dış ticaretiyle bu durumda olan Türkiye ekonomisini yere göğe sığdıramıyor; öve öve bitiremiyor! Onlar, kuruluşlarından bu yana tutarlı bir biçimde görevlerini yapıyor! Bu ülkenin ekonomisini yöneten siyasetçiler de (mi?)!! ??? Tutukluluk süresi bugün 606 günü bulan Mustafa Balbay, yeni yayımlanan “Silivri Toplama Kampı: Zulümhane” yapıtıyla, yalnız hukuk düzensizliğini ve basın özgürlüğünü sorgulamakla kalmıyor, daha da önemlisi, içinde yaşayan “tanık” olarak AKP demokrasisinin gerçek yüzünü sergiliyor. TASARRUFU UNUTTUK Türkiye’nin 2009’da finans piyasalarının gelişmişliği ana başlığında 80’inci sıradayken, 19 sıra birden çıkarak 61’inciliğe yükseldiğini söyleyen Nuhoğlu, bankaların sağlamlığında ise 53 basamak yükselerek 36’ncı olduğunu ifade etti. Finansal piyasaların gelişimine ve ekonominin performansına büyük katkı sağlayan başlığın ise ‘ulusal tasarruf oranı’ olduğuna dikkat çeken Çetin Nuhoğlu, şöyle devam etti: “Ulusal tasarruf oranında kriz yılı olan 2009’da 64’üncü iken 2010’da 38 sıra birden gerileyerek 102’nci olduk. Bankalarımız çok daha yükseklerde olabilirdi belki Türk insanı tasarrufu unutmasaydı. Tasarruf oranı, finansal piyasaların ve ekonominin performansını belirleyen önemli bir göstergedir.” nayi ve üniversitelerin bu konuda birlikte çalışması gerekiyor.  İşçiişveren ilişkilerinde işbirliğinde Türkiye 4 sıra birden düşerek 115. sıraya geriledi.  Türkiye işten çıkarma ve işe alma paketlerinde 32 sıra düşerek 63. sıradan 31. sıraya geriledi. WEF’in 12 ana başlıkta 112 bileşende 139 ülkeyi inceleyerek “Küresel Rekabet Endeksi”ni oluşturduğunu kaydeden SEDEFED Başkanı Çetin Nuhoğlu, Türkiye’nin 6 ana başlıkta ortalamanın üstünde, 1 başlıkta yerini koruduğunu, makroekonomik istikrar, ürün piyasalarının etkinliği, emek piyasalarının gelişmişli ği, teknolojik altyapı ve pazar büyüklüğü başlıklarında ise ortalamaların altında olduğunu kaydetti. Nuhoğlu, Türkiye’nin gayri safi milli hasılasında yüzde 14’lük düşüşe rağmen rekabet gücünde 61’inci sıradaki yerini koruduğunu anlattı. ‘Enflasyonu küçümsemeyin’ NEW YORK (ANKA) Gelişmekte olan ülkelerde yükselen enflasyon kaygı yaratırken yatırımcıların bu sorunu yeterince dikkate almadıkları da öne sürüldü. Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, yükselen piyasalardaki enflasyonun göz ardı edilmemesi gereğini savunurken “Dünyanın bazı yerlerinde enflasyon daha büyük bir tehlike haline gelebilir” yorumunu yaptı. Gazete “Türkiye, Brezilya ve Güney Kore gibi ülkelerde yatırımcılar, belki daha yüksek enflasyon riskini küçümsüyor” uyarısını yaptı. WSJ, IMF’nin yükselen piyasalarda enflasyonun 2011 yılında yüzde 5.75’ten yüzde 5’e düşmesini beklemesine rağmen, bazı kalkınmakta olan ülkelerde enflasyon baskılarının arttığını belirtti. Sebze yüzde 310 zamlandı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Üretici ve market fiyatları arasındaki fark ekim ayında yüzde 309’a ulaştı. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) araştırmasına göre ekimde yaş sebze ve meyvede yüzde 309.4 artış yaşanırken kurutulmuş ürünlerde bu oran yüzde 285.3, baklagillerde yüzde 244.7 pirinçte yüzde 198.8’lere ve hayvansal ürünlerde yüzde 204.2’lere kadar çıktı. Ekimde marketlerde fiyatı en çok artan ürün domates ve patates oldu. Ekimde domateste yüzde 62.9, patateste yüzde 32.5 fiyat artışı gerçekleşti. TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar, üreticilerin ürettikleri üründen hak ettikleri geliri elde edemediği, tüketicilerin ürünleri pahalıya tüketmek durumda kaldığını söyledi. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA ABD’de yarın (2 Kasım) yapılacak temsilciler meclisi ve senato seçimlerinde, Demokratik Parti’nin büyük kayıplar vermesi bekleniyor. Kimi yorumcular, örneğin Stratfor’un direktörü George Friedman (Real Clear Politics 26/10/10) ve Ortadoğu uzmanı yazar Victor Kotsev, (The Asia Times, 28/10/10), Başkan Obama’nın ikinci kez seçilebilmek için İran’la bir savaşı göze alabileceğini düşünüyorlar. Yenilgiyle sonuçlanan seçimlerden sonra Obama yönetiminin iç ve dış politikalarında kimi değişikliklerin gerçekleşmesi doğaldır. Bu değişiklikler Afganistan ve Irak’tan sonra bir savaşa daha yol açar mı? Bu sorunun cevabını bilemiyorum, ama ABD’de çok tehlikeli bir siyasi savrulmanın şekillenmeye başladığını düşünüyorum erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com Seçimlerden Sonra Savaş mı Var? aslında gizli Müslüman, sosyalist, hatta “antisömürgeci” olduğuna ve ABD’nin dünyadaki liderliğine son vermeyi amaçladığına inanıyor. İş çevrelerinin dergisi Forbes, “Obama bekli de tarihin, en özel sektör (business) düşmanı devlet başkanıdır” diye başlayan yorumlar yayımlıyor (Dinesh D’Souza, 27/09/10). Financial Times’da John Gapper, “Obama özel sektörü (business) sevmeyi öğrenmelidir” başlıklı yorumunda, Obama’nın “küçük sermayenin değerli, büyük sermayenin şüpheli olduğuna inanan antika bir dünyada yaşadığını” ileri sürdükten sonra, her fırsatta büyük bankaları, çokuluslu şirketleri eleştirmesinden yakınıyor. Obama’nın uluslararası şirketlerinin önemini kavrayamadığını savunuyor ( 27/10). popülist akımları bünyesinde toplamaya başlıyor (örneğin bkz: Gaiutra Bahadur, “Nativist Militias Get a TeaParty Makeover” The Nation, 28/10/ 2010). “Çay Parti”si, Cumhuriyetçi parti önseçimlerinde, geleneksel adayları kenara iterek çok sayıda adayını öne geçiriyor. Bunlar şimdi hem meclise hem de senatoya girecekler. Önümüzdeki dönemde bu parlamento Obama’yı bloke edecek, hatta devirmeye çalışacak. O da, ayakta kalabilmek için, bugün bulunduğu noktayla onlarınki arasında bir yeri tutmaya çalışacak (tüm siyasi tarihi boyunca yaptığı gibi). Böylece ABD sağa kaymaya devam edecek. Bu savrulmayı geçici bir tepki olarak görmek, Clinton döneminde olduğu gibi, Obama’nın da bu yenilgiyle halkı korkutup biraz da sağa kayarak ikinci kez seçilebileceğini düşünmek tabii ki olanaklı. Ama yukarıda değindiğim gibi özel bir tarihsel dönemden geçiyoruz. işçi sınıfını, orta sınıfları korkutuyor, güvensizlik duygusunu körüklüyor. Bu kesimler ABD’nin ihracat gücünün, teknolojik üstünlüğünün, uluslararası alandaki rakipsiz konumunun meyvelerini yedikleri zamanları, kısacası ABD hegemonyasını özlüyorlar. Bu, ABD’li çokuluslu şirketler açısından, gelişmekte olan piyasalara kolayca girip çıkabildikleri, “ekonomik tetikçilerin” yeni iş alanları açtığı, hükümetleri değiştirebildiği bir “asrı saadet” dönemiydi. Şimdi Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya gibi ülkeler yükseliyor, ABD’nin nüfuz alanlarına (“yenisömürgecilik” coğrafyalarına) giriyorlar; madenleri, değerli mineralleri, gıda enerji havzalarının denetimini ele geçirmeye, hükümetleri etkilemeye başlıyorlar. Böylece hem ABD işçi sınıfının ve orta sınıfının refahının altın çağını hem de çokuluslu şirketlerin “asrı saadeti”nin bittiğini haber veriyorlar. Artık kendi işçi sınıfının, orta sınıfın refah kaybını ülke içi kaynaklarıyla telafi edemeyen ABD egemen sınıfları açısından, Cecil Rohodes’ın “devrim istemiyorsanız emperyalizme katlanacaksınız” sözleri gerçeklik kazanıyor. Simgesel bir hareketle Churchill’in büstünü Beyaz Saray’dan çıkaran Obama’yı, İngilizlerin de yardımıyla, bu eksenden eleştirmeye başlamak, büyük sermayenin arzularıyla alt sınıfların korkuları arasında bir köprü kurmaya olanak sağlıyor. Tam dış piyasalara, doğal kaynaklara, nüfuz alanlarına gereksinim artarken, “sömürgeciliğe karşı”, “ABD liderliğini tasfiye etmeye kararlı” bir başkan olabilir mi? Obama antisömürgeci filan değil. Ama bu söylemin, siyaseti daha militarist bir yöne çekmeye ve emperyal maceralar için gerekli kamuoyu desteğini, insan malzemesini oluşturmaya hizmet edeceği de bir gerçek. Böyle bakınca, ABD’nin Ortadoğu’daki hareket alanını kısıtlayan İran’ın etkisinin kaldırılmasının önemi, hem stratejik bölgeleri denetim altında tutmak hem de ABD’nin askeri gücüne güveni restore etmek açısından artıyor. yakupkepenek06@hotmail.com TÜRK EĞİTİM VAKFI 2011–2012 ÖĞRETİM YILINDA YURTDIŞINDA YÜKSEK LİSANS (Master’s Degree) ÖĞRENİMİ İÇİN BURSLAR VERECEKTİR www.tev.org.tr A) YÜKSEK LİSANS BURSLARI: 1) a) A.B.D. ve Batı Avrupa ülkelerinde; Bilgisayar, Biyomedikal, Enformasyon Teknolojileri ve İletişim Mühendisliği, (İlgili alanlarda öğrenim görenler) Moleküler Biyoloji, Genetik ve Kök Hücre (İlgili alanlarında öğrenim görenler), İşletme Yönetimi (MBA) (İşletme, İktisat ve Mühendislik bölümlerinden mezunlar, en az 2 yıl iş tecrübesi olanlar.), Hukuk, Mimarlık, (Alanlarında öğrenim görenler), Yenilenebilir Enerji Kaynakları (Elektrik, Endüstri, Makine, Kimya ve Fizik Mühendisliği öğrenimi görenler), Bitkisel Biyoçeşitlilik Ekosistem Korunması (Biyoloji, Ziraat ve Orman Mühendisliği ile ilgili alanlarda öğrenim görenler), b) A.B.D’de; TEVTAT Konserve A.Ş. Fonu’ndan, Ziraat Mühendisliği (Ziraat ve Gıda Mühendisliği öğrenimi görenler, yalnız University of California Davis’te), (a ve b maddeleri için TEV’e son dosya teslim tarihi 17 Aralık 2010) c) İtalya’da; TEVFIAT Burs Fonu’ndan, Makine, Endüstri, Elektrik, Elektronik, Uçak ve İşletme Mühendisliği alanında öğrenim görenler, (TEV’e son dosya teslim tarihi 31 Ocak 2011) 2) Almanya’da; TEV ile Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) müşterek burslusu olarak; Mühendislik Bilimi (Tüm Mühendislikler), Bilgisayar Bilimi ve Matematik, Doğa Bilimi, Ziraat ve Orman, Çevre Bilimi, Bölgesel Planlama, Sanat ve Tasarım (Mimarlık), Tıp, Halk Sağlığı, Tıbbi Mühendislik, Ekonomi ve İşletme, Sosyal ve Kültürel Çalışmalar, Alman Dili ve Edebiyatı, Psikoloji, İşbirliğini Geliştirme, Avrupa Birliği Çalışmaları, (Programların dili Almanca veya İngilizcedir. Bazıları iki dilde birden olabilmektedir.) Avrupa veya Uluslararası Hukuk (Dili Almanca, Hukuk öğrenimi görenler) ile yukarıda belirtilen dallarda öğrenim görenler, (Almanya’daki üniversiteler ve bölümler hakkında genel bilgilere ulaşmak için. http://www.daad.de/deuschland/studienangebote/06005.de.html.) (TEV’e son dosya teslim tarihi 30 Mart 2011) 3) Fransa’da; TEVFransa Büyükelçiliği yüksek lisans öğrenimi için müşterek burs verecektir. Burslar tüm alanları kapsamaktadır. Öğrenim dili Fransızca veya İngilizcedir. Adaylar, Fransa’daki üniversitelerin listesine www.campusfrance.org veya www.turquie.campusfrance.org den ulaşabilirler. (TEV’e son dosya teslim tarihi 31 Ocak 2011) 4) Danimarka’da; İngilizce eğitim veren Danimarka Teknik Üniversitesi’nde Bilgisayar Sistemleri, Elektrik, Elektronik Haberleşme, Deniz ve Kıyı, Petrol, Rüzgâr Enerjisi Mühendislikleri ile Biyoteknoloji dallarında öğrenim görenler, (TEV’e son dosya teslim tarihi 17 Aralık 2010) burslarımıza başvurabilirler. ADAYLARDA ARANAN NİTELİKLER: a) T.C. vatandaşı olmak ve 30 yaşından büyük olmamak. (1980 doğumlular başvurabilirler.) b) Türkiye sınırları içinde eğitim veren fakülte veya yüksekokulların son sınıflarında yukarıda belirtilen dallarda öğrenim görmek veya mezun olmak. (İşletme Yönetimi dalına sadece mezunlar ve en az 2 yıl iş tecrübesi olanlar aday olabilir.) c) Yüksek öğrenim süresince alınan genel not ortalaması 4’lük sistemde değerlendiriliyorsa en az 3, 100’lük sistemde değerlendiriliyorsa en az 75 olması ve sadece Türkiye’deki üniversitelerin I.öğreniminde öğrenim görmek, d) Master programının gerektirdiği yabancı dili öğrenimini sürdürebilecek düzeyde bilmek. e) Bu öğrenimi ailenin gelir ve imkânları ile yapamayacak durumda olmak. MÜRACAAT: Yukarıdaki önkoşulları taşıyanlar, başvuru formlarını ve tamamlayıcı bilgileri www.tev.org.tr’deki ilanımızın ilgili maddelerin ekindeki dosyalardan alabilirler. Belgeleri TEV’den temin etmek isteyenler ise yalnızca öğrenim gördükleri Kurum/Bölüm/Dal ile seçtikleri Ülkeyi/Dalı ve açık posta adreslerini maddelere göre ilgili tarihe kadar alabilirler. Adaylar, yukarıdaki maddeler için ayrı konuları içeren tamamlayıcı bilgiler metninde belirtilen belgeleri ve başvuru formlarını eksiksiz hazırlayarak dosyalarını en geç ilgili maddenin devamında belirtilen tarihe kadar TEV’e ulaştırmak zorundadır. Yalnızca bir madde ve bir alan için müracaat edilebilir. İlanımızdaki niteliklere uygun olmayanların müracaatları kabul edilmez. ÖNEMLİ NOT: Üniversite ya da yüksek lisans öğrenimini kendi veya herhangi bir kuruluş hesabına yurtdışında yapanlarla, yurtdışında öğrenimlerine yeni başlayanların müracaatları kabul edilmez. BAŞVURU VE DOSYA TESLİM ADRESİ: Türk Eğitim Vakfı, Eğitim Müdürlüğü, Büyükdere Cad. No:111 Kat:8 34349 / Gayrettepe/İSTANBUL Fax: 0212–272 62 17 Eposta adresimiz: yurtdisiburs@tev.org.tr B) YURTDIŞI TIP BURSLARI: Merhum Dr.ORHAN BİRMAN Burs Fonu’ndan 2011 yılında tıp fakülteleri ve eğitim hastaneleri tarafından aday gösterilecek uzman tıp doktorlarına, A.B.D.’de ve Batı Avrupa’da araştırma çalışmaları için burs verilecektir. İlgilenenler, kasım ve aralık aylarında dekanlıklarından, başhekimliklerinden veya TEV’den bilgi alabilirler. Büyük düş kırıklığı Tarih, siyasette büyük düş kırıklıklarının büyük savrulmalara yol açtığını gösteriyor. Gecen seçimlerde, Cumhuriyetçileri terk ederek Obama’yı iktidara getiren koalisyona katılan Katolik, kadın, yoksul (beyaz işçi sınıfı) seçmenin, bu çatıyı terk ederek Cumhuriyetçilere döndüğü görülüyor (The New York Times, 27/10). Geçen seçimlerde büyük sermaye, Wall Street, Demokratik Parti’ye, Cumhuriyetçilerden daha çok mali yardım yapmıştı. Şimdi Demokratlar, Cumhuriyetçilerin, “kaynağı açıklanmayan” kampanya fonlarından daha fazla yararlandığından, kampanyalarda kendilerinden beş kat daha fazla para harcadığından yakınıyorlar (Christian Science Monitor, 21/10). Büyük şirketlerin de Cumhuriyetçilere yönelmeye başladığı anlaşılıyor. İktidara gelirken herkese her şeyi vaat eden Obama yönetiminin şimdi üç ateş arasında kaldığı söylenebilir. Demokrat Parti’nin büyük çoğunluğu ve sol kanadı, Obama’nın, beklediklerinden çok daha uzlaşmacı ve sağcı çıkmış olmasından yakınıyorlar. Cumhuriyetçi partinin çoğunluğu ve sağ kanadı, Obama’nın Büyük savrulma… Böylece Obama’nın hem büyük sermayenin, hem orta sınıfların, beyaz işçi sınıfının tepkisinin hedefi olduğu görülüyor. Olağan zamanlarda, böyle bir görüntü, her iki partinin birbirine ne kadar yakın olduğunu düşünüce, büyük bir savrulma anlamına gelmeyebilirdi. Ama bugün çok özel koşullar var. Kamuoyu yoklamaları seçmenin her iki partiden de hoşnut olmadığını gösteriyor. Çünkü seçmen açısından “ekonomi çalışmıyor, siyasi sistem ondan daha bozuk, korkuyorlar, umutlarını kaybediyorlar, bugüne kadar hiç görülmeyen oranda kutuplaşıyorlar” (Washington Post, Matt Miller 27/10; Dan Blast, 28/10). Böylece iki düzen partisine karşı gelişen tepkinin içinden, önceki hafta tartıştığımız “Çay Partisi” hareketi çıkıyor. İlk anda Cumhuriyetçi partinin sağ kanadının aşırı tepkisi olarak görülebilecek bir hareket hızla büyümeye başlıyor. Giderek Evangelik Hıristiyanlığı, milis, “Patriot” (yurtsever) hareketi gibi, ırkçı, homofobik, silahlı, sağ ‘Antisömürgeci Obama’… Obama’nın politikalarını “Çay Partisi”nden daha geniş kesimlere anlatabilmek, çokuluslu şirket “aristokrasisini” bu kanada katılmaya ikna etmek için gizli Müslüman, sosyalist gibi savların ötesinde daha rafine kesimlerin kaygılarına uygun bir söylem gerekiyor. İngiliz sömürgeciliğine karşı savaşmış “Kenyalı bir entelektüelin oğlu Obama’nın siyaseti, en iyi antisömürgecilik paradigması içinde anlaşılabilir” savı, bu yeni söylemi mükemmel bir biçimde sunuyor. İngiliz medyasında üretilen, Newt Gingrich gibi Cumhuriyetçi partinin aşırı sağcı liderleri tarafından benimsenen (The New Republic, 28/09), ardından Hindistan doğumlu, Katoliklikten Evangelistliğe geçmiş sağcı bir entelektüel Dinesh D’Souza tarafından geliştirilen bu sav “zamanın ruhuna” da çok uygun. Ekonomik kriz, yüksek işsizlik C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle