23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 23 EK M 2010 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA HABERLER 9 HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Mahalle Baskısı Çocukluğumuzun “çevre baskısı” kavramı, Prof. Şerif Mardin’in bir söyleşisinden sonra “mahalle baskısı” adını aldı ve çok tutuldu. Gazeteciler bu tür kalıpları çok sever. Şimdi kavram giderek yaygınlaştı, herkesin dilinde bir “mahalle baskısı” sözüdür gidiyor. Mahalle baskısı, açık ya da gizli dünyanın her yerinde var. Hatta bazı yerlerde bu baskı devletin koruması altında. Evet, devlet bazı yerlerde farklı olanı değil, çoğunluğun ölçütlerini koruyor. İşler çığrından çıkmadığı sürece tabii. Kaliforniya’nın zengin kasabalarından birinde arabayla dolaşıyoruz. Hava güzel. Manzaraya tepeden bakma âdetimiz İstanbul’dan mı kaynaklanıyor bilmem, ille bir yerlere çıkıp suya bakacağız ya, yukarılara çıktık, okyanusu seyrediyoruz. Etrafta ev yok bark yok. Sakin sakin havanın güzelliğinin keyfini sürüyoruz. Yanımıza bir polis aracı geldi. İçinden bir şerif indi. Bana doğru gelip orada ne yaptığımızı sordu. Bizde olsa eyvah askeri alana filan mı girdik diyeceğim. Burası Amerika. “Gördüğünüz gibi manzarayı seyrediyoruz” dedim. Turist olduğumuzu anladı; “Lütfen burayı terk edin” dedi. Ben şaşırdım. Nedenini sordum. Yumuşak emrini tekrarlayınca, böyle bir yasa olup olmadığını, onu rahatsız edenin ne olduğunu sordum. Bunun üzerine bana, “Hayır böyle bir yasa yok, biz bu çevrede yabancıların manzara seyretmesinden hoşlanmıyoruz” dedi. Başka bir açıklama yapmadan arabasına binip gitti. Demokrasinin en çok geliştiğine inandığımız, farklılıkların sürekli dile getirildiği, çokkültürlülüğün öneminin sürekli vurgulandığı Orta Avrupa ülkelerinin çoğunda, özellikle küçük kentlerde, kasabalarda yaşayan öğrencilerin büyük ve karmaşık kentlere kaçma ve orada okuma çabaları aslında bu mahalle baskısının sonucudur hâlâ. Avusturyalı bir arkadaşım yaşadığı kentte pazar günleri kiliseye gitmeyen ve rahiple arasını iyi tutmayanların gelecekte sorun yaşadığını, hatta bazı işverenlerin rahiplerden referans istediğini söylemişti. Mahalle baskısı Türkiye’de arttı mı, azaldı mı? Benim gençlik yıllarıma göre elbette azaldı. İnsanların sırf saçı uzun diye sokakta yürüyemediği günleri hatırlarım. Sınıf ayrımının bizdekinden çok farklı ve keskin olduğu yerlerde, özellikle de küçük şehirlerde bu baskı yerel yönetimlere de sirayet etmiş. Örnek isterseniz Almanya’nın, Avusturya’nın belli kentlerinde yaşayan Türklere sorun anlatsınlar. Kimse zorunlu olmadıkça kendine benzemeyenlerle aynı ortamda sürekli yaşamak istemiyor; hepimiz, başkalarının bize benzemesini istiyoruz. Farklılıkların özellikle çoğunluğa karşı azınlık olanların korunmasını sağlayacak tek şey ödün verilmeyen hukuk yapısı. Yargının önünde hangi topluluktan, etnik kökenden, gelir kesiminden olursa olsun eşitlendiğine inanan insanların yaşadığı bir toplumda bireyler bütün bu anlatılanlara rağmen güven altında hissediyor kendisini. Eğer hukuk düzenine inanmıyorsa farklı yollardan kendi güvenliğini sağlamaya ya da giderek başkaları için tehdit oluşturmaya başlıyor. Ama Türkiye’de farklı olan durum şu ki, her bölgeden, her etnik kökenden, her kesimden insan aslında birlikte yaşıyor. Göçlerin getirdiği bir toplumsal dönüşümle, ekonomik yükselişlerle farklı değerlere, farklı dünya görüşlerine sahip insanlar iç içe... Ülkenin en zengin kıyılarında, en zengin semtlerinde her gelir grubundan insanı bir arada görebilirsiniz. Üstelik yalnızca gezmek için değil, orada onların da evleri, dükkânları vardır. Bu, aslında bugün fazlasıyla tartışıldığı üzere bir ayrımcılığa, bir kamplaşmaya doğru götürüleceğine toplumun dinamiğini ateşleyen önemli bir özellik ve kaynaşma yaratmaya yönlendirilse Türkiye’nin önünü açar. Bunu sağlayacak tek şey, hukukun evrensel ilkelerinin yerleştirilmesi ve uygulanmasıdır. Yoksa sürekli tehditler, korkular, paranoyalar, komplo teorileri içinde birbirine kuşkuyla bakan insan toplulukları haline geleceğiz. kursatbasar63@gmail.com ATİLLA ATAKAN Arjantin tarihinin 80’li yıllarının başından itibaren Domingo Caval lo ismi kamuoyunun dikkatini çek ti. 1982 yılında, 36 yaşında Merkez Bankası başkanı olarak ilgi çekme ye başladı. İki dönem milletvekilli ği, dışişleri bakanlığı, Menem ve De la Rua hükümetlerinde ekonomi ba kanlığı yaptı. Cumhuriyet İçin Ha reket Partisi’nin kurucusu. Kiel Enstitüsü tarafından ilk defa İstanbul’da düzenlenen ve TC Mer kez Bankası desteği ile organize edilen Dünya Ekonomi Sempozyu mu’na katılan Domingo Cavallo, bu konferans bittikten sonra eşi So nia ile birlikte bizi görmek için Ku şadası’na geldiler. Aile dostumuz olan Cavallo ve Sonia ile harika 2 gün geçirdik. Bir politikacı ile bir ga zetecinin konuşacakları bir sürü so runları ve konuları konuştuk. Türkiye’de şu anda ‘Baş kanlık Sistemi’ konusunda yoğun bir politika var. Arjantin bu sistem ile idare ediliyor. Siz bu ülkenin politikacısı, eski Ekonomi ve Dış işleri Bakanı olarak ‘Başkanlık Sistemi’ni en iyi bilen bir kişi olarak ne düşünü yorsunuz? Asıl adı federatif sistem olan başkanlık sistemini demokrasisi oturmamış ülkelere tav siye etmem. Aynen Ar jantin gibi bu sistem ile yö netilen birçok ülke, askeri dar beler ve ekonomik krizlerden kurtulamadı. Eyalet valileri seçim le işbaşına geliyor. Her eyaletin meclisi bulunuyor. Yani; hükümet içerisinde paralel hükümetler olu şuyor. Bu eyaletler dış borç alabili yor, zor durumlarda kendi paraları nı basıyorlar. Arjantin’de, Aralık 2001’de patlak veren ekonomik kriz, özellikle Buenos Aires Valili ği’nin ve diğer eyaletlerin büyük dış borçlarından dolayı meydana geldi. ‘Başkanlık sisteminde sıkıntılar çıkıyor’ Türkiye’de Meclis’e dayalı de mokratik sistem daha sağlıklı. Her hangi bir politik krizde hükümet istifa ediyor ve se çimler öne alına biliyor. Başkanlık sisteminde ise; devlet başkanının 4 yıllık görevinin sona ermesi gere kiyor. Sistemin iş lememesi halinde politik ve ekono mik krizler baş gösteriyor. Arjantin gibi 2001 yılında ekonomik kriz geçiren Türki ye’nin şimdiki ekonomisini na sıl değerlendiri yorsunuz? Türkiye, 2003 yılından itibaren toparlanmaya baş ladı. Benim tah minlerime göre, global kriz biriki sene daha devam eder. Türkiye gibi gelişmekte olan diğer ülkeler bu krizden en kârlı çıkacak olan ül kelerdir. Arjantin ve Türkiye büyü meye devam ede ceklerdir. Zengin ülkelerin krizden çıkması daha uzun zaman ala caktır. İki ülkenin ekonomik krizleri nin nedenlerini ve benzerliklerini nasıl izah edebilirsiniz? Türkiye, Şubat 2001 tarihinde, Arjantin ise Aralık 2001 tarihinde ekonomik krize yakalandılar. Eko nomileri zayıf olan her iki ülkede po litik kriz patlayınca anında ekono mileri iflas etti. Yüksek enflasyonun yanı sıra iç ve dış borçların kabarık olması nedeniyle kriz anında hortladı. Hem Türkiye’nin hem de Arjan tin’in borçları 250 milyar dolar ci varında idi. Her ikisi de ödeme zor lukları çektiler. Devalüasyona gitmek zorunda kaldılar. Ekonomilerini ve banka sistemlerini geliştirdiler. Ame rika, AB ve IMF, Türkiye’nin kriz den kurtulması için yardım ettiler. Ar jantin’e ise yardım etmediler ve ül kenin Default’a düşmesine neden ol dular. Türkiye, Arjantin ve dünya ekonomilerinin geleceği hakkında fala bakabilir miyiz? Türkiye ve Arjantin’in ekono mileri gelecek yıllarda büyümeye de vam edecek. Geçen yıl, Türkiye’ye 2 defa konferans vermek için geldim. Türkiye Bankalar Birliği toplantısı na ve IMFDünya Bankası’nın yıllık konferansına konuşmacı olarak ka tıldım. Türk ekonomisini yakından takip eden bir kişiyim. Enflasyonu yüzde 10 civarında tutmak, devalü asyonu dalgalanmaya bırakmak, ban ka sistemini rayında tutmak gibi, vs., ekonomik oluşumlar gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelere ihracatını art tırırsa daha hızlı büyümeyi yakala yabilir. Arjantin’in durumu biraz daha zor. Enflasyon yüz de 30 civarında. Borç ödemede zor lanıyor. Büyüme ye devam edecek ama Türkiye kadar değil. Dünya ekonomi sinde ise; kişi başı gayrisafi milli geli ri 10.000 doların altında olan ülkele rin ekonomik bü yümeleri hızla de vam edecek. Örnek olarak; BRIC (Bre zilya, Rusya, Hin distan, Çin) gibi Asya ve Latin Amerika ülkeleri ni gösterebiliriz. Bu ülkeler; ithalatın kı sılması veya şişir me ihracatın arttı rılması yerine, en son modern tekno lojileri ülkelerine tatbik etmesini öğ renmişlerdir. Kişi başı gayrisafi milli geliri 30.000 dolar civarında olan ül keler (Japonya, Amerika, Avrupa) ekonomik büyü mede zorlanacak lardır. Karşıların da, teknolojilerini yenilemiş olan ge lişmekte olan ülke leri bulacaklar ve rekabet edemeye ceklerdir. Bu ülkelerde, dünyanın en iyi üniversiteleri bulunduğundan teknoloji ve beyin ihracatı yaparak kurtulmaya çalışacaklardır. Arjantinli politikacı Cavallo: Başkanlık sistemi kriz yaratır ‘Babam çizginin dışına çıktı’ 8.CumhurbaşkanıTurgutÖzal’ınoğluAhmetÖzal, babasının zehirlenerek öldürüldüğü iddiasıyla ilgili olarak “Yakında yeni şahitler ortaya çıkacak” dedi LEYLA TAVŞANOĞLU Sekizinci Cumhurbaşkanı Tur gut Özal’ın oğlu Ahmet Özal, ba basının zehirlendiği şüphelerinde ısrarlı. Amcası Korkut Özal’ın, bu konuda bildiklerini mezara götü receği sözlerine tepki gösteriyor; amcasını adaletten bilgi gizle mekle suçluyor. “Ben savcı olsam bildiklerini açıklamayanı içeri atarım” diyor. Ahmet Özal’ın ha yatında da bugünlerde yenilikler oluyor. Çünkü DP genel başkanlı ğına adaylığını koymakta kararlı. Babanız Turgut Özal’ın ece liyle ölmediği, zehirlenerek öl dürüldüğü iddiaları tam şu sıra larda gündeme geldi. Bulgar hey keltıraş, şimdi Bulgaristan’ın Kül tür Bakanı olan Vecdi Raşidov’un heykel sergisinde içtiği limonata dan zehirlendiği iddia edildi. Ra şidov ise bizzat bana kesinlikle böyle bir şey olamayacağını söy ledi. Sizce bu iddialar neden tam şu sıra yeniden gündeme geldi? A.Ö. Bakın, olayın Raşidov’la bir ilgisi yok ki. Ben de annem de bunu defalarca söyledik. Babam 1993’te vefat etti. 1998’de ben bir televizyon programına çıkmış tım. Türk halkının yüzde 96’sının babamın eceliyle öldüğüne inan madığı yolunda bir anket sonucu çıkmıştı. Ben, “Türk halkının böyle bir inancı varsa o zaman TBMM bir komisyon kursun ve iddiaları araştırsın. Kamuoyu vicdanı rahatlatılsın” dedim. O programdan gece bir buçukta çıktım. Cep telefonum çaldı. Ha cettepe Hastanesi laboratuvar şe fi bir doçentti. “Babanız geldi ğinde kanını aldık. Kanı bizde. Yazılı olarak talep ederseniz alabilirsiniz” dedi. Ertesi sabah anneme yazıyı yazdırıp imzalattım. Tam o sırada telefon çaldı. Meğer bir gece önce kan yanlışlıkla dö külmüş. Bizim şüphelerimiz o olaydan sonra başladı. O sıralar ben Kanal 6 yöneti mindeydim. Kanaldaki bir muha bir arkadaş gizli bir kamerayla Hacettepe laboratuvarına girdi. Laborant bir hanımla konuştu. Ha nım aynen şunları söyledi: “Kan da bir insanda olmaması gereken şeyler bulduk.” Bunun üzerine bi zim şüphelerimiz perçinlendi. Geçenlerde bir gazetede var dı. Babamın kanını alan bir hem şire kanın renginden şüphelendiği için bir tüp de kendine saklamış. Dörtbeş gün sonra da hemşire or tadan kayboluyor. Peki, ölümden hemen sonra neden otopsi yaptırmadınız? A.Ö. Geçenlerde televizyonda bir profesör konuşuyordu. 1993’te tıp teknolojisinin bugünkü kadar ileri olmadığını söylüyor, “Ka nında zehirli madde varsa yattı ğı toprağa bile geçmiş olabir. Önce saçında inceleme yapı lır. Orada yeterli bulgu ol mazsa toprağa metal yayı lıp yayılmadığına bakılır. Bugün bu ortaya çıkarı labilir” diyor. Babam öl düğü sırada neyin ne ol duğunun ancak FBI labo ratuvarlarında yapılacak tahlillerle ortaya çıkarıla bileceği söylenmişti. 1999’da milletvekili oldu ğumda TBMM’de babamın ölü münün araştırılması ve sonuçla rının halka açıklanması istemiyle bir önerge verdim. 1999’dan son ra da bu konuda pek çok önerge ve rildi. Ama bütün hükümetler ne dense bu konuda herhangi bir adım atmadı. Ne zaman ki Türkiye’de Erge nekon davası patlak verdi, bizim şüphelerimiz daha ciddiye alın maya başlandı. Sonuçta ilk defa 17 yıl sonra savcılar dosyayı açtılar. Yakında yeni şahitlerin ortaya çı kacağı kulağıma geldi. İyi de, bu konunun çözülece ğine inanıyor musunuz? A.Ö. Benim çok umudum var. Bakın, Kennedy suikastı 35 yıl sonra netleşmeye başladı. Bizde iş ler daha hızlı olur. Onun yarısı ka dar sürer diyorum. Eh 17 yılı ge çirdiğimize göre bu işin çözülme si de yakındır. Ben konunun mut laka TBMM’ye gelmesi ve bir araştırma komisyonu kurulma sında ısrarlıyım. 1993 yılı derin yapılanmanın en büyük darbesidir. Bakın, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Tu ran Dursun, birkaç yıl önce Çe tin Emeç, daha ileriki yıllarda Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı suikastlara kurban gittiler. Bütün bunları gördükten sonra bunların araştırılması ge rektiğini söylüyorum. Bildiklerini anlatsın Amcanız Korkut Özal, “Ağa beyim öldürüldü. Bunu biliyo rum. Ama bildiklerim benimle birlikte mezara gider” dedi. O bilgilerin mezara gömülmesi fikrine katılıyor musunuz? A.Ö. Bana göre çok yanlış. Geçen gün Mehmet Keçeciler de konuşmuş. “Ben de biliyorum. Bana söylemişti. Ama benimle mezara gider” demiş. Böyle bilgilerin mezara gitmemesi ge rekir. Sana söylediyse ve bilgin varsa hukuken savcıya bütün bil diklerini anlatmak zorundasın. Savcıdan bilgi saklamak ya da bildiklerini anlatmamak bana göre suçtur; adaleti engellemek tir. Merak ediyorum, savcının karşısında da bildiklerini meza ra götürmekte ısrar ederler mi? Ben savcı olsam bildiklerini söy lemeyeni içeri atarım. Bir de Jandarma Genel Ko mutanı Eşref Bitlis’in suikastta öldürüldüğü yeniden gündem de... A.Ö. Adnan Kahveci, Eşref Bitlis hep yakın aralarla öldüler. Uğur Mumcu’dan başladı. Kah veci, Bitlis ve babamla devam et ti. O otomobil kazasında Ad nan’ın (Kahveci) bütün dosyala rı kayboldu. Projeleri farklıydı Peki, neden Bitlis, Kahveci ve babanız? A.Ö. Çünkü o sıralarda çok yo ğun olarak Kürt meselesinin çö zümü, PKK terörü üzerinde çalı şıyorlardı. Onların istediği çö zümler yumuşak yaklaşımlardı. Örneğin ekonomik kalkınma, ka nunların değiştirilmesi, kültürel haklar gibi. Her ülkede güvercin ler ve şahinler vardır. Demek ki ba zı şahinlerin projeleri farklıydı. Bakın, babam başbakan olalı bir hafta geçmişti. Bir gün babamın çalışma odasına girmek istedim. Özel kalem müdürü içeride yüksek rütbeli bir subay olduğunu, bekle memi söyledi. Görüşme bittiğinde içeri girdiğim zaman, babam ma sanın başında kendi kendine, “Al lah Allah” diye konuşuyordu. Merak edip sordum. Önüme iki kır mızı dosya uzattı. Altın yaldızlı harflerle birisinin üzerinde “Tür kiye Cumhuriyeti Devleti Kıbrıs Politikası”, öbürü nün de üzerinde “Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürt Politikası” yazılıy dı. Yani babamın başba kan oluşunun haftasında bir paşa gelip önüne iki dosya koyuyor. Bunun an lamı şu: Politikamız bu. Bunu öğren. İyice ezberle. Ama rahmetli o politikaları iz lemedi. Onların dışına çıktı. KPSS kılavuzunun iptali için dava ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eği timİş, YÖK’ün KPSS Eğitim Bilimleri Testi Sı navı’nın kılavuzunda yer alan ve adayların sına va türban ile katılmasına olanak sağlayan düzen lemelerin iptali ve yürütmesinin durdurulması is temiyle Danıştay’da dava açtı. Eğitimİş Genel Başkanı Yüksel Adıbelli, KPSS’nin, kamuda personel olmak için başvuran devlet memuru adaylarının girdiği bir sınav olduğunu belirtti. Sınıfta kalmıştı, rekor kırdı TRABZON (AA) Lisede matematik dersin den kalan ODTÜ Bilgisayar Öğretmenliği Bölümü mezunu Selçuk Soner Akgül, zihinsel matematik konusunda rekorlarına bir yenisini ekledi. Akgül, birinci dereceden 3 bilinmeyenli 10 denklemi ma teryal kullanmadan, 10 dakika 21 saniyede zih ninden çözdü. Heyecanını “Kalbimi bir süre sa kinleştiremeyecek durumdayım” diye özetleyen Akgül, “Gayem gençlere örnek olmak ” dedi. Hastalar ilaçlarına ulaşamıyor İstanbul Haber Servisi İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu, Medula İlaç Provizyon Sistemi’nin günlerdir çalışmadığını belirtti. Yapı lan açıklamada “Hastalarımızın ilaçsız kalması nın sorumlusu Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sağlık Bakanlığı’dır. Bundan sonra sistemden onay al madan hiçbir ilacı hastaya vermeyeceğiz” denildi. Zanlı lüks villada yakalandı İstanbul Haber Servisi Ankara 9. Ağır Ce za Mahkemesi’nce 110 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılan Yücel Atabay, Yargıtay’ın verdiği ona manın ardından çıkarılan yakalama kararıyla Eyüp Göktürk’te kaldığı villada gözaltına alındı. Atabay hayali ihracat yoluyla devletten haksız KDV iade si alındığı iddialarına ilişkin açılan “Örümcek Ağı” davasında 3 kişiyle beraber yargılanıyordu. ARJANTİNLİ DAMAT Eşinizin ailesi aslen Adanalı. Size, Arjantinli damadımız diyebilir mi yiz? Eşim Sonia’nın ailesi Ermeni asıllı. Babası ve annesi Adana’da doğmuş lar. Onlar daha küçük yaş ta iken aileleri 1922 yılın da Arjantin’e göç etmiş ler. Büyüdüklerinde, Ar jantin’de evlenmişler. Fır sat buldukça eşim Sonia ile birlikte Türkiye’ye geli yoruz. Adana’ya gidip, So nia’nın annesinin yaşadığı Sayınbeyli kazasındaki evi ni bulduk. Kaymakam bey ve Türk halkı bizi çok iyi karşıladılar. Adana keba bının tadı her zaman da mağımda. Her gelişimde mutlaka kebap yiyorum. El bette ki bana ‘Arjantinli damadımız’ diyebilirsiniz. Bundan memnun olurum. Domingo Cavallo Cavallo ve Atakan Kuşadası’nda buluştu. Ahmet Özal, Tavşanoğlu’nun sorularını yanıtladı. AhmetÖzal ADAYLIĞIMI AÇIKLAYACAĞIM DP genel başkanlığına adaylığınızı koyuyormuşsunuz. Doğru mu? A.Ö. Teşkilattan benim aday olmam için büyük baskı vardı. Kongre tarihi belirlendikten sonra genel başkan adaylığımı açıklayacağım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle