17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Başbakan ın Çok Hukuklu Sistemi Sevgili dostlar, Yüzde 42 korktuğu için, hayır dedi diyorlardı. Ya da beyaz Türkler korkuyor gibisinden anlamsız sonuçlar çıkarıyorlardı. Şimdi nelerden korktuğumuz anlaşılıyor değil mi? Ve işte ne dediysek, neden korktuysak, hepsi tek tek çıkıyor. Her şeyi yanlış biliyorlar, her şeyi yanlış yapıyorlar. Ve de, göstere göstere demokrasiyi, hukuk devletini, laiklik ilkesini, bağımsız devlet anlayışını yok ediyorlar. Üstelik sürekli hukukla uğraşıyorlar. Hem de zerre kadar anlamadan, hiç bilmeden. Ve yaptıkları her şey yanlış, her şey hatalı. Türban konusuna da, daha önce yapmaya çalıştıkları tüm anayasa değişikliklerine de daha sonra değineceğim. Hatta Başbakan ın Almanya ya giderken, türban konusunda, kamu alanında takılıp takılmayacağına ilişkin inanılmaz demecine de. Ama şimdi Sayın Başbakan ın, Ankara Üniversitesi nin açılış töreninde yaptığı konuşmaya bakalım, aynen şöyle demiş: farklı inanç gruplarının gerekirse kendi yargılamalarını yapmalarının mirasçılarıyız. İnşallah gelecekte yine böyle öncü bir rol üstleneceğiz. İşte bugüne kadar tüm yaptıkları gibi, demokrasiyi, hukuk devletini, çağdaş devlet anlayışını tamamen ortadan kaldıracak bir söz daha. Hiç kuşkusuz farklı inanç gruplarının kendi yargılamalarını yapmaları demek, çok hukukluluk demek. Her inancın, her dinin kendi hukuk ve kendi yargı sistemi olması demek. Bu da çağdaş hukuk anlayışının, çağdaş egemenlik anlayışının sonu demek. Bu sistem, Osmanlı İmparatorluğu nun da sonunu getiren nedenlerden biri olmuştur. İlk başlarda, Osmanlı toplumu içinde, Müslümanlar dışında yer alan diğer dinsel topluluklara, kendi hukuklarını uygulama, kendi yargılarına tabii olma hakkının verilmesi, o dönemde, Osmanlı nın hoşgörü anlayışını gösteren bir uygulama idi. Ancak Osmanlı nın gücünü yitirmeye başlaması ile, bir yanda kapitülasyonlar ve yabancı uyruklulara tanınan yetkiler, diğer yanda da çok hukukluluk uygulaması, Osmanlı Devleti nin egemenlik hakkını yitirmesine neden oldu. İşte bu nedenle de, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, bu uygulama yerini, ülkenin tümünde uygulanacak hukuk kuralları anlayışına ve tüm vatandaşların, din, mezhep, dil, ırk, cinsiyet ayırımı yapılmaksızın, aynı hukuk kurallarına ve yargı kurumlarına bağlı olacakları bir hukuk sistemine bıraktı. Sayın Başbakan bunu bilmiyor, yanlış biliyor. Ya da ne bilsin, hukukçu değil ya! Ona söyleyenler yanlış söylemiş! Üstelik, çok hukuklu bir sistemi yani her inanç grubunun kendi yargı sistemine ve yargılama kurumlarına tabii olduğu bir uygulamayı, farklı dinsel gruplar, farklı cemaatlar arasındaki ilişkilerin fazla olmadığı çokuluslu bir imparatorlukta yürütmek mümkün olabilir. Ama hiç kuşkusuz, günümüzün ne ticari, ne kültürel, ne toplumsal ilişkilerine uygulanabilecek bir sistemdir. Sadece bununla da sınırlı değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Refah Partisi nin kapatılmasını, demokrasiye uygun bulduğu kararında 13.02.2002 şöyle diyordu: Refah Partisi çok hukuklu sistemi savunurken, farklı hukuk sistemlerinin bulunması gerektiğini, nitekim bunun tarihlerinde mevcut olduğunu, değişik dinsel inançların ve grupların her birinin kendi hukuk kurallarına ve yargılama sistemlerine tabii olarak yaşadıklarını, böylece herkesin barış içinde yaşadığını, ileri sürmektedir... Oysa çok hukuklu sistem, uygulanacak hukuk kuralları açısından, kişiler arasında, dinsel inançlarına göre ayırım yapmaktadır. Ve kişilere, hak ve özgürlükleri, kişi olmaları sıfatı ile değil, belli bir dine mensup oldukları için tanımaktadır. Bu nedenle, çok hukuklu sistem, demokratik sistemle bağdaşmaz. Çünkü kişileri, devlet tarafından belirlenmiş hukuk kurallarına değil, ancak mensup oldukları din ve inanç tarafından belirlenmiş değişmez kurallara uymaya zorlamaktadır... Diğer yönden de bir ülkenin yurttaşları arasında, dinsel inançlarına göre, bağlı oldukları dine göre, farklı uygulama yapılabilmesini, farklı yargılama sistemine tabii olunmasını sağlayan bir hukuk sistemi, ne demokratik sisteme, ne de ayırımcılık yasağına uygundur. İşte İnsan Hakları Mahkemesi de aynen böyle dedi. Ama bugüne kadar iktidarın, hukuk konusunda hangi yaptığı doğru ki? En son kendi adamlarını, arkadaşlarını bile, Anayasa Mahkemesi ne doğru dürüst seçemediler. Tek başlarına seçtiler, en ufak bir uzlaşmaya gitmediler. Ve anayasanın, üstelik daha yeni kendi yaptıkları anayasayı ihlal ettiler. Bir dahaki yazıda türban sorununu ve Başbakan ın Almanya ya giderken söylediğini tartışacağız dedim ama şimdiden bir şey söyleyeyim! Kusura bakmayın ama bir de bu iktidarla uzlaşarak anayasa yapacağız, özgürlükler getireceğiz ha! Oturup üniversitede türban sorununu, demokrasi ve hukuk çerçevesinde çözeceğiz ha! Bu iktidarla, bu arkadaşlarla... EGEMEN BERKÖZ S on iki yılın zorunlu göçebe si İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası nın İDSO sü rekli izleyicilerinin çok sevdiği bir şefi var. Hangisine sorsanız orkestranın bu şefin yö netiminde bir başka çaldığını söyler. Ben de ka tılıyorum bu görüşe. Sanki elindeki şef değne ği sihirlidir Rahbari nin. Evet, söz ettiğim bu şef gerçek adıyla Ali, dünyada tanındığı adıyla Alexander Rahbari. İranlı, ama çok uzun süredir ülkesinin dışında, Avrupa da yaşıyor ve dünya nın dört bir yanında konser yönetiyor. Nicedir kendisiyle bir söyleşi yapmak isti yordum. Bu isteğimi geçen konser mevsiminin sonunda, İDSO yu yönettiği üst üste iki konse rin arasında gerçekleştirebildim. Orkestranın Paşalimanı nda, eski Tekel Deposu ndaki yeni yönetim yerinde, şef odasında karşılıklı oturdu ğumuzda elimdeki k ğıtlarda tam on iki soru var dı. Ama ben sormaya başlamadan o konuşma ya başladı. 14YILDIR TÜRK YE DE On dört yıldır Türkiye de konser yöneti yorum. Birçok Türk bestecisinin yapıtını çaldırdım. Saygun, Tüzün, Rey, Erkin.. baş kaları da var. Hepsi çok iyi, uluslararası dü zeyde yapıtlar. Bunların dünyada çalınma ması, tanınmaması çok yazık. Hem Türkiye açısından, hem dünya açısından. Dünyadaki klasik müzik dinleyicileri bu değerli yapıtla rı dinlemeli, tanımalı. O konuşurken, biz Türk izleyicileri kendi bestecilerimizi ne kadar dinliyoruz, tanıyoruz di ye düşünüyorum ben. Türkiye ye gelmeye başlamadan önce, 12 yıl Belçika da Brüksel BRT Filarmoni Or kestrası nı yönettim. Bu süre içinde Belçika lı bestecilerin yapıtlarıyla uluslararası müzik pazarına on yoğunçalar CD yaptım. Bugü ne kadar yaptığım yoğunçalarların sayısı 200 ü geçer. Hepsi tüm dünyada satılıyor. Ama, bir tek Türk müziği yoğunçaları yok iç lerinde. Bir tek Türk bestecisi yok. Neden ol masın? Türkiye mutlaka uluslararası alanda bir şeyler yapmalı, sahip olduklarını dünya ya sunmalı. Çünkü kalite var. Çok değerli bes teciler var Türkiye de. Örneğin, Saygun. Bir konserden sonra, sahneden izleyicilere Say gun un çok önemli bir besteci olduğunu söyle mişti, onu anımsıyorum. O konuşmayı sürdü rüyor. REY N KEMAN KONÇERTOSU Türk orkestraları her yıl Avrupa da, dün yada turne yapmalı, kendi bestecilerinin ya pıtlarını çalmalı. Ama bu politik bir karardır elbet. Kültür Bakanlığı bunu bir politika olarak ele alacak, benimseyecek ve para ve recek ki bu turneler, yoğunçalarlar yapıla bilsin. Araya girip Cemal Reşit Rey in önceki haf ta çaldırdığı Güneş Manzaraları adlı süiti ile ertesi gün çalacakları Keman Konçertosu nu so ruyorum. Keman Konçertosu çok güçlü, ama zor bir yapıt. Oturması, biçemini bulması için çok ça lınmalı, büyük kemancılarca yorumlanmalı. Örnek olarak, Şostakoviç in Keman Konçer tosu nu alalım. Ancak çok çok çalındıktan son ra benimsendi, konser izlencelerinde sık sık yer bulmaya başladı. GÜNEŞ MANZARALARI Ben aklımdan Rey in konçertosunun Rahbari nin yönettiği çalınışının yalnızca ikinci çalınışı olduğunu ve ilk kez, bestelenişinden 67 yıl sonra, 2006 da çalındığını geçirirken o sö zü Güneş Manzaraları na getiriyor. Geçen hafta çaldığımız yapıtı da çok iyiy di Rey in. Bir Stravinski, bir Richard Strauss yapıtı gibi ele aldım, üzerinde çalıştım ve öy le yorumladık. Rey in bu yapıtının da bestelenişinden tam 79 yıl sonra ilk kez çalınabildiğini düşünüyor, ama bunları Rahbari ye söylemiyorum. Onun yerine, Türkiye de yalnızca İDSO yu mu yönettiğini so ruyorum. Hayır, geçmiş yıllarda başka orkestrala rı da yönettim, ama şimdi yalnız İDSO ya za man ayırabiliyorum diyor. Cumhurbaş kanlığı Senfoni Orkestrası, Bursa Devlet Senfoni Orkestrası, CRR Senfoni Orkestra sı diye sayıyor sonra. 14 yıldır İDSO yu bırakmamanızın bir gi zi olmalı diyorum. Bu, herhalde para de ğildir. Gülüyor. İspanya da, örneğin, diyor, bir konser yönetmenin fiyatı buradakinin beş ka tı. Ama bu orkestra benim ailem gibi oldu. Çok dost edindim. Dünyada 120 den çok or kestra yönettim, ama yalnızca İstanbul da özel ilişkilerim, dostluklarım var. Duruyor, derin bir soluk alıyor, sonra konuş mayı sürdürüyor: Bu orkestranın üyelerinin büyük çoğunluğu çok nitelikli. Ama yine de iş zor. Çünkü burada insanlar disipline zor uyuyor. Bu disiplin çalışma saatlerine, süre lerine uyma, çalışma disiplini değil; müziğin çalınışındaki disiplin. Bu nedenle her konse re çok sıkı çalışmamız gerekiyor. Ama zevk le çalışıyorum, çünkü sonuç çok iyi oluyor. DOSTLUK VE BAŞARILI SONUÇ Aslında, bütün orkestralarda müzikçilerin yüzde 1020 si disiplinli bir yönetmen istemez. Konserden önce, provalarda kimse benimle çalışmaktan hoşnut değildir. Ama yalnızca pa zartesi, salı günleri. Orkestra iyi çalmaya baş layınca, hele de konserden sonra herkes mut ludur. Bu nedenle Türkiye yi seviyorum. Bunun temel nedeni dostluk ve başarılı sonuç ki bu kolay değil. Bıraktığım orkestralar oldu, ama İstan bul da iyi yürüyor. Özellikle son beş yıl çok iyi geçti. Sonucun iyi olması, iyi çal mamız doyum sağlıyor. Öteden beri merak ettiğim bir konuya getiriyorum sözü. İranlı birçok sinema yönetmenini ta nıyoruz, ama tanıdığımız bir müzikçi yok. İran da çoksesli müzik ya da kla sik Batı müziği ne durumda, önemli besteciler var mı? diye soruyorum. SAYGUN B R DEHA Klasik İran müziği çok önemli, bü yük bir müzik. Klasik Batı müziği de çalınıyor. Konserler oluyor. Üç dört or kestra var. Ama müziğe, müzikçilere para yok. Operaevi de var ama opera yok, aynı nedenle diyor. Sonra ekliyor: Önemli besteciler de var, ama bir Saygun yok. Saygun bir deha. Ama de ğerini kimse anlamıyor. Türkiye de bile. Saygun tüm dünyada tanınmıyorsa bunun sorumluluğu Kültür Bakanlı ğı nın ve elçiliklerinizindir. Onlar da Say gun un değerini anlamıyorlar. Oysa Rusya için Stravinski, Macaristan için Bartok neyse, Türkiye için de Saygun odur. 2030 yıl sonra Saygun un dünyada hakkı olan yerde olaca ğına inanıyorum. Üstelik Erkin, Tüzün, Rey ve diğerleri de var Türkiye de Tanrıya şükür. ÖZSOY VE ŞEHNAME Bu söyleşi öncesinde internette araştırma ya parken ilk İran operasının Tahran Operaevi nin beş yıl önceki açılışı için Ahmed Pejman tara fından bestelendiğini okumuştum. Bunu kendi sine söylediğimde Pajman la Viyana da birlik te okuduklarını, arkadaşı olduğunu, pek çok ya pıtını yönettiğini anlatıyor. Hatta diyor, Beş yıl önce Tahran da Beethoven in 9. Senfoni sini yönettiğim konsere de gelmişti. Peki, ilk Türk operasının İran la ilgisini bi liyor musunuz? diye soruyorum. Bilmiyormuş. Bunun üzerine Atatürk ün İran Şahı nın ziya reti için bir opera bestelenmesini istediğini, işin genç Adnan Saygun a verildiğini, onun da kı sa sürede ve yoğun bir çalışmayla Özsoy ope rasını bestelediğini anlatıyorum. Atatürk ün be lirlediği konusunun da İran destanı Şehna me den alındığını ekliyorum. Çok hoşuna gi diyor bu bilgi Rahbari nin, çok ilgisini çekiyor. Konuyu kendisine getirmek için, çok genç ya şında Karajan ın asistanlığını yaptığını anım satıp Karajan la çalışmanın nasıl olduğunu so ruyorum. Asistanı değildim, bir anlamda ikinci şeftim diye yanıtlıyor. Örneğin, 1980 de Salzburg Festivali nde orkestrayı Berlin Filarmoni ben yönettim, hem de iki kez. Ama Karajan dan da çok şey öğrendim, en başta nasıl kayıt yapılacağını diye de ek liyor. Sonra anlatıyor: Klasik İran müziği ile başla mış, ardından Batı müziğine geçmiş. Şefliğin ya nı sıra beste de yapıyormuş. OTELLERDE GEÇEN YAŞAM Yaşamım, bütün uluslararası müzik in sanları gibi havalimanı ve otellerde geçiyor. Birçok insan sıkılabilir bundan diyor, ama ben beste yapıyorum buralarda . Çok sayıda bestesi varmış. Örneğin, Sha kespeare in 154 sonesini lied olarak bestelemiş. Aslında orkestra şefi değil besteci olmak isti yormuş. 21 yaşında Viyana Müzik Akademi si nde asistanken bir konserde kendi besteleri ni çalan orkestrayı yönetmiş. Konseri izleyen ler çok iyi yönettiğini söylemiş ve onu şefliğe yönlendirmişler. 11 EK M 2010 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ 9 Bestecilerinizesahipçıkın İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası nın sürekli konuk şefi Alexander Rahbari: Saygun, Tüzün, Rey, Erkin... Başkaları da var. Hepsi çok iyi, uluslararası düzeyde. Dünyadaki klasik müzik dinleyicileri onların değerli yapıtlarını tanımalı. Türkiye bestecilerini dünyaya sunmalı. Çok değerli besteciler var Türkiye de. B unları anlattıktan sonra da ekli yor: Şeflik yapıyorum, çün kü benim için çok kolay, hiç zorlanmıyorum. Oysa, beste yapmak için sabır ve belki de tüm bir yaşamı nı vermek gerek. Diyor ki sonra: Kendi yapıtlarımı yönettiğim büyük orkestralara çaldır tabilirdim, ama yapmadım bunu, çünkü dürüst olmazdı. Bu söyleşiye hazırlanırken baktığım internetteki sitesinde bildiği belirtilen diller arasında kendisi de müzisyen olan Hırvat eşinin dili yer almıyordu. Bunu sorduğumda, belirtilen dillerin iyi ko nuştuğu diller olduğunu söyledi Rahba ri. Hırvatçadan başka Portekizce, Çekçe ve Türkçeyi de anlıyor, ama iyi konuşa mıyormuş. Bu söyleşimizden sonra bir kez daha geldi İstanbul a Rahbari ve İDSO ile bir hafta çalışarak Ulvi Cemal Erkin in Bi rinci Senfoni si ile Cemal Reşit Rey in Türkiye adlı senfonik rapsodisini kaydetti. Ardından Güney Kore ve Gü ney Afrika Cumhuriyeti nde konserler. Ardından, Cenevre de bir kayıt çalışma sı daha. Şimdiyse, Viyana da eşi ve ço cuklarıyla birlikte oturduğu ve tasarımı nı yapmakla övündüğü villasında yeni düzenlemelerle uğraşmakta. En azından, ayrılırken bana dediği bu. Ve boş zamanlarında da yeni besteler ve resimler yapıyordur, kuşkusuz. Şeflik bestecilikten kolay Klasik İran müziği çok önemli, büyük bir müzik. Klasik Batı müziği de çalınıyor. Ama müziğe, müzikçilere para yok. Önemli besteciler de var, ama bir Saygun yok, Saygun bir deha. Saygun tüm dünyada tanınmıyorsa, bunun sorumluluğu Kültür Bakanlığı ve elçiliklerinizindir. Alexander Rahbari ailesiyle birlikte. Harry Potter 3. boyuta geçemedi Kültür Servisi Warner Bros Stüdyo, Harry Potter filminin gelecek 3 boyutlu versiyonundan standart 2 boyutlu versiyonunun vizyona giriş tarihini geciktirmemek için vazgeçildiğini açıkladı. Harry Potter hayranlarını film için bekletmek istemediklerini belirten Warner Bross yetkilileri, Herkesin yoğun çabasına rağmen, filmi bütünüyle dönüştürüp kalitenin en üst standartlarını karşılayamadık dedi. Harry Potter ve Ölüm Yadig rları nın Harry Potter serisinin yedinci ve son kitabı olması bekleniyordu, fakat geçen hafta yazar JK Rowling, büyücü çocuk hakkında daha kitap yazabileceğini açıkladı. CMYB C M Y B SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Başbakan ın Çok Hukuklu Sistemi Sevgili dostlar, Yüzde 42 korktuğu için, hayır dedi diyorlardı. Ya da beyaz Türkler korkuyor gibisinden anlamsız sonuçlar çıkarıyorlardı. Şimdi nelerden korktuğumuz anlaşılıyor değil mi? Ve işte ne dediysek, neden korktuysak, hepsi tek tek çıkıyor. Her şeyi yanlış biliyorlar, her şeyi yanlış yapıyorlar. Ve de, göstere göstere demokrasiyi, hukuk devletini, laiklik ilkesini, bağımsız devlet anlayışını yok ediyorlar. Üstelik sürekli hukukla uğraşıyorlar. Hem de zerre kadar anlamadan, hiç bilmeden. Ve yaptıkları her şey yanlış, her şey hatalı. Türban konusuna da, daha önce yapmaya çalıştıkları tüm anayasa değişikliklerine de daha sonra değineceğim. Hatta Başbakan ın Almanya ya giderken, türban konusunda, kamu alanında takılıp takılmayacağına ilişkin inanılmaz demecine de. Ama şimdi Sayın Başbakan ın, Ankara Üniversitesi nin açılış töreninde yaptığı konuşmaya bakalım, aynen şöyle demiş: farklı inanç gruplarının gerekirse kendi yargılamalarını yapmalarının mirasçılarıyız. İnşallah gelecekte yine böyle öncü bir rol üstleneceğiz. İşte bugüne kadar tüm yaptıkları gibi, demokrasiyi, hukuk devletini, çağdaş devlet anlayışını tamamen ortadan kaldıracak bir söz daha. Hiç kuşkusuz farklı inanç gruplarının kendi yargılamalarını yapmaları demek, çok hukukluluk demek. Her inancın, her dinin kendi hukuk ve kendi yargı sistemi olması demek. Bu da çağdaş hukuk anlayışının, çağdaş egemenlik anlayışının sonu demek. Bu sistem, Osmanlı İmparatorluğu nun da sonunu getiren nedenlerden biri olmuştur. İlk başlarda, Osmanlı toplumu içinde, Müslümanlar dışında yer alan diğer dinsel topluluklara, kendi hukuklarını uygulama, kendi yargılarına tabii olma hakkının verilmesi, o dö
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle