20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 7 EYLÜL 2009 PAZARTESİ 6 DİZİ BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Hukuku Halledecekler AKP iktidarının hukukta adım adım ilerleyişini iz- liyor musunuz? En önemli sorunları hukuku hal- letmek. Bunun, gerekli, zorunlu, şart olduğuna ina- nıyorlar. Ne için? Şüphesiz ki iktidarları ve gelecekleri için. Toplumu değiştirmek ve dönüştürmek için bugün en iyi araçlardan ve silahlardan biri hukuk. Hukuku AKP’leştirdin mi, dinci söylemlere ve ik- tidar icraatlarına şemsiye olacak bir hukuki yapı kur- dun mu, yarını garanti altına alırsın.. İcraatlarını aklayabilecek, hukuki soruşturmaları ber- taraf edebileceksin. Yolsuzluk olsun, siyasal olarak anayasayı delip ge- çen uygulamalar olsun... Hem de tabii ki rakipleri, düş- manları, kafirleri, laikleri ve ülkede güç odağı olarak bulunan siyasi, ekonomik ve bürokratik “iktidar”la- rı yok etmek, en azından AKP iktidarına boyun eğ- dirmek için, hukuku halletmek şart... Bu nedenle, büyük bir kampanya ile hukuka yük- leniyorlar. Hukuku sistematik olarak AKP’leştirme plan ve programını uygularken, devlet ve medya eşgüdümü her fırsatta da hukuk kurumlarına (Hâkimler ve Sav- cılar Yüksek Kurulu –HSYK-, Anasaya Mahkemesi, Yargıtay..) saldırıyorlar. “Kavun gibi diplerini koklayarak” aldıkları için, iyi besleyince de güvenilir ve sağlam çıkan yandaş gazeteci ve köşe yazarlarını, atılan işaret fişeği ile he- def seçilen kurum, kuruluş ve hukuk adamlarının üzer- lerine harekete geçirtiyorlar! Gündeme göre ya Anayasa Mahkemesi.. Ya HSYK ve üyeleri.. Ya da şahıslar... Veya hepsi ve topu birden! Arkasından da “ağır toplar” piyasaya sürülüyor... Bunlar doçent ve profesör unvanlı... Yandaş gazetelerde gelsin uzun “akademik” hu- kuk yazıları... TV’lerde yine yandaş gazeteci ve köşe yazarları- nın uzun programları.. Tartışmaların odak noktasında da “hukuku de- mokratikleştirmek” yaftası! Bir de “AB’ye uyum” ya- lanı.. İşin odağındaki gerçek ise hukuku AKP’leştirmek, iktidarlaştırmak... Bu amaçla uyguladıkları ise tam bir askeri strateji.. Önce saldırı “mevzi” saptanıyor.. Mevzi, sağdan soldan, yukarıdan aşağıdan, mer- kezden uzaktan, hatta ABD ve Avrupa’dan top ateşleri ile dövülüyor... “Düşman mevzi”nin dirençleri kırılıyor. Bu saldırıda her türlü aracı kullanıyorlar ve alçak- lığı yapıyorlar! Sahte belgeler... Telefon dinlemeleri... Yalanlar... İftira atmalar... Siyasi iktidar baskıları.. Bakanlığın elindeki her türlü alet ve olanak.. Tabii ki yandaş medya... Neden medyayı iktidarlaştırmak için büyük çaba içindeler, AKP’ye karşı olanları sindirmek için her tür- lü pisliği kullanıyorlar, anlıyorsunuz... Dirençlerin kırıldığına inandıkları noktada, artık iktidar icraatıyla devreye giriyor. Örneğin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in yeni HSYK için anayasa değişikliği taslağını açıklaması gi- bi... Yeni taslağa bakıyorsunuz. HSYK “dört kay- nak”tan seçilecekmiş. Birinci Kaynak Meclis. Yani, Meclis adı altında AKP milletvekillerince, yine AKP’nin gösterdiği adaylar se- çilecek-atanacak.. İkinci kaynak Cumhurbaşkanı. Bu da AKP ve din- ciler tarafından HSYK üyeleri atanacak demektir. Üçüncü kaynak: AKP hükümeti atamaları... Dördüncü kaynak ise Yargı... İçinde şirket yöneticileri vb de olacak, ama örne- ğin 21 kişilik HSYK’de salt çoğunluk yargı mensup- larından olacakmış. Tabii, başında da Adalet Baka- nı ve Müsteşarı! Yarın Meclis’te bu anayasa değişikliği gerçekleş- se, karşımızda tam iktidar yanlısı bir HSYK olacağı konusunda şüphesi olan var mı? Not: Asker hatırlatıyor. Şu Taraf ardındaki tam gü- dümlü basılı kâğıdın ortaya attığı belge adındaki sah- tekârlığı kimin yaptığı bulunsun. Savcılar ayak mı sür- tüyor? İktidarın baskısı mı var, bu işi örtbas edin di- ye... Bu sahtekârlığı kimin yaptığını “Adalet” me- kanizması ortaya çıkartmazsa, adalet adına ortada ne kaldığını tartışmaya başlayacağız... Tarihi fõrsattan kapalõ açõlõma “Sovyetler Birliği”nin çöküşüyle birlikte, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürt siyase- tinin gözden geçirilmesine gerek olduğu kanısının giderek yaygınlaştığını” belirten Paul Henze, “Yüksek derecede merkezi- leşmiş bir devlet olarak Türkiye Cumhu- riyeti’nde, federalizmin, olası alternatif bir devlet örgütlenme modeli olarak” düşü- nülmesini yazõyordu. Etnik, dinsel ve benzeri federasyonlar yanõnda, bölgesel federalizmin de düşünülmesi gerektiğini öneriyor ve du- rumun “hem fırsatlarla, hem tehlikelerle dolu olduğunu” belirtiyordu. (Turkey’s New Geopolitics, s. 25-27.) Bir başka “fırsat”õ da Çandar sunmuştu. Özal’õn ölümünden iki yõl kadar sonra, “Tarihi Fırsat ya da Tarihi Risk” yazõsõnda, “Türkiye ya büyür, ya küçülür. Böyle ka- lamaz. Bir tek böyle kalması imkânsız” di- ye yazmõş ve eklemişti: “Türkiye, ya beşe- ri sınırlarına kadar büyür, ya beşeri sı- nırlarına kadar çekilir, bu küçülmedir.” “Beşeri sınır, birincisi, Kuzey Irak’tır. Ku- zey Irak, Kürtler ve daha az sayıda Türk- menlerden oluşuyor. Her iki beşeri unsur, Türkiye nüfusunun iki ana beşeri nüfu- sunun soydaşlarıdır.” Türkiye-Irak sõnõrõ- nõn yapay olarak Türkiye’ye dayatõlmõş bir sõnõr olduğunu anõmsatan Çandar, bu yapay sõnõrõn, Türkiye’nin kaçõnõlmaz olarak bü- yümesinin, kaçõnõlmaz olarak küçülmesi- nin tek alternatifi olduğunu ileri sürecek ve noktayõ koyacaktõ: “Bundan sonra Kuzey Irak Türkiye’den sorulur, Türkiye büyür ya da Türkiye, Kürtler olmadan yalnızca Türk beşeri sınırlarına çekilir, bu küçül- medir.” (Sabah, 25 Mart 1995.) ANADOLU FEDERASYONU BÖLÜNMENİN BASAMAĞI Çandar, bu yazõyõ, 20 Mart 1995’te Türk Si- lahlõ Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a düzenledi- ği ve Irak’õn derinine girdiği zaman yazmõş- tõ. Amaç açõktõ. Ne var ki, burada, ABD’nin hedefiyle doğrudan bir örtüşme olsa da, ABD’nin karşõ çõkacağõ bilinmek gerekirdi. “Bu sorunu ben çözeceğim ve millete hediye edeceğim” diyen Özal da Eşref Bitlis’le bir- likte Kürt sorununu Türkiye açõsõndan çöz- meye soyunmuştu. Ama, ABD, Kürt sorununu şunun bunun çözmesini değil, kendisinin kullanacağõ biçimde, bizzat kendisinin belir- lediği biçimde çözmeyi istiyordu. Nasõl ki, “Kürt sorunu” diye bir sorun ürettiyse, böyle bir sorun üretilmesindeki amaç neyse, çözüm de bu amaca uygun olmalõydõ! Burada bir kez daha, Uğur Mumcu’nun bize duyurduğu Amerikan gazeteci Randal’õn Talabani ve ardõndan Özal ile görüştüğünü, Özal’õn, Çandar’õ, gazeteci olarak Talaba- ni’yle görüşmek için Londra’ya gönderdiğini anõmsayalõm. Talabani ve Barzani’nin Özal’õn davetlisi olarak Türkiye’ye çağrõl- dõğõnõ, Talabani ile Barzani adõna Dizai’nin Ankara’da resmi görevlilerle görüştürüldü- ğünü de anõmsayalõm. ABD’de, Talabani ile Barzani’nin, “Anadolu Federasyonu”nu di- le getirdiklerini de... Uğur Mumcu’nun çõr- põnõrcasõna, önce Kuzey Irak Kürtleriyle Tür- kiye’deki Kürtlerin bir yarõsõnõ, Türkiye’deki Türkler ile Kuzey Irak’taki Türkmenlerin öbür yarõsõnõ oluşturacağõ Anadolu Fede- rasyonu’nun, Kürtlerin, Türkiye’den ayrõlarak Türkiye’yi bölmelerinin bir basamağõnõ oluşturacağõnõ, yani Cengiz Çandar’õn bü- yüme dediği şeyin bölünmenin basamağõ ol- duğunu üst üste vurguladõğõnõ da burada anõmsayalõm. Başlangõçta 100 bin, görüşmelerden son- ra 65 bin askerinin Güneydoğu Anadolu’da konuşlanmasõ için mutabakat belgesi hazõr- lanmõş, ama Meclis’te, “yeterli sayıya ula- şılamadığı için” tezkere geçmemiş. “Evet. Geldiler, hazırlık yaptılar. Tesisler, araziler kiraladılar. Adamlar geldiler rüzgârda dal- galarda sallanıyorlar.” Böyle diyor o gün- lerin Genelkurmay Başkanõ Özkök, “Ben anayasal kaza diyorum” diyor, “çoğunluk evet dedi, ama yeterlilik sayısına ulaşıla- madığı için….” Fikret Bila’nõn sorusunu ya- nõtlõyor Özkök: “Tezkereyi nasıl çıkarır- sanız öyledir. Uygulaması öyle yapılır. Gel- dim, gitmem diyen, bu gücü kendinde bu- lan da zorla gelir girer oraya…” OBAMA ‘RİSK’İ KAPATIYOR ‘FIRSAT’I AÇIYOR Türkiye’ye davul-zurna çalarak gelen ama “Anadolu Federasyonu” mucidi Talaba- ni’yi gizlice ziyaret edecek olan Oba- ma’nõn, bir kolu omzunda Erdoğan, Çan- dar’õn “risk”ini bir eliyle kapatmõş öteki eliy- le “fırsat”õnõ açõyor ve Hakkâri ve Yozgat’ta ağlayan annelerin gözyaşlarõnõ siliyor; Oba- ma’nõn bir kolu belinde Gül, Henze’nin “tehlike”sini bir eliyle kapatmõş, öteki eliy- le “fırsat”õ kucaklõyor. Gül, nasõl ki, “tez- kere” öncesi, ABD, kendi askerini konuş- landõracağõ Güneydoğu Anadolu’yu, sõcak çatõşma alanõ olmaktan çõkarmak için Öca- lan’õ Ecevit eliyle İmralõ’ya kapattõrdõysa, ABD, İmralõ’ya kapattõrdõğõ Öcalan’õ şimdi Gül ve Erdoğan’õn eliyle sahneye çõkarmaya çalõşõyor şimdi Irak’tan çekilecek askerini Güneydo- ğu Anadolu’ya yerleştirmek için, Öcalan’õ, tezkere gazileri Gül ve Erdoğan’õn eliyle sah- neye çõkarmaya çalõşõyor. Yõl 2009, PKK’nin Türkiye Cumhuriye- ti’ne karşõ savaş başlattõğõ 14/15 Ağus- tos’unun yirmi beşinci yõlõna bir hafta, ABD’nin Irak’tan askerini çekmek için be- lirlediği takvime göre birkaç ay var. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’õn di- linde PKK’nin bombasõ, “Milletimiz, bir- lik, beraberlik, dayanışma istiyor. Anne- ler, gözyaşları dinsin, kan, ölüm olmasın istiyor. Hepimiz bunu istiyoruz” diyor (Ra- dikal, 6 Ağustos 2009), ardõndan “Hakkâ- ri’deki anne ile Yozgat’taki annenin oğ- lunun başında aynı duayı okumuş” ol- masõyla, “yanlış” olanõ bulguluyor. Yani “öl- düren” ile “öldürülen”i aynõ dua ile “eşit- liyor”. Kõsacasõ, Türkiye Cumhuriyeti’ne sal- dõran PKK ile, PKK’nin saldõrõsõna karşõ var- lõğõnõ koruyan Türkiye Cumhuriyeti’ni, bak- kal terazisinde aynõ kefeye koyuyor. AĞLAYAN ANNE İLE AĞLATAN ANNE Anneleri ağlatanlarõn anneleri de anney- di kuşkusuz. Ağlayan anne ile ağlatan an- ne de denebilirdi onlara. Ama anneydi iki- si de. Anne olarak ikisi de acõ çekiyordu. Ne var ki, onlarõn gözyaşlarõnõ anne olduklarõ için değil, öldürenin annesi ile öldürülenin annesi olduklarõ için silmek, öldüren ile öl- dürtüleni özdeşleştirmek, eşitleştirmek, ay- nõ yere koymak değil miydi? İki annenin de anne diye aynõ eller tara- fõndan gözyaşlarõnõn silinmesi, açõk söyle- yelim, bir oyun değil miydi? “Kürt açılı- mı” çerçevesinde, Gül’ün “fırsat” olarak başlattõğõ, “yanlışlar sona ermeli” başlõk- lõ “birlik mesajında” dillendirilen “yan- lışlar”, etnik ayrõlõkçõlõğõ tetikleyen etnik baskõlar mõydõ, yoksa etnik ayrõlõkçõlarõn ulus-devletten ayrõlma ve ayrõ devlet olma amacõyla koyduğu eylemlere karşõ, ulu- sun/ülkenin varlõğõnõn korunmuş olmasõ mõydõ? Şöyle de açõklanabilir: Tartõşmanõn oda- ğõnda örtük (saklõ) duran yanlõşlar, Kürtle- re özerklik statüsü tanõnmamõş olmasõ mõy- dõ, federasyona karşõ çõkõlmasõ mõydõ, yok- sa “ayrılma” ve ayrõ devlet olmak isteyen silahlõ şiddet örgütünün ulusal kurtuluş sa- vaşõ veren örgüt olarak tanõnmamõş olma- sõ mõydõ? Şunu da ekleyelim: Yurdun sa- vunmasõnõ bir görev olarak sõnõrlara taşõmõş Mehmet’i, “işgalci” faşistler nitelemesiyle ve bombalõ baskõnlarõyla, pusuya düşürerek tabuta koyanlarõn taleplerini kabul etmemek miydi yanlõş olan? “Açılım”õn açõlmayan örtüsü altõnda han- gi yanlõşlardõ sona erdirilmek istenen. Dil- sel, kültürel, ekonomik ve yaşamsal baskõ- lar mõydõ düzeltilecek olan yanlõşlar, yok- sa ayrõlma, ayrõ devlet olma amacõyla azõn- lõk statüsünden federasyona, federasyondan ayrõlmaya ve ayrõ devlet kurmaya aşamalõ geçişin, siyasal gösterilerden teröre ve te- rörden iç savaşa tõrmandõrõlan eylemlerin ön- lenmeye çalõşõlmasõ mõydõ? Ayrõmcõ ve ayrõlõkçõ girişim “Açılım” ile açõlacak neydi, kapanacak olan neydi? Gül’ün, başbakanlõğõnda yana yakõla anlatmaktan kendini alamadõğõ “üç oy” eksikli tezkere miydi kapanmõş olan ve açõlacak olan “üç eksikli” tezkere mi ola- caktõ! Yoksa, Pandora’nõn öteki kutusu mu açõlacaktõ. Daha açõk bir söyleyişle, Irak’õ iş- gale hazõrlandõğõ süreçte Güneydoğu Ana- dolu’ya konuşlandõrõlamamõş olan 65 bin Amerikan askerini, bu kez, Irak’tan çekilmek adõ altõnda, Güneydoğu Anadolu’da konuş- landõrmanõn tezkeresi mi olacaktõ yanlõşõn dü- zeltilmesi? Sorularõmõzõn yanõtõ “tezkere” değil de dil- sel ve kültürel baskõlar olacaksa, hemen be- lirtelim ki, NATO patentli 12 Eylül yöneti- minin, Evren’in özel ve özgül çabasõyla ana- yasaya konmuş olduğu Kürtçeyi yasaklayan yasa, (19.10.1983 günlü Türkçeden başka Dillerle Yapõlacak Yayõnlar Hakkõnda Ka- nun), Özal’õn çabasõyla, Terörle Mücadele Yasasõ’nõn geçici 23/c maddesiyle, 12.4.1991’de yürürlükten kaldõrõlmõş; Türk- çeden başka anadillerde “düşüncelerin açıklanmasını ve yayılmasını”, “yayın yapılmasını” yasaklayan anayasanõn 26 ve 28’inci maddeleri, Ecevit’in son başbakan- lõğõ döneminde, 3 Ekim 2001’de, anadille il- gili yasaklamalardan arõndõrõlarak değişti- rilmiş, anayasanõn “eğitim ve öğretimle” il- gili 42. maddesi dõşõnda, 12 Eylül yönetimi tarafõndan anayasaya konan ve yasayla sõ- nõrlanan yasak dil ve yasayla yasaklanan dil kavramlarõ aşõlmõştõ. AKP iktidarõ (iktidar- larõ) dönemlerinde, yasak dil, yasayla ya- saklanmõş dil tüzel anlamda aşõlmõş olmak- la birlikte, uygulamada, Kürtçe, farklõ yer- lerde, farklõ biçimlerde, farklõ baskõlarõn ne- deni olmaya devam edecekti. İktidar AKP’deydi uzun yõllar. AKP’nin iktidarõn- da, 12 Eylül yasaklarõ, kirli savaşõn aleti ola- rak sürdürülmeye devam edildi. ‘YASASIZ YASAK’ Bir dilin, özellikle ülkesinin bir parçasõ olan bir anadilin devlet tarafõndan, üstelik bir di- zi yasayla yasaklanmõş olmasõ, ulus çağõn- da olabilir bir şey değildi. Kürtleri, halk ola- rak, birlikte, iç içe, yan yana kardeşçe ya- şadõğõ halkla düşmanlaştõrmak amacõyla -bi- linçli olarak bu amaçla- Kürtçe, konuşma di- li olarak da yasaklandõ ve bu, kendi köyün- de konuşulan dilden başka dil bilmeyen, ken- di köyünden başka köy bilmeyen ananõn yü- reğine, cezaevi kapõsõnda, bir yumruk oldu, indirildi. Ama yasayla yasaklanmõş dil kal- madõğõ zaman, “yasasız yasak” dönemine dönüldü, yasasõz yasaklandõ Kürtçe. Kürtçe, özellikle türküleriyle, ezgileriyle insanlõğõ zenginleştiren kimi sanatçõnõn yaşamõna bedel olacak denli ağõr sorunlar yaşanmasõ- nõn nedeni oldu. AKP, iktidar olduğu zaman, Kürtçenin eğitim ve öğretimle ilgili sõnõrla- masõ dõşõnda, yasalar açõsõndan yasaksõz Kürtçeyi kucağõnda hazõr bulmuştu. Ama Kürtçe türkü çõğrõlmasõnõ, ezgiler mõrõlda- nõlmasõnõ, PKK ile özdeşleyen ilkel anlayõ- şõ sürdürmekte duraksamamõştõ. KÜRTÇE TELEVİZYON İLK ADIM Gül’ün “yanlışlar”õ, dilsel ve kültürel bas- kõlar değil de halk içinde, yerel yöneticiler- den çocuklara değin, güvenlik birimlerinin, öldürmekten kaybetmeye değin uygulama- larõysa, bunlar, güvenlik güçlerinin maksatlõ ve kasõtlõ eylemlerini örterek değil, yasala- rõn içtenlikle tam ve doğru uygulanmasõnõ sağlayarak giderilmiş olmak gerekirdi. Se- kiz yõldõr tek başõna iktidar olan bir partinin kucağõnda büyüyen, güvenlik birimlerinde kimi öldürümle sonuçlanan işkencelere de- ğin bir dizi fiziksel ve pisikolojik baskõyõ ön- lemek için, Obama’nõn üflediği “fırsat”õ ya da Irak’õ işgal eden Amerikan askerinin Irak’tan çekilmesine ve Tezkere’nin terkiyle ABD askerine kapalõ Güneydoğu’da, ABD askerinin konuşlandõrõlmasõna endeksli “açı- lım”õ beklemenin gereği olabilir miydi? Televizyon kanallarõnda, radyolarda, Kürt- çe hariç, bilinen bütün dillerde, türküler söy- leniyor, ezgiler seslendiriliyorsa, yasayla ya- saklanmõş dil kalmayõnca, devletin televiz- yon ve radyolarõ başta olmak üzere bütün ka- nallarda, çõğõran herkes Kürtçe de çõğõra- bilmeliydi. Ama öyle olmadõ, yasasõz yasak devam etti. Ta ki yalnõzca Kürtçe türkü çõ- ğõrmak için, yalnõzca Kürtçe yayõn yapmak için ayrõ bir kanal oluşturana değin. Kürtçe çõğõrmak için ayrõ bir televizyon kanalõ kur- manõn, Türkiye içinde de olsa ayrõ bir böl- ge oluşturulmak istendiğini bize düşündür- meyecek miydi? Bugün, “fırsat” ve “açı- lım” ile gündeme getirilen, ne olduğu ve ne olacağõ “sır” olan yeni yapõlanmanõn nice za- man önce planlandõğõnõ, Kürtçe televizyonun, bu programõn ilk adõmlarõndan biri olduğu- nu bugün olsun düşünmeyecek miydik? Bunun, ayrõmcõ ve ayrõlõkçõ bir girişimi so- mutlaştõrdõğõnõ, kendimize olsun açõklama- yacak mõydõk? SÖYLEMEYECEK, YAZAMAYACAK MIYIZ? Gece sõnõr karakollarõnõ basan, yürüyüş ha- lindeki birlikleri köprü üstünde pusuya dü- şüren, asker kanõ döken ve can yakanlarõn sõ- cak takibini, uluslararasõ hukukun tanõdõğõ “meşruiyet” sõnõrlarõ içinde gerçekleştir- mekten özenle kaçõnarak, ancak Türk aske- rinin başõna çuval geçiren Amerikan ko- mutanõnõn belirleyeceği olay yerinden birkaç yüz kilometre uzaktaki kodlara, ancak be- lirlenen günde, ancak belirlenen saatte, an- cak havadan, ancak açõlan ateş ve vurulan be- den soğuduktan, kefenler çürüyüp dağõl- dõktan, yani Beyaz Saray’dan izin çõktõktan sonra, askere “sıcak takip” emri verilmiş ol- masõnõn, “risk” ya da “tehlike”den başka bir şey olmayan “fırsat”õ yakalamaya ve açõlõp saçõlmaya gerekçe oluşturduğunu söyleye- meyecek miydik? Bütün bunlarõn plan ise plan, tertip ise ter- tip, oyun ise oyun, satõş ise satõş, bağõş ise bağõş, azõnlõk ise azõnlõk, federasyon ise fe- derasyon, ayrõlmak ise ayrõlmak, bölün- mek ise bölünmek olduğunu söyleyemeye- cek, yazamayacak mõyõz? Söyleyenleri ve söyleyecekleri, yazanlarõ ve yazacaklarõ, engelleyenleri ve engelleyecekleri, dün Pen- tagon ayarlõ ve Beyaz Saray planlõ füzeler- le, sabotaj, suikast ve provokasyonlarla, bugün Türkiye kadar büyük Silivri bomba- sõyla bertaraf edilmiş olduğunu, bertaraf edil- mekte olduğunu, bertaraf edileceğini söy- leyemeyecek, yazamayacak mõyõz? B İ T T İ Bugün, “fırsat” ve “açılım” ile gündeme getirilen, ne olduğu ve ne olacağı “sır” olan yeni yapılanma- nın nice zaman önce planlandığını, Kürtçe televizyonun, bu programın ilk adımlarından biri olduğunu bu- gün olsun düşünmeyecek miydik? Bunun, ayrımcı ve ayrılıkçı bir giri- şimi somutlaştırdığını, kendimize olsun açıklamayacak mıydık? ABD Başkanı Obama Türkiye ziyaretinde Başbakan Erdoğan’la bir araya geldi. Almanya’da çirkin saldırı KÖLN (AA) - Almanya’nõn Köln kentinde ön- ceki gün, İstanbul Caddesi olarak adlandõrõlan, ancak resmi açõlõşõ henüz yapõlmayan caddenin (Istanbul Strasse) tabelasõna çirkin bir saldõrõ düzenlendi. Kimliği belirsiz kişiler dün “İstan- bul Strasse” yazõlõ tabelaya sprey sõkarak tahrip ettiler. Polis, olayla ilgili olarak soruşturma başlatõldõğõnõ açõklarken tabelanõn üzerinin özel bir boyayla boyanmasõ Türkler arasõnda da bü- yük tepkiye neden oldu. Köln Belediyesi, Kalk semtindeki emniyet müdürlüğü yakõnõndaki caddeye “İstanbul Strasse” adõnõ vermişti. Müsenna Fransızları büyüledi PARİS (ANKA) - Fransa’da devam eden “Türkiye Sezonu” etkinlikleri kapsamõnda sah- nelenen, soprano ve müzikoloj Çimen Sey- men’in projesi Müsenna, Fransõzlarõ büyüledi. Le Figaro, Cevher-i Müsiki’nin de yer aldõğõ gösteri için “şaşõrtõcõ” ve “harika bir karõşõm” gibi ifadeler kullandõ. Le Figaro, magazin yayõ- nõnda “Buranõn ve Şark’õn Baroku” başlõklõ ya- zõsõnda müzikoloj Seymen’in projesi Müsen- na’nõn sahnelenmesine ilişkin olarak “Mõsõrlõ Mozart’tan sonra Paris yakõnda yeni müzikal komedi, rock operasõ Mozart ile tanõşacak. An- cak sürpriz, Sable-sur-Sarthe’den geldi. Fran- sa’daki Türkiye yõlõ dolayõsõyla bu barok festi- vali, 17. yüzyõlõnda Doğu’nun Batõ için oluştur- duğu cazibeye bir selam göndermek istedi” diye yazdõSeymen’in tek bir gösteride bu iki bölge- nin müziklerini harmanlamak istediğini kayde- den Le Figaro, “Sonuç şaşõrtõcõ” diye konuştu. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle