Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
S
õvas “Madımak” faciasõndan
bir süre sonraydõ. Aziz Nesin’i
yerel yönetim adõna onur konu-
ğu olarak İzmit’e çağõrdõm. Değerli ya-
zar, olağanüstü güvenlik önlemleri ara-
sõnda belediyece düzenlenen kitap
günleri haftasõnda yer aldõ. Ayrõca kent
otellerinin anahtarlarõ kendisine özel
törenle sunuldu. Madõmak Oteli bas-
kõnõna karşõ tavõr yansõtmak için bu an-
lamda bir gösteri düzenlenmişti.
Basõn, ziyarete büyük ilgi gösterdi.
Bir gazetecinin; “Çağdaşlık sizce
nedir” sorusuna, önce sözcüğü irde-
leyerek yanõt verdi: “Çağdaş sözcü-
ğü, zamandaşlığı kapsar. Örneğin
biz, Afrika’daki Hotantolarla ya-
şamsal çağdaşız. Atatürk’ün belirt-
tiği ve aslı ‘muasõr medeniyet sevi-
yesi’ olan tümcedeki muasır söz-
cüğü; asri demektir. Çağdaşlık
karşılığını vermez, çağcıl demek ge-
rekir” dedi. Sonra da Atatürk’ün
söylediği ve yine esasõ; “Hayatta
en hakiki mürşit ilimdir, fendir”
olan deyişine göndermede bulundu:
“Çağcıllık, bilimi yol gösterici al-
maktır.”
Aziz Nesin’in irdelemesinden son-
ra ‘çağcıl’ sözcüğünü özenle kulla-
nanlardan biri de ben oldum. “Çağ-
daş” sözcüğü kullanõmõna tanõk ol-
dukça da Aziz Nesin’in yaklaşõmõnõ
anlatarak, doğrusunu önerdim.
Niçin?
Uygarlõk kompozisyonunun ana te-
masõ bilimdir. İnsanlõk tarihi; bilimin
getirdiği uygarlõktan yana olanlarla
karşõtlarõnõn kõyasõya çatõşmalarõyla
doludur. Bilim karşõtlarõnõn en güçlü
silahlarõ dünyanõn dört bir yanõnda
dogmalara sarõlmaktõr. Ama her nok-
tada cehaletleri egemendir.
“Bilimi arayınız” özdeyişi, İslam
terminolojisine daha çõkõşta damgasõnõ
vurmuş yaklaşõmlardandõr. Bilim ise
uygarlõğõ gerçekleştirecek yöntem-
dir. Ama yüzyõllar sonra bağnaz sap-
tõrmalarla “itikat” yani “inanç gere-
ği” savõyla, kaynağõ bilim olan çağcõl
uygarlõk, karşõt hedef gösterilmekte-
dir. Dinsel terminolojiye de isabetle
yer eden bilim kavramõndan türeyen
uygarlõk, kimilerince inanç adõna yad-
sõnmaktadõr. Yaman bir hedef sayõla-
rak “saçma” olarak nitelendirilmek-
tedir. “Çağcıl uygarlık düzeyine
ulaşmayı” ilke edinen Atatürk’e de
dolaylõ saldõrõlar yapõlmaktadõr.
Bilim sadece teknik bir terim de-
ğildir. Aynõ zamanda sosyolojik bo-
yutu da vardõr. Akõl ve mantõk öğele-
ri üzerinde insani kõstaslar göz önüne
alõnarak geliştirilmiş üst bir tanõmla-
madõr. Çağcõllõk, böylesine tanõma
uygun, uygar yaşam biçimidir.
21. yüzyõl dünyasõnda, birtakõm
bağnazlarca çağcõllaşmanõn yerilme-
si akõllara durgunluk vericidir. Ana-
dolu’daki antiemperyalist kalkõşmadan
sonra gerçekleşen tam bağõmsõz Tür-
kiye ideali, Cumhuriyet ve devrim sü-
recini çağcõl uygarlõk düzeyi üzerine
inşa etmiştir. “Hurafe ve safsatalar-
dan” arõnmõş bir toplum yapõsõnõ kur-
mak amaç edinilmiştir. Ama her fõr-
sattan yararlanarak akõl ve bilim esas-
larõnõ yadsõyan bir bölük zihniyet, ül-
ke ve ulus geleceğini karartmanõn
sürekli peşindedir.
Kemalist Aydõnlanma Devrimi, halk
egemenliğini esas tutarak uluslarara-
sõ anlamda kabul gören uygar ölçek-
li atõlõmõnõ, halkla birlikte gerçekleş-
tirmiştir. Çağcõl gelişmeleri ülkesine
yaşatmak isteyen, kamu yararõna uy-
gun ilerici ve toplumcu bir sistem kur-
muştur. “Müspet” bilime dayalõ; eği-
tilmiş, sağlõklõ, özgür, insan hak ve hu-
kukuna saygõlõ, sosyal devletten yana,
kültürlü, ulusal onura dayalõ uygar bir
ülke öngörülmüştür. O halde niçin Ke-
malist çağcõllaşma, saldõrõ hedefidir?
Toplumsal düzeni çağcõl uygarlõk öl-
çütlerinden uzak kõlarak belli direnç
kalõplarõnda tutmak çabasõ, tarihin
değersiz sayfalarõndadõr. Feodal, sal-
tanatçõ ve tutucu eğilimler, çağcõl uy-
garlõklara doğalarõ gereği ters düş-
müşlerdir.
Despotizme oturan, bireyciliğe bi-
at eden ve nihayet evrensel uygarlõğõn
akõşõna set çeken tutum sergilemiş-
lerdir. Amaç; dünyanõn her tarafõnda
olduğu gibi Türkiye’de de karşõdev-
rimciliği gerçekleştirmeye yönelik
seyretmiştir.
Sonuç:
Bilinmektedir ki bu ülkede kötücül
zihniyet için çağcõllõk yaman bir he-
deftir. Amaç, çağcõl uygarlõktan yana
kişi ve kurumlarõ tasfiye etmektir.
Yine bilinmelidir ki, bu ülkede insanlõk
onurunu yükseltmek için, çağcõl uy-
garlõğõ ilerleme hedefi sayan milyon-
larca kişi yaşamaktadõr.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 22 EYLÜL 2009 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Bayramınız Kutlu mu?
Atın bir şeker ağzınıza ya da bir çikolata parçası!..
Bugün bayram!.. Bir şair, “Bayram bize mahrem” demişti...
Hapishanede iken mi, yoksa çıktıktan sonra mı?
Bugün Şeker Bayramı! Silivri’deki Ergenekon sanıkları-
nı kutluyorum. Savcılarını, yargıçlarını da kutlamak ister-
dim, ama içimden gelmiyor. Bir büyük haksızlık görüyo-
rum. Bir yıldan çok zamandır sürüp giden bu anlamsız da-
va!.. Daha da yıllarca sürecek mi? Bu gidişle içerde
sağlam adam bırakılmayacak, öyle mi? Amaç aydınlığın sön-
dürülmesi mi? Tek tek ya da topluca!..
Balbay’ın eşi, aldı çocuklarını Silivri’ye taşındı. Hiç
değilse ara sıra Balbay’ı görebilmek için... Kaç ay geçti ya
da geçecek? Mustafa Balbay Cumhuriyet’in Ankara tem-
silcisi, yazarı... Ne yapmış ki! Geçenlerde birileri sordu: “Ne
suçu var ki?” Yanıtladım, onun suçu büyük, önce Atatürk’ü
seviyor, Cumhuriyet devrimlerine inanıyor, şeriatçıları,
gericileri, yağmacıları, çıkarcıları sevmiyor, gazetedeki
yazılarında gerçekleri bir bir açıklıyor, cilt cilt kitaplarla uy-
garlığı, çağdaşlığı, güzellikleri anlatıyor... Bundan büyük
“suç” mu olur?
Bugün bayram, güzel şeyler yazmak istiyorum. Öyle gü-
zel şeyler ki, yalnız bugün değil, gelecekte de okunsun, se-
vilsin. Yeni kuşaklara biraz sevgi, umut, direniş versin! Ya-
zarların işi budur! Yalnız içinde oldukları günün insanları
değildir onlar! Yüzyıllar geçer, kitaplarla şiirlerle, öyküler-
le romanlarla konuşurlar. Açarsın bir şiiri, bir öyküyü yeni
baştan yaşarsın, yaşamanın anlamını duyarsın...
Silivri’ye gitmek, Balbay’ı da, öteki dostları, arkadaşla-
rı da bir cam perdenin ardından görmek de, eline tu-
tuşturulan bir telefonla konuşmak... Ben bunu daha önce
de yaşadım. Sağmacılar’da barış davasının sanıkları Ali Sir-
men, Erdal Atabek, Orhan Apaydın’la üç beş laf ede-
bilmek için... Daha daha önce de Maltepe’deki askeri tu-
tukevinde bir tel örgü önünde İlhan’la, Çetin’le ko-
nuştuğumda... Gözyaşlarımı tutamadığımda!..
Ben Cumhuriyet çocuğuyum. İlkokul, ortaokul, lise yıl-
larımda mutluluk denen duyguyu yaşayanlardanım... Ge-
leceklerin, bize çok büyük güzellikler getireceğine ina-
nanlardan!.. Yaşlandıkça işin rengi değişti. Demokrasi di-
ye tutturulan bir çıkmaz sokak aldı ülkeyi bir başka garip,
çirkin bir dünyaya soktu. Bir yağmadır başladı. Bir ezme,
ezilme dönemi. Asker geldi kurtardı. Asker geldi batırdı. Si-
vil geldi önce kendini kurtardı. Sivil gitti asker geldi, işler
yine karıştı. Bir o, bir bu! O gelecek bu gidecek sözleri, ya-
zıları, çekişmeleri...
Sürüp gitmiyor mu hâlâ? Bakın seller basmış, insanlar
ölmüş, yetmez, bir daha gelir sel, yine silip süpürür. O da
olmazsa, deprem gelir kent insanları gerçek acı, gerçek fe-
laket nedir, yaşar. Yaşatılır demek istiyorum. O koskoca
kırk-elli katlı yapılar, lüks apartmanların topraklara devril-
diğini umarım bir gün görmez insanlarımız!
Şeker Bayramı’ndayız. Atın bir çikolata, bir badem
şekeri, o güzel eski günlerimizden bir tat, bir esinti gelsin
bir anlığına!.. Bayram, birkaç gün kendini dinlemek olanağı
verir, vermelidir, dosta düşmana...
Bunu da yapamazsak, sizler, bizler, içerdekiler, dışar-
dakiler... olmaz olsun böyle bayramlar...
PENCERE
Pavlov’un Köpeği
Ünlü Rus bilgini Pavlov’un deneyiminden bu
köşede vaktiyle söz açmıştım.
Laboratuvarda bir küçük köpek üzerine de-
neyler yapar Pavlov, yemek vermeden önce
hayvana çember biçiminde bir parlak ışık gösterir..
Elektrik şoku vermeden önce de elips biçiminde
bir elektrik ışığı gösterir..
Bir, iki, üç, beş, on beş; derken köpek koşul-
lanır..
Akıllı hayvan..
Çemberi görünce seviniyor..
Mama geleceğini biliyor..
Kuyruğunu sallıyor..
Elipsi görünce başına geleceği kestirdiğin-
den başlıyor havlamaya..
Hırlamaya..
Ulumaya..
Pavlov deneyini sürdürüyor..
Bilindiği gibi elipsin iki merkezi vardır; bilgin bu
ikisi arasındaki uzaklığı yavaş yavaş kısaltarak elip-
si çemberleştirmeye başlar..
Durum zorlaşıyor mu?..
Köpekçik yine de tüm duyarlığıyla dikkat ke-
silmiş, elektrik yandı mı bakıyor..
Çember mi?..
Elips mi?..
Elektrik şoku mu yiyecek?..
Mama mı?..
İş öyle bir noktaya varıyor ki hayvancağız iki ay-
rı ışıklı göstergeyi ayırmakta zorluğa düşüyor; ne
kadar dikkat kesilse nafile...
Huysuzlaşmaya başlıyor..
Yay gibi geriliyor.
Pavlov elipsin merkezlerini birbirine yakınlaş-
tırdıkça, elektrik ışığından oluşan iki şekil -çem-
ber ve elips- birbirinden ayırt edilemez duruma
dönüştükçe, hayvan ne yapacağını bilemez...
Sürekli tepki köpeği sarar..
Işık yandı mı, hangisi olursa olsun, başlar çır-
pınmaya..
Ulumaya..
Yerlerde yuvarlanmaya..
Cıyak cıyak havlamaya..
Bir çeşit ruh hastası olur..
Peki, köpekte ruh var mı?..
Son zamanda bu ülkenin insanları tam bir iki-
lem içine düştüler..
Elips mi?..
Çember mi?..
Karşıdan bir görevli geliyor..
Devletin memuru mu?..
Mafyanın adamı mı?..
Gazetenin manşeti haber mi?..
Dolduruş mu, iftira mı, şantaj mı, holdingin tez-
gâhı mı?..
Köşe yazısı yazı mı, tetikçilik mi?..
Devletin Bakanı, gerçekten Bakan mı?..
Şeyhin kulu mu?..
Tarikatın müridi mi?..
Başbakan elips mi?..
Çember mi?..
Geçen gün bu ülkenin yurttaşlarından birini gör-
düm; suratı darmadağın, kaşlar çatık, ne yapa-
cağını şaşırmış, durumu perişan...
Kimin kim, neyin ne olduğunu bilemiyor..
Sordum, anlattı...
- Bana bak, dedim, sen Pavlov’un köpeği de-
ğilsin, insansın, yurttaşsın...
- Eeee?..
- Bu gibi durumlarda ağlayıp dövüneceğine, hır-
layıp homurdanacağına, çırpınıp yakınacağına, ne
gerekiyorsa onu yap!.. Adam olmanın başka yo-
lu yoktur.
(26 Ocak 2003 tarihli yazısı)
A
KP tarafõndan, başkanlõğõnõ
Prof. Dr. Ergun Özbudun’un
yaptõğõ altõ bilim insanõndan
oluşan bir komisyona hazõrla-
tõlan -sivil- anayasa önerisin-
de çevre, ‘‘Çevrenin Korunması ve Milli
Servetlere İlişkin Hükümler” üst kõsõm baş-
lõğõ altõnda 129. maddede düzenlenmiştir...
Maddenin ilk fõkra metni hükmü aynen
şöyledir: ‘‘Devlet herkesin, insani gelişimini
mümkün kılan sağlıklı bir çevrede yaşa-
ması için gerekli tedbirleri alır.’’ İkinci fõk-
rada ise ‘‘Çevrenin en üst düzeyde ko-
runması ve çevre kalitesinin iyileştirilmesi,
sürdürülebilir kalkınma ilkesiyle uyum-
lu olarak, herkesin ve devletin görevidir”
denmektedir.
Anayasal hükümler ve çevre
Madde metninde ilk göze çarpan, çevre
hakkõnõn yürürlükteki 1982 Anayasasõ’nõn 56.
maddesinden farklõ olarak anayasal koruma
altõndan çõkmõş olmasõdõr. Bunun yerine çev-
reyi koruma ve geliştirme görevi devlete ve
herkese verilmiştir. Bu sõrada devlet insani
gelişmeyi mümkün kõlacak sağlõklõ bir çev-
rede yaşama için gerekli tedbirleri alacaktõr.
Ancak bu düzenleme, öğretide sanõldõğõnõn
aksine, önerinin getirdiği belki de en masum
değişiklik olarak değerlendirilmelidir. Zira
çevre hakkõnõn anayasal koruma altõna alõn-
masõnõn pratik sonucu bellidir: Devletten çev-
reye zarar verici faaliyetlerden kaçõnmasõnõ
talep edebilmek ve zarar verenlere karşõ bir-
takõm idari ve yargõsal yollara başvurabil-
mek!.. Fakat devletin ve yurttaşlarõn çevre-
yi korumak ve kollamak görevi varsa, gö-
revin ihmali halinde zaten aynõ yollara ister
istemez başvurulacaktõr. (Alman Federal
Anayasasõ md. 20 a, İsviçre Federal Ana-
yasasõ md. 24, Hollanda Anayasasõ md. 21
gibi pek çok anayasa, çevre hakkõndan bah-
setmeyip, çevreyi koruma ve geliştirme ö-
devini sadece devlete yüklemiş, yurttaşlarõn
bu konudaki ödevine hiç değinmemiştir.)
Türkiye’de çevre anlayõşõ anayasal bir sorun
olmaktan çok, hükümetlerin kendi yandaş-
larõna sunacağõ bir getirim kaynağõ olarak gö-
rülmektedir. Sadece İstanbul Büyükşehir Be-
lediyesi sõnõrlarõ çevresinde son dönemde
2000’den fazla imar değişikliği yapõlmasõ bu-
nun en yalõn göstergesidir.
Anayasal yaptırımlar ve çevre
Maddenin ikinci fõkrasõnda kullanõlan ve
aynõ zamanda anayasal görevin çerçevesini
çizen “çevrenin en üst düzeyde korunması
ve çevre kalitesinin iyileştirilmesi” ifade-
leri son derece muğlaktõr. Anlaşõlmasõ zor ve
çevre hukuku literatürüne yabancõ sözcük-
ler yerine daha somut ifadeler kullanõlmalõ-
dõr. Hatta çevreyi koruma ve geliştirme
görevinin ihmaline karşõlõk somut anayasal
yaptõrõmlar benimsenmelidir. Böylece, çev-
re sağlõğõnõn ve ekolojik dengenin korunmasõ
ihtimal hesaplarõna bõrakõlmamõş olur. Ay-
rõca maddenin yeni halinde sadece sağlõklõ
bir çevreden bahsedilmiş ve mevcut anaya-
sanõn 56. maddesinde bahsolunan ‘‘sağlık-
lı ve dengeli bir çevre’’ ibaresi terk edil-
miştir. Fakat bu ifade tarzõnõn da yerinde ol-
madõğõ açõktõr. Zira sağlõklõ çevre, çevrenin
kirletilmediği ve ona zarar verilmediği bir or-
tamõ ifade ederken, çevresel denge için esas
olan kirlilik ve zarar değil, ekolojik düzenin
bozulmamasõ durumudur.
Anayasa önerisi çevre sağlõğõna ilişkin do-
laylõ hükümler de içermektedir. Söz konu-
su öneride çevrenin korunmasõ ve geliştiril-
mesine hizmet edecek hükümler, yürürlük-
teki 1982 Anayasasõ’nõn bazõ hükümlerinden
ya bire bir alõnmõş, ya mevcut hükümlerin
kapsamlarõ daraltõlmõş ya da tümüyle yü-
rürlükten kaldõrõlmõştõr. Gerçekten de ‘‘Kı-
yıların Korunması ve Kıyılardan Yarar-
lanma” başlõklõ 132. madde, mevcut ana-
yasanõn 43. maddesinden aynen; ‘‘Tarih,
Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korun-
ması” başlõklõ 133. maddesi ise yürürlükte-
ki anayasanõn 63. maddesinden aynen; ‘‘Ta-
bii Servetlerin ve Kaynakların Aranma-
sı ve İşletilmesi” başlõklõ 130. maddesi ise
anayasanõn 168. maddesinden sadeleştirile-
rek aynen aktarõlmõştõr.
Anayasal koruma ve çevre
Buna karşõlõk “Ormanların Korunma-
sı ve Geliştirilmesi” başlõklõ 131. maddenin
koruduğu alanõn kapsamõnõn 1982 Anaya-
sasõ’na göre ciddi bir şekilde daraltõldõğõnõ
söylemek mümkündür. Tasarõnõn 131. mad-
desi bir yandan devletin, ormanlarõn korunup
geliştirilmesi için gerekli önlemler alaca-
ğõndan bahsederken, diğer yandan ormanlarõn
tahrip edilmesine ilişkin siyasi propaganda
yapmayõ yasaklayan 1982 Anayasasõ’nõn il-
gili hükmünden (md. 169 / fõkra 3) bahset-
memesi düşündürücüdür. Kõsacasõ, orman
tahribatõ da artõk siyasi yaşamõn bir parçasõdõr.
Bu hükmün önemi, orman sõnõrlarõnda da-
raltma sayõlmayan orman vasfõnõ kaybetmiş
alanlarõn -ki aynõ hüküm mevcut anayasanõn
169. maddesinin son fõkrasõnda da yer al-
maktadõr- gerçek ve tüzelkişilere devrinde
anayasal süreyi 23 Temmuz 2007’ye kadar
ileriye çeken hükümle (Tasarõ md. 131 / fõk-
ra 4) birlikte değerlendirildiğinde daha da ön
plana çõkmaktadõr. Zira 1982 Anayasasõ’nõn
169. maddesinin son fõkrasõ ile önerinin 131.
maddesinin dördüncü fõkrasõ birlikte ele
alõndõğõnda, 31 Aralõk1981 ile 23 Temmuz
2007 arasõnda orman vasfõnõ kaybeden ara-
ziler, yabancõ-yerli sermaye ayrõmõ olmak-
sõzõn gerçek ve tüzelkişilere devredilebile-
cektir. Önerinin 131. maddesinin son fõkra-
sõnda bu tür arazilerin devrinde fiilen bu ara-
zileri kullananlar ile orman köylülerine ön-
celik verileceğinden bahsedilmesi ise “Dost-
lar alışverişte görsün” hükmündendir. Bir
kez orman köylüleri, Türkiye’de milli ge-
lirden en az payõ (yaklaşõk 250 - 300 dolar)
alan kesimdir. Böylesine düşük bir gelirle
maddi değeri oldukça yüksek olan bu türdeki
arazilerin orman köylülerince devralõnma-
larõnõn beklenilmesi, hayal gücü sõnõrlarõnõ ol-
dukça zorlamaktadõr. Kaldõ ki söz konusu
anayasa tasarõsõ mevcut 1982 Anayasa-
sõ’nõn 170. maddesinin aksine orman köy-
lülerinin korunup desteklenmesine ilişkin her-
hangi bir hüküm de içermemektedir.
Tüm bunlarõn dõşõnda, devletin yürürlük-
teki anayasanõn 44. maddesinde bahsolunan
“toprağın verimli olarak işletilmesi ve
erozyonla mücadele” ile 45. maddede be-
lirtilen “tarım arazilerinin, çayır ve me-
raların amaç dışı kullanılmaması için
gerekli tedbirleri alma” görevlerinden
anayasa önerisinde hiç bahsedilmemiştir.
Öneride yeni kuşak insan haklarõndan
olan ve çevrenin korunmasõna hizmet eden
“İnsanlığın Ortak Malvarlığına Saygı” ve
“Barış Hakkı” gibi dayanõşma haklarõna da
hiç değinilmemiştir.
Bu ülkeye belki de şimdi bir “Çevre Açı-
lımı” gereklidir!..
AKP ve ‘Çevre’...
Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üni. Anayasa Huk. Ana Bil. Dalõ Araş. Gör.
Devletin yürürlükteki anayasanõn 44. maddesinde bahsolunan “toprağõn
verimli olarak işletilmesi ve erozyonla mücadele” ile 45. maddede
belirtilen “tarõm arazilerinin, çayõr ve meralarõn amaç dõşõ
kullanõlmamasõ için gerekli tedbirleri alma” görevlerinden anayasa
önerisinde hiç bahsedilmemiştir.
‘Çağcõllõk’YamanHedef...
Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu