25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B www.arstil.com %10 KDV, %10 Paro indirimiyle! “Sevgili solcular, sosya- listler!.. Siz birbirinizi sevmi- yorsunuz. Sevgili arkadaşlar, dedim, ama sizler arkadaş da değilsiniz, arkadaş gibi dav- ranmıyorsunuz. İçinizden bir- çoğunu tanıyorum. Her biri- nizin nitelikleri, yanlışlıkları, tutkuları, aşkları, sevdiği mü- zikçileri, çocukluk anıları, kendine göre idealleri var. Bir insanoğlu ol- mak, kısacası!.. Bir araya geldiği- nizde karabasan başlıyor! Yum- ruklar, çirkin suçlamalar, meyhane kavgaları! Her şeyin başında kin, nefret! Hepinizin birbirinize karşı duyduğunuz nefret...” Bunu, ben demiyorum! Ben yaz- mıyorum! Ben düşünmüyorum, düşünmek bile istemiyorum... Türk solu böyle mi, sosyalist, toplumcu, halkçı, eşitlikçi geçi- nenler gerçekten böyle mi? Birbi- rine düşman mı? Yazımın başındaki sözler bir ya- bancının, bir Fransız solcusunun!. ‘Observateur’ dergisi yazarı Jac- que Julliard’ın... Ama bizimkilerle bir benzerlik yok mu? Türk solu niye bir türlü bir ara- ya gelmiyor? Kim engel oluyor, güçlü bir sol partide bir araya gelmelerine? Devlet mi, hükümet mi? Karşıt görüşte olanlar mı? En başta, kendileri diyeceğim. Ken- dimiz, konuşmalarımızda, yazdık- larımızda, hepimiz solda birlik is- tiyoruz, ama olmuyor. Fransız sosyalisti Julliard birkaç yıl önce yapmıştı bu güzel uyarı- yı... Cumhurbaşkanı seçimi önce- siydi. Bir kadın politikacı adaydı, parti kurullarında gereken oyu al- mış, Fransız sosyalist partisinden aday olmuştu. Beklenen neydi: Partili arka- daşlarının desteklemesi!.. Seçim toplantılarında yanında olmaları, konuşmalarla, yazılarla onu des- teklemeleri!.. Ama kıskançlıktan mı, çekememezlikten mi, hepsi sindi- ler, hatta o kadını, Segolene Ro- yal’i açık açık kötülemeye bile kalkıştılar. Demek ki, sol, bencilliklerden kendini kurtaramıyor. Türkiye İşçi Partisi’ni düşünün; Aybar’larla Boran’lar, Aren’ler birbirine gir- medi mi? Çetin Altan, TİP kon- gresinin başkanlığını yaparken “Sizin o görkemli toplantınız” gibi konuşmasının ardından ertesi günü çıkan yazısında, Aybar yönetimini suçlama- dı mı? TBMM’ye on beş üye sokabilen TİP kısa sü- rede çözülmedi mi? Bugün sol adına ortaya çı- kan irili ufaklı kaç parti var? Seçim listelerine bir bakın; hepsi sol, hepsi sosyalist, hepsi halkçı, hepsi sermaye karşıtı, hepsi emek- çiden yana. Ama hepsi yüzde 1’lerde sürükleniyor. Hiçbiri gerçeği göremiyor, büyük bir partide bir araya gelemiyor.. Şu günlerde gereken nedir: İk- tidardaki bir partinin, daha doğrusu günden güne aşırı çizgilere varan iktidara karşı birlikte savaşım ver- mek!.. Ama kopuk kopuk dağıl- malar yaşandığı sürece bugün de, yarın da ülke gerici iktidarların elinden kurtarılamayacaktır. “Sevgili dostlar siz birbirinizi sevmiyorsunuz. Arkadaşlık bile yok aranızda” diyen Julliard bizim solcuları görse, bunlar solcu mol- cu değil, kendilerini akıl, bilgi ek- sikliğinden kurtaramamış insanlar, demez miydi? “Kin, nefret mi” solda bitip tü- kenmez düşmanlıklar yaratan, yoksa ilkel duygulardan bir türlü kopamamak mı? 4 HAZİRAN 2009 PERŞEMBE EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Sol’ Niye Etkisiz? Fransõzlarõn Dreyfus’u Gibi... B iliyorsunuz Arapça da- va sözcüğü, dilimizde yaygõn biçimde bir mahkemede görülen yargılama anlamõnda kullanõl- dõğõ gibi, düşünce, fikir, sav, so- run anlamlarõna da gelmektedir. Örneğin 70’li yõllara kadar “Kal- kınma davamız var, din dava- mız var, dil davamız var” şek- linde de bolca kullanõlmõştõr. Nasõl unuturum. 1975 yõlõ Ka- sõm ayõnda Cumhuriyet’te çõkan “Kent Romanı-Köy Romanı Üstüne” adlõ yazõmda “Roman problemlerle değil, sorunlarla uğraşır” dediğim için, “Bre cahil, sorun problemin Türk- çesidir” diyen yazarcõklarõn saldõrõsõna uğramõştõm. Oysa biri yeryüzünde görünüm kazanmõş çözümü denklemleş- tirilebilen fiziksel olgularla, di- ğeri ise çözümü kesinlikle arit- metiksel denklemler halinde özetlenemeyen çok boyutlu kar- maşõk yapõya sahip soyut olgu- larla ilgili kavramlardõr. Örneğin bir toplumun konut problemi, saptanacak sayõda ko- nutun gereksineceği malzeme ve paranõn sağlanmasõ halinde kolayca çözülebildiği halde, o toplumun diyelim dil, din veya kalkõnma sorununun aritmetiksel denklemler haline getirilebil- mesi bile kesinlikle olanaksõzdõr. Nitekim Frenkçede de hem “problem”, hem “question” sözcükleri vardõr. Bilindiği gibi Osmanlõcada da problem’in kar- şõlõğõ “mesele”, question’õn kar- şõlõğõ ise “dava”dõr ve günümüz konuşma diline mesele problem, dava da sorun olarak aktarõl- mõştõr. Bu nedenle 22 Temmuz se- çimlerinden bu yana parti baş- kanõ, sözcüsü, hukukçu, anaya- sa profesörü, uygar (civil) toplum örgütü yöneticisi, Holding med- yasõnõn demirbaş münazaracı ve köşe yazarlarõnõn yoğun biçim- de sürdürdükleri şu kampanya- ya bakõlõrsa, bizim de tõpkõ Fran- sõzlarõn Dreyfus Davası gibi yõllardõr bir türlü çözemediğimiz bir “Anayasa Davamız” oldu- ğunu yadsõyabilmek galiba ola- naksõzdõr. Bilindiği gibi Yahudi asõllõ Fransõz subayõ Alfred Dreyfus, 1894 yõlõnda Fransõz haber alma servisinin güya Paris’teki Alman Askeri ataşesinin kâğõt sepetin- de bulduğu bir belgeye dayanõ- larak Askeri Mahkeme’de söz konusu kanõtõ görmesine bile izin verilmeden yargõlanõp, va- tana ihanet suçundan mahkûm edilmiş ve rütbesi sökülüp or- dudan atõlarak Fransõz Guyana- sõ’ndaki Şeytan Adasõ’na sü- rülmüştür. Kõz kardeşinin yaptõğõ giri- şimler ise bir sonuç vermek şöy- le dursun, tam karşõtõ kamuo- yunda “Yahudi düşmanlığı- nın” şiddetlenmesine neden ol- muştur. Ta 1898 yõlõnda Emile Zo- la’nõn bu adli hatanõn farkõna va- rõp 13 Ocak günlü Aurore ga- zetesinde Cumhurbaşkanõna hi- taben yazõlmõş Dreyfus’u hiçbir kanıt olmadan mahkûm ettirdiği için Genelkurmayõn ağõr bir dil- le eleştirildiği “Suçluyorum” başlõklõ bir açık mektup ya- yõmlamasõyla dava yeniden gün- deme getirilebilmiştir. Ancak, hem Askeri Mahkeme, Savunma Bakanlõğõ’nõn yaptõr- dõğõ incelemede söz konusu bel- genin sahte olduğunun anlaşõl- masõna ve sahte belgeyi düzen- leyen albayõn bu olay üzerine in- tihar etmesine karşõn Dreyfus’u gene suçlu bularak 10 yõl hapis cezasõna çarptõrmõş, hem de Emile Zola Fransa’yõ küçük dü- şürme suçundan hakkõnda açõlan davada 1 yõl hapis, 3 bin Frank para cezasõna çarptõrõlmõştõr. İnsan hakları Zola’nõn verilen bu haksõz ce- zadan dolayõ ülkesini terk ederek İngiltere’ye gitmesi kuşkusuz konuyu daha da güncelleştir- miş, tõpkõ bugün bizde olduğu gi- bi kamuoyunda insan hakları, kişi özgürlüğü, ulusun yük- sek çıkarları, ordunun onuru gibi kavramlar tartõşõlmaya baş- lamõştõr yoğun bir biçimde. Gerçi Dreyfus hükümetin al- dõğõ bir kararla hemen serbest bõ- rakõlmõştõr, ama aklanmasõ Zo- la’nõn 1902 yõlõnda ölmesinden sonra bu kez Jean Jaures’nin sa- hip çõkõp savaşõmõ Meclis’te ve kamuoyunda sürdürmesiyle da- vanõn yeniden görüşülmesi sa- yesinde 1906 yõlõnda sağlana- bilmiştir ancak. Oysa ne Zola hukukçudur, ne de Jean Jaures. Liseyi bile biti- rememiştir Zola. Jaures de lise- lerde ve edebiyat fakültesinde dersler vermiş felsefe öğretme- ni bir solcu politikacõdõr. Kuşkusuz Anayasa Davamız ile Fransõzlarõn Dreyfus Dava- sı’nõ aynõ kefeye koyup değer- lendirebilmek de elbette ola- naksõzdõr. Yargı hatası Nitekim Dreyfus Davası so- nuçta bir yargı hatasõndan kay- naklanmõş, gene yargõ aracõlõ- ğõyla çözümlenebilecek bir problemdir ve 12 yõl sonra da ol- sa iki yurtseverin yargõlanmayõ göze alarak yaptõklarõ girişim- lerle çözümlenmiştir. Ama Anayasa Davamız ise tam 133 yõldõr kavgasõnõ verdi- ğimiz, çağdaşlaşmamõzõ, dola- yõsõyla modernleşmemizi sağ- layacak siyasal evrimle ilgili bir toplumsal olgudur ve kesin- likle yargı, yasama ve yasa ile ilgili olmayõp, devlet düzeninde kuvvetler ayrõlõğõ ilkesini yaşa- ma geçirip yasama-yürütme- yargõ erklerinin oluşmasõnõ sağ- layacak ve özerkliklerini koru- yacak hukuk’la ilgili, çözümü toplumsal çok boyutlu bir so- rundur. Bilindiği gibi, 1867 yõlõnda III. Napolyon’un çağrõsõ üzeri- ne Sultan Abdülaziz’le birlik- te Paris Sergisi’nin açõlõşõna, oradan da Londra’ya giden Os- manlõ aydõnlarõ, İngiltere’nin olağanüstü gelişmişliği karşõ- sõnda şaşõrõp, bu kalkõnmõşlõğõ salt Kralõn Parlamento ile birlikte çalõşmasõna yorarak, Osmanlõ İmparatorluğu’nu da parlamen- tolu bir düzene geçirebilmek için yurda döner dönmez giri- şimlere başlamõşlardõr. Ne var ki, egemenliğin hane- dandan ve kutsal güçlerden alõn- masõnõ, yasama-yürütme-yargõ erklerinin ayrõştõrõlõp özerkleşti- rilmesini ve yasama yetkisinin Meclise devredilmesini akõlla- rõndan geçirmeye bile cesaret edemeyen bu aydõnlar, çözümü Frenkçe Constitution law de- yimini, İngilizce law sözcüğünün hem hukuk, hem kanun anla- mõna gelmesinden yararlanarak tam bir Şarklı kurnazlığı ile hu- kuk ve yasa kavramlarõnõ kar- makarõşõk edip, “kuruluş hu- kuku” diye değil, “kuruluş ka- nunu” anlamõnda “Kanun-i Esasi” diye Osmanlõcalaştõr- mõşlardõr. Kurduklarõ bu ucube düzen için de, gene aynõ kur- nazlıkla gerek Constitution law’un Fransõzcasõ La Charte Constitution deyimindeki char- te’õn okunuşundan, gerekse Frenkçede Constitution ve Con- dition sözcüklerinin ses uyu- mundan yararlanõp Arapça “şart” kökünden, sultanın bir meclisle birlikte çalışmayı ka- bul ettiği yönetim biçimi anla- mõnda yeryüzünde başka hiçbir dilde karşõlõğõ bulunmayan “Meşrutiyet” diye yeni bir söz- cük uydurmuşlardõr. Yasa değil hukuk Görüldüğü gibi, teokratik dev- letin tek seçeneği olan egemen- liğin halka, dolayõsõyla da yasa- ma yetkisinin Meclis’e devre- dildiği, kuvvetler ayrõlõğõ ilkesi- ne dayalõ laik düzenin kurulma- sõnõ sağlayan hukuk, bu Doğu- lu kurnazlõkla bir çõrpõda yasa düzeyine indirgenerek, devle- tin kuruluş sözleşmesi yasama organõ Meclis’in yetki alanõna sokulmuştur. Bu yüzden de seçimlerde ço- ğunluğu elde eden her siyasi parti, ilk iş olarak yasama orga- nõnõn yetki alanõnda sandõğõ bu hukuku değiştirmeye kalkõş- maktadõr hemen. Yüz küsur yõldõr bir türlü tam anlamõyla demokratikleşeme- memiz de, bizce hiç kuşku yok ki, bu yanõlgõdan kaynaklan- maktadõr. Bugün “Anayasa” dediğimiz şey, kesinlikle yasa değil bir hukuktur. Yasama organõnõn Anayasayı değiştirmeye kalkõşmasõ ise laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuru- luşunu sağlayan hukuku zede- leyeceği için bir karşıdev- rim’dir. Ama ne acõdõr ki, tõpkõ Drey- fus davasõnda olduğu gibi, hu- kukçularõmõz her ne hikmetle ise yüz küsur yõldõr süregelen bu hu- kuk hatasıyla da ilgilenme- mektedirler kesinlikle. Oysa bu hukuk hatasõ düzeltilmeden ger- çekten demokratik bir düzene ka- vuşmamõz şöyle dursun, çağ- daş dünyayõ kavrayabilmemiz bi- le olanaksõzdõr. Bu davada da iş, gene biz ya- zarlara düşmektedir galiba... Demirtaş CEYHUN Teokratik devletin tek seçeneği olan egemenliğin halka, dolayõsõyla da yasama yetkisinin Meclis’e devredildiği, kuvvetler ayrõlõğõ ilkesine dayalõ laik düzenin kurulmasõnõ sağlayan hukuk, bu Doğulu kurnazlõkla bir çõrpõda yasa düzeyine indirgenerek, devletin kuruluş sözleşmesi yasama organõ Meclis’in yetki alanõna sokulmuştur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle