18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 20 HAZİRAN 2009 CUMARTESİ 18 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com 20 Haziran GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Kapitalizm ve Küresel Bunalım 29 Mayıs 2009’da Harvard İşletme Okulu’nun (Harvard Business School)’un 112 No’lu ders- liğinde, okulun 1959 mezunlarına bir sunum ya- pan Prof. Bruce R. Scott, spor (özellikle futbol) karşılaşmaları ile kapitalizmin serbest rekabet or- tamını (karşılaşmalarını) kıyaslamaktaydı. Hocanın esprili ve güzel konuşması, “Finansal kriz, ka- pitalizmin mi, yoksa ABD kapitalizminin mi kri- zidir?” adını taşımaktaydı. Geçmiş küresel krizlerle, 2007 Ağustosu’nda ABD’de başlayarak dünyaya yayılmış olan için- de bulunduğumuz krizi karşılaştıran Profesör Scott, bu son krizin, 19’uncu yüzyılda ABD’de temelleri atılmış olan kapitalizmin ilkelerinden kaynaklandığını öne sürmekteydi. Bu ilkelerden en önemlisi, kapitalizmin serbest rekabet pa- zarlarının, “kendi kurallarını yaratabileceği ko- nusundaki inançtı.” ABD’de 1980’den sonra olu- şan serbest rekabet pazarlarının, kurallardan kurtarılarak daha da serbestleştirilmesi (kural- lardan arındırılması -de regulation) politikaları, uygulamada aşırıya kaçmış ve özellikle finansal rekabet pazarlarını, önemli bazı alanlarda kuralsız bırakmıştı. Rekabet pazarlarındaki kuralsızlık için- de etkisi artan “kâr arttırma çabaları” son krizin temel nedenleri arasındaydı. Çünkü kitapların ço- ğunun yazdığı gibi, günümüzün küresel büyük işletmelerinin egemenliği altındaki eksik rekabet koşulları, az sayıda dev işletmelerin rekabetine (oligopol pazarlarına) dönüşüyor ve bir kural ko- yucunun bu pazarlarda kurallar geliştirmesi gereğini ortaya çıkarıyordu. 19’uncu yüzyıldan başlayarak ABD’de siyaset ve yüksek yargı sis- temlerinde gelişmiş olan, ekonomik sistemin, si- yasal sistemden bağımsız olarak gelişmesi ge- reği ile ilgili yaygın düşünce, son 30 yılda eko- nomik sistemin kural tanımaz uygulamalarıyla bo- zulmuştur. Konuşmacıya göre, futbol maçlarında, oyun- cuların kural tanımazlığı ya da hakemlerin kuralları yanlış uygulamaları, futbol oyununun kalitesini ve güzelliğini bozmakta, oyunun zevkle izlen- mesini engellemektedir. Rekabet pazarları bu açı- dan, futbol karşılaşmalarına çok benziyorlar: Ser- best pazarlardaki rekabet oyunları da kuralları- na uygun oynanmalıdır; kuralsız ya da kural- dışı oynanan serbest rekabet oyunu da göste- rinin (oyunun) kalitesini ve keyfini (çıkarını) boz- muş ve izleyicilere zarar vermiştir. Kuralsız ya da kural dinlemeyen rekabet oyunlarını onaylama- yan tüketiciler (izleyiciler), kargaşaya dönüşen pazarlardan (futbol sahasından) bir süre uzak durmayı (maça gitmemeyi) kararlaştırmışlar ve krize neden olmuşlardır. 1929 krizi, 1933’te seçim kazanan Franklin D. Roosevelt’in serbest pazarlara getirdiği kural- lar ve kurulan devlet işletmelerinin yaptığı yatı- rımlarla bunalımı izleyen 40 yıl boyunca büyük küresel krizler olmadan yaşamamızı sağlamış- tır. Şimdi bizler, içinde bulunduğumuz krizden de serbest pazarların verimli işlemesini sağla- yacak kuralların uygulanmasıyla belki de daha çabuk çıkabileceğiz. 1929’dan bugüne kadar, küçük ekonomik dalgalanmalarla uzun süre çok büyük ekonomik başarılar elde edilmiştir. Şimdi, tarihten ders alarak önlemler almalıyız, 1933’ten sonra ABD’de kurulan devlet işletmeleri ve yeniden düzenlenen oyun (serbest rekabet) kurallarıyla, pazarların tüketicilerin (izleyicilerin) çıkarlarına uygun biçimde işlemesini sağlaya- bilmeliyiz. İçinde bulunduğumuz finansal kriz, belki de ABD kapitalizminin, kurallarının azaltılması ya da yanlış uygulanmalarının sonucu olarak ortaya çık- mıştır. Sayıları ile ekonomik etkileri artacak devlet işletmeleri ve yeniden düzenlenecek re- kabet (oyun) kurallarıyla, bunalımsız 40 yılı da- ha yaşamayı sağlayabilmeliyiz. Krizin Dokundukları Karadeniz Teknik Üniversitesi Farma- koloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ersin Ya- rış, Toplum ve Hekim dergisine, ekonomik krizin özel hastanelere, daha doğrusu ora- larda çalışanlara teğet de olsa “dokkan- mayacağını” düşünmenin safdillik olduğu- nu yazmış. Aktardığına göre, özel sektör sağlık işlet- melerindeki genel görünüm şöyle: “Öncelikle temizlik, sekreterya ve hemşirelik hizmetleri veren personel sayısında azaltmaya gidildiği ifade ediliyor. İndirim, hasta sayı- sındaki azalmayla ilişkili değilse, yani hasta sa- yısı değişmemişse kalan personeli aynı üc- retle daha fazla çalıştırma sonucunu doğu- racaktır. Yani hem personel giderinizi azalt- mış olacaksanız, hem de dolaylı olarak çalı- şanlarınızın ücretini düşürmüş olacaksınız. Ya- ni teğet, birilerine pek dokunmazken çalışa- na epeyce bir dokkandıracak. Böyle bir du- rumda, kim korkar hain krizden? Yine özel sektörde işten kolay kolay çıkar- tılamayacak bir grup sağlık çalışanının da ol- duğu bir başka gerçek. Örneğin hekimler. On- lara reva görülen ise ücrette tensikat. He- kimlere verilen ücretlerin yarı yarıya azaltıldığı pek çok hastane var. Özellikle Doğu ve Gü- neydoğu’da bulunan hastanelerin hekim üc- retleriyle oynadığına yönelik söylentiler geli- yor kulaklarımıza. Hiç de şaşırtıcı değil. Has- ta sayısı azalmadıysa hekimleri de daha ucuza daha fazla çalıştırmak gayet ‘makul’ bir çözüm. Bunu böyle ifade etmiyorlar ve di- yorlar ki ‘krizi fırsata dönüştürmek’ olanak- lı. Nereden baktığınıza bağlı olarak doğru ola- bilecek bir cümle. Ama krizin ‘dokkandır- dıkları’ için tüyler ürpertici.” Ersin Yarış, ilaç firmalarından da “teğetlik” örnekler vermiş: “Krizle birlikte pek çok mümessil/reprezant işten çıkartıldı. Çıkartılanların yerine yenileri alınmadı mı? Pek çok firma aldı. Ama muh- temelen çıkarttıklarından daha düşük ücret ve sosyal haklar taahhüt ederek. Bazıları eski po- zisyonlarına göre daha kötü koşullarda iş bu- labilmiş olsalar bile hâlâ işsiz pek çok mü- messil var. Daha düşük ücretle de olsa işe başlayanların ise sorumluluk alanları geniş- letilmiş durumda. Yani, daha düşük ücretle daha fazla çalışmak durumundalar.” Görüldüğü üzere, kriz, her zaman olduğu gibi yine sermayeye teğet geçiyor... Bir Başkadır Bir başkadır benim memleketim... İktidardaki partinin gerici eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi kararı ile onaylanır ve o parti hiçbir şey olmamış gibi memleketi yönetmeyi sürdürür. Gerici eylemlerin odağı olduğu yüksek mahkeme kararı ile onaylı partinin gerici eylemleri ile ilgili bilgi toplandığına ilişkin olduğu ileri sürülen bir belge ise dava konusu olur. Dışarıdan baksak karışık gibi gözükür, ama memleketimizin içinde kanıksanmıştır her türlü abukluk... Doğaldır, bağımsızlık yitirilirse, bağışıklık da çöker. Nereye? Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “50 Yaş Şiiri”nden: Sefil doymazlık: ete, kana, paraya / Öylesi bir açlık ki eksilmeyen, bitmeyen / İnsan, ezebildiğince mutlu insan, oğul / Nereye gidersen git hep o tuzak, o dümen Küçük hesaplarla kabaran büyük hesaplar/ Ve değişmez çığlığı insanoğlunun: Ben, ben, ben! / Sen yok musun? Onlar yok mu? Biz yok muyuz? / Nereye bu gidiş? Delicesine pupa yelken. Tarihsel Bellek Aynı zamanda Koleksiyoncular Derneği Başkanı olan Eski Zaman Sanat ve Kültür Merkezi’nin sahibi Korkut Erkan, koleksiyonculuğa yönelik İstanbul’dan başlayan ilginin, Anadolu kentlerine yayıldığını, ülke çapında konuya ilişkin bilgi birikiminin yükseldiğini sevinçle aktarıyor ve bugünkü işlevin ayrımına vurgu yapıyor: “Uluslar, büyük dönemeçlerde, atılım ya da zor anlarında tarihsel belleklerine sarılırlar. Sahip oldukları birikim ve özgüvenle, karşılaştıkları zorlukları aşarlar. Koleksiyon kültürünün özverili üyeleri, aynı zamanda ulusal tarih belleğimizin inşasında yer alan öncülerdir.” Öncülere bir de duyurumuz olacak: Eski Zaman Sanat ve Kültür Merkezi, yarın Ankara Plaza Otel’de büyük bir müzayede düzenliyor. İlgilenenler, oyuncaktan fotoğrafa, haritadan madalyaya kadar geniş bir yelpazede tarihle buluşacaklar. AKP’nin medyadaki gözü kulağı Fehmi Koru’nun kardeşi Naci Koru, personel işlerinden sorumlu Müsteşar Yardımcısı olur. Kahire’deki büyükelçi, kendisini ABD’ye sığınmış emekli imamın okulunu açmakla görevli sayar. Cuma günleri bakanlıktaki çalışanlar namaz kuyruğuna girer. Ahmet Davutoğlu’nun başında bulunduğu Dışişleri Bakanlığı’ndan küçük bir kesit sunduk sizlere... Kesit Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, “olandan olmayana, bilenden bilmeyene bilgisayar kampanyası” başlattı. Dernek, duyarlı kuruluş ve yurttaşları, kullanılır durumda olan ama çeşitli nedenlerle kullanılmayan dizüstü bilgisayarları gereksinim sahiplerine, öncelikle burslu öğrencilere ve kadınlara ulaştırmayı amaçlıyor. Konuya ilişkin ayrıntılı bilgiye www.tukd.org.tr adresinden ya da 0 212 231 80 24 No’lu telefondan ulaşılabilir. Bilgisayar Kampanyası GDO’lu Ürünlerde Büyük Resmi Görebilmek... SADIK ÇELİK Çeşitli tarihlerde GDO’lar konusunda düşüncelerimizi açıkladık, tekrar konuyu bu sütuna taşımamızın nedeni ise haziran başında biyogü- venlik yasa tasarısının Ba- kanlar Kurulu’nda imzaya açılmış olması ve bir grup muhalefet milletvekilinin de 7 Haziran’da GDO’larla ilgili Meclis araştırması istemiş olmasıdır. GDO’ların insan hayatı, biyoçeşitlilik, çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin ötesinde, arka planda kalan ürkütücü, karamsar başka gerçeklerin de varlığının ka- nıtını eski ABD Dışişleri ba- kanlarından Henry Kissin- ger’ın 1970’lerde söylediği sözlerinde görebiliriz: “Pet- rolün kontrolüyle bütün böl- ge ve kıtaları, gıdanın kont- rolüyle de bütün insanları kontrol edebilirsiniz.” AB ülkelerine bakıldığın- da, hepsinin biyogüvenlik mevzuatları hazırlanırken bi- limin yol göstericiliğinden sapmadan insan hayatına özen gösterdiklerini görüyo- ruz, sadece uygulamada nü- anslar var. Bu ülkelerin hep- sinde GDO’lu ürünlerin eki- mine ve ithaline kontrollü ve kısıtlı izin veriliyor. Burada önemli olan ve belki de yu- karıda bahsettiğimiz tabloyu yaratan noktalardan biri de, AB’de konuyla ilgili yasaların yine konunun uzmanları ve il- gili akademisyenler tarafından hazırlanmış olmasıdır. Daha önce, Avrupa’nın “deli dana” ve diğer vakalarda dilinin yanmış olmasından dolayı kamu kurumlarına, bürokrat- lara karşı oluşan güven ek- sikliğinden, bu sefer bağım- sız bilim adamlarından oluşan bir Gıda Güvenliği Otoritesi’ni (EFSA) devreye soktular. Bi- zim akademisyen ve uzman- larımız ise yasa taslağının oluşturulması sırasında ken- di görüşlerinin alınmadığın- dan ve yasanın daha çok bürokratlar tarafından hazır- landığından şikâyetçi. Bütün bu ülkelerde GDO’lu tohumların kullanılmasına ya- naşılmaması sürpriz değil, çünkü Kissinger’ın dediği gi- bi gıdanın kontrolü gerçekten de dünya nüfusunun kontro- lü açısından çok önemli. Hat- ta ortada öyle teoriler dönü- yor ki dikkate almamak müm- kün değil. Geçtiğimiz yıllarda yaşa- dığımız gıda krizi hâlâ hafı- zalarımızdayken, bazı teoris- yenler bu gıda krizinin hiç de sanıldığı kadar masum ol- madığını; dünyada yeteri de- recede tarımsal üretim yapıl- masına rağmen hâlâ milyon- larca aç insan olmasının ve yaşanan gıda krizlerinin giz- li sorumlularının, tekelleşmiş olan konvansiyonel tohum, GDO’lu tohum üreticisi fir- malar olduğunu iddia edi- yorlar. İnsanlar aç kalacak ki, bu firmalar da “İşte açlığa çö- züm” diye GDO’lu tohumlarını rahat rahat pazarlayabilsinler. Bu şirketler kutsal ve insani amaçlarla hareket ederek dünyadaki açlık sorununa çare olmak için çalışıyorlarsa, o zaman adama sorarlar: “Madem kâr amacı gütmü- yorsun, açlığa çare olmak is- tiyorsun da, tohumlarını ne- den patentleyerek tröstleşi- yorsun?” GDO’lu tohumla üretim özellikle bazı çiftçilerimize çok cazip gözükebilir, az emekle bol ve firesiz ürün al- mayı kim istemez? Üstelik de, bu tohumlarla üretilmiş ürün- lerin ülkemize ithali yıllardan beri serbestken ve bu konu- da da herhangi bir denetim uygulanmazken, bizim çiftçi- mizin kısıtlı olanakları, im- kânsızlıkları, yetersizlikleri ile özendirici GDO’lu tohumların karşısında durabilmesini, di- renebilmesini istemek fazla iyimserlik olmayacak mıdır? Dolayısıyla GDO her ne ka- dar açlığa, kıtlığa çare olacak, çiftçiyi kalkındıracak, biyo- yakıt üretiminde kullanılarak çevreye de katkı sağlayacak yeni ve modern bir tarım tek- niği olarak lanse edilse de madalyonun öteki tarafında, bu ürünler için gerekli olan to- humların dünyada sadece 3- 5 uluslararası firmadan sağ- lanabiliyor olmasının yol aç- tığı GDO üretimindeki bağı- şıklık ve bağımlılık nedeniyle bir kere GDO’lu üretime baş- larsanız, elinizi verirseniz ko- lunuzu kurtaramayacaksınız; hem devlet hem de çiftçi olarak bu şirketlere mahkûm olacaksınız, diğer tarafta da doğanızı, çevrenizi, gen zen- ginliklerinizi ve geleceğinizi riske edeceksiniz. “Gıda”nın insanların ve ulusların kontrolü açısından ne kadar önemli olduğunu Kissinger ta 1970’lerde ön- görmüştür, bu öngörüsünü yok sayamayız, buna mah- kûm olamayız. Uluslararası gıda ve tohum tekelleri 1950’lerden bugüne kadarki süreçte, ülkemizi ta- rımda ve gıdada maalesef dönüşü çok zor olan bir yo- la sokmuşlardır. Tam da böylesi yeni bir dö- nemeçte, Anayasa Mahke- mesi’nin 5179 sayılı Gıda Ka- nunu’nun bazı maddelerini ip- tal etmiş olması çok önemlidir, özellikle GDO’yu yasallaştıra- cak olan Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın önünü ka- patacak olmasından dolayı. Yüksek mahkemeyi aldığı ta- rihi karar için kutluyoruz. Bu konuyu başka bir yazı konusu yapacağız. [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Gemilerde içine içme su- yu konulan, or- tasõ basõk kü- çük fõçõ... Kuzu sesi. 2/ Yunan mitolojisinde tutku tanrõça- sõ... Samsun yöresinde üre- tilen bir tütün cinsi. 3/ Penye konfeksiyonunda zin- cirli dikiş yapan bir tür aygõt... Ağaçlõklõ yol. 4/ Yalan, uydur- ma söz. 5/ Kastamo- nu yöresine özgü bir tür çorba... Tellür ele- mentinin simgesi. 6/ Bir nota... Eski dilde şimşek. 7/ Hizmet hayvanlarõnõn ayağõ- na çakõlan demir... Hüseyin Rahmi Gürpınar’õn bir romanõ. 8/ İnce ve uzun metal çubuk... Eski Türklerde bir babanõn taşõnmaz mallarõnõn miras- çõsõ olan en küçük oğul. 9/ İç Anadolu Bölgesi’nde bir dağ... Bir soru sözü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ayrõ şirketlerin, tekelci bir konum elde etmek amacõyla oluşturduklarõ birlik... Eylemleri olum- suz yapmakta kullanõlan ek. 2/ Tanrõtanõmaz... Or- ta Karadeniz bölümünde bir dağ sõrasõ. 3/ Atlarõn koşum takõmlarõna gümüş ve altõn yaldõzlõ pullar- la yapõlan süsleme... Bir tür İngiliz birasõ. 4/ Uzun hava biçiminde Arap halk türküsü. 5/ “Çe- vik, çalõşkan” anlamõnda yerel sözcük... Bir cetvel türü. 6/ Lantan elementinin simgesi... Eskiden fren- gi hastalõğõna verilen ad. 7/ Kamõş düdük... Seçe- nek. 8/ Selin getirdiği kumlu ve çamurlu toprak... İçinde kimse bulunmayan, boş. 9/ Halk dilinde to- huma verilen ad... Neon elementinin simgesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M U S T A B E Y O L E M İ L A S D A R D A N İ Z M E M P A T İ M O R U R İ G A G A V Ş A N U N T İ B A L A İ O S M A N N E T T E İ R O N İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle