Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
4 MAYIS 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
17
ÇALIŞANLARIN
SORULARI/SORUNLARI
YILMAZ ŞİPAL
Franz Kafka ve ‘Dava’sõ (2)
Kafka, “Dava” romanõnõn kahramanõna, “Joseph K.” adõnõ ver-
miştir.
“Dava”, “Biri iftira atmış olmalı ki, Joseph K.. bir sabah an-
sızın tutuklanır” tümcesiyle başlar.
* Bu alõşõlmõş olmayan, oldukça tuhaf bir tutuklanmadõr.
Joseph K’nõn suçunun ne olduğunu kendisini tutuklamaya gelenler
de bilmez.
* Joseph K. bankada çalõşan sõradan bir kimse olarak yaşamak-
tadõr. Onu tutuklayanlar, yaşantõsõnõn yine eskisi gibi olacağõna söy-
lerler.
Joseph K. suçlayanõn kim ve suçun ne olduğu bilinmeyen bir da-
va ile karşõ karşõya kaldõğõnõ anlar.
Neden tutuklandõğõnõ, ne yaptõysa öğrenemediği bu davaya, bir
türlü anlam veremez.
Bu tutuklamanõn bir tuhaf yanõ da, tutuklu olduğu halde günlük
yaşamõnõ sürdürmesine izin vermeleridir. Bu da alõşõlmõş bir iş de-
ğildir.
Üstelik çalõştõğõ bankadaki iş arkadaşlarõ ve çevresindeki tanõdõklarõ
tutuklandõğõnõ bilmektedir. Nasõl öğrendiklerini de bir türlü öğre-
nemez.
Artõk yapacağõ ilk iş, günlük yaşamõnõn yolunu yeniden çizmek-
tir. Suçunun ne olduğunu bilmesi onun için kaçõnõlmaz olmuştur.
Suçunun nedenini bulmak için her yere başvurur.
Bütün uğraşõlarõ boşa çõkar ve kendisine söylenmeyen suçu, bir
sõr olarak beynini kemirmeye başlar ve yaşamõ birden “karabasa-
na” dönüşür.(…)
Franz Kafka’nõn, “Dava”sõnõ okurken bir yandan da “Dreyfus Da-
vası” ile arasõnda bir benzerlik olabilir mi diye düşündüğüm olmuştur.
1894 yõlõnda Fransõz ordusunun bir bürosundaki çöp sepetinde el
yazmasõ, yõrtõlmõş bir belge bulunur. Bu orduya ait gizli bir belge-
dir. Belgedeki el yazõsõ incelenmeden, Fransõz ordusunda yüzbaşõ
olan Yahudi asõllõ Alfred Dreyfus’e ait olduğu, Yahudi karşõtõ bir
subay tarafõndan üst makamlara ihbar edilir.
Bu “iftira ve ihbar” üzerine Almanya hesabõna casusluk yaptõ-
ğõ suçlamasõyla açõlan davada Dreyfus tutuklanõr. O yõllarda
Fransa’da Yahudi karşõtlõğõ iyice yaygõndõr ve Dreyfus de artõk Fran-
sa’nõn “günah keçisi” olmuştur.
Dreyfus yargõlanõr, hüküm giyer ve cezasõnõ çekmek üzere Şey-
tan Adasõ’na gönderilir.
Dreyfüs Davasõ’nõn hemen hemen tek savunucusu, ünlü roman-
cõ Emile Zola olmuştur.
Bu yüzden büyük tepki almõş, oluşan tepkiden dolayõ bir süre Fran-
sa’yõ terk etmek zorunda kalmõştõr.
Fransõz romancõsõ Emile Zola, “L’Aurore” gazetesinde Fransa
Cumhurbaşkanõ’na yazdõğõ, “İtham Ediyorum” başlõğõ ile ya-
yõmlanan Dreyfus’ü savunan yazõsõ üzerine, Fransa kamuoyu Drey-
fus Davasõ’nõn düzmece bir dava olduğunu öğrenip, sokağa dökü-
lür.
* Böylece, Aurore gazetesi, Emil Zola ve Fransõz kamuoyu el ele
vererek, Dreyfus Davasõ’nõ “geri tepen bir silaha” dönüştürür.
Emile Zola ile L’aurore gazetesinin bu yürekli tutumu karşõsõn-
da“sessizliğin sesi” olan Fransõz basõnõ da başõnõ öne eğmek zo-
runda bõrakõr. Emil Zola da Fransõz Cumhurbaşkanõ’na yazdõğõ bu
yazõ ile dünya edebiyat ve basõn tarihinde hak ettiği yeri alõr.
Kafka’nõn yaşadõğõ 20. yüzyõlõn başlarõnda Avrupa’da 1. Dünya
Savaşõ’nõn “ayak sesleri” duyulmaya başlamõştõr. 1914 yõlõnda baş-
layan savaş, 1918’de son bulur.
Savaşõn geride bõraktõğõ yõkõm ise dünyayõ 1930 ekonomik krizine
hazõrlamaktadõr.
1. Dünya Savaşõ’ndan Almanya’nõn yenik çõkmasõnõn ve “kapı-
da bekleyen ekonomik krizin suçlusu” olarak görülen Yahudile-
re olan düşmanlõk giderek artar.
Almanya’nõn kendine bir “Führer (önder)” aramaya başlama-
sõnõn zamanõ gelmiştir.
Kafka’nõn yaşadõğõ Prag kenti de Alman azõnlõğõn egemenliğin-
dedir. Yahudi düşmanlõğõ “bir salgın hastalık” gibi Prag’a da bu-
laşmõştõr.
Kafka eserlerini bu ortamda yazmõştõr.
Dreyfus Davasõ, Kafka’nõn “Dava”sõna esin kaynağõ olabilir mi?
“Dava”nõn kim ya da kimler için yazõldõğõnõ kim bilebilir ki!
Kafka eserlerindeki “zamanın ve mekânın” boyutu ile “ki-
şilerinin kimliğini” okurun düşünce ve hayal gücünün boyu-
tuna bõrakmõştõr.
KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com
(ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com
HARBİ SEMİH POROY
4 Mayıs
PANO
DENİZ KAVUKÇUOĞLU
Ergenekon, ‘Gatakulli’
ve Ahlaksızlık Üzerine
Biliyorsunuz yargı bir süre önce, Türkiye’de “yüz-
yılın davası” olarak değerlendirilen “Ergenekon Da-
vası”na bundan böyle Ergenekon Davası denileme-
yeceği yolunda bir karar aldı. Boynumuzun hukuk kar-
şısındaki inceliğinden, “olduğu gibi kullanıldığında” za-
ten anlamsız olan bu sözcüğü bir daha kullanmaya-
cağım. Fakat ille de kullanmam gerekirse sözcüğü ken-
disine bir anlam katacak biçimde telaffuz ederek di-
le getireceğim: “Er, gene kon!”
Böyle emir kipi biçiminde vurgulanarak seslendi-
rildiğinde sözcük sizce de “davanın ruhuna daha uy-
gun” bir anlam kazanmıyor mu? “Asker, gene tepe-
mize bin!” anlamına gelen bu söylem yürüyen dava-
ya zemin olan savlar yığınının içeriğini herhalde çok
daha somut yansıtıyor. Sanırım, sayın savcılar da söz-
cüğün bu anlamından yola çıkarak savlarını geliştiri-
yorlar.
Bir de sözcük dağarcığımıza yeni katılan bir sözcük
var: Gatakulli. Bugün gazetesi yazarlarından Nuh Gö-
nültaş, bu yeni sözcüğe ilişkin olarak,“Türkçemizde
kullandığımız oldubittiye getirme, dalavere çevirme, ali-
cengiz oyunu oynama anlamına gelen “katakulli”
sözcüğünden tornistan etmişler” diye bir açıklama ge-
tirdikten sonra, “Çok da güzel olmuş, olaya cuk otur-
muş!” diyor. Yine yazara göre, “Katakulli çevrilen yer
GATA... Gatakulli buradan geliyor.” (Nuh Gönültaş, Bu-
gün, 12.02.2009)
Bu çerçevede Zaman yazarı Bülent Korucu’nun da
söyleyecekleri var. Kulak verelim: “Hayati tehlikesi ol-
duğu ileri sürülen Hurşit Tolon’un saatlerce yürüdü-
ğü, 100 mekik-şınav çektiği gerçeğine ne diyecekler?
Levent Ersöz’le ilgili 5 ay önce verilmiş ‘sapasağlam’
raporlarını nasıl izah edecekler? Düşük rütbeli tabip su-
bayların, ‘Komutanım, hastanede yatmanıza gerek yok.
Sizi hapishaneye geri gönderiyorum’ diyebilecekleri-
ne ihtimal veriyorlar mı? Ama bizim kalemşorlar da hak-
lı, ben de onların yerinde olsam işin kolayına kaçar, göl-
ge boksu yapardım.” (Gölge Boksuna GATAkulli, Bü-
lent Korucu, Zaman, 10.03.2009)
Bu sözcüğün ilk sahibinin Amerika Birleşik Dev-
letleri’nde mukim Hocaefendi olduğuna ilişkin söy-
lentiler var, ama nedense “cemaat” bu söylentilerden
pek hoşnut değil; Samanyolu’ndan Nadir Kılıç bir açık-
lama yapma gereği duymuş: “En başta ‘GATAKUL-
Lİ’ yakıştırması Türkiye’de en az 15-20 gündür yazı-
lıp çiziliyor. Fethullah Gülen Hocaefendi de, onların
yazdığı gibi GATAKULLİ var demiyor, Cengiz Çan-
dar’dan yaptığı bir alıntının ardından, bazı gazeteci ve
Erzurumluların ‘Bu işin içinde bir ‘GATA’kulli var’ şek-
linde yorumlar yaptığını aktarıyor.” (Nadir Kılıç,
11.03.2009, www.samanyoluhaber.com)
Bu türden yazıları okuyunca insanda ister istemez
bir merak uyanıyor. Sahi, “GATAKULLİ’yi İlk Kim Bul-
du? Ergenekon Paşalarını, Silivri’den, GATA’nın lüks
Paşa Katına transfer yöntemine ‘GATAKULLİ’ diyen
ilk kimdi?” Yanıtı, yine bu soruları yönelten Aktifha-
ber’den, okuyalım: “Bugün gazetesi Yazarı Ali Atıf Bir,
artık yaygın biçimde kullanılan ‘GATAKULLİ’ tabirini
ilk kullananın Aktifhaber olduğunu bugün köşesine ta-
şıdı. Üzerinde çok spekülasyon yapılan ve ilk kimin kul-
landığı tartışılan GATAKULLİ tabiriyle ilgili ‘Benim bil-
diğim bu başlığı 11 Şubat 2009’da aktifhaber.com at-
tı, ertesi gün Yeni Şafak gazetesi ifadeyi manşetine
taşıdı...’ bilgisini veren Ali Atıf Bir, sıkı medya takibi-
ne bile gerek olmadan konunun basit bir Google araş-
tırmasıyla bile bulunabileceğini belirtti.”
(“http://www.aktifhaber.com/”11.03.2009)
Ne var ki Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Baş-
buğ geçen çarşamba günkü basın toplantısında
“Er, gene kon!” davasından tutuklu bulunan bazı su-
bayların hastalıkları nedeniyle GATA’ya sevk edil-
melerinin “gatakulli” olarak tanımlanmasını tek söz-
cükle “ahlaksızlık” olarak nitelendirdi. Bakalım bu söz-
cüğü kullanarak okurlarını eğlendirdiklerini sananlar
ne yapacaklar? Bu suçlamayı sineye çekip susarak
ahlaksızlıklarını kabul mü edecekler; yoksa Genel-
kurmay Başkanı hakkında savcılığa suç duyurusun-
da bulunarak savunma haklarını mı kullanacaklar? Me-
rak ediyorum, konu en az “gatakulli”yi ilk bulanın kim
olduğu kadar ilginç; aynı zamanda da bir haysiyet me-
selesi çünkü...
Yasaklı Konferans
Müdafaa-i Hukuk dergisinden
öğrendik eğitimci-yazar Ali
Dündar’ın Akdeniz
Üniversitesi’nde vereceği
konferansın, yeni rektör İsrafil
Kurtcephe tarafından “emir” ile
yasaklandığını...
Ali Dündar, dergiye “Onlara
Diyecektim ki!” başlığını taşıyan bir
yazı göndermiş:
“Köy Enstitüleri’nin gökten
inmediğini, herhangi bir vahi ürünü
olmadığını söyleyecektim, beni
dinleyen gençlere. Son Osmanlı
aydınlarından, örneğin Saffet Paşa,
Emrullah Efendi, A. Mithat Efendi,
İ. Mahir Efendi, Ethem Nejat vb.
gibi dünyaya az çok us
penceresinden bakanlardan
örnekler verip, bağımsızlık
savaşımının en kritik günlerinde bir
ayağı cephelerde, öteki ayağı
Meclis’te ve Ankara’da toplanan
öğretmenler kurultayında
geleceğin okullaşma/eğitimleşme
sürecini başlatan Mustafa Kemal
Paşa’yı anlatacaktım onlara.
... Meslek ahlakı kurucularının,
ahlak kavramlarıyla iş/üretim-
tüketim kavramları arasındaki
bireysel/toplumsal bağıntının
yaşamsal önemini ve laik ahlakın
oluşumunu gündeme
getirecektim.”
Baksanıza, Ali Dündar; Atatürk
diyecekmiş, bağımsızlık
diyecekmiş, ahlak diyecekmiş,
laiklik diyecekmiş, akıl
diyecekmiş!
Konuşsaymış, üniversitelerde
yasaklanması gereken her türlü
şeyi söyleyecekmiş...
Akademik
Sivil anayasacı
Prof. Dr. Zühtü
Arslan Polis
Akademisi
Başkanlığı’na
atandı.
Zühtü Arslan’ın
özgeçmişinde,
üstlendiği iki görev
dikkatimizi çekti:
İngiliz
Büyükelçiliği ile
İçişleri
Bakanlığı’nın
ortaklaşa
yürüttüğü “Mülki
Amirlerin Kolluk
Denetim
Kapasitesinin
Arttırılması”
projesinde
uzmanlık. Soros
destekli TESEV
tarafından
yürütülen
“Türkiye’de
Güvenlik Sektörü”
projesinde
sorumlu yazarlık.
Kadrolaşma
Yokmuş!
Geçen hafta kadrolaşmaya
örnek vermiştik.
“KPSS sınavında ise 84.774
puanla ikinci sıradaydım. 28
Ocak’ta yapılan sözlü sınavda
sorulan mesleki ve genel kültür
sorularının tamamına doğru
cevap verdim. Sonuçta elen-
dim” diyen bir memur adayı,
kendisine haksızlık yapıldığı
gerekçesiyle Sınav Kurulu Baş-
kanı, Kültür Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı Özgür Özaslan ile
görüşmek istemiş, ancak bu is-
teği kabul edilmemişti.
Özgür Özaslan, yazımız üze-
rine bir açıklama yaptı. Diyor ki:
“27 yıl bakanlığın çeşitli ka-
demelerinde görev yaptım ve
bugüne kadar onlarca sınav
kurulunda üye olarak bulun-
dum ve hiçbir şikâyet konusu
olmadan bu görevleri tamam-
ladım. Hal böyle iken sınavda
başarısız olmuş bir adayın sınav
kurulu üyelerini ve hatta sınavı
kazanan adayları itham etme-
sine dayanak oluşturacak hiç-
bir hukuki ve geçerli neden
bulunmamaktadır.
Sınavın yapılması konusunda
hukuken haksızlık yapıldığı ka-
naatını ve şüphesini taşıyan
her adayın hangi mercilere ve
ne şekilde itiraz edebileceği
yasalarımızla belirlenmiştir. Bu-
nun dışında başarısızlığa kılıf uy-
durmak amacıyla sınavı kazanan
adayların başarılarına gölge dü-
şürmeye çalışmak en başta
alın terine saygısızlıktır.”
Yani, Kültür Bakanlığı’nda
kadrolaşma yokmuş!
Açıklamasından anlıyoruz ki,
Özgür Özaslan, buna inanma-
mızı istiyor.
Türkiye’nin tek bir davaya
odaklanması istenirken, ne davalar
gözden kaçıyor, bir bilseniz. Tek bir
örnek verelim:
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne
bağlı İGDAŞ‘ın yaptığı doğalgaz
borularının döşenmesi ile gaz
kesme cihazlarının alımındaki
yolsuzluklarla ilgili olarak Bakırköy
14. Ağır Ceza Mahkemesi, “cürüm
işlemek için teşekkül oluşturmak,
sahte özel belge düzenlemek,
hizmet sebebiyle emniyeti
suiistimal” suçlamalarıyla açılan
davaların “zamanaşımı” nedeniyle
ortadan kaldırılmasına karar verdi.
Oysa; cumhuriyet savcısı esas
hakkındaki mütalaasında; sanıkların
bir bölümü için cürüm işlemek için
teşekkül oluşturmak, teşekküle
yardım, nitelikli zimmet ve ihaleye
fesat karıştırmaktan 35 yıla kadar
ağır hapis ve kurum zararı olan 170
milyon YTL’nin 3 katı para cezasına
çarptırılmalarını istemişti.
CHP milletveli Atilla Kart, o
davada yargılanan kimi isimlerin
dökümünü yapmış:
Necmi Kadıoğlu (2004-2009 AKP
Esenyurt Belediye Başkanı), Ümit
Doğay Arınç (Bülent Arınç‘ın
ağabeyi, Celal Bayar Üniversitesi
Kurucu Rektörü), Hüseyin Besli
(22 ve 23. Dönem AKP İstanbul
Milletvekili), Veysel Eroğlu (Çevre
ve Orman Bakanı), Mehmet
Mustafa Açıkalın (22 ve 23.
Dönem AKP milletvekili), Ömer
Dinçer (Yaptığı bir konuşmada
Cumhuriyetin kendisi için bir mana
ifade etmediğini söyleyen eski
Başbakanlık Müsteşarı, 23. Dönem
AKP İstanbul Milletvekili, Çalışma
Bakanı.)
Atilla Kart’ın, yanıtını aradığı
sorular da var:
“Günümüz rakamlarıyla 350-400
milyon dolar seviyesinde olan bir
yolsuzluk ve kamu zararı, mevcut
ceza dosyası ve usuli sebeplerle
ortadan kalkmış olabilir… Ancak,
varlığı tartışmasız olan bu kamu
zararının tazmini ve tahsili için,
büyükşehir belediyesi 5-6 yıldan bu
yana ısrarla konuyu dile
getirmemize rağmen hukuk
davalarını neden açmıyor? Belediye
ceza davasına neden müdahil
olmuyor.”
Bu dava niye yazılmaz, tartışılmaz?
Deniz Feneri davası gibi yasaklı mı?
Değil. Öyleyse; niye, niye, niye?
Zamanaşımı
HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Geminin kapla-
ma tahtalarõ arasõ-
nõ üstüpü ile dol-
durup ziftleyerek
su geçirmez duru-
ma getirme işi. 2/
Amerika’da yaşa-
yan bir cins papa-
ğan... Bir nota. 3/
Sözsüz oynanan
köy seyirlik oyun-
larõna verilen genel
ad... Çingene. 4/ Azer-
baycan’õn plaka imi...
Bir tür yumuşak hasõr
şapka. 5/ Gemide yel-
kenlerin açõlmasõ için ve-
rilen komut... Meslek. 6/
En az beş kişinin oluş-
turduğu sermaye ortaklõ-
ğõna verilen ad... Kenar
süsü. 7/ Tahõl, kepek ve
keten tohumu karõşõmõn-
dan oluşan at yemi... Bir tarikat ya da sanatõn kurucu-
su. 8/ Mikroskop camõ... Bir Hõristiyan tarikatõ. 9/ Bit-
kilerin kökünü keserek zarar veren bir böcek.
YUKARIDAN AŞAĞIYA
1/ Yeniçerilerin giydikleri, keçeden yapõlan bir tür baş-
lõk. 2/ Marmaris ilçesinde, doğal güzelliğiyle tanõnmõş
bir koy... Lantan elementinin simgesi. 3/ Parlak kõrmõzõ
renkte bir süs taşõ... “akşamlar bir --- gibi biterdi” (At-
tilâ İlhan). 4/ Ender, seyrek... Orta Amerika’da bir ül-
ke. 5/ Ayakkabõ üstüyle pençesi arasõna konulan par-
ça... Uğraş. 6/ Yaratõcõsõnõn adõ bilinmeyen yapõt... Baş-
lõca içeceğimiz. 7/ Bir tür börülce... Yaşlõ, koca, ihti-
yar. 8/ Arap abecesinde bir harf... İsviçre’de bir kent.
9/ Oktay Rifat’õn bir romanõ.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
B A R R A K U D A
O B U A A M A N
Z E M A B A R A
U S B R A M A
K S E L İ K
P E R M A T A
M İ R Z A P U S
A P İ A M A N İ
H A R H A R Y A S
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Bayram
yeri
Prof. Dr. Bilsay
Kuruç ile işçi
haklarının
yerlerde
süründüğü bir
dönemde 1
Mayıs’ın nerede
kutlanması
gerektiği
tartışmasının
anlamsızlığı
üzerine
söyleşiyorduk.
Bilsay Hoca’nın
bir önerisi oldu:
“Böyle giderse, 1
Mayıs’ı Edirnekapı
Şehitliği’nde
kutlasınlar, daha
iyi.”
dkavukcuoglu@superonline.com
www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com