17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 4 MAYIS 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Tükenen Güven Toplumsal yapıyı ayakta tutan ana daya- nakların başında, güven duygusu gelir. Hiç kuşkusuz, bunu sağlayacak olan kamu yönetimidir. Kamu yönetiminin güven verme- si, verilen hizmetlerin niteliğinde görülür. Eği- timden trafiğe, istatistikten sağlığa tüm kamu hizmetlerinin etkin, verimli ve güven verici ol- ması, “halka hizmet” anlayışıyla yapılması top- lumsal sağlığın temelidir. Ancak, kimi kamu hizmetleri vardır ki, bun- ların toplum için önemi diğerleriyle kıyaslana- maz. Bunların başında “can ve mal güvenliği” ve “adalet” duygusu gelir. Bu ikili, bir toplumda kişilerin birlikte yaşa- malarının “varlık nedenidir”. İkinciden, yani adalet duygusundan başla- yalım. Hükümet, toplumsal güvenin temeli olması gereken “adalet” duygusunun hızla zayıflama- sına akıl almaz bir tutumla neden oluyor. Yar- gı süreçlerinin hızlı ve etkin bir biçimde hak da- ğıttığı söylenemiyor. İki çok önemli dava, Er- genekon ve Deniz Feneri karşısında da hükü- metin yanlı tutumu olduğu kanısı çok yaygın- dır. Kişilerin özel yaşamının bile en ileri tekno- lojilerden yararlanılarak dinlenmesinin tedirginliği toplumsal benliği sarıyor. Yargının 12 Eylül rejimiyle daha da siyasal- laşmasından yararlanan hükümet bu sorunla- rın topluma güven verici yönde düzeltilmesi için hiçbir girişimde bulunmuyor. Adalet duygusu dinamitleniyor; yok ediliyor. Adalet duygusunun yerlerde sürünmesini güvenlik güçlerinin uygulamaları tamamlıyor. Polisin görevi, kişilerin can ve mal güvenliğini ve özgürlüklerini kullanmalarını gelecek saldı- rılara karşı korumak ve kollamaktır. Oysa, kimi polis birimlerince sergilenen dav- ranışların hiç güven verici olmadığı kanısı top- lumda çok yaygındır. Bu durum esas olarak po- lisin “kötü yönetilmesinden” kaynaklanıyor. Bayram ilan edilen 1 Mayıs çok daha “iyi yö- netilmeliydi”. Yine de emekçilerin 1 Mayıs’ı Tak- sim Meydanı’nda kutlamalarından “korkulma- sının”, ne kadar boş bir korku olduğunun ka- nıtlanması olumludur. Aslında, bundan 32 yıl önce yaşanan katliam için bir otelin 5. katından asılan “1 Mayıs ‘77’de buradan ateş edenler bulunsun” pankartı, “adaleti de güvenliği de” çok iyi özetliyordu. Güven tükenmesi süreci de adalet duygusu gibi, giderek yaygınlaşıyor ve ağırlaşıyor. Bu gi- dişin birinci derecede sorumlusu hiç kuşkusuz hükümettir. Hükümetin toplumda güven duygusunun tükenmesine neden olan tutumu çok olumsuz ve kalıcı sonuçlar doğuruyor. Hükümet, yargının toplumda “adalet” duy- gusunu güçlendirecek yönde yeniden düzen- lenmesine bir türlü yanaşmıyor. Hükümet, “başarısız ve giderek zararlı” olan polis “yöneticilerini” ısrarla ve inatla koruyor. Ko- ruma ve kollama, bu yapıların, demokrasi, hak, hukuk ilkelerine göre yeniden düzenlen- melerini engelliyor. Hükümetin bu tutumu, toplumda “cemaatçi kadrolaşma” olduğu ka- nısını doğuruyor. Bu olgu, herkesin bildiği, gör- düğü ancak üzerinde konuşamadığı bir gerçeğe dönüşüyor. Yaşananlar, hukukun evrensel ilkeleri, temel hak ve özgürlükler gibi “demokratik değerler- le” hiçbir biçimde bağdaşmıyor. Bilinen bir gerçektir ki, demokrasinin gücü ve üstünlüğü, sağladığı katılım ve denetim sü- reçleriyle, kamu alanında toplumsal güven duygusunu koruması ve güçlendirmesidir. De- mokrasi “güvenlikle” korunur; adaletle gelişir ve güçlenir. Ülkemizde bu süreçler, ürkütücü biçimde “ter- sine” işliyor. Adalet duygusu zayıfladığı gibi, top- lumsal yaşamın güvenliğinden sorumlu güvenlik kurumları yıkıma uğruyor. Süreç, toplumsal do- kunun onarılamayacak kadar parçalanması sonucunu veriyor. Oysa toplum, bir “güven tükenmesi” süreci- ni yaşamayı hiç, ama hiç hak etmiyor. Domuz gribi salgınının ortaya çıktığı ülkeye, çıkış, yayılma koşullarına biraz dikkatle bakarsak, artık tam anlamıyla çıkmaza giren kapitalist uygarlığın, bir- biri ardına yaratmaya devam ettiği öl- dürücü semptomlardan biriyle karşı karşıya olduğumuzu kolaylıkla görebi- liriz. ‘Umutsuzluk çağı’ 1980’lerden bu yana, kriz yöneti- minde geçerli model, toplumsal yaşa- mın güç ilişkilerini açıklayan hegemo- nik söylem tükendi. Gündemde yeni bir model olmadığından, neo-liberalizmin tükenişi, “kapitalizmin tükenişi” tartış- malarına yol açıyor. 25 yıldır her derde deva, “serbest piyasa” iksirini satan şar- latanların, şimdi suçüstü yakalanmış ol- manın telaşıyla ağız değiştirmeye ça- lışmaları, bir kültürel kargaşanın oluş- maya başladığını gösteriyor. Bu şarlatanların yıllardır insanlığı, ar- tık yok olduğuna inandırmaya çalıştık- ları sınıf mücadeleleri de hızla canlanı- yor. Das Kapital yine en çok satan ki- taplar listesinde. İnsanlar, işlerini, evlerini kaybederken, çocuklarını okutamaz, karnını doyuramaz hale gelirken, hü- kümetlerin mali sermayeye aktardığı tril- yon dolarlık yardım paketleri karşısın- da infiale kapılıyorlar. Tümüyle küresel bir kriz, yine tümüyle küresel bir kızgınlık dalgasına yol açıyor. Dünyanın bir ucundan diğerine grevler, direnişler, fab- rika işgalleri, fabrika yöneticilerini rehin almalar, fabrika kırıp dökmeler... Ama daha fazlası da var: Asya Gelişim Ban- kası’nın yıllık toplantısındaki tartışma- ların ortaya çıkardığı şu paradoksa bakar mısınız? Dünyanın geri kalanından 32 kez daha çok su, enerji ve gıda tüketen ge- lişmiş ülkelerin, ekonomik krizden çı- kabilmeleri için gelişmekte olan Asya ül- kelerinin ekonomik üretim ve tüketim kapasitesinin artması gerekiyormuş. Ama küresel ısınmanın, su, gıda kaynaklarının olumsuz etkileri yüzünden, özellikle Singapur, Tayland, Endonez- ya, Vietnam, Filipinler gibi Asya ülke- lerinin ekonomik büyüme hızlarında oluşacak kayıplar, yüzyıl sonuna kadar yılda ortalama yüzde 6.3’ü bulacakmış. Küresel ısınmanın gösterdiği gibi, dünyanın su, besin, enerji kaynakları, bı- rakın gelişmekte olan ülkelerde üretimin ve tüketimin büyüme hızında arzulanan artışların getireceği ek kaynak gerek- sinimini karşılamaya, bugünkü üretim, tüketim düzeyini sürdürmeye bile yet- miyor. Bir taraftan egemen ekonomik mo- del küresel ısınmaya yol açarak büyümenin zeminini çürütüyor, diğer taraftan, krizden çıkmak için gereken ekonomik büyüme gezegenin “yaşam dünyalarını” tehdit ediyor. Ama teknoloji, “dijital devrim” bizi bu çıkmazdan kurtaramaz mı? Gördük ki, “dijital devrim”, tüketim kültürünü, 1930’larda Theodor Adorno’nun, 1960’la- rın sonunda Guy Debord’un hayal edemeyeceği düzeylere taşıdı; tüketimi, dolayısıyla kü- resel ısınmayı hızlandırdı. Yeni medya araçları sayesinde insan beyninin en ücra köşeleri bile, artık me- talaşma süreçleri tarafından sömürge- leştirildi, kapitalizmden başka bir dün- ya düşünmek adeta olanaksız hale geldi. Dijital devrim sayesinde, devlet ve güvenlik güçleri karşısında özel ya- şam her gün biraz daha şeffaflaşıyor, özgürleşme umudu, yerini “biri beni dinliyor, gözlüyor, izliyor” kuşkusunun felç edici korkusuna bırakıyordu. Son yıllarda giderek daha çok karşı- laştığımız “umutsuzluk çağı” kavramı, işte böyle bir ortamdan; “yaşam dün- yamızın” (toplumsal üretim biçimi ve kül- tür) derin bir kriz içinde çözülüyor ol- masına karşın, insanların henüz başka bir “dünya” düşünmeye başlayamamış olmasından kaynaklanıyor! N1H1 virü- sü de bu algıya yol açan dünyanın he- men tüm özelliklerini yansıtıyor. Neo-liberalizmin laboratuvarında... Son verilere göre, 15 ülkeyi etkileyen domuz gribi Meksika’nın Perote ka- sabasında ortaya çıktı. Hemen komşu eyaletlere sıçradı, oradan uluslararası ulaşım ağlarına ulaşarak dünya ça- pında yayılmaya başladı; aynı ABD mali piyasalarının, eşik altı krediler gi- bi, küçük bir diliminde başladıktan sonra, “dijital devrimin” sayesinde hız- la yayılarak küreselleşen mali kriz gibi... Her iki sürecin de arkasında, aynı ya- pısal şekillenme, egemen sermayenin 1980’lerde benimsediği, gelişmekte olan ülkelere dayattığı neo-liberal “re- formlar” var. Meksika, bu “reformların” öncü la- boratuvarlarından biri oldu. Bu köşeyi yazmaya başladığım yıllarda, 1994 Meksika mali krizi patlak verdiğinde, neo-liberalizmin ve küreselleşmenin, toplumların dokuları, insanların yaşamı üzerindeki yıkıcı etkilerini, zamanın serbest piyasa ayetullahlarının, bana yö- nelttikleri eleştirilerin de yardımıyla et- raflıca tartışmaya şansım olmuştu. 1980’lerde, ABD ve IMF baskısıyla neo-liberalizme açılan Meksika, 1994’te büyük bir kriz yaşarken, ABD’de de 1918’den beri istikrarını koruyan domuz üretme sanayii bir sıçrama yapmaya başlıyormuş. 1994-2001 arasında ABD’de mega domuz çiftlik- lerinin payı toplum içinde yüz- de 10’dan yüzde 72’ye sıçra- mış (The Independent, 01/05). 1965 yılında ABD’de 53 mil- yon domuz, bir milyon domuz çiftliği varmış. Bugün 65 mil- yon domuza karşılık, 65 bin çiftlik var. Bu veriler, muazzam bir yoğunlaşmaya ve merke- zileşmeye işaret ediyor. Bu yoğunlaşma süreci için- de, ABD domuz endüstrisinin, NAFTA serbest ticaret an- laşmasının getirdiği olanakları kullanarak, ucuz işgücünden, yabancı sermaye teşviklerinden ya- rarlanmak, çevre, sağlık koruma ku- rallarından kurtulmak için Meksika’ya göç etmeye başladığını görüyoruz. İş- te bu dev şirketlerden Smithfield’in, Pe- rote kasabasında devasa bir domuz çiftliği var. Bu kasaba belediyesinin mart ayında hazırladığı bir raporda, halkın yüzde 60’ının nezle, zatürree ve bron- şitten şikâyetçi olduğuna işaret edili- yormuş. Bu rapor görmezden gelinmiş. Virüs uzmanlarının 2003 yılında “domuz gribi virüsü yeni, hızlı bir evrim süreci- ne sıçradı” uyarıları, 2006 yılında Sci- ence dergisinde yayımlanan, bu tür kombinaların sağlıksız ve pis ortamın- da, birleşik virüslerin oluşma olasılığı- nın gittikçe güçlendiğini söyleyen araş- tırma ilgi görmemiş. Adından anlaşıla- cağı gibi N1H1, iki virüsün birleşme- sinden oluşan bir mutasyon, yine böy- le bir yoğun üretim ortamında patlak ve- ren H5N1 kuş gribi virüsü gibi... (Mike Davis, Znet, 1/05) Dünya Bankası gibi uluslararası ma- li kuruluşların Meksika sağlık sistemi- ne dayattığı, bölgeselleştirme ve özel- leştirme krizin zamanında algılanma- sını, merkezi ve eşgüdümlü bir tepki ge- liştirilmesini engellemiş (Laure Carl- sen, Commondreams, 30/04). Domuz gribi de, “umutsuzluk çağı- nın”, uygarlık krizinin bir semptomu. Ama yaşamın diyalektiği, umutsuzlu- ğun umut, krizin dönüşüm içerdiğini; tarih, insanlığın, özellikle siyasi, eko- nomik iktidardan en dışlanmış kesim- lerinin, en umutsuz, en karanlık anla- rında en yaratıcı inisiyatifleri sergileye- rek yeni çıkış yolları açabildiklerini gös- teriyor. Sorunların çapı ve yaygınlığı, tehlikenin büyüklüğü, tarihin böyle bir yaygın kitlesel yaratıcılık dönemle- rinden birine girmekte olduğumuzu düşündürüyor. Post-modern liberal şarlatanların, siyasal İslamın demagoglarının bu ya- ratıcılığı daha baştan felç etmeye ça- balamaları doğal. Kimi “sosyalistlerin”, bu yaratıcılığı tarihsel olarak her zaman (egemenliğin halka ait olduğunu yad- sıyarak, insan aklını küçümseyerek, “kurtuluşu” başka bir dünyaya ertele- yerek) sabote etmiş olan dinci akımla- rın, post-modern şarlatanların değir- menine su taşımasıysa anlaşılır gibi de- ğil. Ama belki “umutsuzluk” ve “gösteri toplumu”nun sunduğu olanakların par- laklığı, anlamamıza yardımcı olacak kimi ipuçları sunabilir. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Domuz Gribi Neo-liberalizmin Laboratuvarında Üretildi [email protected] Fazla yağış tarımda ‘sarı pas’ endişesi yarattı Ekonomi Servisi - Türkiye Ziraatçõlar Derneği (TZD) Genel Başkanõ İbrahim Yetkin, ortalamanõn üzerinde seyreden yağõşlarõn bitkilerde aşõrõ nemden kaynaklanan sarõ pas hastalõğõ riskini arttõrdõğõnõ belirterek Tarõm ve Köyişleri Bakanlõğõ’nõn hastalõk için kriz masasõ oluşturmasõnõ istedi. Yetkin, Türkiye’nin geçmiş yõllarõn aksine bu yõl ortalamanõn üzerinde yağõş aldõğõnõ ifade ederek söz konusu hastalõğa yakalanan bitkilerde buğday kalitesinin düştüğünü, erken sararma sonucunda da yüzde 40-50’ye varan oranlarda ürün kaybõ görüldüğünü söyledi. Son yõllarda kuraklõğa bağlõ olaylardan zarar gören çiftçilerin sarõ pas hastalõğõ olayõnõn vahametini anlayõp mücadeleye giriştiğini söylemenin zor olduğunu aktaran Yetkin, “Sarı pas hastalığının ortaya çıktığı Çukurova bölgesinde bu yıl 3 milyon dekarın üzerinde alana buğday ekilmiştir. Bu yıl elde edilmesi beklenen 20 milyon ton civarında buğday ürününün yaklaşık yüzde 10’u olan 2 milyon ton civarında buğdayın bu alandan elde edileceği öngörülmektedir. Zarar nedeniyle yalnızca bu bölgemizde 1 milyon tona yakın üretim kaybı söz konusu olabilecektir” dedi. Ekonomi Servisi - Küresel eko- nomik krizin yoğun olarak hisse- dilmeye başlandõğõ 2008 yõlõ Eylül ayõndan itibaren sanayi üretim ra- kamlarõ hõzla gerilerken işsizlik ödeneği başvurusuysa son iki ayda düşmeye başladõ. İşsizlik Fonu’ndan ödenek ala- bilmek için en yüksek başvuru sa- yõsõna 2009’un Ocak ayõnda 78 bin 577 kişiyle ulaşõlõrken bu rakam şu- batta 69 bin 677’ye, martta 62 bin 97’ye indi. Ancak krizin başladõğõ Eylül 2008’den bu yana geçen 7 ay- lõk süreçte işsizlik ödeneği alan ki- şi sayõsõ 138 binden 311 bine çõktõ. Artõş oranõ yüzde 125’i geçti. İş bul- mak ümidiyle 2009’un ilk üç ayõn- da 438 bin kişi İş-Kur’a başvuru yaptõ. Bunlardan ancak 19 bini işe yerleştirilebildi. Tunceli’de hiç iş yok İş-Kur’a kayõtlõ işsiz sayõsõ yüz- de 62 artarak 1.2 milyona çõkmasõ- na karşõn 2009 Mart ayõ itibarõyla kuruma kayõtlõ iş sayõsõ 12 bin 447’de kaldõ. Bu işlerin illere göre dağõlõmõna bakõldõğõndaysa en va- him tablo Bitlis, Hakkâri ve Tun- celi’de çõktõ. Bitlis ve Hakkâri’de açõk iş sayõsõ sadece birken, Tun- celi’de kuruma kayõtlõ hiçbir açõk iş yok. Kurum umutlu Ocak ayõndan itibaren işsizlik ödeneği almak için yapõlan başvu- ru sayõsõnõn gerilemeye başladõğõnõ ifade eden İş-Kur Genel Müdürü Namık Ata, “Ocak ayında yük- selen başvuru sayısı düşüş tren- dine girdi. Bu da piyasanın can- lanmaya başladığını gösteren bir işaret olabilir” dedi. Başvurmak daha zor İşsizlik ödeneği alabilmek için dört temel koşul aranõyor: 1 - Hizmet akdinin sona erdiği ta- rihten önceki son 3 yõl içinde en az 600 gün sigortalõ olarak prim öden- miş olmasõ. (Ödenen prim gün sa- yõsõna göre 6, 8 veya en fazla 10 ay ödeme yapõlõyor.) 2 - İş akdinin feshedildiği tarihten geriye doğru sürekli 120 gün prim ödenmiş olmasõ... 3 - Hizmet akdinin, İşsizlik Si- gortasõ Kanunu’nun 51’inci mad- desinde sayõlan hallerden birisine dayalõ olarak sona ermiş olmasõ... 4 - Sigortalõ işsizin, “İşten Ay- rılma Bildirgesi”ni işten ayrõldõğõ tarihten itibaren 30 gün içinde İş- Kur’a doğrudan başvurarak ver- mesi... K riz nedeniyle işsizlik ödeneği alanlarõn sayõsõ 311 bine, İş-Kur’a kayõtlõ işsizlerin sayõsõ 1.2 milyona ulaştõ. Kuruma kayõtlõ her üç işsizden biri işsizlik maaşõ alõr hale geldi. İ ş bulmakta olduğu gibi ödenek almaktan da umutlar kesildi. İşsiz sayõsõ tarihi rekorunu kõrarken işsizlik ödeneği başvurularõ aylõk 78 binden 62 bine düştü. ‘Mesleki kurslara yeterli katõlõm yok’ İTO: Reklama teşvik piyasayı canlandırır Ekonomi Servisi - İstanbul Ticaret Odasõ (İTO) Başkanõ Murat Yalçıntaş, krizle daralan piyasa koşullarõnda reklam yapmanõn çok daha fazla önem kazandõğõnõ belirterek, reklam sek- törünün teşvik kapsamõna alõnmasõnõn çok ye- rinde olacağõnõ söyledi. Yalçõntaş, “Reklamlar, piyasaya dair bek- lentileri ve bakış açısını olumlu yönde etki- lemekte, ertelenen tüketici harcamaları ve ya- tırım kararlarını öne çekebilmektedir. Rek- lamlar, markaların hayat suyudur. Bu an- lamda reklam sektörüne verilecek teşvikin pi- yasada çok güçlü şekilde hissedileceği ka- naatindeyim” değerlendirmesinde bulundu. Küresel krizin ülkemizi de yoğun biçimde tesiri altõna almasõ ile işletmelerin reklam bütçeleri- ni kõsma eğilimi gösterdiklerini belirten Yal- çõntaş, “Reklam harcamalarının kısılması, kı- sa vadede bir tasarruf yaratıyor gibi görün- se bile, orta ve uzun dönemde pazar payla- rında ciddi yaralar açabilmektedir” dedi. ADANA (AA) - İş-Kur Adana İl Müdürü Ha- şim Meydan, çeşitli kurum ve kuruluşlarla işbir- liği yaparak istihdamõ arttõrmaya yönelik mesle- ki kurslar açtõklarõnõ söyledi. Bu kurslara katõlan kursiyerlere günlük 15 TL ödeme yaptõklarõnõ ifade eden Meydan, “Özel kurs- lara katılmak için para ödeme- niz gerekirken, biz üstüne para veriyoruz. Ayrıca kursların ço- ğunda da yüzde 50 istihdam garantisi sağlıyo- ruz. Ama buna rağmen, çoğu zaman yeterli ka- tılımı sağlayamıyoruz. Büro hizmetleri için açılan mesleki kurslara başvuru için kuyruk- lar oluşurken, sanayiye yönelik kursa başvuran kişi bulmakta zorlanıyoruz. Bunun yanı sıra adama ‘Ne iş yapõyorsun’ diye soruyorsun, ‘İş- sizim. Ne iş olursa yaparõm’ diyor ancak vasıf- sız olmasına rağmen tarlaya çapa işine gitmi- yor, kaynakçılık kursuna gelmiyor” dedi. İZMİR (AA) - Tekstil ve konfeksiyon sektöründe Avrupalõ alõcõlarõn siparişleri- ni arttõrmaya başlamasõ ve işlerin hareketlenmesi nedeniyle iplik fiyatlarõ yük- selişe geçerken, kapanan iplik fabrikalarõnõn da tekrar açõlma yolun- da olduğu belirtildi. Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracat- çõlarõ Birliği Başkanõ Sabri Ünlütürk, ekonomik kriz nedeniyle Avrupalõ alõcõlarõn geçen yõlõn son dö- neminden itibaren durdurduğu siparişlerini son gün- lerde tekrar başlattõğõnõbelirtti. Ünlütürk, viskon ip- liğin kilogram fiyatõnõn da bir haftada 4 TL’den 4.5 TL’ye yükseldiğini kaydetti. Ekonomi Servisi - İsdemir Çalõşan ve Emekliler Yardõmlaşma Derneği Başkanõ Bayram Özarslan, yüzde 35 maaş indirimini mahkemeye taşõyacaklarõnõ söyledi. İsdemir Çalõşan ve Emekliler Yardõmlaşma Derneği Başkanõ Bayram Özarslan, demirçelik işçisinin ücretlerinin yüzde 35 düşürülmesini tasvip etmediklerini ifade etti. Özarslan, geçen yõl sonlarõnda işverenin açõkladõğõ aşõrõ rekor üretim ve kârlardan sonra böyle bir indirimin büyük bir adaletsizlik olduğunu savundu. Özarslan, “Kesintinin ‘Emek ve Dayanõşma Günü’ adıyla işçi bayramı kabul edilen 1 Mayıs’tan itibaren başlatılması üzüntü verdi ve işçilerse bu kesintiden dolayı tedirgin oldular” dedi. Erdemir ve İsdemir’de Türk Metal Sendikasõ ile varõlan anlaşma neticesinde çalõşan yaklaşõk 14 bin işçinin maaşõ ekonomik kriz gerekçesiyle 2010’un Eylül ayõna kadar yüzde 35 düşürülmüştü. Maaşlara yapõlan yüzde 35’lik indirim sonrasõnda Erdemir Genel Müdürü Oğuz Özgen, “Başta ben Genel Müdürünüz ve yardımcılarım olmak üzere tüm yönetici arkadaşlarım, kriz sonuna kadar ücretlerimizden belli oranda feragat ederek, fedakarlık yapmayı kararlaştırmış bulunuyoruz” demişti. Tekstildesiparişlergelmeyebaşladõ Erdemir ve İsdemir’deki yüzde 35’lik maaş indirimi 14 bin çalışanı kapsıyor. İş bulmak ümidiyle İş-Kur’a sarõlanlarõn sayõsõ çõğ gibi artarken işsizlik parasõ almak için yapõlan başvurular geriledi Ödenekten de umut kesildi İsdemir’de yüzde 35’lik indirim yargıya taşınıyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle