23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 4 MART 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Erdoğan Hillary’nin medya raporunu beğenmemiş. Gelince “van minut” deyip çaksın! Teğet Çökük Selim Sümen: “Recep’in açtığı yol çökmüş. Durmak yok, Türkiye çökene kadar yola devam!” Kısaca Oktay Tanzar: “Amerika’nın Katakulli Projesi’ne kısaca ne diyebiliriz?” YağmurDeniz KAPİTALİZMİN temel içgüdüsü nedir? Bülent Esinoğlu bu sorunun yanıtını şöyle veriyor: “Amerika’daki gerileme, dünya insanında bazı şeyleri yeniden düşünme imkânı sağladı. Köklü çözüm noktalarına doğru yol aldığımız şu günlerde ‘devrim’ sözcüğünü daha sıkça işiteceğimizi düşünüyorum. Çözümler kör çıkmazlarda oluşur. Piyasa sistemi bize mi hizmet edecek, yoksa biz mi piyasa sistemine çalışacağız, buna yakın gelecekte hep birlikte karar verme aşamasına geleceğiz. Gelinen bu kötü durumdan piyasa sorumlu değilse kim sorumlu? Çalışanlar mı suçlu? Büyük para sihirbazı piyasa uzmanı George Soros, ‘kapitalizm öldü’ derken ne demek istiyor? Bazıları da diyor ki, ölen kapitalizm değil, onun bir versiyonudur. Kapitalizmin bu çeşidinden çıkar, başka bir çeşidine girersek kapitalizm devam eder gider. Acaba öyle midir? Emperyalizm kapitalizmin bir çeşidi falan değildir. En uç aşamasıdır. Tekelleşmenin gelebileceği en ileri ilişkiler manzumesidir. Devletin bu tekellere hizmet ettiği, halkın söz sahibi olduğu ulusal devletin devre dışı kaldığı bir durumdur. Talan ve soygunun ellerindeki araçlar ile meşrulaştırıldığı bir kurumsallaşmadır. Halkların olmadığı, tekellerin kararlarının halkın kararı haline getirildiği bir yaşam biçimidir. Kapitalizmin ruhu ‘tüketim’ diye atar. Bir taraftan da tüketen ile tüketemeyen arasında gerilim büyür. Tüketim yarışında ölenler olur, kalanlar olur. Şimdi kapitalizmin en uç aşaması olan emperyalizm, o ölüleri diriltmeye çalışıyor. Yani talebi diriltmeye çalışıyor. Nasıl diriltecek? Medya ve elindeki diğer araçları kullanarak düşünce kalıplarını değiştirecek. Bu yol ile talep yaratacak. Çalışana bir şey vermeden talep yaratmak imkânsızdır. Emperyalizm sürekli işsizlik üretiyor. Çalışma ve iş piyasasında, yedek işsizler kitlesinin baskısı ile emek sürekli ucuzluyor. Emek ucuzlayınca tüketim kısılıyor. Yani talep azalıyor. Eskiler fasit daire derlerdi. Özetle, işsizliğe çare düşünmek gibi bir planı ve programı olmayan kapitalizmin krizleri mukadderdir. İşsizliğe çare olmayan her sistem çökmeye mahkûmdur. Kapitalizmin temel içgüdüsü işsizlik üretmektir. İşsizliğin temel nedeni; piyasadır, plansız tüketimdir. Küreselleşme ve piyasa, kapitalizmin özel hırsızlık modelidir. Plan olmayan yerde aş olmaz. Çözüm planlı ekonomidir.” Temel içgüdü PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Yasak Dil 1.3.2009 tarihli “Anadilden Anadil Sorununa” baş- lıklı yazım kimi okurlarımı öfkelendirmiş. Bodrum’dan yazan K.Y. adlı okurum şöyle diyor: “Söz konusu yazıyı siz yazmış olamazsınız. Zira bu yazı, bana göre, ütopyada yaşayan ve başını kuma gö- men birinin yazısı. Kimsenin anadilinde konuşması en- gellenmiyor. 1990’larda ben Kadıköy-Göztepe pa- zarında hakarete uğrayacağım korkusuyla Türkçe ko- nuşamıyordum, ama pazarcı esnafı bağıra bağıra Kürt- çe konuşabiliyordu. Bugün de Bodrum’da Kürt kö- kenli yurttaşlarımız hiçbir engele uğramadan anadi- liyle konuşabiliyor. Nasıl uydurdunuz bu yasaklama- yı? Ama TC’nin dili Türkçedir ve TC’nin TBMM’de res- mi toplantılarda Türkçe konuşma kuralı vardır ve her- kes buna uymaya mecburdur. Durum bölünmemize gidiyorsa -ki o tehlike var- hiçbir zaman uygulanma olanağı olmayan birtakım ütopik düşüncelere yer yok. Zira Türkiye iç ve dış mihrakların etkisiyle tehlikede. Size teessüf ederim. Saygılarımla.” Değerli okurumun 1990’larda Kadıköy-Göztepe pa- zarında Türkçe konuşunca hakarete uğrama korku- su duymasının nedenini bilemeyeceğim gibi, pazar- cı esnafının da bağıra çağıra Kürtçe konuşmaların- da nasıl bir özellik var, bunu da bilemiyorum. Bizim toplumumuz gibi “çokdilli” bir toplumda isteyenin is- tediği dilden konuşmasından, hatta o dilde bağırıp ça- ğırmasından daha doğal ne olabilir ki? Doğal olma- yan, kişinin anadilini herhangi bir nedenden ötürü ko- nuşamaması, konuşmaktan çekinmesi, korkması değil midir? Yazımın konusu da sokakta konuşulan Kürtçe değildi zaten. 24 Temmuz 1923 günü imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaş- ması’nın 39. maddesinde “herhangi bir dilin özgürce kullanımına herhangi bir sınır getirilemeyeceği” belir- tilmektedir. Rum, Ermeni yurttaşlarımız aynı antlaş- mada “azınlık” olarak kabul edildiklerinden, var olan okullarını korumuşlar, gereksinime göre yenilerini açmışlardır. Türkiye’de faaliyet gösteren Amerikan, İn- giliz, Fransız ve İtalyan okullarının varlıkları da güvence altına alınmıştır. Dileyen öğrenciler üniversitelerde Arap- çadan Lehçeye, Farsçadan Rusçaya kadar çok çe- şitli dilleri öğrenmek olanağını bulmuşlardır. Lozan Antlaşması’nın 37. maddesi çok önemlidir; anımsayalım: “Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel ya- salar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir yö- netmeliğin ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere ay- kırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün olmamasını yükümlenir.” Kürtler ise devlet tarafından farklı bir etnik grup ola- rak görülmediğinden (ya da görülmek istenmedi- ğinden) ilgili maddelerin kapsamı dışında kalmışlar, Kürtçe resmi katlarda bir “yasak dil”, kimi toplum ke- simlerinde de “olmayan bir dil” olarak görülmeye baş- lanmıştır. Dolayısıyla Kürtçe kitap yayımlamak hak- kı, Kürtçe türkü söylemek hakkı, Kürtçe plak, kaset, CD doldurmak hakkı ancak büyük bedeller ödene- rek elde edilebilmiştir. Sayın okurum “yasak”ı görmüyor; ben görüyorum. Gözümün önüne, örneğin, 12 Şubat 1999 akşamı Ma- gazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği ödül ge- cesinden görüntüler geliyor. Sahnede Ahmet Kaya var, 5 dakika önce ödül almış, sevinçli. Bir açıklama yapıyor, “Yeni bir kaset hazırladım, içinde bir de Kürt- çe parça var” diyor. Demesine kalmadan havada ça- tallar bıçaklar uçmaya başlıyor, bir magazinci köşe yazarı “Sünnetsiz pezevenk!” diye bağırıyor Ka- ya’ya; bir şarkıcı amigoluğa soyunup insanları kış- kırtıyor, bir başka köşe yazarı/televizyoncu salon- dakileri 10. Yıl Marşı’nı söylemeye çağırıyor. Ahmet Kaya ile eşi neredeyse linç edilecekler, salonu terk ediyorlar. Ahmet Kaya yalnızca o salonu değil, çok geçmeden Türkiye’yi de terk ediyor ve bir yıl sonra Fransa’da ölüyor. Şimdiyse TRT’de türküleri çalınıp söyleniyor. Ne yaman çelişki değil mi? Bugün Diyarbakır mahkemelerinde salt Kürtçe ne- deniyle görülmekte olan yüz civarında dava var; çok geç- meyecek, bir süre sonra böyle davalar da görülmeye- cek. Acılar çekene kalacak. Hayat değişiyor çünkü. Konu tek bir yazıya sığmayacak kadar önemli. Sür- düreceğiz. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Pazar sabahõ “HaberTürk”ü gün ağarmadan alõp okuyan- lardanõm. Bayimiz benim gibi meraklõlar için diğer balyalarõ bile açmadan HaberTürk’leri, alacakaranlõkta tezgâha koy- muştu. Bir de “beyaz sayfa- sı”ndan ötürü Cumhuriyet’i... Öteki gazeteler için beklerken HaberTürk’ü karõştõrmaya baş- ladõm. Parlak kâğõdõnõ, “renkli gazete”ciliğe pek hevesli hali- ni ve “genç” boyutunu sev- dim. Tek bir kalõn gazete yeri- ne birkaç ince gazeteyi takõm olarak almak, örneğin spor ha- berlerini okumak için ille de ko- ca bir kâğõt tomarõyla güreş- memek de “değişik” bir du- rumdu... Önce elbette ki Fatih Altay- lı’yõ okudum; “haydi baka- lım, başarılar...” diyerek öbür sayfalara geçtim. Latife Ha- nım’õn Atatürk’e mektubunu açõkla- yan Murat Bar- dakçı’nõn yazõsõnõ “kahve” eşliğine bõraktõm; haberler de güzel görünü- yordu ama hemen her sayfayõ kapla- yan reklamlardan yer bulmakta sanki çok zorlanmõş gi- biydiler. Peki, acaba yazõlanlar, çizi- lenler nasõldõ? ‘Tuhaf’ haberler! İşte bu soruyu keşke merak et- meseydim. Pazar sabahõmõn o keyifli anlarõnõ önce şaşkõnlõğa, derken üzüntüye dönüştüren o “tuhaf” haberleri ve yorumla- rõ keşke okumasaydõm... Örneğin ilgi alanõm gereği başlõğõnõ görür görmez sarõldõ- ğõm “Sefalet Villaları” haberi! İstanbul’un Sarıyer ilçesin- deki orman alanlarõnda yaygõn- laşan lüks villalarõn altyapõdan yoksun kaldõğõnõ adeta “kınar- casına” anlatõyor; yollarõnõn õs- sõz ve karanlõk olmasõnõ sorgu- luyor; açõkta gezinen büyükbaş hayvanlardan yakõnõyor... Oysa HaberTürk’ün asõl sor- gulamasõ gereken, kent planla- rõnda da “korunacak yeşil ku- şak”ta kalan ve şehircilik bili- mi çiğnenerek inşa edilmiş bu villalarõn, “ormanlık” alanlar- daki “kente karşı suç” oluştu- ran konumlarõ değil midir? O yollar “cadde” ya da “oto- yol” değil, her yönüyle “orman yolu” olduklarõ için ne yapalõm ki karanlõk… Aynõ yöre, İstan- bul’un elde kalan son tarõmsal yerleşimleri ve şükürler olsun ki hâlâ inekler otlayabiliyor... “Gücünü özgürlüğünden alan” bir gazetenin, işte asõl bu “gerçekler”i haber yapmasõ ve ormanõ, tarõm alanlarõnõ, kõrsal yaşamõ tehdit ve tahrip eden plansõz villa sitelerine “sahip- lenme” yerine eleştiriyle yak- laşmasõ gerekmez miydi? ‘Fark’ımızı neye borçluyuz? Gazetenin yine ilk sayõsõnda türbana fazlasõyla “türban yan- lısı” edayla merak sarmasõ da en az yağma villalarõnõ kayõrmasõ kadar üzücü... “Başları Açık Ama Kocala- rı Diktatör” başlõğõyla “dü- zen”lenen haber, Müslüman devlet başkanlarõnõn türbansõz hanõmlarõnõ “bizimkilerle kı- yaslayan”lara fena halde çatõ- yor! Girişi ise aynen şöyle: “İslam âlemindeki başı açık lider eş- leri bizim medyayı pek heye- can yaratıyor...” Bu “Türkçe katliamı”nõ uma- rõm sürdürmezler(!) hemen önlem alõr- lar... Ancak, aynõ “âlem”de (evren- dünya-ortam) tek demokratik ülke ol- mamõzõ; yani eşle- ri türbanlõ liderle- rimizin “diktatör ol(a)mamaları”nõ; hatta yaza- rõnõn bununla “övünme”sini; “türbanın simgelediği dinci düzen”i reddeden Atatürk’e ve “Cumhuriyet Devrimi”ne borçlu olduğumuzu tek keli- meyle bile anõmsa(t)mamak, HaberTürk’e yakõşõyor mu? Diğer bir haberde de “Başı Örtülü Kadın Cipe Binmesin mi?” sorusuna yanõt aranõyor! Saadet Partisi adayõnõn “AKP zenginleri”ni tanõmladõğõ “ba- şı kapalı ve cipli” benzetmesi- ne yanõt veren 5 kadõnõn “tür- banlı resimler”i sayfayõ kaplõ- yor... Bu büyük “ilgi”nin nedenini düşünürken yine “saç telleri gö- rünmeyen” bir kadõn yazarõn “Selamün aleyküm” dediği ilk köşe yazõsõndaki şu alt başlõğõ okumayayõm mõ; “Hikâye varsa gerisi tefer- ruat...” Ulu Önderimizin tarihe geç- miş ve bu ülkenin varlõk ne- denleri arasõnda olan kutsal sö- zünün; üstelik “kutsal”lõğõn değerini çok iyi bilmesi gereken bir yazarõn dinci amaçlarõyla “örselenme”sini, ben hazme- demedim. HaberTürk’tekilerin nasõl haz- mettiklerini ise çok ama çok me- rak ediyorum... Güftehor ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘Haber Türk’e Çok Şaşõrdõm! Nami Tepe: “Güftehor’un son dizeleri: Deniz feneri süngümüz/ Dosya geldi üzgünüz.” Ahmet Önen: “Kriz psikolojik ama başınız sağ olsun!” HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com Sağlıkta dönüşümün son kazığı! MALİYE Bakanlığı’nın tıbbi malzeme katılım payı hakkında yayımladığı ek tebliği Tıp Kurumu Başkanı Dr. Mehmet Altınok yorumluyor: “Örneğin, ortopedi ameliyatlarında en basit bir kırık için bile vida, çivi, plak benzeri vücut içi implantlar kullanıldığında ve vücudu kırıklar içindeki hastanıza acil ameliyat gerektiğinde eğer asgari ücretin yüzde 75’i tutarında 499 lira 50 kuruş para yatırmazsanız ameliyat yapılmayacaktır. Beyin ve sinir cerrahisi kliniklerinde yatan travma ve beyin tümörü hariç olgularda da bu paranın ödenmesi gerekiyor. Aksi takdirde ilgili tebliğ uyarınca katılım payı tahsil edilmeden hastasını ameliyat eden doktora ve hastane yöneticilerine bu para rücu edilecektir. Aynı şekilde yıllarca çalışıp emekli olan, emekliliğinde eklemlerinde ileri derece kireçlenme nedeni ile protez konulması gereken hiçbir hasta da para yatırmadan ameliyat olamayacaktır. Bu tebliğ çalışanların, emeklilerin, asgari ücretle yaşam savaşı verenlerin, yeşil kartlı yoksulların ‘tedavi olma hakkı’nı fiilen ortadan kaldırmaktadır. Artık devletin sunması gereken bu türden sağlık hizmetleri resmen paralı hale getirilmektedir. AKP hükümetinin ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ ile temel bir hak olan sağlık hakkı katılım paylarıyla metalaştırılmaktadır.” SESSİZ SEDASIZ (!) ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com4 Mart BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ İstanbul’un Çatalca ilçesin- de ormanlõk bir bölge ve koy. 2/ Sürdürme... Çelikçomak oyununa ve bu oyunda kulla- nõlan değneğe verilen ad. 3/ Sõvas ilinde bir göl... Kürekle yürütülen dar, uzun ve hafif bir tek- ne. 4/ Yüce, yüksek... Bir sözcüğün gerçek anlamõnõn dõşõnda kullanõlmasõ. 5/ Gö- zalõcõ. 6/ Bir nota... İs- panyollarõn sevinç ünlemi... Halk dilinde ayrana verilen ad. 7/ Balõk avlamakta ya da yük taşõmakta kul- lanõlan büyük kayõk. 8/ Islandõğõ zaman kolayca bi- çimlendirilebilen yumuşak ve yağlõ toprak... Uygun, yerinde, denk. 9/ Anadolu’nun bazõ yörelerinde, ge- celeri insanlarõn üstüne çöküp korkuttuğuna inanõ- lan düşsel yaratõk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Gediz Irmağõ’nõn deltasõnda, 205 kuş türünü ba- rõndõran bir lagün. 2/ Çok sevilen kimse ya da şey... Gördek balõğõna verilen bir başka ad. 3/ Hoş ve in- ce bir güzelliği olan... Karõşõk renkli. 4/ Üstü ka- palõ olarak anlatma... Şekerkamõşõndan elde edilen sert bir içki. 5/ Bir soru sözü... Samanla karõşõk ta- hõl. 6/ Çobanlarõn giydiği keçeden üstlük. 7/ Ke- silen ağacõn yerde kalan kütük dibi... Ceylan. 8/ Ev giysileri ve sabahlõk yapõmõnda kullanõlan bir ku- maş... Koca. 9/ “Siyah giyme --- olur / Beyaz giy- me söz olur” (Türkü)... Manisa’nõn bir ilçesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M A L A N G A U E N A Y İ Y A Z L A P A Z A N Z O T K A N A T A C O P M O B İ L A S İ L M A N N İ T E L İ K T Z İ G A A L O E M O T O R A Y 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” 12 MART DÜNYA BÖBREK GÜNÜ BÖBREK SAĞLIĞINIZA DİKKAT EDİYORMUSUNUZ? 0212.557 70 70 • www.tbv.com.tr TÜRK BÖBREK VAKFI YÜREĞİNE SEVDALAR YAZILI ASİ BİR YERYÜZÜ SANATÇISI “YUSUF HAYALOĞLU AĞABEY’E” MUNZUR BABA SELAMI’YLA.. Akın Ok (Yeryüzü Sanatçılar Platform Kurucusu)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle