Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 6 ŞUBAT 2009 CUMA
12 KÜLTÜR
K A M İ L M A S A R A C I
K Ü L T Ü R Ç İ Z İ K
kultur@cumhuriyet.com.tr
A
facan bir çocuk edasõyla güle oy-
naya, hoplaya sõçraya geldi, herkesi
sanki kõrk yõldõr tanõyormuş gi-
biydi… Kocaman gülümsemesi, põrõl põrõl
gözleriyle hepimizi kucakladõğõ yetmezmiş
gibi konuşurken kullandõğõ elleri kollarõyla
da sarõlacakmõş gibiydi.
Zaten bir avuç insandõk… Soru soran üç
kişiydik. Koskoca Türk medyasõnõn işi gü-
cü mü yok, Yo-Yo Ma ile ilgilensin… İş Sa-
nat Merkezi’nin fuayesindeydik. Konserin-
den birkaç saat önceydi…
Elinde o ünlü 300 kusur yõllõk Venedik ya-
põmõ çellosuyla güle oynaya gelip “Önce si-
ze bir şeyler çalayım” dedi. Hemen arka-
sõndan: “Müzikten nefret eden yok değil mi
aranızda!” deyip bir kahkaha patlattõ. Öy-
le oracõkta, çalmaya başladõ. Bitirince “Bi-
lin bakalım kimdendi bu” dedi hep o afa-
can çocuk ifadesiyle.
Adnan Saygun’un bir bestesiydi. Yõllar
önce bir Amerikalõ müzikologdan duymuş-
tu Adnan Saygun adõnõ. Hele çello için bes-
telediğini de öğrenince hemen repertuvarõ-
na almõştõ.
İstanbul’da, burada bize Saygun çalmasõ
kolaydõ, başka ülkelerde de çalõyor muydu?
(Gördünüz ya, iki dakikada koca Yo-Yo
Ma’dan neredeyse hesap sormaya başladõm!)
Gülümseme daha da büyüdü: “Asya, Av-
rupa ve Amerika ülkelerinde çaldım ve
her yerde çok sevdiler, seviyorlar” dedi.
Zaten onu müziğe bağlayan da işte bu özel-
liğiydi: Müziğin bir yerden ötekine, hari-
kulade bir biçimde yolculuk etmesiydi. Mü-
ziğin bu yolculuğu, bu serüveni, aynõ za-
manda muhteşem bir dostluğun, uyumun, ba-
rõşõn öyküsüydü.
BEN BÖYLE TEVAZU GÖRMEDİM
Sanki karşõmdaki adam, içinde yaşadõğõ-
mõz yüzyõlõn “Mesih”i değilmiş gibiydi. Ona
“Mesih” demişti müzik uzmanlarõ, çünkü
çelloda geçmiş yüzyõllarõn üslubunu 21.
yüzyõla taşõmõştõ.
Sanki müziğiyle dünyayõ fetheden, müzi-
ği yaygõnlaştõran, çelloyu popülerleştiren, mü-
ziğin sõnõrlarõnõ yok sayan, alanlarõnõ ve an-
lamlarõnõ çoğaltan o değildi.
Sanki yüze yaklaşan albüme imza atan, 15’i
aşkõn Grammy Ödülü ve daha nice ödül ka-
zanmõş, müzik tarihine imza atmõş adam o
değildi.
Sanki Bobby McFerrin’den Daniel Ba-
renboim’e, Diana Krall’dan Sting’e, fark-
lõ disiplinlerden sayõsõz sanatçõyla bir araya
gelip farklõ müzikler yapan, Çin’den Bre-
zilya’ya, Afrika ülkelerinden Japonya’ya mü-
zik köprüleri kuran; farklõ kültürlerin zen-
ginliğinden yararlanõp mucizeler yaratan
deha, o değildi.
Sanki 54 değil de, 24 yaşõndaydõ. (1955’te,
Çinli aileden Paris’te doğmuş; 4 yaşõnda mü-
zisyen babasõyla çelloya başlamõş; 5’inde
Bach’õn çello süitlerini çaldõğõ ilk konseri-
ni vermiş; 7’sinde aile Amerika’ya göç et-
miş -Julliard Müzik Okulu-; 21’inde Harvard
Üniversitesi’nden mezun olmuştu. Ve zaten
o zaman tüm dünya onu tanõr olmuştu! - Ye-
rim az, telegrafik yazõyorum!)
Bugüne dek bunca “tanrı”, “yarı tanrı”,
“çeyrek tanrı”, nice sanatçõ, yaratõcõ tanõ-
dõm, ama böylesi alçakgönüllü olanõ…
BALTACIGİL’LERE ÖVGÜ
Üç kişi sorularõ birbiri ardõndan sõralõyo-
ruz. Her birine uzun uzun yanõtlar veriyor,
hep çok içten, düşünerek, tartarak, gülüm-
seyerek, hep sarmalayarak.
Türkiye sevgisini, hayranlõğõnõ anlatõyor.
“Türkiye’nin çokkültürlülüğünü heye-
can verici buluyorum. On bin katmanlı
kültürler mozaiği burası” diyor… “Tıpkı
elimdeki çalgı gibi nice katmanlardan
oluşuyor.”
Sõk sõk karõsõ ve çocuklarõyla tatile gelmiş.
İş Sanat’õn yöneticisi Meriç’e işaret edip
“Söyleyin beni topluluğumla davet et-
sinler, gelip konser verelim” diyor. Zaten
İş Sanat’taki 2. konseri bu.
“İki olağanüstü yetenekli Türk sanatçı
Efe ve Fora Baltacõgil’e” övgüler döşeyip
“Onlar dostlarım, ikisine de hayranım,
yakından izliyorum, bir gün elbet
birlikte bir proje gerçekleştiririz” di-
yor.
ÇOCUKLARA
YÖNELMENİN ÖNEMİ
Hayatta ona en büyük doyumu veren
nedir diye soruyorum. Önce düşüne taşõna,
kelimelere basa basa şöyle diyor:
“Müzisyenler uzun vadeli değil, an ve an
yaşar. Her anı kendime ve başkalarına
unutulmaz kılmak isterim. Bunun için ça-
lışırım. Hayatımda birçok böyle unuta-
madığım an var… Ama beni en çok etki-
leyen, en mutlu eden şu iki olay...”
Sonra çabuk çabuk ekliyor: “Birincisi, ‘Su-
sam Sokağõ’ da aralarında olmak üzere sa-
yısız çocuk programında çalmam, ço-
cuklara yönelmem… Bugün koskoca
adamlar, karşıma çıkıp biz 20 yıl önce ço-
cukken sizi dinleyip müziğe ilgi duyduk
demiyorlar mı… İkincisi de Toronto’da
yapılan ‘Müzik Bahçesi’… Ben Bach’ın Bi-
rinci Süit’ini çalarken Julie Moir Messervy
adlı tasarımcı arkadaşım, benim yoru-
mumu bir bahçe tasarımına dönüştürdü.
1997’deki bu iş, 1999’da tamamlandı,
ora halkı sahip çıktı. ‘Müzik bahçesi’ de be-
ni çok mutlu kılıyor.”
SAVAŞLAR VE DÜNYA NÜFUSU
Dünyanõn acõlar ve savaşlar içinde oldu-
ğunun da fazlasõyla farkõnda. Barenbo-
im’in önderlik ettiği Ortadoğu’da barõş çağ-
rõsõna o da imzasõyla destek vermiş… “Bos-
na, Darfur, Ortadoğu, her yere gidip çal-
dık, ama bunlar savaşı durdurmuyor” di-
yor.
Erdoğan’õn Davos vukuatõnõ, İsrail’de
televizyondan izlemiş. Konuyu çabuk geçi-
yoruz.
“Dünyayı yöneten, yönlendiren politik,
ekonomik ve kültürel mekanizmalar var.
Bunların üçü bir arada yürümeli, birinin
ağır basıp ötekileri yok sayması felaketi-
mizi hazırlıyor” diyor.
“Ben kültürel alanda, farklı kültürleri
buluşturarak, yaratıcılığı desteklemeye ça-
lışıyorum” diyor. “Her kültürel gelenek,
unutmayın ki bir keşifle başlamıştır, ya-
ratıcılıkla başlamıştır.”
“Bizi bekleyen en büyük tehlike, 20 yıl
sonra dünya nüfusuna 20 milyar insan da-
ha eklenmiş olacak. Asıl en büyük sorun
bu! O zaman, inanın, bırakın sağlık, eği-
tim hizmetlerini, içecek su, soluyacak ha-
va bulamayacağız…”
Barack Obama’nõn yemin töreninde, tam
yeminden önce kemancõ İtzhak Perl-
man’la verdiği konserden mutluluk duyuyor.
(“Çok çok soğuktu.”)
Obama’ya ilişkin Yo-Yo Ma’yõ en çok he-
yecanlandõran, daha başkan olmadan önce
söylediği şu söz olmuş: “Dünya, empati
yoksunluğundan acı çekiyor.”
“Ben, ömrü yollarda geçen bir müzisyen
olarak işte hep bu eksikliği, yokluğu, his-
settim” diyor: “Eğer bu empatiyi sağla-
yabilirsek, değişim umudunu da canlı
tutabiliriz.”
Bir ara, çellosunu genç sanatçõ Rahşan
Apay’a verip çalabilirsin diyor… Heye-
candan tir tir titreyen Rahşan, 1700’lerden
kalma çelloyu çalõyor. Yo-Yo Ma iltifat edi-
yor.
Çellosunun adõ “Petunya” imiş. Neden çi-
çek adõ diyorum. Hikâyesini anlatõyor: Bir
okulda gençlere konuşup çalarken çocuk-
lardan biri “Adı ne çellonun” diye sormuş.
“Adı yok, ama sen koyabilirsin” deyince,
çocuk “Petunya” deyivermiş. O gün bugün
çellonun adõ “Petunya”!
Kõrk yõllõk ahbapmõş gibi yanõmõzdan ku-
caklaşarak ayrõlõyor.
Akşam Kathryn Stott piyanoda, Yo-Yo
Ma “Petunya”ya sarõlmõş, konseri dinlerken
ağlamamak için zor tutuyordum kendimi…
Öyle güzeldi ki… Yalnõz elleriyle değil, tüm
bedeniyle, soluk alõp verişiyle, ama en çok
ruhuyla çalõyordu. Çelloyla sevişiyordu,
çelloyu ağlatõyordu, çelloyla bütünleşiyor-
du. Dünyanõn tüm duygularõ çellodan gelen
o sesteydi.
Sanki yeryüzü hiç bu kadar güzel olma-
mõştõ. Sahnedeki ikili, konserin her anõnõ unu-
tulmaz kõlmõşlardõ.
zeynep@zeyneporal.com
Faks: 0 212 257 16 50
Çelloyla sevişen, çelloyla bütünleşen efsanevi Yo-Yo Ma İstanbul’daydõ
Dünyanõntümduygularõ...
SUNGU ÇAPAN
“Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi”,
1919’da New Orleans’da derisi kõrõş kõrõş olmuş,
eciş bücüş bir ihtiyarõn yüzüyle doğmuş, an-
nesini doğumda kaybetmiş ve böylesi ucubemsi,
kataraktlõ, lanetli bir bebeği oğlu olarak ka-
bullenemeyen babasõ (Jason Flemyng) tara-
fõndan ölümü bekleyen yaşlõlarla dolu bir hu-
zurevinin merdivenlerine bõrakõlmõş, onu bularak
sevgiyle büyüten, müşfik zenci bakõcõ kadõnõn
(Taraji B. Henson) Benjamin adõnõ koyduğu,
alõşõlmõşõn tersine yaşlandõkça gençleşen, ha-
yatõnõ sondan başa doğru yaşayan, 80’li yaşla-
rõnda doğmuş birinin (Brad Pitt), 21. yüzyõl ba-
şõnda sonlanan tuhaf yaşamõnõ ve büyük aşkõ-
nõ hikâye ediyor özetle.
F. Scott Fitzgerald’õn kõsa bir hikâyesinden
yola çõkan, Forrest Gump yaza-
rõ, yõllarõn namlõ senaristi
Eric Roth’un oldukça ser-
best bir uyarlama niteli-
ğindeki, yer yer ‘sarkmış’
senaryosundan, Yedi
ve Dövüş Kulübü
filmleriyle
9 0 ’ l õ
yõllara damgasõnõ vurmuş, Amerikalõ yönetmen
David Fincher’in bir kez daha gözde oyuncu-
su Pitt’le çalõşarak çektiği film, geleceğe ya da
geçmişe doğru fark etmez, önemli olanõn nasõl
yaşadõğõmõz olduğunu vurgulamak istiyor. Ben-
jamin’in çocukken tanõdõğõ, hayatõnõn aşkõ olan,
seksi dansçõ Daisy’nin (Cate Blanchett), zar zor
soluk alabilen, yaşlõ bir kadõn olarak, Katrina ka-
sõrgasõnõ ürpertili bir telaş içinde bekleyen
New Orleans’õn bir hastane odasõnda ölüm dö-
şeğine serilmiş yatarken ona eşlik eden, kaygõ-
lõ kõzõndan (Julia Ormond), sonradan gerçek
babasõ olduğunu öğreneceği Benjamin’in gün-
cesini okumasõnõ istemesiyle başlõyor ve bir-
takõm hatõrlama sahneleri, anõlar ve ‘geri-
ye dönüş’lerle farklõ tonlarda sürüyor, za-
manõn (hem de yaklaşõk üç saat bo-
yunca) tersten
ak-
tõğõ bu fantastik-masalsõ film. Fiziksel ba-
kõmdan yaşlõ doğup bebekliğini, çocukluğunu
bir yaşlõlar evinde geçirdikten sonra 1936’da 17
yaşõnda evden ayrõlarak özgürlüğe uçuyor Ben-
jamin. Onu içki, sigarayla tanõştõrõp ilk kez ge-
neleve de götürecek olan, bedeni dövmelerle
kaplõ, keş, maceraperest ve ‘ressam’ bir kapta-
nõn yanõnda bir kurtarma gemisinde denizci gi-
bi çalõşmaya başlayarak dünyayõ dolaşan, 2.
Dünya Savaşõ’nõ da yaşadõktan sonra 1946’da
26 yaşõnda postu deldirmeden savaştan dönen
kahramanõmõz, bir yandan gitgide gençleşirken
öte yandan yakõn çevresindeki tüm sevdikleri-
nin de yaşlanmasõna tanõk oluyor habire.
Benjamin’in zamanõn akõşõyla bebekliğine
doğru yöneldiği bir finale çõkan bu Hollywo-
od’vari, lirik ve epik, aşka güzelleme çeşitle-
mesi, sonuçta ‘birçok konuya değinip aslın-
da hiçbirini tam ve net olarak ifade edeme-
yen’, teknik yönden oldukça göz dolduran ama
dramatik açõdan (ve inandõrõcõlõk bakõmõndan)
birtakõm zaaflar gösteren, görkemli bir Ame-
rikan üstünyapõmõ. Aslõnda bütün özgünlüğü-
nü ‘yaşlı doğup gençleşerek yaşamak’ fik-
rinden alan; zaman, ölüm ve hayata ilişkin bu
fantastik projeyi günümüzün ileri teknolojisi-
nin olanaklarõ ve inanõlmaz görsel efektlerinin
desteğinde, hayli uzun tutulmuş, kalabalõk,
ağõr, yamalõ bohçamsõ bir epik halinde perde-
ye taşõyan Fincher, sõradan koşullarda doğmuş,
sõra dõşõ birinin hayatõnõ anlatõrken sõradõşõ bir
aşk hikâyesini alabildiğine öne çõkarõyor,
1918’den 2000’li yõllarõn başõna kadar zaman
zaman ABD ve dünya panoramasõna da yer ve-
rerek. Yaşlandõrma-gençleştirme konularõn-
daki makyaj-efekt becerisi, başarõlõ sanat yö-
netimi, özenilmiş bezenilmiş görüntüleri ve do-
kunaklõ müziklerinin yanõ sõra, Cate Blanchett-
Brad Pitt çiftiyle ve parlak görsel düzeyiyle de
ilgi çeken, meraklõsõnõ ağõr ve melankolik bir
atmosferin kuşatacağõ, Amelie’den esinlen-
me, yer yer didaktik kaçan, titiz bir anlatõma sa-
hip bu son David Fincher yapõmõ, kuşkusuz bir
Yedi’nin sarsõcõlõğõna ve etkileyiciliğine erişe-
miyor hiçbir anõnda.
Oscar yarõşõnda çeşitli dallarda aday gösterilen ve önde koşturan
Hollywood yapõmlarõndan Benjamin Button gösterimde
Yaşlılıktan beşiğe doğru yaşamak
Benjamin Button’õn Tuhaf
Hikâyesi/ The Curious Case of Ben-
jamin Button/ Yönetmen: David Fincher
/ Senaryo: Eric Roth/ Kamera: Claudio Mi-
randa / Müzik: Alexandre Desplat / Oyuncu-
lar: Brad Pitt, Cate Blanchett, Julia Or-
mond, Tilda Swinton, Taraji P.Henson,
Elias Koteas, Ed Metzger / ABD
2008 (WB)
SELDA GÜNEYSU
ANKARA - Ankara’da “politik tiyatro” denildiğinde
ilk akla gelen tiyatrolardan biri olan ve 10 yõldõr var-
lõğõnõ sürdüren Öteki Tiyatro, ekonomik krize yenik
düştü. Son aylarda gişe gelirleri iyice azalan tiyatronun
kapõsõna kilit vurulmak üzere. Binasõ “devren kira-
lık” olan Öteki Tiyatro’nun kapanmasõyla, başkent-
te binasõ olan Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) ve Ekin
Sanat Merkezi’nin dõşõnda özel tiyatro kalmayacak.
Bundan 10 yõl önce Murat Karahüseyinoğlu tara-
fõndan kurulan ve başkentte “politik tiyatro” de-
nildiğinde ilk akla gelen tiyatrolardan biri olan Öte-
ki Tiyatro’nun da kapõsõna kilit vurulmak üzere. Son
aylarda gişe geliri iyice azalan tiyatronun binasõ “dev-
ren kiralık.” Bu yõl Hesap Lütfen”, “Belgelerle
Kurtuluş Savaşı”, “Akıllı Klog, Daha Akıllı Klog,
Daha Daha Akıllı Klog” adlõ oyunlarõn sahnelendiği
Öteki Tiyatro’nun Genel Sanat Yönetmeni Murat Ka-
rahüseyinoğlu, tiyatronun şu anda içinde bulunduğu
binaya ayda 2.500 TL kira ödediklerini ve giderle-
rin ayda yaklaşõk 5.000 TL’yi bulduğunu belirtti. Ti-
yatronun artan giderleri karşõlayacak bir gişe geliri-
nin olmadõğõnõ söyleyen Karahüseyinoğlu; gerek yurt-
taşlarõn, gerekse siyasilerin sanata yeteri kadar sahip
çõkmadõklarõna dikkat çekti. Karahüseyinoğlu, “Kül-
tür ve Turizm Bakanlığı ne yazık ki yerleşik ol-
mayan, dosya üzerindeki tiyatrolara ayda yakla-
şık 20 bin TL yardım yapıyor. Bizse bu yıl ba-
kanlıktan yalnızca 13 bin TL yardım alabildik”
dedi. “Tiyatronun binası olmayan başka bir ti-
yatroya devredilmesini ve yine tiyatro binası ola-
rak hizmet vermesini istiyoruz” diyen Karahüse-
yinoğlu, Öteki Tiyatro’nun başkentte “solun kalesi”
olarak bilindiğinin de altõnõ çizdi.
KRİZ SANATI DA VURDU
Tiyatrobinasõ
‘devrenkiralõk’
Tüfekçi son yolculuğuna uğurlandı
Kültür Servisi -
Türk halk müziğinin
emektar
sanatçõlarõndan
Neriman Altõndağ
Tüfekçi için ilk tören
saat 10.00’da
İstanbul Teknik
Üniversitesi Türk Musikisi Devlet
Konservatuvarõ’nda yapõldõ. Teşvikiye
Camisi’nde kõlõnan öğle namazõnõn ardõndan
sanatçõ Zincirlikuyu Mezarlõğõ’nda toprağa
verildi. Tüfekçi’yi uğurlamaya gelenler arasõnda
Arif Sağ, Belkõs Akkale, Mustafa Sağyaşar, Ali
Rõza Binboğa, Ümit Tokcan, Selahattin Alpay
gibi sanatçõlarõn yanõnda Zeki Sezer, Mustafa
Sarõgül gibi siyasetçiler de vardõ.
‘Yaratıcı Yıkım’
Kültür Servisi - Kültür
Servisi - İstanbul güncel
sanat ortamõna yeni bir
soluk kazandõrmayõ, var
olan yapõyõ dönüştürmeyi
ve girişimleriyle hissedilir bir boşluğu doldurmayõ
hedefleyen Outlet/İhraç Fazlasõ Sanat Galerisi’nin
“Yaratõcõ Yõkõm” adlõ sergisi sürüyor. Seçil Alkõş,
Osman Bozkurt, Elmas Deniz, Hakan Kõrdar, Nejat
Satõ ve Şener Özmen’in “kentiçi durumlar”a
odaklanan fotoğraf, desen, resim ve hazõr
nesnelerinin yer aldõğõ sergide, farklõ kentlerden
olan sanatçõlarõn, kent sorunlarõna ilişkin
yaklaşõmlarõ sergileniyor. Büyük eleştirileri dile
getirmek için küçük esprilerden yararlanan
sanatçõlar, kentin alõşõldõkça görünmez hale gelen
çelişki ve çatõşmalarõnõ sorguluyor. Outlet Proje
Alanõ’nda ise Allora ve Calzadilla’nõn “Under
Discussion” videolarõ izlenebiliyor. “Yaratõcõ
Yõkõm” 15 Mart’a dek açõk. (0 212 245 55 05)