18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Bugün size tam 52 yıl önce, 10 Ekim 1957 günlü Vatan gazete- sinde yayımlanmış bir yazımı sun- mak istiyorum: “Medeni Cesaret Bir yerde tanınmış bir DP mil- letvekili ile uzun uzun konuşmak fırsatını bulmuştum. Partizanca düşüncelerden hayli uzak, aydın, kültürlü bir insan olduğu için çekin- meden, rahat rahat konuşabiliyorum. Güzel bir körfeze bakan bir balkon- daydık. Yoklamalara katılıp katılma- mak dedikodu üzüntüleri içindeki mil- letvekiline, DP’nin memleket ölçü- sünde eski sevgisini kaybettiğini söy- ledim. Bu sözümü kabul etmek iste- medi. DP’nin bulunduğumuz vilaye- te yaptığı, daha da yapacağı fabrikaları teker teker saymaya başladı. Yollar yapılmış, köylü refaha kavuşmuştu. Şu olmuştu. Bu olmuştu!.. DP’nin kalkınma politikasını savu- nan milletvekilinin partiden istifa et- tiğini dün gazetelerde okudum. O ak- şam DP’ye toz kondurmak istemeyen milletvekili, belki çok geçmeden başka bir partiye geçecek ve benim kendisine yaptığım tenkitleri kat kat aşan sert hücumlarla DP’yi yıpratmak için çalışmalara başlayacak!.. Oysa- ki o akşam DP milletvekiline benim kı- saca değindiğim şunlardı: ‘DP muhalefetteyken iktidara ge- çince devletçi bir politika gütmeye- ceğini, aksine, liberal bir zihniyetle ha- reket edeceğini, devlet fabrikalarını hu- susi teşebbüse devredeceğini söylü- yordu. DP’yi iktidara getiren, demek fabrika yapacağı hakkındaki vaatleri ol- mamıştır. DP’yi millet gerçek bir de- mokrasi düzenini kurması için iktida- ra getirdi. DP liderleri, Türkiye’de bü- tün teminatlarıyla demokrasi rejimini kurmayı vaat ediyorlardı. 1950 seçi- minde DP bu yüzden kazandı. Fakat DP sözünü tutmamış, ideallerini inkâr etmiştir.’ DP milletvekili bu sözlerim karşı- sında boyuna fabrika listesi yapmaktan başka bir şey söy- lememişti. Şimdi milletvekili yoklamada kaybedince, par- tiden ayrılmış! Az önce de dediğim gibi, belki de bir mu- halefet partisine geçip DP ile mücadeleye başlayacak, ona en ağır hücumları yapacak? Daha birkaç gün önceye kadar en mutedil tenkitlere karşı, iktidarı körü körüne övmekten kaçınmayan mil- letvekili, aydın sorumluluğundan yok- sun kişilerin bir örneğidir... DP iktidarının kusurlu yönlerini el- bette bizlerden çok daha iyi bilen bu gibi kimseler, yanlışlara, kötülüklere göz göre göre ses çıkarmazlarsa ki- me ne diyebiliriz? Ne zaman ki çu- valdızın ucu bir yerimize batıyor, o za- man sesimizi çıkarıyoruz... Ama da- ha önce ne olursa olsun, aldırmıyo- ruz. Yoklamada kaybetmesinden bir hafta önce koyu iktidarcı, bir hafta sonra koyu muhalif milletvekilleri me- deni cesaretsizlik örneklerini veriyor. Medeni cesarete sahip olmayan bir topluluk gerilikten kurtulamaz.” CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 ŞUBAT 2009 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ha Dün, Ha Bugün! PENCERE Heine’nin Şiiri Ne Diyor?.. Donna Clara belediye başkanının kızıdır, bah- çede dolaşırken “şövalye”ye rastlıyor, el ele tu- tuşuyorlar... Şövalye soruyor: “Fakat söyle güzelim, Kalbinde başkası var mı?” Donna Clara’nın yanıtı: “Ben seni seviyorum sevgilim Ant içerim İsa’ya; O İsa’yı ki Yahudiler Öldürdüler alçakça.” Yukardaki dizeler ünlü Alman şairi Heinrich Hei- ne’nin ‘Donna Clara’ adlı uzun şiirinden aktarıl- dı... Şiiri Türkçeye çeviren Behçet Necatigil... Heine’nin şiirini bu köşeye sığdırmak zor; ama, şairin ne demek istediğini anlamak için bir- kaç dörtlüğünü daha aktarmak gerekli... “Bırak İsa’yı Yahudilere! Dedi şövalye (kızı) okşayarak; Fakat söyle güzelim Ettiğin yemin gerçek mi?” “Bende hiç yalan yok, sevgilim, Nasıl ki bağrımda tek damla kan Yoksa ne pis Yahudiler, Ne de zencilerden.” “Bırak zencileri, Yahudileri! Dedi şövalye okşayarak Ve götürdü Başkan’ın kızını: Mersin dallarından bir çardak.” Çardağın altında ne olursa olur; ayrılma zamanı gelince Donna Clara şövalyeye adını sorar... Yanıt: “Ben, Sennora, sevgiliniz o herkesin övdüğü, Saragosalı ünlü hukukçu Yahudinin oğlu.” Peki, bu şiir Alman edebiyatının koca şairi He- inrich Heine’ye yakışıyor mu?.. Ne yapalım ki Heine de Yahudi... Büyük Alman romantiklerinden olan şair 19’un- cu yüzyıl aydınlanmasında kimliğini vurguladı; ama, demek ki Yahudiliği içinde bir “ukde” oluş- turmuş... Tarihten miras Hıristiyan-Yahudi çatışması Hitler’le doruğuna tırmandı; İkinci Dünya Sava- şı’ndan sonra Museviler Filistin’de İsrail devleti- ni kurunca çelişki eksen değiştirdi... Artık Hıristiyan-Musevi çelişkisi yerine Müslü- man-Yahudi çatışması dorukta... Türkiye Atatürk’ün laik Cumhuriyetiyle bu ça- tışmanın dışında kalabiliyordu... Amerika’da Bush yönetimi halt etti; Museviler de bu marifeti desteklediler; Türkiye’de “Ilımlı İs- lam Devleti”nin tohumları filiz verince Yahudi düş- manlığı da uç verdi; kavganın göbeğine doğru iti- liyoruz... Oysa bu kavga günümüzde ancak emperya- list, dinci, ırkçı, ilkel nitelikleriyle vurgulanabilir... Tarihteki Hıristiyan-Musevi çatışmasının gü- nümüzde Müslüman-Yahudi kavgasına dönüş- mesi neden?.. Çünkü Hıristiyan ile Musevi sermayesi doruk- ta ve de laiklikte buluştu... Müslüman bu ortaklığın dışında, dincilik gü- dülenmesinde... Aklını başına toplamayan, inanç hurafelerinde kimlik arayan Müslüman hep dayak yiyecek ve sömürülecek... Türkiye de ancak aklını başına toplarsa topar- lanabilir. Cavlı ÇULFAZ Utanma Duygusu Utanma duygusunun bir eylem sonrasõ olanõ vardõr, bir de caydõrõcõ, önleyici olanõ... İlkinde insan daha önce yaptõğõ bir eylemden pişman olur, utanõr. Önleyici utanma duygusu ise özdenetimle yakõndan ilişkilidir; insanõ frenler, bazõ yüz kõzartõcõ şeyleri yapmaktan alõkoyar. Yapmaya kalkõşõrsan başkasõnõn yüzüne bakamazsõn. En önemlisi, aynanõn önünde kendi yüzüne bakamaz, vicdanõnla yüz yüze gelemezsin. Gelecek olursan yüzün kõzarõr. Olgun, erdemli insan, utanma duygusunu özümsemiş insandõr. K õrk küsur yõl önce Londra Üniversitesi’nde bana reh- ber öğretmenlik eden epeyce uzun boylu bir si- yaset bilimi profesörü vardõ. Başka- larõna yukarõdan bakõyormuş izleni- mi vermemek için biraz kamburca yürürdü. Konferans salonunda arka sõralara oturur, yine de boyunun uzunluğu arkasõndakinin görüşüne engel olmasõn diye oturduğu yere iyi- ce büzülürdü. Beş-altõ öğrenci ile bir- kaç öğretim üyesinden oluşan li- sansüstü tartõşmalõ derslerde koltu- ğunun içine gömülür gibi otururdu. Karşõdan baktõğõnõzda alt eğrisi üst eğrisinden uzunca bir ‘C’ harfini andõrõr, dizleri burnuna değecek ka- dar yakõn dururdu. Öğrencisini hep ayağa kalkar, elini sõkõp kapõya ka- dar uğurlardõ. Öylesine alçakgönül- lüydü. Tõpkõ Bülent Ecevit gibi, onun da hem karşõsõndakine, hem de kendine saygõsõndan bacak bacak üstüne at- tõğõnõ hiç görmedim. Kara gözlük ta- kõp poz kestiğine de hiç rastlamadõm. Şimdi bakõyorum da yaşamõn her alanõnda gösterişçi bir arsõzlõk gõrla gidiyor. Eskiden birisi başkalarõnõn yanõnda sizi biraz fazlaca övünce yü- zünüz kõzarõrdõ. Yanõnõzdakilere hak- sõzlõk yapõlõyormuş gibi bir duyguya kapõlõrdõnõz. Şimdi ise herkese tepe- den bakõp cazgõrca şişinen kara göz- lüklü demagoglardan geçilmiyor. Hangi sözcüğü nasõl telaffuz edece- ğini bilmeyenler kulak tõrmaladõkla- rõna bakmaksõzõn her konuda alabil- diğine ahkâm kesiyorlar. İnsanlarõn öldükten sonra değil de daha yaşarken caddelere, sokaklara, havaalanlarõna, hastanelere, okulla- ra adlarõ konuyor. Bunu kendileri iş başõndayken pervasõzca yapmaktan hiç yüksünmüyorlar. Kongrelerde parti başkanlarõnõn dev boy resimleri göz tõrmalõyor. Bü- tün bunlara karşõ, Zonguldak’taki üniversiteye Ecevit’in adõnõn veril- mesinin TBMM’de çoğunluk oyla- rõyla kabul edilmediğini içim bur- kularak anõmsõyorum. Evler nohut oda, bakla sofa sõcak birer yuva olmaktan çõkmõş, demir parmaklõklar ardõnda, güvenlikçile- rin korumasõ altõnda birer anlamsõz konağa dönüşmüş. Sonradan görme zenginler ramazan aylarõnda beş yõl- dõzlõ otellerde gösterişli ziyafetler ve- riyor, oruçlar lüks restoranlarda bo- zuluyor artõk. Eskiden siyaset adam- larõ izbandut gibi muhafõzlarla böy- le şişinerek gezerler miydi? Dalkavuk bürokratlar halkõ hiçe sayõp trafiği sa- atlerce durdururlar mõydõ, bilmiyo- rum. Yeni yetme bezirgân sõnõfõnõn kaba vurgunlarõnõ, soygunlarõnõ oku- dukça doğrusu eskinin zarif hõrsõz- larõnõ özlüyorum. Arsen Lüpen zen- gin kadõnlarõn gerdanlõklarõnõ ustaca yürüten kibar, görgülü bir hõrsõzdõ. Sülün Osman’õn Galata Kulesi’ni sa- tõşõndaki kõvrak zekâ ve zariflik gör- mezden gelinebilir mi? Öyle anlaşõlõyor ki artõk utanma duygusu yok olmuş, ar damarõ çat- lamõş, hayâ perdesi yõrtõlmõştõr. Bes- belli ki, ar yõlõ değil, kâr yõlõdõr artõk. Wittgenstein diyordu ki: “Ne hak- kında konuşulamıyorsa, o hususta susmalı.” Utanmayõ bilmeyen susmalõ. Ama en çok utanmazlar konuşuyor. Bazõ psikanalistlere göre, utanma duygusu doğduktan birkaç ay sonra oluşur. Bazõlarõna göre ise sosyal bir duygudur ve çocuklarda iki-üç yaşõ- na kadar böyle bir duygu yoktur. Utanma duygusu olan insan al- çakgönüllüdür; dürüst olduğu gö- zünden okunur. Alçakgönüllü, dürüst insan onurludur. Başkasõ karşõsõnda aşağõlanmõş duruma düşmek iste- mez. Onurlu insanda utanma duygusu yüksektir. Utanma duygusu olan in- san gururludur. Çocuk yaşta utanma duygusunu edinmeyen insan ise ki- birlidir. Utanma duygusunun bir eylem sonrasõ olanõ vardõr, bir de caydõrõcõ, önleyici olanõ... İlkinde insan daha ön- ce yaptõğõ bir eylemden pişman olur, utanõr. Önleyici utanma duygusu ise özdenetimle yakõndan ilişkilidir; in- sanõ frenler, bazõ yüz kõzartõcõ şeyleri yapmaktan alõkoyar. Yapmaya kal- kõşõrsan başkasõnõn yüzüne baka- mazsõn. En önemlisi, aynanõn önün- de kendi yüzüne bakamaz, vicdanõnla yüz yüze gelemezsin. Gelecek olur- san yüzün kõzarõr. Olgun, erdemli in- san, utanma duygusunu özümsemiş insandõr. Ama bir süredir gösterişli sa- dakalarla, gemi azõya almõş bir tü- ketim çõlgõnlõğõyla halkõn gururu sü- rekli çiğnenmektedir. Çocuklukta edinilmeyen utanma duygusunun yerine edepsizce bir kibir gelip baş köşeye kurulmuştur. Ar, hayâ, utan- ma duygusu sanki artõk yok olmuş- tur. Şimdi bütün Türkiye en arsõz hõr- sõzlarõyla gurur duyuyor! Utanma duygusu da dürüstlük, onur, namuslu ve adaletli olma, me- deni cesaret, alçakgönüllülük, özde- netim (nefse hâkimiyet) gibi bir er- demdir. Siyasetçinin ar damarõ çatlamõş olanõna demagog denir. Demagog, hem halkõn dalkavuğu, hem de hal- kõn avcõsõdõr. Halk avcõsõ demagog si- yasetçiler, safsata tacirleri midemi bu- landõrõyor. Orhan Veli, “Ne İngiliz kralı / Kadar mütevazıyım, / Ne de Celâl Bayar’ın / Sâbık ahır uşağı gibi aristokrat” diyordu. Şimdi deveyi havuduyla yutup abullabut caka satanlarõ gördükçe, Ar- sen Lüpen gibi eskinin kibar hõrsõz- larõnõ, Sülün Osman gibi kõvrak ze- kâlõ dolandõrõcõlarõ özlüyorum. Gü- nümüzün yontulmamõş külhanileri- nin yanõnda Sülün Osman ne kadar da mütevazõ bir İstanbul efendisi, Ce- lâl Bayar’õn sâbõk ahõr uşağõ ne ka- dar da soylu bir aristokrat kalõyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle