19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 14 ŞUBAT 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 14 Şubat SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Türkiye İran Olur mu? Skytürk’ün “Kırmızı Bülten”ine çarşamba gecesi ben de davetliydim. Ateşli bir grip nedeniyle katıla- madığım programı yatakta izledim. Ve büsbütün ateş- lendim. Çünkü programın orta yerinde katılımcılardan Kenan Çamurcu, Mehmet Faraç’a dönüp; “Sen di- ni biliyor musun” dedi ve ekledi: “Ben ilahiyatçıyım. Sen din düşmanısın!” “Türkiye İran Olur mu?” sorusunun tartışıldığı bir programda, “ilahiyatçı” olduğunu beyan eden bir ko- nuk, karşısındaki konuşmacı için “fetva” veriyor: “Din düşmanı!” Bundan âlâ “İranlaşma” olur mu? İran devriminin 30. yılı nedeniyle yapılan bir “siyaset programına” katılacaksınız, “dini inançlarınız” sor- gulanacak, din bilginizin derecesi imtihan edilecek; kendisini “otorite” sayan birinden “din düşmanı” yaf- tası yiyeceksiniz… Laik ülkede olacak şey mi bu? Postmodern engizisyon İçi boşaltılmamış “laikliğin” geçerli olduğu ülkelerde, kimse kimsenin dinini sorgulayamaz. Kimse kimsenin imanını, dini inanç dozunu, düzeyini imtihan edemez. Nerde kalmış bireye “din düşmanı” baskısı koymak… Engizisyondan ne farkı var bunun? TV ekranlarında bundan böyle artık “postmodern engizisyonlar” mı izleyeceğiz? Konu dolayısıyla “dini bilip, bilme- mek” değil. “Laikliği” bilip bilmemek- ki “İranlaşma tehdidinin” temelinde bu yatıyor. İran Şii, Türkiye Sünni imiş. Türkiye’nin İslam an- layışı ile İran’ın İslam anlayışı analizi yapılmadan, “Tür- kiye İran olur mu?” sorusu tartışılamazmış. İslam an- layışlarımız farklıymış. Bizde “Molla” yokmuş vs… Mesele bu değil. Mesele: Türkiye’nin -olduğu kadarıyla da- “laik sis- temini” koruyup korumayacağı. “İranlaşma” derken; biz bunu, laik düzende bu göz önünde yaşanan ze- min kaybını anlıyoruz. Laiklik; “laik” sistemin “de- ğişmez kurallarına” saygı göstermek ve özümsemekle yaşatılabilecek bir şey; “Türkiye demokrasidir. İran olmaz” ezberleriyle değil. Bu “dini biliyor musun, bil- miyor musun” sorusu üzerinden değil; “laikliği bili- yor musun ve laiklikten ne anlıyorsun” sorusu üze- rinden yürütülmesi gereken bir tartışma. Ayırt edici kriterin “din düşmanı” ve “dinini bilen, dini bütünler” üzerinden belirlendiği noktada inanç özgürlüğü ve özgür düşünce iflas etmiş demektir. Te- okrasilerin belirleyici ölçüsü de budur. Teokrasi ol- mak için illa Şii olmak gerekmez. İnanç özgürlükle- ri ve özgür düşünceyi ezmek yeter. İran da, Suudi Arabistan da bunu yapıyor. İran Şii, Suudi Arabis- tan Sünni; ikisi de “teokrasi”. “Değişimi” kitleye yayan, ileriye doğru çalıştıran çark oysaki “özgür düşünce” üzerinden yürür. Öz- gür düşüncenin önünü tıkadığınızda, “değişimi” boğarsınız. Otuz yıllık İran devrimi, sırf bunun üze- rine; “şeriat yasalarını” değiştirmemek üzerine kurulu. “İran’da yaşam korkunç değil!” İran’a gidip, gelen; röportajlar yapan oturumun di- ğer konuklarından Ayşe Böhürler; İran’ın öyle dı- şardan göründüğü denli korkunç olmadığını söylü- yor. Kadınların çalıştığını, insanların -özetle- bize uzak olmayan yaşam tarzları sürdürdüğünü belirtiyor. Bir yere dek (“şeklen” ve “kısmen”) bu doğru. “Ya- şam tarzı” itibarıyla İran; Suudi Arabistan’dan fark- lı. Riyadlı kadın direksiyona geçemiyor. Tahranlılar taksi şoförlüğü dahi yapıyor. Ama “yargıç” olamı- yorlar! Nobel’li Şirin Ebadi; buna en tipik örnek. “Yar- gıçlığı” bırakmak zorunda kalan Ebadi, bugün sadece avukatlık yapabiliyor. Kapalı kapılar ardında insanlar, “yasakları” dele- biliyorlar evet. Kadınlı erkekli yaşıyor, başlarını açı- yor, içki içebiliyor, parti veriyor, yasak filimleri izle- yebiliyorlar… Ama yakalanırlarsa “kırbaçlanıyorlar”! Bu İran’da yaşama gerçeküstü, acayip bir tiyat- ro, karnaval havası veriyor. İçerde bir türlü, dışarda başka türlü...“Çifte standart” özümseniyor. “Yalan” içselleşiyor. Laiklik çerçevesinde bizim “doğal hak” addetiğimiz özgürlükler, İran’da “dönemin insafı” öl- çüsünde gizli gizli ve kısmen yaşanabiliyor. Gündelik kurallar “keyfi”. Kurumsal yapı “şeriat” ise sabit. “Esas”a dair hiçbir değişiklik yapılamıyor. Yapılma- sı -“din düşmanlığı” sayıldığından- düşünülemiyor. Hatemi gelince, başörtüleri küçülüyor; pardösü- ler daralıyor, pantolonlar “kaprileşiyor”. Ahmedinejad gelince “ahlak polisi” sokakta “kadınlara” cihat açı- yor. “İranlaşma” derken; “hakların” hak olmaktan çık- masından ve adım adım böyle “keyfileşmesinden” söz ediyoruz biz. Özgürlüklerin; “meşru hak” olması başka. “Otoritenin bahşettiği” görece alanlara hapsedil- mesi başka... TV’lerde “din düşmanı” tehditlerinin uçuştuğu, uçu- şabildiği bir ortamda bu tehlike yok sayılabilir mi? Fatih Ülke dilsiz Oğuz Tansel Yazın Ödü- lü’nü kazanan Ergül Çe- tin’in “Ülke Dilsiz Kapanıp Yüzüstü” adlı dosyasından birkaç dize: “ülke dağınıklığını giderdi / birikti, doldu, dolandı, ak- maya yer buldu ırmak / kıv- randı, arandı, buldu sonun- da akacağı yeri / çok devin- di, büküldü, kıvrıldı, durdu, düşündü, / bir yol buldu akmaya kendince.” Ah keşke, ah keşke... Trafik Demiryollarının iç yazış- masından bir bilgi: “30 Ocak 2009 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün Sakarya’yı ziyareti nedeniyle emniyet müdürlüğünce verilen emir gereği, Cumhurbaşkanımı- zın geçitlerden geçişi esna- sında tren trafiği durdurul- muştur.” Havada uçak trafiğini de durdurmaya kalkarlarsa hiç şaşmayalım. Milli Görüşçülerin bilgisunardaki “AKP gerçeği” sitesinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın gülen fotoğrafının yanında Mart 2003’te söylediği sözlere yer verilmiş: “ABD’nin Irak’ta savaşan kahraman bay ve bayan askerlerin en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en az zamanda dönmeleri temennisi ile duacıyız.” Görüyorsunuz, Bağdat’tan Davos’a fatihlik ruhu hiç sönmüyor. Ormanların vay haline Orman dostu Yücel Çağ- lar, tapu kanununda yapılan son değişikliğin “2B” (orman niteliğini yitirmiş arazi) yasa- sı gibi algılanmaması gerek- tiği kanısında. Son değişiklik, 2B yasasından çok daha va- him sonuçlar doğuracak çün- kü: “Bugüne değin ‘2B’ uygu- laması, artık hukuksal olarak ‘orman’ sayılmayan yaklaşık 6 milyon dönümün tümüne ya- kın kısmının ‘değerlendiril- mesi’ydi. Siyasal iktidarın bas- langıçta tek amacı, bu arazi- leri herkese satmakla sınırlıy- dı. Anayasada yapmaya kal- kıştığı değişiklik, bu amacın ürünüydü. Siyasal iktidar bu amacından vazgeçmiş değil- dir. Ancak, siyasal iktidarın amacı artık yalnızca bu değil- dir. Siyasal iktidarın şimdiler- deki bir başka amacı ‘2B’ uy- gulamalarının yanı sıra ve çok daha vahimi ‘orman’ sayılan alanların daraltılmasına yol açabilecek doğrultuda kolay- laştırılmasıdır. Siyasal iktidar, her türlü ka- musal varlığı satma, bu yolla ülkemizdeki yıkıcı ekonomik büyümeye kaynak sağlama ve dolayısıyla da kapitalist sermaye birikim sürecine kat- kıda bulunmayı amaçlamak- tadır. ‘Orman’, özellikle de ‘devlet ormanı’ sayılan arazi- leri, ‘orman ekosistemlerini’ değil, arazileri ve ‘devlet or- mancılığı’ düzenini özelleştir- meye çalışması, bu amacın bir ürünüdür.” Ormanlarımız elden çıka- cak, toptan. Yitirdiğimiz bulvar Cumhuriyetin açık hava müzesidir Ankara’nın Ata- türk Bulvarı. Koleksiyoncular Derne- ği’nin Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde açtığı “Cum- huriyet Devriminin Yolu Atatürk Bulvarı” başlıklı sergisiyle birlikte aynı ad- la çıkardığı kitapta şöyle nitelenmiş Atatürk’ün yo- lu: “Atatürk Bulvarı’nın ta- rihi Cumhuriyet devriminin tarihidir. Cumhuriyet dev- rimi gerçekleştirilirken, bul- var, halka kazandırılmaya çalışılan çağdaş yaşamın önemli bir sahnesi olarak şekillenmekte, Cumhuri- yet’in yeni kurumları cad- de üzerinde bir bir yerleri- ni almaktadır. O günlerin şehirciliğin- de, çağdaş yaşama özgü olarak görülen ölçü ve dü- zen içinde biçimlendirilen bulvar, İstanbul’a karşı Anadolu’nun geliştirilme- sinin bir simgesi olarak, başkent Ankara’nın plan- lanması ve tasarımının en önemli öğesidir.” Ankara beylerbeyinin her elinin değdiği iş gibi, Atatürk Bulvarı da perişan oldu. Delindi, deşildi, o güzelim Kuğulu Park ucu- be altgeçitlerle gölgelen- di, yollar sevimsiz fa- yanslar, ilkel resimlerle hamama çevrildi. Atatürk Bulvarı’nın bu- günkü hali, Cumhuriyetten nasıl hınç alındığının bir kanıtıdır. Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi’nin 26 Mayıs 1997’de gerçekleştirdiği atölye çalışmasında Bülent Tanık, şu değerlendirmeyi yapmış: “... Ben ulusun eriyen ve yok olan bir kavram olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ulusa entegre olan, ulusa eşlenmiş olan devlet kategorilerinin de tarih sahnesinden yavaş yavaş silinmeleri kaçınılmazdır. Devletin sayıca veya kurumsal olarak küçülme nedeniyle kendi meşruiyetini belli bir süre daha güçlü kılabilecek tedavilere uğramış olması ve desantralize olarak, yaygınlaşarak, sorumluluğu başkalarına dağıtarak bu anlamda meşruiyet zemini yakalamaya girişmiş olması, ulus devletin tarih sahnesinden silinme potasına, rayına girdiği olgusunu ortadan kaldırmıyor. ... Bu bağlamda küreselleşme sürecinin yereldeki, ulusal yereldeki değerleri aşmada yardımcı olacak potansiyeller taşıdığını düşünüyorum. Sanıldığından çok kısa bir süre içerisinde dünyada ulusal devlet kavramının, taşıdığı işlevlerin bütünselliği açısından hızla ortadan kalkacağını düşünüyorum.” Küreselleşmeci diye tanımlanabilecek bir düşünce yapısı bu. Oysa bugün, emperyalizmin masalı olan küreselleşmenin gerek ekonomik, gerekse siyasal açıdan yıkılışına tanık olduğumuz bir süreci yaşıyoruz. Ulus devleti kurmuş bir partiden ve ulus devletin simgesi olan Çankaya’dan belediye başkanı adayı olduğuna göre, Bülent Tanık da aynı süreçte yukarıdaki düşüncelerini değiştirmiş olmalı... Küreselleşmeci Düşünce Cumhuriyet kadını FATMA HASENE SOMER Türkelciğim, 7 Şubat 2009 günü seni ye- ni seyahatine uğurladıktan sonra aramızdaki ortak nok- taları düşündüm uzun uzun. Bizi birleştiren “Cumhuriyet” düşüncesinin dışında nelerimiz vardı?.. Tabii ki şiir ilk sıra- daydı. Birbirimize ilk arma- ğanlarımız şiir kitaplarıydı; Sa- fo, Hayyam, Baudlaire vd... 18. yüzyıldaki mektuplaş- ma modası 21. yüzyılda mail- leşmeye dönüştü. Ben de 24 Aralık 2007’de adını ilk kez duyduğum ve çoook beğen- diğim Ermeni şair Zahrad’ın şii- rini ilk iş sana göndermiştim, anımsıyor musun? Şiirin ilk dizeleri şöyleydi: “Ve çiçekler arasındaki erik ağacı /Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü / Güneş ki ol- duracak meyvasını /Yağmur ki besleyecek meyvasını / Mey- va ki sürdürecek erik ağacını / Ağaçlar ki çiçekler arasında / O ben’im işte”(*) Ve sen hemen cevaplamış- tın: “Adını duymuştum, hatta bir ara kitabı var mı diye de bak- tıydım. Nefis bir çeviri, nerde buldun? Erik ağacı ne güzel bir seçim. Yaşamın ta kendisi! Konuş- malıyız... Şimdi yatmam gerekiyor. Dilerim Noel hepimiz için gü- zel başlar ve hiç unutamaya- cağımız güzellikler getirir. Kediyle farenin dostluğu bel- ki bu güzelliklerin en vazgeçil- mezi olur.” Bir Cumhuriyet kadını olan sana, bir Cumhuriyet sevdalı- sı olan ben, karamsar ve umutsuz olduğumu söylemiş- tim. Dünyaya baktığımızda savaştan, hemen hemen tüm demokrasilerin sorunu haline gelmiş yolsuzluklardan, suiis- timallerden, pazar ekonomisi- nin bir cangıla benzettiği bu dünyadan mutsuz olduğumu, kendimi yalnızlaşmış ve yor- gun hissettiğimi seninle pay- laşmıştım. “Yaşam oyun için- de oyun. Ben artık yorgu- num..” demiştim. Sense he- men motivasyona geçmiş ve şunları yine e-postayla gön- dermiştin bana: “Şekerim yorgun muyuz? Emin değilim. Emin olduğum tek şey ‘bilebilmek’ ya da bu- na ‘erken algılama’ de, bazen yüklenmesi hiç de kolay ol- mayan bir dünyaya dönüşüyor. Dahası, dünyayı taşırken kâi- natın dışına düşmemek de la- zım. Zira, ‘gördüklerin’ her za- man görülesi olmayabiliyor da! (...) Üstüne üstlük bunun hava- sına kapılmamak, özgüvenin- de boğulmamak da gerek! İl- ginç olan tüm zorluğuna rağ- men duyarlılıkla birlikte cesa- ret ve dayanıklılık da getirme- si. Hem de tüm korkutuculu- ğuna ve yalnızlaştırmasına rağ- men!” Evet biliyorum, pazarlar savaş alanlarıdır ve risklerle doludur Türkel. Savaştaysa başarı insan usunun özgürlü- ğüyle bağımlıdır. Doğmak ya da doğmamak insanın elinde değil ki!.. Ya- şamaksa insanın en doğal hakkı. Peki nasıl yaşamalı in- san? - Eşit ve özgür değil mi?.. Bunun en güzel örneğisin sen!. Şiirin dışında ortak yanları- mız galiba “karanlığın ayak sesleri” girişimiyle başlayan dostluğumuzda Özgür, Çağ- daş, Uygar, “Kul”luktan Yurt- taşlığa geçmiş insan olma yo- lunda verdiğimiz savaşımdı. Her şeyi bilip engelleyeme- mek!.. Olayların akışını anlayıp da değiştirememek!.. Bu nasıl bir ıstırap, düşünsene!!!. Ya- şamı değerlendirmek için ge- reksinimimiz olan aklın hem bir lütuf, hem bir cendere olduğu düşüncesini taşıyorum. Sevgili dostum, bu savaşımda en iyi ilacım, sevildiğimi bana his- settirenlerle konuşmak, pay- laşmaktı, bunu bana sağlaya- bilen nadir kişilerden biriydin sen... Ama bu güven duygusu çok zor bir duygu ustacığım. Evet can arkadaşım, bana 1995’te armağan ettiğin “Hay- yam” şiirleri kitabına şöyle yazmışsın: “Sevgili dostum, Nelerde buluştuk, Nelerde yitirdik dostlukları... Yüreğimizin sıcaklığını ço- ğaltarak” Fitnat, Aşkın, Fisun, Güneş ve ben seni çok özledik... (*) Kitabın adı “Yaparacığı Gören Balık”/ Çeviren: Ohan- nes Şaşkal BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Ortaoyununda zur- naya verilen ad... Ya- narken güzel koktuğu için tütsü olarak kul- lanõlan ağaç. 2/ “Ap- tal, bön” anlamõnda argo sözcük... Kõsa çizgi. 3/ Geminin sa- atteki hõzõnõ anlamak için kullanõlan aygõt. 4/ Dövülmüş buğday, mercimek ve nohutla yapõlan bir tür çorba... Kayõnbirader. 5/ Tõr- tõllarõ aşõnmõş taşõt lastikle- ri için kullanõlan sözcük. 6/ Yunan mitolojisinde tutku tanrõçasõ... Tarla sulamasõn- da kullanõlan tahta oluk. 7/ Dünya işlerinden vazgeçip bir yere kapanma. 8/ Muğ- la’nõn Milas ilçesine bağlõ tu- ristik bir belde... Bir soru sö- zü. 9/ Türk resim sanatõnda önemli bir grubun ad olarak benimsediği harfin okunuşu... Diploma. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ekmek, peynir ve et suyuyla yapõlan bir yemek... Karaci- ğerin salgõladõğõ acõ sõvõ. 2/ Bir ticaret senedinin üstüne yazõ- lan kefillik... İzmir’in bir ilçesi. 3/ Üzerinde yüzlerce iğneli kös- tek bulunan uzun balõk oltasõ. 4/ Birkaç renkli iplikten yapõl- mõş dokuma... Küçük erkek kardeş. 5/ Esrar içenlerin kullandõğõ bir tür nargile. 6/ Tanrõtanõmaz... Toprak, kum ve saman ele- meye yarayan iri delikli kalbur. 7/ Kendini bir konuya verme. 8/ Eski yapõ ya da kent kalõntõsõ... Neon elementinin simgesi. 9/ Adõn durum eklerinden biri... İzin, onay. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M E H D İ S A H E P E S K A L A S İ M A A Ğ I T İ F A K A T M A H O T A M I Ş Y N İ D A E T İ S E E D E B İ İ M A M E V İ A M A N İ E T Ü V 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com [email protected] YERYÜZÜ SANATÇILARI NE SÖYLÜYOR? 24 ŞUBAT SALI 2009 SAAT: 20.30 STUDİOLİVE/BEYOĞLU www.birakinoksevdasi.net
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle