Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 2 ARALIK 2009 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
PENCERE
Irak Bir Ders Kitabı!..
Aklı evvel bir dost sordu:
- Irak’ta hiç Arap yaşamıyor mu?..
- Ne demek istiyorsun?..
- Bütün haberlerde Arap lafı yok, Sünni ile
Şiilerden söz açılıyor...
Irak bizim için bir ders kitabı gibi...
Komşumuzda Arap yok..
Müslüman yok..
Mezhep var..
Dün bu köşede yayımlanan yazıda şu tümce
yer alıyordu:
“Bir ümmet toplumu laikleşmeden
uluslaşamaz...”
İşte Irak örneği!..
Irak’ta yaşayan Şii Arap değil mi?..
Ya Sünni?..
Şii de Arap, Sünni de...
İkisi de Müslüman!..
Ama laiklikten yoksunluk, işgalde bile
Müslümanı körleştiriyor, Arap ulusu oluşacak
yerde mezhep ayrımcılığı ağır basıyor...
Angloamerikan Hıristiyanı tarafından işgal
edilmiş bir ülkede yaşanan facia Müslümanın
Müslümanla boğazlaşmasına yol açıyor...
Oysa ulusal bilinç gelişseydi, Sünni-Şii
kavgası yerine milli birlik ve beraberlik
düşmana karşı direnişin itici gücünü
yaratacaktı...
Evet, burnumuzun dibinde yaşanan olayın
öyküsü okulda belletilecek bir ders kitabı
gibi...
Belli ki Irak’ta Arap yok..
Sünni var..
Şii var..
Oysa Avrupa’da İngiliz, Fransız, Alman,
İtalyan, vesaire var...
Mezhep savaşları Avrupa’nın tarihinde
solmuş yapraklar...
Ümmet toplumu ise İslam dünyasında ağır
basıyor...
Peki, Batı’da tarihe gömülmüş ümmet
toplumunu Türkiye’de hortlatmak için
Amerikancı emperyalist güçlerle iktidar partisi
AKP’nin işbirliği ne anlama geliyor?..
Dışa bağımlı dincilik Türkiye’de ulusalcılığı
püskürtüp iktidara geçtikten sonra Sünni
mezhebine dayalı tarikatçılık ve cemaatçilik
aldı başını gidiyor; bunlar devlet ve
belediyelerde de egemenleşince bütün para
musluklarını ellerine geçirdiler...
Bush yönetiminin “Ilımlı İslam Devleti
Modeli” adı verilen tasarımı, AKP’yi iktidara
geçirdi...
Irak’ı parçalayanlar, Türkiye’de benzeri
yöntemleri uyguluyorlar...
Ulusal bilinç tu kaka!..
Dünkü yazımın başlığı “Na To Kafa, Na To
Mermeri” idi...
Düzeltme’den dediler ki:
- Nato bitişik yazılır...
Boş verdim, hecelerin ayrı ayrı vurgusu
aklımızın başımıza gelmesine belki yardımcı
olabilir diye düşündüm...
Irak burnumuzun dibinde tarihsel, siyasal ya
da toplumsal bir ders kitabı gibi...
Cumhuriyet’in köşe yazarları her gün bu ders
kitabından sayfaları bizim topluma
yansıtıyorlar, sunuyorlar...
Gerçekler “2 kere 2 dört” gibi açık seçik...
Peki, her şey bu kadar açık seçikken
başımızdaki ümmetçi iktidara karşı ulusal
güçlerimiz birleşemeyecekler mi?..
(4 Ocak 2007 tarihli yazısı)
G
ünümüz dünyasõnda uzman-
lõk, hemen her alanda eskiye
göre daha çok arzu edilen ve
öne çõkarõlan bir özellik hali-
ne geldi. Bilim ve teknoloji-
deki hõzlõ gelişmeler, bilginin hõzla artma-
sõ ve yayõlmasõ, öğrenmeyi kolaylaştõr-
mak için bilgilerin sõnõflanmasõ gereğinden
dolayõ, günümüzde uzmanlõğa olan ihtiya-
cõ arttõrmõş durumda.
Yaşamõn giderek daha karmaşõk hale
gelmesi, üretim ve tüketim ilişkilerinin
çeşitlenmesi uzmanlõğõn daha da ön plana
çõkarõlmasõna neden olmuştur. Neredeyse
çağõmõza “uzmanlar çağı” diyebiliriz.
Günümüzdeki bu artmõş uzmanlaşmanõn
mahsurlarõ yok mu? Tabii ki var. Ömrü-
müzün büyük kõsmõ mesleğimizi uygula-
yarak geçiyor. Düşüncelerimiz kolaylõkla
işimiz çerçevesinde biçimlenebiliyor. Ne ya-
zõk ki yaşamõ meslek alanõyla sõnõrlõ tutan
kişiler, olaylara tek yönlü bakabiliyor. Ya-
şamõn derinliği kaybolup gidiyor.
Ömrünü belli bir alana vakfederek zirveye
çõkan insanlarõn öykülerini hepimiz oku-
muşuzdur. Tatil yapmadan yõllarca işinin ba-
şõnda olduğunu ve çalõşmaktan büyük mut-
luluk duyduğunu söyleyen iş sahiplerini he-
pimiz biliriz. Bu ifadeler toplumda büyük
övünç kaynağõ olmakta, kimi zaman in-
sanlarõn hayranlõk duyduğu özellikler ola-
rak karşõmõza çõkmakta.
Peki bunlar doğru mu? Yaşam yalnõzca
bir alana sõkõştõrõlabilecek, mesleki sõnõf-
lamalarla anlaşõlabilecek kadar dar ve ba-
sit mi? Bir alana ömrünü vakfetmek, bel-
ki bir yönüyle yararlõ olmuştur, ama öte yan-
dan bazõ alanlarda eksik ve güdük kalma-
nõn da göstergesi olamaz mõ?
Tüm faaliyetlerimiz sonuçta beyinsel
gücümüzün bir ifadesidir. Bugün yeryü-
zünde 4 bin civarõnda dil konuşulabilmek-
te. Bu demektir ki beynimiz 4 bin, belki de
çok daha fazla dili konuşabilecek kapasitede
ama bizler yalnõzca bir ya da birkaç dili ko-
nuşabiliyoruz. Bu şu anlama geliyor: Da-
ha küçük yaşlardan itibaren beyinsel kapa-
sitemizi sõnõrlamaya başlõyoruz. Hangi di-
le maruz kalõrsak onu ifade ediyoruz. An-
cak o dilde konuşabiliyoruz. Beyinsel ka-
pasitenin sõnõrlanmasõ yalnõzca dil alanõn-
da değil, yaşamõn her alanõnda kendini gös-
teriyor. Neyi almõşsak onu ortaya koyuyo-
ruz. Yeni fikirlermiş gibi sunulan birçok dü-
şünce bize verilenin, bir anlamda ezberi-
mizin değişik şekillerde ifadesindan başka
bir şey değil. Hemen her tartõşmada mev-
zilerimizi almakta, düşüncelerimizi tek
doğrularmõş gibi savunmaktayõz. Aslõnda
çoğu zaman bu tartõşmalarda söyledikleri-
miz, Bertrand Russel’õn söylediği gibi bi-
ze öğretilenlerin değişik kelime ve cümle-
lerle yeniden ifadesindan başka bir şey de-
ğil.
Sokrates ne demişti?
Dünyaya yeniden gelseler yine aynõ mes-
leği seçeceklerini söyleyen insanlar pek de
az sayõlmaz. Bu da aslõnda yaşamõ bu yö-
nüyle görüp tanõmõş, başka meslekler ko-
nusunda fikri olmayan, yaşama kendi mes-
lek aynasõndan bakan insanlarõn, alõşkan-
lõklarõna devam etme isteğinin bir göster-
gesidir.
Zaman zaman uzmanlõğõn kişinin toplum
içinde kendisini imtiyazlõ hissetmesinin
aracõ olarak kullanõlabildiğini de görebili-
yoruz. Meslek jargonunun yerli yersiz kul-
lanõlmasõyla bu daha da pekiştiriliyor. San-
ki bir alanda bilgi birikimine ulaşmakla her
şey biliniyormuş gibi. Halbuki Sokrates ne
güzel söylemiş: “Tek bildiğim şey, hiçbir
şey bilmediğimdir.” Bu yönüyle baktõğõ-
nõzda bildiğini, kendine aşõrõ güvenle tek
doğruymuş gibi sunan insanlarõn aslõnda ne
denli yaşam cahili olduklarõnõ hisseder gi-
bi oluyorsunuz.
Beyinsel kapasitemiz, böylesine çok
yönlü potansiyele sahipken onu sõnõrlan-
dõrmak, belli bir alana yöneltmek ne dere-
ce insan doğasõna uygun? Bireyi, toplumun
dişli çarkõnõn yalnõzca tek bir dişine, zincirin
bir tek halkasõna indirmek ne kadar doğru?
Yaşamın bir parçası
Günümüz dünyasõnda teknolojiden vaz-
geçemeyeceğimize göre uzmanlõklar da
olacak. Burada önemli olan uzmanlõğa ya-
şamõn içindeki pay kadar değer vermek. Bi-
linçleri bu şekilde geliştirmek. Bu noktada
ilkokul, hatta okul öncesinden başlayan eği-
tim sistemi büyük önem kazanõyor. Uz-
manlõğõn esas olarak verildiği yer üniver-
site ve yüksekokullar olduğuna göre bura-
daki eğitimin payõ büyük. Yapacaklarõ işin
yaşamõn yalnõzca bir parçasõ olduğu duy-
gusunu öğrencilere vermek çok önemli. Ya-
şamõn yalnõzca meslek olmadõğõ, mesleğin
bazen büyük resmin farklõ yönlerini görmeyi
engelleyen bir faktör bile olabileceği öğ-
retilmeli. Meslek bilgileri yanõnda genel fel-
sefe ve meslek felsefesi verilmeli, sanat ve
edebiyat anlayõşõ oluşturulmalõ. Mesleği ya-
şamõn diğer alanlarõna bağlayan özellikler,
yaratõcõ düşüncenin yerleşmesini sağlaya-
cak yönde geliştirilmeli.
Tabii tüm bu düzenlemeler hayali ve na-
if gelebilir. Hele insanõn değil de kazancõn
odak alõndõğõ bir dünya sisteminde, üretmek
ve tüketmek hõzõnõn alabildiğine fazla ol-
masõnõn arzulandõğõ bir düzende bunu ya-
pabilmek bugünden yarõna olabilecek şey-
ler değil. Çünkü kazanç merkezli bir sistem,
bireyin diğer düşünsel ve ruhsal faaliyetle-
rini göz ardõ ederek işine odaklanmõş in-
sanlarõn bir an önce yetişmesini ister. O yüz-
den eğitim sistemindeki değişikliğin dünya
ekonomik sistemindeki değişiklikten ba-
ğõmsõz gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
Daha rasyonel, merkezinde insanõn ol-
duğu bir dünyada teknolojik gelişme ve çe-
şitlenme mekanik anlamda belki daha ya-
vaş işliyor gibi görünebilir, ama böyle bir
dünyada insan, doğasõna daha uygun ve da-
ha mutlu yaşar. Aslõnda yaşamõn amacõ da
bu değil midir? Bireyler sistemin yürüme-
si için tek boyutlu düşünen insanlar olarak
yetiştirilmemeli, meslekler insan mutlulu-
ğunun aracõ haline getirilmelidir.
Tek Boyutlu İnsan İstemiyoruz
Prof. Dr. Coşkun TECİMER
Daha rasyonel, merkezinde insanõn olduğu bir dünyada teknolojik gelişme
ve çeşitlenme mekanik anlamda belki daha yavaş işliyor gibi görünebilir,
ama böyle bir dünyada insan, doğasõna daha uygun ve daha mutlu yaşar.
Aslõnda yaşamõn amacõ da bu değil midir? Bireyler sistemin yürümesi için
tek boyutlu düşünen insanlar olarak yetiştirilmemeli, meslekler insan
mutluluğunun aracõ haline getirilmelidir.
‘Okumuş zümre’ sar-
sak olmadõ bu denli
hiç,bu denli ruhsuz, onur-
suz, ürkek, yardakçõ,
sümsük… Arsõzlaşmadõ
beyin bu denli hiç, yitirip
utanma duygusunu…
Nihat Behram
Nobel ödüllü Porte-
kizli yazar José Sara-
mago, “Körlük” adlõ ro-
manõnda, körlük olgusu-
nu metafor olarak kulla-
narak, bir ülkede rejimin
nasõl fark edilmeden de-
ğiştirildiğini anlatõr. Kör-
lerin değil, çeşitli kör-
lüklerin var olduğunu an-
latan kitap, sonunda, kör-
lükten kurtulmanõn bir
zaman sorunu olduğunu
vurgular. Roman kahra-
manõ, “neden kör ol-
duk, bilmiyorum” der.
“Sonradan kör olma-
dığımızı düşünüyorum,
biz zaten kördük, gören
körler mi, gördüğü
(baktığı) halde görme-
yen körler…”
Uzunca bir süreden be-
ri Türkiye’de derin bir
ironi yaşanõyor. Bu ül-
keye cumhuriyeti, de-
mokrasiyi, özgürlükleri
getirenler “laik orta sınıf
muhafazakârı”; yetiş-
me biçimleri, eğitimleri,
kültürleri, anlayõşlarõ ve
inançlarõ gereği demok-
rasiyle ilgisi olmayanlar
ise “özgürlükçü ve de-
mokrat” olarak tanõtõlõ-
yor. Bu sanal gerçekliğin
yaşanmasõnda, kimi sol
eğilimli ‘aydınların’ pa-
yõ olduğu biliniyor. Bu
durum, aymazlõğõn kör-
lük derecesine ulaştõğõnõ
gösterdiği için Türki-
ye’de bir “aydın kör-
leşmesi” yaşandõğõ şek-
linde nitelendiriliyor.
Bilindiği üzere aydõn-
lanma; Rönesans, reform
hareketlerinin sonucunda
ortaya çõkmõş ve Fransõz
Devrimi’yle taçlanmõş,
çok boyutlu etkileri olan
felsefi bir harekettir. Akõl
çağõ olarak da adlandõrõ-
lan aydõnlanmanõn siya-
sal sonucu özgürleşme-
dir. “Özgürlüğün siya-
sal kurumu ise cumhu-
riyettir.”
Aslõnda, bugünün cum-
huriyet karşõtlarõ da bu
bilgiye fazlasõyla sahip-
tir. Ancak özgürlük ve
demokrasiyi sadece ken-
di açõsõndan algõlayan
ikiyüzlü aydõn profili,
dalkavukluk ve kurnaz-
lõkla elde ettikleri statü-
lerini özgürlük ve demo-
kratlõk, cumhuriyeti ise
despotik bir yönetim bi-
çimi olarak topluma em-
poze etmekten geri dur-
muyorlar. Bu ‘aydınlar’,
son günlerde yaratõlan
yapay tartõşma ortamõ-
nõn demokrasi ve hukuk
devletinin gelişimine de-
ğil, iktidarõn amacõna
bağlõ olarak ortaya çõktõ-
ğõnõ bir türlü göremiyor
ya da görmezden geli-
yorlar. Bilindiği üzere,
cumhuriyetin temel fel-
sefesini özgürlük, eşit-
lik ve kardeşlik ilkeleri
oluşturur. Siyasal anla-
mõyla cumhuriyet, bir öz-
gürleşme projesidir. An-
cak cumhuriyetin özgür-
lük anlayõşõyla liberal öz-
gürlük anlayõşõ arasõnda
nitelik farkõ vardõr. Li-
beral anlamda özgürlük
negatif bir anlam taşõr
ve karõşmama, müdaha-
le etmeme anlamõnda bir
serbestiyi ifade eder.
Cumhuriyetçi anlamõyla
özgürlük ise, negatif bir
biçimde, yani sadece mü-
dahalesizlik olarak de-
ğil, herhangi bir maddi ve
manevi baskõ (tahakküm)
altõnda olmamayõ, keyfi
müdahale kapasiteleri-
nin yokluğunu da kapsar.
Özgürlük, cumhuriyetçi
gelenekte ancak sağlam
bir hukuk rejiminde var
olan bir statü olarak gö-
rülür. Yasalar yönetici-
lerin elinde bulundurdu-
ğu yetkeyi yarattõğõ gibi,
yurttaşlarõn paylaştõğõ öz-
gürlüğü de yaratõr. Bu
bakõmdan cumhuriyetçi-
ler, yasa yapõcõlarõn özgür
olmalarõnõ ve özgür bir
politik toplumun yaratõl-
masõnõ çok önemserler.
Bu nedenle, her türlü
baskõdan ve korkudan
arõnmõş bir özgürlük, an-
cak kurumsal olarak var
olabilir. Kandaki anti-
korlarõn yarattõğõ bağõ-
şõklõk gibi, tahakküm-
süzlük özgürlük de ancak
kurumsal düzenlemeler-
le başarõlabilir. (Philip
Pettit, Cumhuriyetçilik,
Ayrõntõ Yayõnlarõ, 1998)
Cumhuriyetin bu nite-
liği liberal “aydınlar”
tarafõndan özellikle göz
ardõ edilir ve cumhuriyet
despotik bir yönetim gi-
bi gösterilir. Oysa cum-
huriyetçi özgürlük anla-
yõşõnda, özgürlüğün yurt-
taşlara “eşit özgürlük”
olarak yansõmasõ düşü-
nüldüğü için kurumsal
ve düzenleyici olmasõ
gereklidir. “Cumhuri-
yet, özgürlüğün sadece
tanınmasını değil, eşit
bir biçimde kullanıl-
masını da kendisine
dert edinir.” Bu neden-
le özgür bir birey olmak
ancak cumhuriyetçi nite-
liğini yitirmemiş, demok-
ratik bir siyasal toplulu-
ğun üyesi olmakla müm-
kün olabilir.
Bugün Türkiye, yok-
sulluk ve cehaletten bes-
lenen, kamusal değerleri
yok ederek, sadaka dev-
leti inşa etmeyi neredey-
se tamamlayan, demok-
ratik görüntülü tek adam
despotizmi tarafõndan yö-
netiliyor. Türkiye’yi yö-
neten bu siyasal anlayõş,
yasama ve yürütme or-
ganlarõnõ teslim almõş,
bununla yetinmeyerek,
şimdi, yargõyõ da deneti-
mine almanõn peşinde-
dir. Meclis Başkanõ’nõ
dahi esas duruşta iste-
yen aynõ anlayõş, yine
ironik bir tutumla, as-
kerlerden demokratlõk
bekliyor. Kõsa bir süre
önce genel kongresini
yapan siyasal anlayõşõn
iktidar partisi, 17 mad-
delik gündemini, seçim-
ler dahil sekiz saatte ta-
mamlamõş, genel başka-
na tek bir aykõrõ oy dahi
çõkmamõştõ. “Aydın kör-
lüğü” hastalõğõna tutul-
muş olanlar demokratik-
lik bakõmõndan elbette
bunlarõ göremezler.
Bilim kurgu yazarõ
Arthur C. Clark’õn de-
diği gibi, “Venüs’ten ge-
len küçük yeşil adam-
lara inanan insanlarla,
bilgiye dayalı bir de-
mokrasi inşa edemezsi-
niz. Kanıtlanmamış ifa-
deleri kabul etme yat-
kınlığı demagoglar ve
diktatörlerin başyar-
dımcısıdır”. Türkiye’de
yaşanan budur. Bu açõdan
“körlükten” kurtulma,
bir zaman sorunu gibi
gözüküyor. Fazla uzun
sürmeyecek bir zaman
sorunu… Çünkü herkesi,
her zaman, aldatmak
mümkün değildir.
Son sözü, Nihat Beh-
ram’õn kitabõna adõnõ ve-
ren “Çıkmak İçin Bu
Karanlıktan” adlõ şii-
rinden alõnan iki dizeye
bõrakalõm: “Ötesi yok;
ötesi: isten, küften ve
salyadan zifiri bir ba-
taklık.”
Körlük...
Başar YALTI Avukat
GÜNEY Belçika’nın Mons kentinden
Kuzey Fransa’nın Lille kentine uzanan
topraklarda Avrupa’nın önemli taşkömürü
rezervleri yatar. Ama artık işletilmiyor bunlar.
Çünkü Almanya’da hatta bizde de olduğu
gibi böyle azalan yatakları işletmek, uzak
ülkelerden kömür alıp taşıtmaktan daha
pahalıya geliyormuş. Dolayısıyla, kurşuni
gökyüzü, puslu havası ve sık yağmurların
ıslattığı topraklarıyla zaten kasvetli olan o
kuzey bölgeleri şimdi işsiz bırakılıp emekliye
ayrılan insanlarıyla daha da hüzün verici
olmuş.
Buna bir de madende çalışmak için
Türkiye’den gelip oralara yerleştikten sonra
şimdi kalakalanların pek dışa vurmadıkları
derin hüznü ekleyin.
Hensies (Hansi) kasabasında Hataylı
Osman’ın yeni açtığı küçücük lokantada
bayram kutlanıyordu geçen gün. Emile
Zola’nın ünlü “Germinal” romanı
filmleştirilirken Etienne Lantier’i canlandıran
aktörden de anlamlı bakan bir Bekir
Şahbaz, duygularını sazının yedi teline vura
vura bir türkü çığırmakta: “Ben sana
hayranım dilim dolaşır/Yad eller ayırmadan
sar beni beni”.
Dinleyenler, yad ellere gelmişler ama
ülkelerine sarılmayı bırakmamışlar.
Hüzünlerini attıran belki de bu, vatanlarındaki
“gidişat”. Çoğu, Zonguldak’ın EKİ’sinden,
yani eski Ereğli Kömürleri İşletmesi’nden
gelme. Fransa-Belçika karması bir yabancı
şirketin ocaklarını “milli”leştirerek kamu
işletmesini kuran Cumhuriyetin ilk başarılarını
doya doya yaşamışlar o “havza”da. Ama
şimdiki durumdan endişeliler. İçlerindeki
yerel hüzne bu endişe de eklenince moral
bulmak için Atatürkçü Düşünce Derneği’nin
oradaki şubesine sarılmışlar.
Erzincan’ın Kemahı’ndan Ali Koçer, geçim
derdiyle önce Zonguldak’ın Kozlusu’na,
oradan Belçika’nın bu köşesine gelerek
çalışıp çocuklarını iyi okutabilmiş; birkaçı
üniversite doçenti ve mühendis. Kendisi,
“CHP kapanmasa hâlâ çalışabilirdik” diyor.
Rastlantıya bakın: Ocakları kapatıp insanları
işsiz bırakan işletme, baş harfleriyle CHP
diye biliniyor: “Charbonnages de Hensies-
Pommerol”. Emile Zola’nın romanına konu
olan işletme de buymuş.
İster istemez, Türkiye’yi düşünüyorsunuz;
ülkenin endişe verici gidişini önlemeye
çalışan cumhuriyetçi kesimdeki dağınıklığı.
Ortalıktaki parti, dernek, vakıf, platform gibi
çeşitli kuruluş kalabalığının kurucuları ya da
üyeleri, neredeyse büyük çoğunlukla, hep
CHP kökenli, oradan kalanlar.
O halde? Maden mi bitti? Yerli düşünceyi
işlemek daha mı pahalılandı?
CHP’nin küstürdüğü, dışladığı, ayrılmaya
zorladığı insanları Kemalizmin temel ilkeleri
çevresinde bir araya getirip bir “cumhuriyetçi
cephe” kurmak çok mu olanaksız? “Kapımız
her zaman herkese açık” demek, yakın
geçmişin kurumsal yaralarını onarmaya
yetiyor mu? Germinal’de sözü edilen
“yerküreyi patlatacak” düşünce tohumu
Anadolu’da yeşerir gibi olmuş ve sonra
kurutulmamış mıydı? Hep birlikte yeniden
sulanması gerekmez mi?
[email protected]
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
CHP’den Kalanlar