13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 16 KASIM 2009 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Kopenhag İklim Zirvesi Yaklaşırken... Dünyanın ikinci büyük reasürans kuruluşu Münih R’nin araştırmalarına göre, 2008 yılında yaşanan 750 doğal felaket 220 bin insanın hayatına, 200 milyar dolarlık maddi hasara mal olmuştur. 2008 yılı bu netliğiyle tarihin en yıkıcı yılı sayılmaktadır. Münih Reasürans grubunun yetkililerinden Torsten Jewarrek, uluslararası topluluğun iklim değişiklikleri konusunda 7-18 Aralık 2009’da Kopenhag’da düzenlenmesi beklenen zirvede, iklim krizinin baş sorumlusu sera etkili gaz salımlarının 2050 yılına kadar yüzde 50 oranında azaltılması için küresel ölçekte bir anlaşmaya varılacağı umudunda. Nitekim zirve öncesi çok sayıda toplantı yapılmış, konuyla ilgili bilimsel araştırmalar ve alınması gereken önlemler ortaya konularak en yoğun şekliyle tartışılmıştır. Ancak söz konusu tartışmalara bakıldığında iklim değişikliklerinin tetikçisi sera etkili gaz salımlarının azaltılması için küresel ölçekte tüm ulusların katılacakları yaptırımlı bir anlaşmanın gerçekleşmesi, büyük bir olasılıkla bir kez daha başka bahara ertelenecek. Oysa iklim değişikliklerinin şakasının olmadığı ortadadır. Münih R grubunun raporuna ek haritada, büyük can kaybı ve maddi hasara yol açan felaketler sırasıyla, “jeofizik (deprem, tsunami, volkanik olaylar), meteorolojik (tayfunlar, kasırgalar), hidrolik (taşkınlar) ve iklimsel (aşırı sıcaklık, kuraklık, yangınlar)” şeklinde yer almaktadır. Daha da kötüsü bu felaketlerin, acil önlem alınmasında gecikildiği takdirde artarak ve şiddetlenerek süreceği kimse için sır değildir. İklim değişikliklerinin sorumlularının sera etkili gaz salımlarında başı çeken sanayileşmiş zengin ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler, olduğu bilinmektedir. Ancak acil önlemlerin alınmasının, “rekabeti etkileyeceği, ek mali yükler getireceğini ileri sürerek” ertelenmesini sağlayanlar da bu ülkelerden başkası değildir. Agro Paris Tech profesörlerinden ve Nicolas- Hulof Fondasyonu Komitesi üyesi Marc Dufumier’ye göre, geçen hafta Filipinler’de görülen ve ciddi can kaybına yol açan taşkınların, gezegenin iklimsel ısınmasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı kesin olarak söylenemese de, konunun çok sayıda uzmanının ortak görüşü, güneyde olduğu gibi kuzey ülkelerinde olan benzer felaketlerde küresel ısınmanın ciddi payı bulunmaktadır. Dufumier’ye göre, iklimsel ısınmaya ilişkin görüşmelerin her defasında çıkmaza girmesinin nedeni, ısınmanın engellenmesi çabalarında gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler iklim sorunuyla ilgili olarak alınması gereken önlemlerin ekonomik gelişmelerine sekte vuracağı kaygısıyla bunun hakkaniyetle yapılması gerektiği tezini savunmakta, atmosferi karbondioksitle kirletenlerin daha çok zengin ülkeler olduğu gerçeğinden hareketle, Güney ülkelerinde ormanların yok edilmesini önleyecek karbon salımının önünün kesilmesinin finansmanının sağlanması, zengin ülkelere düşmektedir. Bunun için gerekli para zengin ülkeler için kişi başına yılda 100 Avro gibi bir yükle sınırlıdır. 1997’de gerçekleşen ve çevre konusunda milat sayılan Kyoto Protokolü’nde sanayileşmiş ülkeler iklimsel ısınmadan en çok zarara uğrayan ülkelere uğradıkları zararların karşılanması için, altyapı ve gerekli ekipmanları finanse etmeyi kabul etmişlerdir. Güney ülkeleri ulusal ölçekte buna uygun planlar yapmışlar ancak planın devreye girmesi için taahhüt edilen 2 ile 5 milyar yerine sadece birkaç yüz milyon Avro’nun sağlanmasıyla plan çıkmaza girmiştir. Yardım taahhütleri başka, taahhütlerin zamanında ve tam olarak yerine getirilmesi başkadır. Umarız bu Kopenhag zirvesinin de kaderi olmaz. 175 devletin temsilcilerinin 2 Kasım 2009’da Barselona’da Kopenhag zirvesi öncesi yaptıkları son toplantıda, Fransa Çevre Bakanı Jean-Louis Barloo, iklim değişikliklerinden en çok zarar gören ülkelere yönelik “Adalet-İklim” adında bir plan önermiştir. Bakan’a göre Afrika yenilenebilir enerji konusunda dünyanın en önde gelen üreticisi olma şansına sahip bulunmaktadır. “Sosyal adaletçi ve çevreci” olarak nitelenen söz konusu planın finansmanı ise bir kamu fonunun ihdası ile karşılanacaktır. Finansman, zengin ve gelişmekte olan ülkelerin katkılarıyla oluşacak ya da finansal hareketlerden sağlanacak yüzde 0.01 oranında bir vergiyle karşılanacaktır. Bu da, yapılan hesaplamalara göre yılda 20 milyar dolar bir gelir anlamına gelmektedir. Önerilen bir başka plana göre ise sanayileşmiş zengin ülkelerin sera etkili gaz salımlarını 1990 verilerine göre 2020’ye kadar yüzde 25 ila yüzde 40 oranında azaltmaları yönündedir. Hastalığa teşhis konulmuştur. Tedavi ise çok boyutlu ve son derecede karmaşık olmasına karşın, bellidir. Ancak sanayileşmiş zengin ülkeler kendilerine omlet yapmak için ormanı yakma huylarından vazgeçmiş görünmemektedir. Uluslararası büyük sermayenin, kutsal rekabet, tatlı kâr, ek maliyet takıntısıyla ölümcül iklimsel hastalığın tedavisine yönelik somut adımları önleme niyeti sürmektedir. Umarız Kopenhag’da bir kez daha bindikleri dalı kesmezler, gezegenin ayaklarına kurşun sıkmazlar! Fransa’nõn gözü İslami finansta Batõ Avrupa’nõn en büyük Müslüman nüfusuna (yaklaşõk 6 milyon) ve sõkõ bir laiklik geleneğine sahip Fransa’nõn dindar azõnlõklara karşõ tavizsiz bir yaklaşõmõ vardõr. Göçmenler ve onlarõn çocuklarõ Fransa’nõn kurallarõna adapte olmak zorunda, Fransa onlara uymak zorunda değildir. Fransa, İslami başörtüsünü devlet okullarõnda yasakladõ. Parlamento burkayõ da kamuya açõk yerlerde yasaklamanõn yollarõnõ arõyor. Ama bu yaklaşõm ne kadar esnek olabilir? İslami finansmana gelince, hem sağdaki hem de soldaki siyasetçilerin şaşkõn bakõşlarõ altõnda hükümet “faizin” yasak olduğu, şeriatõn bazõ unsurlarõnõ öne sürmeye çalõşõyor. Küresel durgunluğun yaşandõğõ şu sõralar, “İslami Finans” iş dünyasõna çekici geliyor. The Banker’a göre, şeriatla uyum içinde olan ekonomik varlõklar son bir yõl içinde yüzde 29 büyüyerek 822 milyar ABD Dolarõ’na ulaştõ. Fransõz yetkililer, Paris’in kendine düşen payõnõ, çokkültürlülüğe olan farklõ yaklaşõmõ sayesinde İslami yatõrõmcõlara kollarõnõ açan Londra’ya kaçõrdõğõ endişesindeler. Arayõ kapatabilmek için Fransõzlar, vergilerde ve yasal düzenlemelerde bazõ değişiklikler empoze ettiler. Ama bu konudaki en son çabalarõ siyasi bakõmdan ters tepti. Bir yasa tasarõsõnda, küçük firmalarõn finansmanõnda İslami bonolarõn, İslam hukuku veya şeriatõn etik prensiplerine uygun bir biçimde kullanõlmasõna hukuki olanak sağlayan bir değişiklik yapõlmasõyla kõyamet koptu. Sosyalistler dehşete düştüler. “Bu şeriat hukukunun Fransız hukuku ile tanıştırılmasından başka bir şey değildir” diye bağõrdõ sosyalist milletvekili Henri Emmanuelli. Bir diğeri “Bu değişikliği alakasız bir metnin içine sokuvermek şöyle bir izlenim yaratabilir: Petro-dolarları istiyoruz, ama bunu reklam etmek istemiyoruz” diye konuştu. Şeriatla işbirliği, laiklik prensibinde tehlikeli yarık meydana getirir Nicolas Sarkozy’nin orta-sağ partisinin gelenekçi üyeleri de mutsuzdu. Fransa’nõn en yüksek mahkemesi anayasa konseyi de aynõ fikirdeydi anlaşõlan. Geçen ay teknik bakõmdan da olsa yasa tasarõsõndaki değişikliği çöpe attõ. Fransa’yõ İslami finansmana açõlmaya iten Finans Bakanõ Christine Lagarde için bu mesele Paris’i rekabet gücü olan finansal bir merkez haline getirme meselesiydi. Hükümet ufukta elverişli ve yeni bir gelir kaynağõ gören finansçõlar tarafõndan da desteklendi. Bazõlarõ 2020’ye kadar Paris’in küresel piyasalarõn yüzde 10’unu ele geçirebileceğini söylüyor. “Birdenbire, 6 milyon Müslümana sahip olmak büyük bir avantaj haline geldi” diyor biri alaylõ bir ses tonuyla. Öte yandan birçok siyasetçi için şeriatla işbirliğine gitme fikri, sadece teknik düzeyde bile olsa Fransa’nõn laiklik prensiplerinde tehlikeli bir yarõk meydana getirir. Bazõ İslam âlimleri daha açõk bir yaklaşõmõn radikal İslamcõlarõn Fransa’da kendilerine bir yer edinmelerini kolaylaştõrabileceğinden korkuyorlar. Yetkililer şimdi yasal değişiklikleri yeni bir yasa tasarõsõna uyarlamaya çalõşõyorlar. Bu defa geçirebileceklerine duyduklarõ güven tam. Zor zamanlarda, pragmatik finansal ihtiyaçlar laiklik kaygõlarõnõ gölgede bõrakabiliyor; Fransa’da bile. İngilizceden çeviren: Çimen Turunç Baturalp (The Economist, 14 Kasım 2009) Bir yasa tasarõsõnda, küçük firmalarõn finansmanõnda İslami bonolarõn, şeriatõn etik prensiplerine uygun bir biçimde kullanõlmasõna hukuki olanak sağlayan bir değişiklik yapõlmasõyla kõyamet koptu. Sosyalistler dehşete düştüler. “Bu şeriat hukukunun Fransõz hukuku ile tanõştõrõlmasõndan başka bir şey değildir” diye bağõrdõ sosyalist milletvekili Emmanuelli. Bir diğeri “Bu değişikliği alakasõz bir metnin içine sokuvermek şöyle bir izlenim yaratabilir: Petro-dolarlarõ istiyoruz, ama bunu reklam etmek istemiyoruz” diye konuştu. Alman kaleci Robert Enke’nin intiharõ, toplumun kendini sorgulamasõna yol açtõ Ölümün ötesindeki köy BERNHARD SCHULZ Taraftarlar başka zaman olsa şarkõlar söylerdi. Ama bu kez susuyorlar. Onlarla birlikte sadece taraftarlar susmuş olmuyor. Çünkü ölüm, kaleci Robert Enke’nin kendini öldürmesi, tüm bir ülkeyi altüst etmiştir. Enke’nin şehri Hannover’de 35 bin insan sokağa çõkõp sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdi. Elbette şehrin içlerinden stadyuma doğru, ama futbol dostlarõ olarak değil. Bir kamuoyu olarak. Onlarõ, medya demokrasisinin, sohbet programlarõnõn ve evinden çõkmayanlarõn bu ülkesinde pek nadir görürüz oysa. Sözleşmeksizin birdenbire bir araya geldiler ve eksikliğinden yakõnõp durduğumuz bir kamuoyu oluşturdular. Bu, ölen o insanõn kişiğinin ötesinde bir şeylere işaret ediyor. Birbirini tanõmayan insanlar, keder anõnda, dehşete düşme veya anlayamama anõnda yalnõz kalmamak için birbirlerini buldular. Tarihsel dönemlerdeki gösteriler üzerine anlatõlanlardan duyduğumuz haliyle, toplum kendini gösterdi. Bu kederli yürüyüş ani bir biçimde oluştu ve işleyen bir kentin temel unsurunu gösterdi: Yurttaşlar, ortak düşünceler anõnda, adeta kendi kendilerinin bilgisine de ulaşmõş oluyorlar. Yürüyen birey hangi nedenle o yürüyüşe katõlõyor, bunun bir gerekçesi yok ve ayrõca önemi de yok. Çünkü artõk burada kalabalõklar mesajõn ta kendisidir. Enke’de depresyon, ölüm arzusuna yol açtõ. Şimdi toplumumuzdaki depresyonlar üzerine geniş tartõşmalar yükselecektir, sadece sporda da değil. Böyle performansõ yüksek sporcularõn büyük ölçüde emsal niteliği de bulunur, çünkü birey olarak toplumumuzun ne olmasõ gerektiğini elle tutulur bir biçimde kişileştirirler: Bir performans toplumu yani. Önemli olan tek şey, işlevini yerine getirmektir. Kötü eğitilmiş ve ekonomik açõdan zayõflar için yardõma yönelik tartõşmalarda da, bu toplum modelinin kategorik emri merkezde yer almaktadõr. Yani hep daha çok ve başarõyla üretmek. Bunun üzerine de konuşmak artõk mümkün olacaktõr. Ama dinsel bir yanõ da bulunan 35 bin kişilik bu yürüyüş kolu, derin bir insani itilimi de izliyordu: Ölüm korkusu. Sözü geçen yürüyüş kolu, bizim de bir sonumuz olduğu ve ölmek zorunda kalacağõmõzõ imleyen o uğursuz beklentiye karşõ bir protestodur. Robert Enke’nin özellikle ifade ettiği bir talebe, bir beklentiye karşõ protesto: Her durumda ne olursa olsun sõkõ sõkõya asõldõğõmõz yaşam bile, artõk koruyacak kadar değerli görünmeyebilir. P rotestan Kilisesi Konseyi Başkanõ Margot Kaessman, sessiz yürüyüşten önce herkesi imleyen bir noktaya parmak basarak, Liverpool taraftarlarõnõn kulüplerine sadakati içeren ünlü “You’ll never walk alone” (Asla yalnõz yürümeyeceksin) marşõnõ andõ. Hem aydõnlanmõş hem de ruhani lider olan bu kadõn Protestan piskopos, bir anda bambaşka bir anlamõn üzerini de açmõş oldu. İnansõnlar inanmasõnlar, insanlar yalnõz olmak istemiyorlar, yalnõz olmalarõ da gerekmiyor ve bir kitlesel hastalõk olarak depresyon da sadece tek tek insanlarõn zor ve güvenliksiz bir yaşam sürdürdüklerinin ifadesidir. Böyle ani bir ölüm anõnda tüm toplum bakmaktadõr kendisine ve bu toplumun taleplerine. Robert Enke tam da dikkat çekici bir biçimde dikkatlerden uzak olduğu ve öyle bir özel yaşam sürdüğü için, birçok insan onda kendini görmüş oldu. Günlük olanõn, normal olanõn ölüm uçurumuna da yol açabildiği, Hannover’de kamuya mal olan bir dehşet halini almõştõr. Toplum, hani şu ortak bir kederle susan bu toplum, artõk birbiriyle konuşmak zorundadõr. Almancadan çeviren: Osman Çutsay (Der Tagesspiegel, 13 Kasım 2009) İngilizce’yi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Business Administration’da master yapmış, ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH ? Gramer, konuşma, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık ? İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview) hazırlık Bahariye-Kadıköy / İstanbul 0532 701 80 41 (0216) 418 94 51 ANMA Tarihi Türkiye Komünist Partisi son genel sekreteri İ. Bilen (Marat) yoldaşõn aramõzdan ayrõlõşõnõn 26. yõlõ. Düşman zindanlarõnda ser verip sõr vermeyen Mustafa Hayrullahoğlu (Deniz) yoldaşõn aramõzdan ayrõlõşõnõn 27. yõlõ. Egemen güçlerin faşist çetelerince katledilen Talip Öztürk (Orhantok) yoldaşõn aramõzdan ayrõlõşõnõn 30. yõlõnda. Onlar işçi sõnõfõ davasõnda savaşarak öldüler. Yüreklerimize gömüldüler. Her üç yoldaşõ da Komünist coşkuyla anõyor, bõraktõklarõ bayrağõ daha yükseklere taşõmaya söz veriyoruz. Devrimci Atılım, Savaşyolu, Bakü Ruhu, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi NOT: 16.11.2009 Pazartesi Saat 11.00’de Talip Öztürk’ün mezarõ başõnda, 16.11.2009 Pazartesi Saat 13.00’te Mustafa Hayrullahoğlu’nun mezarõ başõnda olacağõz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle