Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 13 KASIM 2009 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Sıradanlaştırma
İLK bakışta, “açılım” genel görüşmesini
kararlaştırma oturumunun 10 Kasım gününde
yapılmasında herhangi bir olumsuzluk ya da
kötü niyet bulunmadığını düşünenler olabilir.
Onlara göre, tamam, Atatürk’ün ölüm
günüdür, ama açılışta saygı duruşu ve anma
konuşmaları da yapılmadı mı? Sonrası, nihayet
içtüzük gereği, genel görüşme isteminin karara
bağlanması için yapılacak tartışmaya
ayrılmalıdır.
AKP’nin bakış açısı bu oldu.
Sanki, 10 Kasım, gelip geçmiş başka
cumhurbaşkanlarından birinin ölüm günüymüş
gibi.
Oysa, Mustafa Kemal Atatürk gelip geçmiş
sıradan bir devlet başkanı değil; ölümünün her
yıldönümünde bütün bir halkın yüreği sızlar;
hep birlikte “O olmasaydı neler olurdu”
düşünülür ve ister istemez “O olmadığı için
neler oluyor” konuşulur. Sorun, görüşme
tarihinin saptanmasında böylesine “bilinçli
rastlantı”nın Mustafa Kemal konusunda
hınzırca düşünülmüş bir başka
“sıradanlaştırma” girişimi olup olmadığıdır.
Fikriye ve Latife Hanım hikâyelerinin
ballandırılmasında, Mustafa yalnızlığının
vurgulanmasında, Çankaya sofrasının
harcıâlem sofralardan biriymiş gibi
anlatılmasında hafifçe sezilen ve insanları üzen
hep aynı sıradanlaştırma çabası olagelmiştir.
Bir sosyal psikoloji sorunudur bu. Hele şu
yılların günlük olaylarında bayağılıklar,
iğrenç davranışlar, ulusu küçük düşürücü dış
baskılar, bitmez tükenmez iç dalavereler
yaşandıkça kompleksten komplekse
sürüklenen halkımız, kendi insanına en anlamlı
devrimlerden birini yaşatmış olağanüstü bir
önderin sıradanlaştırılmasını, unutturulup
tarihin çöplüğüne süpürülmesini istemiyor.
Açılımlar ezikliğinden sonra bir de Atatürk’ün
ufalanması fazla geldi hepimize. Benzer
durumlarda hep olduğu gibi, onlarca yıl sonra
bile Anıtkabir avlusunun çoluk çocuk oraya
taşınan kalabalıklarla doldurulması bundandır.
Buna benzer başka kolektif duygular da
yaşanıyor böyle vesilelerle.
Örneğin, Kurtuluş tarihini biraz bilenlerimizin
içinde yabancıların hiç bilmediği, ama ilkokul
sıralarında öğrendiğimiz özel bir yeri vardır
Millet Meclisi’nin. Dünya tarihinde ender
rastlanan bir özellik: En zor koşullarda ve
yokluk ortamında canını dişine takmış bir halkın
bağımsızlık mücadelesini yönlendiren bir
meclis. Böyle bir simgesi olan kurum çatısı
altında kurucusunun ve o zamanki deyişiyle
“Millet Meclisi Orduları” denen askerlere
komutanlık etmiş bir insanın küçümsenmesi
daha da yaralıyor çoğumuzu.
Bunları bilmeyenler ya da bilerek tam aksini
yapanlar bilmelidirler ki, her sabrın bir sonu
vardır ve o aksilik bir gün başlarına yıkılabilir.
PENCERE
Ulusal Bilinçten
Yoksunluğumuz...
Tevatür hoş bir sözcük...
Bir dostuma dün AB’den söz açacak
oldum...
Tepki gösterdi:
- Bırak şu tevatürü!..
AB Türkiye için tevatüre mi dönüştü?..
Hayır!..
Biz AB’yi bıraksak bile Avrupa bizi kesinlikle
bırakmaz!.. Osmanlı’dan bu yana iç içe,
sarmaş dolaş, al takke ver külahız...
AB ile daha çok işimiz var.
AB bir uygarlık tasarımı!..
Ne yazık ki çağımızda bile uygarlık
sömürücü ve emperyalist içeriğinden
kurtulamadı; AB’nin de ister istemez bu
kusurları var...
Ama, ulus devletleri bir araya toplayıp ortak
bir çatı kurarak özgürlükçü ve demokratik
hukuk düzeni altında tek yönetime
dönüştürmek tasarımı hiç de fena sayılmaz...
1917’de Sovyetler de buna pek benzemese
de ilginç bir girişime geçmişlerdi; onlarınki
sosyalist iddia güdüyordu; yıkıldı...
AB kapitalist bir yapıyı öngördüğünden dışa
dönük yüzünde yoksul dünya açısından
ehven sayılmayabilir...
Şu İngiltere AB üyesi değil mi?..
Haline bakın!..
Sözüm ona uygar AB’nin içinde tek bir üye
ağzını açıp konuşmuyor:
- Bu ne rezillik?.. demiyor.
AB’nin derdi şimdilik Irak’la değil, Kıbrıs’la...
Avrupa “Aydınlanma”nın beşiğidir; insan
hakları, laiklik, demokrasi, ne varsa AB’nin
tarihinden kökenleniyor...
Ama, bütün bu süreçlerde de Avrupa hem
insanlığın hem de kendi kendisinin canına
okuyordu...
Yalnız 20’nci yüzyılda 50 milyon insanın
hayatına mal olan iki büyük dünya savaşını
Avrupalı Avrupa’da çıkardı...
Peki, Avrupalı, AB’ye nasıl geldi?
Avrupalıya mintarafillah, gökten Avrupa’da
barış tebliği mi indi?..
Yok canım...
AB’nin kökeninde ağırlıklı bir sözcük var:
Sermaye!..
Uluslararasılaşıp palazlanan sermayenin AB
işine geliyor...
AB’yi oluşturan gücün kökenindeki gizem
kimsenin meçhulü değil!..
Biz AB’nin vazgeçemediği bir baş
belasıyız...
AB’ye girip de Avrupa Parlamentosu’na bir
yayılsak, Türk kalabalığı hepsinin iflahını
keser...
O Avrupa Parlamentosu ki üyeleri arasında
Ermeni soykırımı iddiasını kendisine dava
edinmiş olanları saymakla bitiremezsin...
Avrupa’nın patronları Türkiye’yi şimdilik
ellerinin altında tutmakla birlikte içlerine almak
niyetinde değiller...
Ama herkesin çok iyi bildiği bu durumu
“müzakere” sürecini on yıl uzatarak
sürdürebilirlerdi...
Yine de sürdürebilirler...
Müzakere “görüşme” demektir...
Görüşmenin ne sakıncası olabilir?..
AKP iktidarının üstünde ABD’nin “Ilımlı
İslam Devleti Modeli” tasarımı gün geçtikçe
koyulaşıyor...
AB ise büsbütün tevatürleşti...
Türkiye bu dış koşulların ortasında etnik ve
dinsel iç çatışmanın geriliminde
sürüklenmekte...
Ulusal bilinçten yoksunluğumuza ise
diyecek yok!..
(21 Aralık 2006 tarihli yazısı)
S
osyal normlarõn patlatõlmasõ in-
san ‘bilincini genişletir’miş.
Patlatõlmasõ gereken kurallar
arasõnda ‘önüne gelenle seks
yapmak’ da varmõş. Böyle di-
yor medyatik yazarlarõmõzdan biri...
Bir başkasõ ‘Erdem, korkan adamın
mazeretidir’ buyuruyor.
Öfkesine gem vuramayõp dõşkõsõnõ bir ko-
vaya doldurduktan sonra eşinin başõndan
aşağõ boca edenini de okumuştuk bir ara...
Gazete yöneticiliği ile pavyon sahipliğini
birbirine karõştõranõ da gördük. Aralarõna
yeni katõlan kalem arkadaşlarõnõ pavyona
düşmüş namuslu kadõnlara benzetecek
kadar ölçüyü kaçõrmõştõ.
Ne oluyor? Toplumca bir çõlgõnlõk nöbeti
mi geçiriyoruz diye düşünürken şu satõr-
lar ilişti gözüme:
“Bu mutlu 29 Ekim’i niye atladık? Ni-
hilist olduğumuz için mi? Yerleşik her
şeye karşı nefretle dolu olduğumuz için
mi?”
“Ona ne şüphe? Ha şunu bileydin!” di-
ye geçirdim içimden.
Umutsuzluğun ideolojisi
Nihilizm konusunda ciltler dolusu kitap
yazõlmõştõr. Yerimizin elverdiği ölçüde
bazõ yönlerine değinelim:
Nihilizm ‘hiç’ ya da ‘hiçlik’ kökünden
gelir. Alman filozof Heidegger, nihilizmi
‘insanın normal hali’ sayar. Heideg-
ger’e göre, varlõğõn bir anlamõ olmadõğõ,
hiçlikten gelen insan dünyaya rasgele
‘fırlatılmış’ olduğu için yaşam bir anlam
taşõmaz.
Nihilizm bir dünya görüşünden çok bir
yaşam tarzõ ve ruh halidir. Sonu belirle-
nemez bir karmaşa ve kargaşa olan yaşam
karşõsõnda olumsuz bir tavõr takõnma du-
rumudur.
Yaşam sonu belirsiz bir kargaşa olunca,
tünelin ucunda herhangi bir õşõk belirtisi gö-
zükmeyince insan umutsuzluğa kapõlõr.
Umutsuzluğa kapõlan insan, kendi zih-
nindeki karanlõğõ sanki bütün toplum ya-
şõyormuş gibi çevresine karamsarlõk saçar.
Nihilizm otorite tanõmama konusunda
anarşizm ile örtüşür. Her iki eğilim de oto-
riteyi birer kelepçe ve tasma olarak gö-
rür. Nihilizm daha çok umutsuz bir ruh
hali ise, anarşizm bu umutsuzluğun üze-
rine dünya görüşü diye geçirilmiş eğreti
bir kõlõftõr.
Nihilist yurtsuzdur. Kendini yurdunda
saymadõğõ, çevresine yabancõlaştõğõ için
yurtseverlik gibi bir kaygõsõ yoktur. Koz-
mopolitliği enternasyonalizm sanõr.
Dışa ve içe dönük yıkıcılık
Çevredekilere duyulan tiksinti anarşizm
şeklinde dõşa yönelik yõkõcõlõğa dönüşür.
Anarşizm, başkalarõna acõ vermekten du-
yulan bir zevk, bir tür sadizmdir. Nihilizm
ise daha çok içe dönük bir yok ediş, ken-
dine verdiği acõdan zevk alõş, bir çeşit ma-
zoşizmdir.
Anarşizm aktif bir yõkõcõlõk, nihilizm ise
alt benlikte yatan saldõrõ içgüdüsünü bas-
tõrma yöntemi, edilgin (pasif) bir yok
oluştur diyebiliriz. Dõşa dönük yõkõcõlõk, or-
tak değerleri yadsõma, ulus, devlet, parti gi-
bi her türlü örgütlü yaşamõ ret, genellikle
şiddete götürür; oradan da terorizme kapõyõ
aralayabilir.
Yaşamõn anlamsõzlõğõ, içe dönük nefret
ise çoğu kez deliliğe, oradan da intihara yol
açar. Acõ çekmekten zevk alan Nietzsche,
“Öldüremeyen yara beni güçlendirir”
der. Albert Camus ise intiharõ yüceltir;
“Şu anlamsız dünyada yapılacak en
anlamlı iş çekip gitmektir!’ der. Nihi-
listlerin bir bölümü dünya nimetlerinden
el ayak çekmeyi savunan mistik Budistlere
yakõndõr.
Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar”
(1862) romanõnõn kahramanõ nihilist Ba-
zarov, otorite ve ilke tanõmaz; her şeyi yad-
sõr. Oscar Wilde’õn “Nihilistler” (1880)
adlõ oyunundaki kahramanõ Vera “Her şe-
yi yok etme ve öç alma zamanı geldi” der.
Nihilizm yerleşik düzene karşõ savaş açar
görünür. Ama bozuk düzene karşõ müca-
dele eden gerçek devrimcilerin ayağõna çel-
me takma işlevi görür. Marx ve Engels,
Rusya’da nihilist Neçayev’in, anarşist
Bakunin’in tutumunu Rus devrimcilerinin
güvenliğini tehlikeye attõklarõ için şid-
detle eleştirir.
Günümüzde anarşizmin de, nihilizmin de
toplumsal bilimlerdeki yansõmasõ, sosya-
lizmin geçici gerilemesiyle gemi azõya alan
postmodernizmdir. Postmodernizm artõk
büyük doğrularõn, kapsamlõ anlatõmlarõn
değil, tekil öykülerin geçerli olduğunu öne
sürer. Nesnel bütünsel bir gerçek olmadõ-
ğõnõ, herkesin kendi doğrusu olduğunu vur-
gular.
Aydõnlanma ülküsünü, insanlõğõn büyük
özverilerle elde ettiği kazanõmlarõ yadsõr.
Evrensel değerler olmadõğõnõ, bilimin
abartõlmamasõ gerektiğini savlar.
Yapõsökümcülük ise postmodern yak-
laşõmõn sözüm ona eleştirel gözle tarihsel
metinlere uygulanmasõ, tarihin didiklen-
mesidir. Göz boyayõcõ bu eşelemeden ne
yazõk ki çalõşanlar değil, hep egemen sõ-
nõflar yarar sağlar.
Tarihe şaşı bakmak
‘Siyaseten doğruculuk’ (political cor-
rectness) ise postmodernizmin uygula-
madaki tutum ve eylemidir. Bütüncül nes-
nel bir gerçek olmadõğõna, herkesin gerçeği
ayrõ ayrõ olduğuna göre, evrensel değerler
yok, değişik kültürler, farklõ etnik küme-
ler vardõr.
Tarihi günümüzün görme üstünlü-
ğüne sığınıp üstünkörü değerlendirme-
ye kalkışma, kimi gelgeç değer yargıla-
rıyla geçmişe şaşı bakma, Türkiye tari-
hini sadece Cumhuriyet sonrasıyla kı-
sıtlama, Cumhuriyetin kuruluş yılları-
nı demokratik olmamakla küçümse-
me, her türlü etnik saplantı, toplumun
ileri götürücü, devrimci güçlerini salt
Spartaküs ve Celali isyanları ile, Şeyh
Bedrettin ile sınırlama, Shakespeare’i
Yahudi düşmanlığıyla, feminizm kar-
şıtlığıyla suçlamaya yeltenme, hep bu ta-
rihsel bağlamdan uzak, postmodernist,
anarko-nihilist, sınıf ekseninden kaymış
hastalıklı bakış açısının ürünleridir.
Örneğin nihilist Max Stirner, “Erkek
de, kadın da benim hazzımın nesnesi-
dir” der. Nihilistin hayatta kendi ego-
sundan başka kutsal bir değer yoktur.
Tanõnmõş bir sanatçõyõ dağa kaçõrõp seks
kölesi yapmaktan söz eden medyatik
yazarõn hayal gücünün genişliği de ancak
böylesine marazi bir hazla sõnõrlõ olsa ge-
rektir. Bencil tutkular, dizginlerinden
boşanmõş hastalõklõ fantezilerin gerçek-
leştirilmesi umudu aklõn yerini alõnca ah-
lak da, özdenetim de defterden silinir; ‘er-
dem mazeret olmaktan çıkar’. Utanma
duygusu yok olduğu için artõk her şeye
izin vardõr.
Çocukluğu aile sevgisinden yoksun
geçmiş, örneğin gözde bir yatõlõ okula ‘fır-
latılıp atılmış’ şõmarõk zengin çocukla-
rõnda hayata karşõ bu tür hastalõklõ, huy-
suz, hõrçõn, serkeş ve çõkõntõ tavõrlar çok-
ça görülür.
Anarko-nihilizmin sanattaki izdüşü-
mü ise dadaizm, fütürizm, sürrealizm gi-
bi akõmlar, ‘dekadans’ diye bilinen yoz-
laşmõş bir bohem yaşamõdõr.
Uyuşturucu tutkunluğu, alkolizm, her
çeşit cinsel sapkõnlõk, mazoşist ‘fantezi’ler
en dibe vuran bir yozlaşmanõn günlük ya-
şamdaki iç öğürtücü kokularõdõr.
Yazarõn patlatõlacak normlar arasõnda
saydõğõ ‘önüne gelenle seks yapma’
özlemi, işte bu kokuşmuş yaşam tarzõnõn
en bayağõca dõşavurumudur. Şaşacak bir
şey yok. Çünkü anarko-nihilist kafa, bir
kadõn budu ya da dilber dudağõ için va-
tanõnõ satmaya hazõr olduğunu zaten ta
baştan ilan etmiştir.
O artõk ‘yerleşik her şeye karşı nef-
retle dolu’ umutsuz bir vak’adõr.
Nihilizmin Sefaleti...
Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci
Tarihi günümüzün görme üstünlüğüne sõğõnõp üstünkörü değerlendirmeye
kalkõşma, kimi gelgeç değer yargõlarõyla geçmişe şaşõ bakma, Türkiye tarihini
sadece Cumhuriyet sonrasõyla kõsõtlama, Cumhuriyetin kuruluş yõllarõnõ
demokratik olmamakla küçümseme, her türlü etnik saplantõ, toplumun ileri
götürücü, devrimci güçlerini salt Spartaküs ve Celali isyanlarõ ile, Şeyh Bedrettin
ile sõnõrlama, Shakespeare’i Yahudi düşmanlõğõyla, feminizm karşõtlõğõyla
suçlamaya yeltenme, hep bu tarihsel bağlamdan uzak, postmodernist, anarko-
nihilist, sõnõf ekseninden kaymõş hastalõklõ bakõş açõsõnõn ürünleridir.
İkinci Balkan Bozgununa Doğru...
O
smanlõ’ya karşõ Sõrbis-
tan, Yunanistan, Bulga-
ristan ve Karadağ bağ-
laşõklõğõnõn 8 Ekim 1912’de
saldõrõya geçmesiyle I. Balkan
Savaşõ başlamõş oldu. Bağla-
şõklarõn amacõ Osmanlõ’yõ Bal-
kan coğrafyasõnõn dõşõna at-
maktõ.
Savaşa hazõrlõksõz yakalanan,
politik çekişmelerin, alaylõ-
mektepli sürtüşmelerinin emir
komuta hiyerarşisini altüst etti-
ği Türk ordusu, tarihinin en
yüz kõzartõcõ yenilgilerinden bi-
rine uğradõ. Her zamanki gibi
büyük devletlerin araya girme-
siyle 30 Mayõs 1913’te imzala-
nan Londra Antlaşmasõ, Bal-
kanlar’õn neredeyse tamamõnõ
Türklerin elinden alõvermişti!
Galiplerin acõmasõz Türk kat-
liamõnda kõyõlan yüz binlerin
arasõndan canõnõ kurtarabilen,
evini barkõnõ, ahõrdaki hayvan-
larõnõ, ekili tarlalarõnõ, ocaktaki
aşõnõ öylece arkada bõrakmõş
yõğõnlarõn, yenik ordudan geri-
ye kalanlarõn Edirne-İstanbul
arasõnõ birleştiren göç zinciri,
toplumsal psikolojide silinmez
izler bõraktõ.
Yenik ordudan geriye kalan-
larõn görünürdeki yaralarõ gün
gelir elbet kapanõrdõ. Kapan-
mayacak, geçen zamanla artacak
olan içteki yaraydõ.
Utanç verici yenilginin, 500
yõllõk vatanõn elden çõkmasõnõn
Türklerin derin bilinçaltõna iş-
leyen acõsõ, aşağõlanmõşlõk duy-
gusu. Cami avlularõndan, med-
reselerden, çatõ altlarõndan so-
kağa taşan, aç açõk yüz binler,
İstanbul halkõna Balkan facia-
sõnõ söze hacet bõrakmadan gös-
teriyordu.
Yenilgiyle kaybedilen yalnõz
toprak değildi. Türk halkõnõn ko-
lektif gurur simgesi ordu ve
subaylarõ itibarlarõnõ, şerefleri-
ni kaybetmişti. Yenilginin ya-
rattõğõ travmanõn, psikososyal
bozgunun telafisi çok zordu.
Sokağa çõkan zabite herkesin
saygõyla yol vermesi, evlat gi-
bi, baba gibi aileden saymasõ,
üniformalarõnda Malazgirt’in,
Mohaç’õn, Kosova’nõn, Var-
na’nõn, Plevne’nin terini, tozu-
nu görmesindendi. Bozgundan
sonra asker urbasõ artõk Balkan
hezimetinin simgesiydi. Üni-
forma halka unutmak istediği
derin bir utancõ hatõrlatõyordu.
Bu nedenle subaylar uzun süre
sokağa resmi kõyafetle çõkama-
dõlar. O yenilginin acõsõ kalple-
rini sõkõştõrdõ, bir burgu gibi
beyinlerini oydu durdu.
Türk ordusu, Türk zabiti Bal-
kan utancõnõ 1915’te Çanakka-
le’de aştõ. Karşõlarõndaki ha-
sõm kendilerini dünyanõn efen-
dileri sayan kibirli emperya-
listlerdi. Silahõnõ, erzakõnõ, ağõr-
lõklarõnõ terk eden yenik ordunun
yedi düvele meydan okuyan, on-
lara Çanakkale Boğazõ’nõ dar
eden muzaffer orduya dönüş-
mesi için üç yõl yetmişti. Ordu,
Balkanlar’dan gerekli dersleri
çõkarmõştõ.
Türk milletine ödemesi gere-
ken borcunun bilincindeydi.
Mehmetler Çanakkale’de mil-
lete olan borçlarõnõ seve seve
verdikleri canlarõyla, cömertçe
akõttõklarõ kanlarõyla ödediler.
Mehmet Çanakkale’de dilin-
den anlayan komutanõnõ bul-
muştu. Önlerinde onlara ölme-
yi emreden kaderin adamõ var-
dõ. Çanakkale’den sonra Ke-
mal’in askerlerinin üniforma-
larõna yeni hatõralar eklenecek-
ti. Çanakkale’nin, Filistin’in,
Sakarya’nõn, Dumlupõnar’õn,
Kõbrõs’õn, Güneydoğu’nun, Ku-
zey Irak’õn andaçlarõnõ üzerin-
de taşõyor günümüzün Meh-
metleri.
TSK ile ilgili koparõlan gü-
rültüler, Atatürk’ün söylemiyle
“Zaferleri ve mazisi insanlık
tarihiyle başlayan, her gittiği
yere medeniyet nurları taşı-
yan” Mehmetlerin üniforma-
larõndan onur izlerini silip, post-
modern Balkan lekesiyle yeni-
den baş başa bõrakma operas-
yonunun yansõmalarõdõr.
ABD’deki ana karargâhõn içer-
deki sivil üniformalõ güçlerince
kõşlasõnda kuşatõlan Mehmet,
Cumhuriyet muhafõzlõğõndan,
vatan savunmasõndan istifaya
zorlanõyor. Onursuz bir tesli-
miyet, yüz kõzartõcõ bir işbirliği,
Irak’ta, Afganistan’da ABD’ye
kõyakçõlõk dayatõlõyor. ABD-
AB destekli sivil darbecilerin
darbeleriyle bunaltõlan Meh-
met’e kõrk katõrla kõrk satõr ter-
cihi sunuluyor!
Önceleri ordunun rejim için-
deki ağõrlõğõnõn demokrasiye
ters düştüğünü, askerin sivil
idarenin pasif bir figürü olarak
kõşlasõnda inzivaya çekilmesini
dõşarõdaki büyüklerine söyle-
tirlerdi. AB ilerleme raporlarõ-
nõn, komiser karnelerinin ar-
dõnda tam siper olma günlerini
çoktan geride bõraktõlar. Dö-
nem cepheden açõk saldõrõ dö-
nemidir!
Yaşananlar yakõn gelecek için
fikir vermeye yeterlidir: Özgür
bir ulusun milli ordusu olmak-
tan sistemin faşizan muhafõzlõ-
ğõna, Atlantik ötesinin vurucu
gücüne dönüşmeyi reddettiği
sürece TSK’ye karşõ õslak olsun
kuru olsun hepsi de dõştan kur-
gulu saldõrõlarõn ardõ arkasõ ke-
silmeyecek! Halkõn belleğin-
deki ülkeyi savunan, rejimin
muhafõzõ ordu algõsõnõ, darbeci,
demokrasi düşmanõ, fesat yuvasõ
ordu algõsõna dönüştürünceye
kadar aralõksõz sürdürülecek bir
kampanyadõr söz konusu edilen!
Ekonomik varlõklar elden çõk-
mõşsa, halkõ milli düşünce ek-
seninde buluşturan eğitim poli-
tikalarõ yok edilmişse, devletin
millilikten gayri milliliğe dö-
nüşümü kaçõnõlmazdõr. Ekono-
miden, eğitimden, yargõdan,
devletin ve toplumsal hayatõn her
alanõndan milli motiflerin ka-
zõnmasõ, silinmesi sürecine tanõk
olmaktayõz. İçine sürüklendiği-
miz sömürge ekonomisinin ga-
rantisi olacak sömürge devleti-
nin ikamesi için Atatürk Türki-
yesi’nin defni gerekmektedir.
Süregelen ve ne zaman sona
ereceği belli olmayan zincirle-
me tutuklamalar ve yargõlama-
larõn toplumda yarattõğõ deh-
şet, korku, tedirginlik atmosfe-
ri dağõlmadan devletin tüm ku-
rumlarõyla sistemin arzu ettiği
biçimde yeniden yapõlandõrõl-
masõ amaçlanmaktadõr.
Yargõ, ordu, meslek örgütle-
ri, bürokrasi, kõsacasõ ulus dev-
let, üniter yapõ, Atatürk’lü Cum-
huriyet’te direnen kişi, kurum ve
toplumsal dinamikler stratejik
hasõmdõrlar. Sindirme, korkut-
ma, itibarsõzlaştõrma, sivil kar-
şõtõ darbe dinamikleri olarak
suçlama, bu stratejik hesabõn ka-
muoyuna gündelik yansõmala-
rõdõr. Göreceksiniz; yemeyip
yedirdiğini, içmeyip içirdiğini
anasõnõn ak sütü gibi helal etti-
ği askerine sahip çõkacak millet.
Kõnalayõp davul zurnayla uğur-
ladõğõ, al bayraklõ tabutla dön-
düğünde kadere rõza gösterip te-
vekkülle kara toprağa verdiği
Mehmet’e Washington’da,
Brüksel’de biçilen kadere razõ
olmayacak.
Göreceksiniz!
Av. Hüseyin ÖZBEK İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi
mumtazsoysal@gmail.com