13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 13 KASIM 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Sıradanlaştırma İLK bakışta, “açılım” genel görüşmesini kararlaştırma oturumunun 10 Kasım gününde yapılmasında herhangi bir olumsuzluk ya da kötü niyet bulunmadığını düşünenler olabilir. Onlara göre, tamam, Atatürk’ün ölüm günüdür, ama açılışta saygı duruşu ve anma konuşmaları da yapılmadı mı? Sonrası, nihayet içtüzük gereği, genel görüşme isteminin karara bağlanması için yapılacak tartışmaya ayrılmalıdır. AKP’nin bakış açısı bu oldu. Sanki, 10 Kasım, gelip geçmiş başka cumhurbaşkanlarından birinin ölüm günüymüş gibi. Oysa, Mustafa Kemal Atatürk gelip geçmiş sıradan bir devlet başkanı değil; ölümünün her yıldönümünde bütün bir halkın yüreği sızlar; hep birlikte “O olmasaydı neler olurdu” düşünülür ve ister istemez “O olmadığı için neler oluyor” konuşulur. Sorun, görüşme tarihinin saptanmasında böylesine “bilinçli rastlantı”nın Mustafa Kemal konusunda hınzırca düşünülmüş bir başka “sıradanlaştırma” girişimi olup olmadığıdır. Fikriye ve Latife Hanım hikâyelerinin ballandırılmasında, Mustafa yalnızlığının vurgulanmasında, Çankaya sofrasının harcıâlem sofralardan biriymiş gibi anlatılmasında hafifçe sezilen ve insanları üzen hep aynı sıradanlaştırma çabası olagelmiştir. Bir sosyal psikoloji sorunudur bu. Hele şu yılların günlük olaylarında bayağılıklar, iğrenç davranışlar, ulusu küçük düşürücü dış baskılar, bitmez tükenmez iç dalavereler yaşandıkça kompleksten komplekse sürüklenen halkımız, kendi insanına en anlamlı devrimlerden birini yaşatmış olağanüstü bir önderin sıradanlaştırılmasını, unutturulup tarihin çöplüğüne süpürülmesini istemiyor. Açılımlar ezikliğinden sonra bir de Atatürk’ün ufalanması fazla geldi hepimize. Benzer durumlarda hep olduğu gibi, onlarca yıl sonra bile Anıtkabir avlusunun çoluk çocuk oraya taşınan kalabalıklarla doldurulması bundandır. Buna benzer başka kolektif duygular da yaşanıyor böyle vesilelerle. Örneğin, Kurtuluş tarihini biraz bilenlerimizin içinde yabancıların hiç bilmediği, ama ilkokul sıralarında öğrendiğimiz özel bir yeri vardır Millet Meclisi’nin. Dünya tarihinde ender rastlanan bir özellik: En zor koşullarda ve yokluk ortamında canını dişine takmış bir halkın bağımsızlık mücadelesini yönlendiren bir meclis. Böyle bir simgesi olan kurum çatısı altında kurucusunun ve o zamanki deyişiyle “Millet Meclisi Orduları” denen askerlere komutanlık etmiş bir insanın küçümsenmesi daha da yaralıyor çoğumuzu. Bunları bilmeyenler ya da bilerek tam aksini yapanlar bilmelidirler ki, her sabrın bir sonu vardır ve o aksilik bir gün başlarına yıkılabilir. PENCERE Ulusal Bilinçten Yoksunluğumuz... Tevatür hoş bir sözcük... Bir dostuma dün AB’den söz açacak oldum... Tepki gösterdi: - Bırak şu tevatürü!.. AB Türkiye için tevatüre mi dönüştü?.. Hayır!.. Biz AB’yi bıraksak bile Avrupa bizi kesinlikle bırakmaz!.. Osmanlı’dan bu yana iç içe, sarmaş dolaş, al takke ver külahız... AB ile daha çok işimiz var. AB bir uygarlık tasarımı!.. Ne yazık ki çağımızda bile uygarlık sömürücü ve emperyalist içeriğinden kurtulamadı; AB’nin de ister istemez bu kusurları var... Ama, ulus devletleri bir araya toplayıp ortak bir çatı kurarak özgürlükçü ve demokratik hukuk düzeni altında tek yönetime dönüştürmek tasarımı hiç de fena sayılmaz... 1917’de Sovyetler de buna pek benzemese de ilginç bir girişime geçmişlerdi; onlarınki sosyalist iddia güdüyordu; yıkıldı... AB kapitalist bir yapıyı öngördüğünden dışa dönük yüzünde yoksul dünya açısından ehven sayılmayabilir... Şu İngiltere AB üyesi değil mi?.. Haline bakın!.. Sözüm ona uygar AB’nin içinde tek bir üye ağzını açıp konuşmuyor: - Bu ne rezillik?.. demiyor. AB’nin derdi şimdilik Irak’la değil, Kıbrıs’la... Avrupa “Aydınlanma”nın beşiğidir; insan hakları, laiklik, demokrasi, ne varsa AB’nin tarihinden kökenleniyor... Ama, bütün bu süreçlerde de Avrupa hem insanlığın hem de kendi kendisinin canına okuyordu... Yalnız 20’nci yüzyılda 50 milyon insanın hayatına mal olan iki büyük dünya savaşını Avrupalı Avrupa’da çıkardı... Peki, Avrupalı, AB’ye nasıl geldi? Avrupalıya mintarafillah, gökten Avrupa’da barış tebliği mi indi?.. Yok canım... AB’nin kökeninde ağırlıklı bir sözcük var: Sermaye!.. Uluslararasılaşıp palazlanan sermayenin AB işine geliyor... AB’yi oluşturan gücün kökenindeki gizem kimsenin meçhulü değil!.. Biz AB’nin vazgeçemediği bir baş belasıyız... AB’ye girip de Avrupa Parlamentosu’na bir yayılsak, Türk kalabalığı hepsinin iflahını keser... O Avrupa Parlamentosu ki üyeleri arasında Ermeni soykırımı iddiasını kendisine dava edinmiş olanları saymakla bitiremezsin... Avrupa’nın patronları Türkiye’yi şimdilik ellerinin altında tutmakla birlikte içlerine almak niyetinde değiller... Ama herkesin çok iyi bildiği bu durumu “müzakere” sürecini on yıl uzatarak sürdürebilirlerdi... Yine de sürdürebilirler... Müzakere “görüşme” demektir... Görüşmenin ne sakıncası olabilir?.. AKP iktidarının üstünde ABD’nin “Ilımlı İslam Devleti Modeli” tasarımı gün geçtikçe koyulaşıyor... AB ise büsbütün tevatürleşti... Türkiye bu dış koşulların ortasında etnik ve dinsel iç çatışmanın geriliminde sürüklenmekte... Ulusal bilinçten yoksunluğumuza ise diyecek yok!.. (21 Aralık 2006 tarihli yazısı) S osyal normlarõn patlatõlmasõ in- san ‘bilincini genişletir’miş. Patlatõlmasõ gereken kurallar arasõnda ‘önüne gelenle seks yapmak’ da varmõş. Böyle di- yor medyatik yazarlarõmõzdan biri... Bir başkasõ ‘Erdem, korkan adamın mazeretidir’ buyuruyor. Öfkesine gem vuramayõp dõşkõsõnõ bir ko- vaya doldurduktan sonra eşinin başõndan aşağõ boca edenini de okumuştuk bir ara... Gazete yöneticiliği ile pavyon sahipliğini birbirine karõştõranõ da gördük. Aralarõna yeni katõlan kalem arkadaşlarõnõ pavyona düşmüş namuslu kadõnlara benzetecek kadar ölçüyü kaçõrmõştõ. Ne oluyor? Toplumca bir çõlgõnlõk nöbeti mi geçiriyoruz diye düşünürken şu satõr- lar ilişti gözüme: “Bu mutlu 29 Ekim’i niye atladık? Ni- hilist olduğumuz için mi? Yerleşik her şeye karşı nefretle dolu olduğumuz için mi?” “Ona ne şüphe? Ha şunu bileydin!” di- ye geçirdim içimden. Umutsuzluğun ideolojisi Nihilizm konusunda ciltler dolusu kitap yazõlmõştõr. Yerimizin elverdiği ölçüde bazõ yönlerine değinelim: Nihilizm ‘hiç’ ya da ‘hiçlik’ kökünden gelir. Alman filozof Heidegger, nihilizmi ‘insanın normal hali’ sayar. Heideg- ger’e göre, varlõğõn bir anlamõ olmadõğõ, hiçlikten gelen insan dünyaya rasgele ‘fırlatılmış’ olduğu için yaşam bir anlam taşõmaz. Nihilizm bir dünya görüşünden çok bir yaşam tarzõ ve ruh halidir. Sonu belirle- nemez bir karmaşa ve kargaşa olan yaşam karşõsõnda olumsuz bir tavõr takõnma du- rumudur. Yaşam sonu belirsiz bir kargaşa olunca, tünelin ucunda herhangi bir õşõk belirtisi gö- zükmeyince insan umutsuzluğa kapõlõr. Umutsuzluğa kapõlan insan, kendi zih- nindeki karanlõğõ sanki bütün toplum ya- şõyormuş gibi çevresine karamsarlõk saçar. Nihilizm otorite tanõmama konusunda anarşizm ile örtüşür. Her iki eğilim de oto- riteyi birer kelepçe ve tasma olarak gö- rür. Nihilizm daha çok umutsuz bir ruh hali ise, anarşizm bu umutsuzluğun üze- rine dünya görüşü diye geçirilmiş eğreti bir kõlõftõr. Nihilist yurtsuzdur. Kendini yurdunda saymadõğõ, çevresine yabancõlaştõğõ için yurtseverlik gibi bir kaygõsõ yoktur. Koz- mopolitliği enternasyonalizm sanõr. Dışa ve içe dönük yıkıcılık Çevredekilere duyulan tiksinti anarşizm şeklinde dõşa yönelik yõkõcõlõğa dönüşür. Anarşizm, başkalarõna acõ vermekten du- yulan bir zevk, bir tür sadizmdir. Nihilizm ise daha çok içe dönük bir yok ediş, ken- dine verdiği acõdan zevk alõş, bir çeşit ma- zoşizmdir. Anarşizm aktif bir yõkõcõlõk, nihilizm ise alt benlikte yatan saldõrõ içgüdüsünü bas- tõrma yöntemi, edilgin (pasif) bir yok oluştur diyebiliriz. Dõşa dönük yõkõcõlõk, or- tak değerleri yadsõma, ulus, devlet, parti gi- bi her türlü örgütlü yaşamõ ret, genellikle şiddete götürür; oradan da terorizme kapõyõ aralayabilir. Yaşamõn anlamsõzlõğõ, içe dönük nefret ise çoğu kez deliliğe, oradan da intihara yol açar. Acõ çekmekten zevk alan Nietzsche, “Öldüremeyen yara beni güçlendirir” der. Albert Camus ise intiharõ yüceltir; “Şu anlamsız dünyada yapılacak en anlamlı iş çekip gitmektir!’ der. Nihi- listlerin bir bölümü dünya nimetlerinden el ayak çekmeyi savunan mistik Budistlere yakõndõr. Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar” (1862) romanõnõn kahramanõ nihilist Ba- zarov, otorite ve ilke tanõmaz; her şeyi yad- sõr. Oscar Wilde’õn “Nihilistler” (1880) adlõ oyunundaki kahramanõ Vera “Her şe- yi yok etme ve öç alma zamanı geldi” der. Nihilizm yerleşik düzene karşõ savaş açar görünür. Ama bozuk düzene karşõ müca- dele eden gerçek devrimcilerin ayağõna çel- me takma işlevi görür. Marx ve Engels, Rusya’da nihilist Neçayev’in, anarşist Bakunin’in tutumunu Rus devrimcilerinin güvenliğini tehlikeye attõklarõ için şid- detle eleştirir. Günümüzde anarşizmin de, nihilizmin de toplumsal bilimlerdeki yansõmasõ, sosya- lizmin geçici gerilemesiyle gemi azõya alan postmodernizmdir. Postmodernizm artõk büyük doğrularõn, kapsamlõ anlatõmlarõn değil, tekil öykülerin geçerli olduğunu öne sürer. Nesnel bütünsel bir gerçek olmadõ- ğõnõ, herkesin kendi doğrusu olduğunu vur- gular. Aydõnlanma ülküsünü, insanlõğõn büyük özverilerle elde ettiği kazanõmlarõ yadsõr. Evrensel değerler olmadõğõnõ, bilimin abartõlmamasõ gerektiğini savlar. Yapõsökümcülük ise postmodern yak- laşõmõn sözüm ona eleştirel gözle tarihsel metinlere uygulanmasõ, tarihin didiklen- mesidir. Göz boyayõcõ bu eşelemeden ne yazõk ki çalõşanlar değil, hep egemen sõ- nõflar yarar sağlar. Tarihe şaşı bakmak ‘Siyaseten doğruculuk’ (political cor- rectness) ise postmodernizmin uygula- madaki tutum ve eylemidir. Bütüncül nes- nel bir gerçek olmadõğõna, herkesin gerçeği ayrõ ayrõ olduğuna göre, evrensel değerler yok, değişik kültürler, farklõ etnik küme- ler vardõr. Tarihi günümüzün görme üstünlü- ğüne sığınıp üstünkörü değerlendirme- ye kalkışma, kimi gelgeç değer yargıla- rıyla geçmişe şaşı bakma, Türkiye tari- hini sadece Cumhuriyet sonrasıyla kı- sıtlama, Cumhuriyetin kuruluş yılları- nı demokratik olmamakla küçümse- me, her türlü etnik saplantı, toplumun ileri götürücü, devrimci güçlerini salt Spartaküs ve Celali isyanları ile, Şeyh Bedrettin ile sınırlama, Shakespeare’i Yahudi düşmanlığıyla, feminizm kar- şıtlığıyla suçlamaya yeltenme, hep bu ta- rihsel bağlamdan uzak, postmodernist, anarko-nihilist, sınıf ekseninden kaymış hastalıklı bakış açısının ürünleridir. Örneğin nihilist Max Stirner, “Erkek de, kadın da benim hazzımın nesnesi- dir” der. Nihilistin hayatta kendi ego- sundan başka kutsal bir değer yoktur. Tanõnmõş bir sanatçõyõ dağa kaçõrõp seks kölesi yapmaktan söz eden medyatik yazarõn hayal gücünün genişliği de ancak böylesine marazi bir hazla sõnõrlõ olsa ge- rektir. Bencil tutkular, dizginlerinden boşanmõş hastalõklõ fantezilerin gerçek- leştirilmesi umudu aklõn yerini alõnca ah- lak da, özdenetim de defterden silinir; ‘er- dem mazeret olmaktan çıkar’. Utanma duygusu yok olduğu için artõk her şeye izin vardõr. Çocukluğu aile sevgisinden yoksun geçmiş, örneğin gözde bir yatõlõ okula ‘fır- latılıp atılmış’ şõmarõk zengin çocukla- rõnda hayata karşõ bu tür hastalõklõ, huy- suz, hõrçõn, serkeş ve çõkõntõ tavõrlar çok- ça görülür. Anarko-nihilizmin sanattaki izdüşü- mü ise dadaizm, fütürizm, sürrealizm gi- bi akõmlar, ‘dekadans’ diye bilinen yoz- laşmõş bir bohem yaşamõdõr. Uyuşturucu tutkunluğu, alkolizm, her çeşit cinsel sapkõnlõk, mazoşist ‘fantezi’ler en dibe vuran bir yozlaşmanõn günlük ya- şamdaki iç öğürtücü kokularõdõr. Yazarõn patlatõlacak normlar arasõnda saydõğõ ‘önüne gelenle seks yapma’ özlemi, işte bu kokuşmuş yaşam tarzõnõn en bayağõca dõşavurumudur. Şaşacak bir şey yok. Çünkü anarko-nihilist kafa, bir kadõn budu ya da dilber dudağõ için va- tanõnõ satmaya hazõr olduğunu zaten ta baştan ilan etmiştir. O artõk ‘yerleşik her şeye karşı nef- retle dolu’ umutsuz bir vak’adõr. Nihilizmin Sefaleti... Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci Tarihi günümüzün görme üstünlüğüne sõğõnõp üstünkörü değerlendirmeye kalkõşma, kimi gelgeç değer yargõlarõyla geçmişe şaşõ bakma, Türkiye tarihini sadece Cumhuriyet sonrasõyla kõsõtlama, Cumhuriyetin kuruluş yõllarõnõ demokratik olmamakla küçümseme, her türlü etnik saplantõ, toplumun ileri götürücü, devrimci güçlerini salt Spartaküs ve Celali isyanlarõ ile, Şeyh Bedrettin ile sõnõrlama, Shakespeare’i Yahudi düşmanlõğõyla, feminizm karşõtlõğõyla suçlamaya yeltenme, hep bu tarihsel bağlamdan uzak, postmodernist, anarko- nihilist, sõnõf ekseninden kaymõş hastalõklõ bakõş açõsõnõn ürünleridir. İkinci Balkan Bozgununa Doğru... O smanlõ’ya karşõ Sõrbis- tan, Yunanistan, Bulga- ristan ve Karadağ bağ- laşõklõğõnõn 8 Ekim 1912’de saldõrõya geçmesiyle I. Balkan Savaşõ başlamõş oldu. Bağla- şõklarõn amacõ Osmanlõ’yõ Bal- kan coğrafyasõnõn dõşõna at- maktõ. Savaşa hazõrlõksõz yakalanan, politik çekişmelerin, alaylõ- mektepli sürtüşmelerinin emir komuta hiyerarşisini altüst etti- ği Türk ordusu, tarihinin en yüz kõzartõcõ yenilgilerinden bi- rine uğradõ. Her zamanki gibi büyük devletlerin araya girme- siyle 30 Mayõs 1913’te imzala- nan Londra Antlaşmasõ, Bal- kanlar’õn neredeyse tamamõnõ Türklerin elinden alõvermişti! Galiplerin acõmasõz Türk kat- liamõnda kõyõlan yüz binlerin arasõndan canõnõ kurtarabilen, evini barkõnõ, ahõrdaki hayvan- larõnõ, ekili tarlalarõnõ, ocaktaki aşõnõ öylece arkada bõrakmõş yõğõnlarõn, yenik ordudan geri- ye kalanlarõn Edirne-İstanbul arasõnõ birleştiren göç zinciri, toplumsal psikolojide silinmez izler bõraktõ. Yenik ordudan geriye kalan- larõn görünürdeki yaralarõ gün gelir elbet kapanõrdõ. Kapan- mayacak, geçen zamanla artacak olan içteki yaraydõ. Utanç verici yenilginin, 500 yõllõk vatanõn elden çõkmasõnõn Türklerin derin bilinçaltõna iş- leyen acõsõ, aşağõlanmõşlõk duy- gusu. Cami avlularõndan, med- reselerden, çatõ altlarõndan so- kağa taşan, aç açõk yüz binler, İstanbul halkõna Balkan facia- sõnõ söze hacet bõrakmadan gös- teriyordu. Yenilgiyle kaybedilen yalnõz toprak değildi. Türk halkõnõn ko- lektif gurur simgesi ordu ve subaylarõ itibarlarõnõ, şerefleri- ni kaybetmişti. Yenilginin ya- rattõğõ travmanõn, psikososyal bozgunun telafisi çok zordu. Sokağa çõkan zabite herkesin saygõyla yol vermesi, evlat gi- bi, baba gibi aileden saymasõ, üniformalarõnda Malazgirt’in, Mohaç’õn, Kosova’nõn, Var- na’nõn, Plevne’nin terini, tozu- nu görmesindendi. Bozgundan sonra asker urbasõ artõk Balkan hezimetinin simgesiydi. Üni- forma halka unutmak istediği derin bir utancõ hatõrlatõyordu. Bu nedenle subaylar uzun süre sokağa resmi kõyafetle çõkama- dõlar. O yenilginin acõsõ kalple- rini sõkõştõrdõ, bir burgu gibi beyinlerini oydu durdu. Türk ordusu, Türk zabiti Bal- kan utancõnõ 1915’te Çanakka- le’de aştõ. Karşõlarõndaki ha- sõm kendilerini dünyanõn efen- dileri sayan kibirli emperya- listlerdi. Silahõnõ, erzakõnõ, ağõr- lõklarõnõ terk eden yenik ordunun yedi düvele meydan okuyan, on- lara Çanakkale Boğazõ’nõ dar eden muzaffer orduya dönüş- mesi için üç yõl yetmişti. Ordu, Balkanlar’dan gerekli dersleri çõkarmõştõ. Türk milletine ödemesi gere- ken borcunun bilincindeydi. Mehmetler Çanakkale’de mil- lete olan borçlarõnõ seve seve verdikleri canlarõyla, cömertçe akõttõklarõ kanlarõyla ödediler. Mehmet Çanakkale’de dilin- den anlayan komutanõnõ bul- muştu. Önlerinde onlara ölme- yi emreden kaderin adamõ var- dõ. Çanakkale’den sonra Ke- mal’in askerlerinin üniforma- larõna yeni hatõralar eklenecek- ti. Çanakkale’nin, Filistin’in, Sakarya’nõn, Dumlupõnar’õn, Kõbrõs’õn, Güneydoğu’nun, Ku- zey Irak’õn andaçlarõnõ üzerin- de taşõyor günümüzün Meh- metleri. TSK ile ilgili koparõlan gü- rültüler, Atatürk’ün söylemiyle “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan, her gittiği yere medeniyet nurları taşı- yan” Mehmetlerin üniforma- larõndan onur izlerini silip, post- modern Balkan lekesiyle yeni- den baş başa bõrakma operas- yonunun yansõmalarõdõr. ABD’deki ana karargâhõn içer- deki sivil üniformalõ güçlerince kõşlasõnda kuşatõlan Mehmet, Cumhuriyet muhafõzlõğõndan, vatan savunmasõndan istifaya zorlanõyor. Onursuz bir tesli- miyet, yüz kõzartõcõ bir işbirliği, Irak’ta, Afganistan’da ABD’ye kõyakçõlõk dayatõlõyor. ABD- AB destekli sivil darbecilerin darbeleriyle bunaltõlan Meh- met’e kõrk katõrla kõrk satõr ter- cihi sunuluyor! Önceleri ordunun rejim için- deki ağõrlõğõnõn demokrasiye ters düştüğünü, askerin sivil idarenin pasif bir figürü olarak kõşlasõnda inzivaya çekilmesini dõşarõdaki büyüklerine söyle- tirlerdi. AB ilerleme raporlarõ- nõn, komiser karnelerinin ar- dõnda tam siper olma günlerini çoktan geride bõraktõlar. Dö- nem cepheden açõk saldõrõ dö- nemidir! Yaşananlar yakõn gelecek için fikir vermeye yeterlidir: Özgür bir ulusun milli ordusu olmak- tan sistemin faşizan muhafõzlõ- ğõna, Atlantik ötesinin vurucu gücüne dönüşmeyi reddettiği sürece TSK’ye karşõ õslak olsun kuru olsun hepsi de dõştan kur- gulu saldõrõlarõn ardõ arkasõ ke- silmeyecek! Halkõn belleğin- deki ülkeyi savunan, rejimin muhafõzõ ordu algõsõnõ, darbeci, demokrasi düşmanõ, fesat yuvasõ ordu algõsõna dönüştürünceye kadar aralõksõz sürdürülecek bir kampanyadõr söz konusu edilen! Ekonomik varlõklar elden çõk- mõşsa, halkõ milli düşünce ek- seninde buluşturan eğitim poli- tikalarõ yok edilmişse, devletin millilikten gayri milliliğe dö- nüşümü kaçõnõlmazdõr. Ekono- miden, eğitimden, yargõdan, devletin ve toplumsal hayatõn her alanõndan milli motiflerin ka- zõnmasõ, silinmesi sürecine tanõk olmaktayõz. İçine sürüklendiği- miz sömürge ekonomisinin ga- rantisi olacak sömürge devleti- nin ikamesi için Atatürk Türki- yesi’nin defni gerekmektedir. Süregelen ve ne zaman sona ereceği belli olmayan zincirle- me tutuklamalar ve yargõlama- larõn toplumda yarattõğõ deh- şet, korku, tedirginlik atmosfe- ri dağõlmadan devletin tüm ku- rumlarõyla sistemin arzu ettiği biçimde yeniden yapõlandõrõl- masõ amaçlanmaktadõr. Yargõ, ordu, meslek örgütle- ri, bürokrasi, kõsacasõ ulus dev- let, üniter yapõ, Atatürk’lü Cum- huriyet’te direnen kişi, kurum ve toplumsal dinamikler stratejik hasõmdõrlar. Sindirme, korkut- ma, itibarsõzlaştõrma, sivil kar- şõtõ darbe dinamikleri olarak suçlama, bu stratejik hesabõn ka- muoyuna gündelik yansõmala- rõdõr. Göreceksiniz; yemeyip yedirdiğini, içmeyip içirdiğini anasõnõn ak sütü gibi helal etti- ği askerine sahip çõkacak millet. Kõnalayõp davul zurnayla uğur- ladõğõ, al bayraklõ tabutla dön- düğünde kadere rõza gösterip te- vekkülle kara toprağa verdiği Mehmet’e Washington’da, Brüksel’de biçilen kadere razõ olmayacak. Göreceksiniz! Av. Hüseyin ÖZBEK İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle