Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 5 EKİM 2009 PAZARTESİ
10 DIŞ BASIN [email protected]
Avrupa’da sol, sağõn başarõsõzlõklarõndan faydalanamadõğõ gibi seçmenden de yeterli ilgi göremiyor
Sosyalistler krizde bile kaybediyor
STEVEN ERLANGER
Avrupalõ sosyalist partiler ve sol kanat
yeğenleri, mali sistemin, “aşırı bolluk”,
açgözlülük ve düzenleyici sistemlerin
zayõflõğõna bağlõ çöküşünün yaşandõğõ,
kapitalizmin 75 yõldõr tanõk olduğu en büyük
sarsõntõlardan birinin ortasõnda bile sağõn
başarõsõzlõklarõndan faydalanmayõ bir yana
bõrakõn, toplumdan tatmin edici bir ilgi
göremiyor. Alman seçmenler geçen pazar
günü oylarõn sadece yüzde 23’ünü Sosyal
Demokrat Parti’ye vererek, İkinci Dünya
Savaşõ’ndan beri en kötü performansõnõ
yaşattõlar. Yazõn yapõlan Avrupa
Parlamentosu seçimlerinde de sol adaylarõ
cezalandõran seçmenler, 2007’de de Fransõz
sosyalistleri bozguna uğratmõştõ. İspanya ve
İngiltere gibi iktidarda olduklarõ ülkelerde de
sol saldõrõ altõnda. Fransa, İtalya ve şimdi
Almanya’da olduğu gibi iktidarda olmadõklarõ
ülkelerde de bölünmüş ve zayõflar. Bazõ
Amerikalõ muhafazakârlar Başkan
Obama’nõn ülkeyi mali krizden kurtarma
paketini ve sağlõk reformunu öcü gibi
göstererek, Avrupa tarzõ sosyalizme tehlikeli
bir dönüş olarak değerlendiriyorlar. Ancak
siyasi gündemi belirleyen Avrupa solu değil
Avrupa sağõ.
Avrupalõ merkez sağ partiler birçok fikri
soldan aldõlar: Refahtan büyük pay, sağlõk
hizmetlerinin kamulaştõrõlmasõ, karbon
salõmõnda büyük sõnõrlamalar, egemenliğin
bir bölümünün Avrupa Birliği’ne devri.
Ama vergileri düşürmeye, mali
düzenlemeleri geliştirmeye ve yaşlõ nüfus
sorunuyla başa çõkmaya çalõşan sağ, soldan
daha etkili bir şekilde taahhütlerde
bulunarak daha fazla oy aldõ.
‘Moderniteye uyum sağladılar’
Paris Siyasi Çalõşmalar Enstitüsü’nden tarihçi
Michel Winock, Avrupalõ muhafazakârlarõn
“Moderniteye uyum sağladıklarını”
söylüyor. Winock’a göre, Fransa
Cumhurbaşkanõ Nicolas Sarkozy ve Almanya
Başbakanõ Angela Merkel, kapitalizmin
“Anglosakson modeli”nin aşõrõlõklarõnõ
eleştirirken devletin koruyucu rolünü övdüler
ve baskõn hale gelen sosyalist fikirleri
kullandõlar.
Sol çoğu zaman mevcut yönetimlere karşõ tek
geçerli muhalefeti temsil eder ve ABD’de
olduğu gibi kârlõ çõkar. Portekiz’de
hükümetteki sosyalistler geçen pazar günü
yapõlan seçimleri kazanmayõ başardõlar ancak
parlamentoda salt çoğunluğu kaybettiler.
İspanya’da sosyalistler hâlâ Franko
karşõtlõğõnõn ve Irak savaşõna muhalefet
etmenin kredisine sahipler. Almanya’da,
parlamentoda Yeşillerin de dahil olduğu geniş
bir sol yelpaze var. Ancak seçimlerin
ardõndan kriz yaşayan sosyal demokratlarõn,
kökleri eski Doğu Alman Komünist
Partisi’ne uzanan Sol Parti ile işbirliğini
düşünmesi lazõm. Sorunun bir bölümü Doğu
ve Batõ Almanlarõn “Kafasındaki duvar”dan
kaynaklanõyor. Hõristiyan demokratlar yavaş
yavaş doğuya yaklaşõrken sosyal demokratlar
hiçbir zaman komünistlerle yakõnlaşmadõlar.
Columbia Üniversitesi emekli
profesörlerinden Giovanni Sartori,
“İki Almanya, biri sosyalist, biri
komünist, iki ruh hiçbir zaman
gerçekten birleşmedi” diyor.
Fransa’da da sol zorda. Sembol bir sosyalist
isim olan Bernard-Henri Levy, geçen yaz
“Sosyalist Parti ölüyor mu” sorusuna,
“Hayır zaten ölü. Hiç kimse ya da
neredeyse hiç kimse bunu söylemek
istemez. Ama herkes ya da hemen hemen
herkes bunu bilir” diye cevap verdi.
‘Fransız sosyalistleri umutsuz
çelişkinin tuzağına düştü’
Uzun bir devrimci geçmişi olan ve emekçi
sõnõflarla bağlarõ zayõflayan Sosyalist Parti
kişisel çekişmelerle bölündü. Parti en son
1988’de cumhurbaşkanlõğõnõ kazanõrken,
2007’de yapõlan cumhurbaşkanlõğõ
seçimlerinde Ségolène Royal, Nicolas
Sarkozy karşõsõnda yüzde 6.1 gibi büyük bir
farkla kaybetti. Royal, geçen yõl daha
doktriner bir sosyalist olan Martine Aubry
karşõsõnda da 135 bin delegeli parti
kongresinde az farkla, 102 oyla kaybetti.
Royal’in seçime hile karõştõrõldõğõ yolundaki
iddialarõ Aubry ile ilişkilerini daha da bozdu.
Royal, sosyalistleri merkeze çekmek, Yeşiller
ve François Bayrou’nun Demokratik
Hareketi ile daha resmi bir işbirliği isterken
Aubry partinin çizgisinin sulandõrõlmasõndan
korkuyor. New York Üniversitesi Remarque
Enstitüsü Direktörü Tony Judt’a göre, Fransa
Sosyalist Partisi “umutsuz bir çelişkinin
tuzağına düştü.” Gerçekleştiremeyeceği
radikal bir platformu benimserken sonuç
solundaki partilere oylarõn yüzde 15’ini
alabilecekleri bir alan bõrakmak oldu.
Sosyalist Parti, geçen ay yaptõğõ
değerlendirme toplantõsõnda, hâlâ
“yoldaşlar”dan ve “parti militanları”ndan
bahsediyordu. “Küreselleşen Kapitalizmin
Kriz Döneminde Enternasyonalizm”
başlõklõ bir seminer verildi. Ama parti içi
çekişmeler komik bir boyuta ulaşmõştõ.
Sarkozy bu ay içinde partililere seslenirken
“kendisine çok yardımcı olan” Royal’e
“Çok teşekkür” etti. Alman ve Avrupalõ
yeşillerin önde gelen ismi Daniel Cohn-
Bendit, Fransa Sosyalist Partisi içinde
“Herkesin birbirini aldattığını” söyleyerek,
Royal’i “saygısız bir genç kız gibi”
davranmakla suçladõ.
Öldürücü iç çekişmeler Fransa ve diğer
ülkelerin sosyalistlerinin günün sorusuna
yanõt vermelerine hiçbir katkõ sağlamadõ:
Büyüme yavaşlar ve bütçe açõklarõ artarken
refah devleti nasõl korunacak? Sosyalistler, bu
bakõmdan muhafazakârlaşarak, seçmenlerin
terk edilmesine değil ama geliştirilmesine
ihtiyaç duyduğu sistemleri korumaya
çalõşõyor. Profesör Sartori, “Sosyalistler,
küreselleşmeye ve asıl seçmenlerini
kaybetmeye uyum sağlayamadılar,
refah devleti varlığını aynı şekilde
sürdüremez” diyor.
‘Sol ve sosyalizmin
hâlâ yapacak işi var’
43 yaşõndaki Enrico Letta, Başbakan Silvio
Berlusconi’nin milliyetçi popülizmi
karşõsõnda dağõnõklõk içinde olan İtalya
solunun umutlarõndan. Letta, “Sosyalizmin
geçen yüzyılın sorunlarına bir cevap
olduğunu anlamamız gerek. Sadece
muhalefet etmeye değil, çekici bir alternatif
oluşturacak, pragmatik bir merkez sol inşa
etmeye ihtiyacımız var” diyor. Letta,
sosyalist politikalarõn, merkez, liberal partiler
ve yeşillerle ittifakõ mümkün kõlacak şekilde
esnekleştirilmesi gerektiğini de belirtiyor.
Winock’a göre, “Avrupa’da sol ve
sosyalizmin hâlâ yapacak işi var.
Sağduyuları var ve çevre sorunlarına daha
fazla eğilmeliler.” Winock, toplumda gelir
adaletsizliğini azaltacak çabalarõ sürdürmenin
yanõ sõra çevreci politikalarõn sola daha çok
canlõlõk kazandõrabileceğini belirtiyor. Judt ise
Avrupalõ sosyalistlerin kapitalizmde nasõl
reform yapacaklarõ konusunda yeni bir mesaja
ihtiyacõ olduğunu söyleyerek, “Merkezi
rolünü kabul etmekle birlikte, siyaset
konuşmanın tek yolu olarak görülen
ekonomik çıkarları tahtından indirmek
gerekir” diyor. Avrupalõ sosyalistlerin,
“devletin 21. yüzyılda ne yapabileceği
ve ne yapamayacağı konusunda daha
fazla düşünmeye” ihtiyacõ olduğunu belirten
Judt, “Kolay değil ama böyle bir
reforma gitmeden sosyalizmin
Avrupa’da bir geleceği olacağını
sanmıyorum” diye ekliyor.
İngilizceden çeviren Zeki Tezer (New York
Times, 28 Eylül 2009)
Siyasi gündemi belirleyen Avrupa solu değil Avrupa sağı. Avrupalı merkez
sağ partiler birçok fikri soldan aldılar: Refahtan büyük pay, sağlık
hizmetlerinin kamulaştırılması, karbon salımında sınırlamalar, egemenliğin bir
bölümünün Avrupa Birliği’ne devri. Ama vergileri düşürmeye, mali
düzenlemeleri geliştirmeye ve yaşlı nüfus sorunuyla başa çıkmaya çalışan sağ,
soldan daha etkili bir şekilde taahhütlerde bulunarak daha fazla oy aldı.
Ségolène Royal. Nicolas Sarkozy. Martine Aubry.
Ukrayna-Rusya: Daha az
duygusallõk, daha fazla pragmatizm
OLEG VOLOŞİN (*)
Rusya’yla ilişkiler,
günümüzde, hiç şüphe
yok ki, gerek Ukrayna
seçkinleri, gerekse toplumun
geniş kesimleri açõsõndan, dõş
politikadaki en öncelikli
konuyu oluşturuyor. Fakat, iki
ülke arasõndaki ilişkilerin
tatmin edici düzeyde
olduğunu söyleyebilecek pek
az kişi vardõr. Basõn-yayõn
organlarõnda iki ülke ilişkileri
hakkõnda söylenenler, toplum
tarafõndan ilgiyle takip
ediliyor ve gerek Kiev
gerekse Moskova, iki ülke
ilişkilerinin kriz durumundan
kurtulmasõ gerektiği
kanaatinde. Fakat iki taraf da
ilişkilerin düzelmesini istese
de yaklaşõm konusunda
aralarõnda köklü bir farklõlõk
var. Kiev, konuya “ne
yapmalı” sorusunu sorarak
yaklaşõrken Moskova,
“Krizin sorumlusu kim”
sorusunu sormayõ tercih
ediyor.
Yine de iki ülke arasõndaki
ilişkilerin dip noktasõnõ,
geride kalan yaz dönemi ile
birlikte arkalarõnda bõraktõğõnõ
söyleyebiliriz. Ağustos ayõ
boyunca, iki ülke ilişkileri, bir
dizi önemli olaya sahne oldu.
Bunlarõn başõnda, Moskova
ile Kiev’in, Antonov-70
askeri nakliye uçaklarõnõ
yeniden beraber üretme
konusunda anlaşmaya
varmalarõ
geliyor.
Ekonomik
çıkarlar
Bu gelişme,
Rusya’nõn,
ekonomik kriz
şartlarõnda
Ukrayna ile
ekonomik
işbirliğini
sürdürme ve
geliştirme
konusunda istekli
olduğunu ortaya
koyuyor.
Ukrayna
Ekonomi Bakanõ Bogdan
Danılişin’in Moskova
ziyaretinde imzalanan
anlaşmalar da taraflarõn,
karşõlõklõ ekonomik çõkarlarõ,
siyasi alanda devam eden
krize feda etmeyi
istemediklerini gösterdi.
Rusya ile Ukrayna diplomatik
heyetleri arasõndaki
müzakerelerde de ne NATO
(Ukrayna’nõn NATO üyeliği
kastediliyor -çeviren) ne de
Rus Karadeniz Filosu
konularõ değil, ekonomik
ilişkilerin nasõl
canlandõrõlacağõ ve
mevzuatõn nasõl
basitleştirileceği
konularõ ele
alõnõyor.
Bu
söylediklerimizden
hareketle, Ukrayna
ile Rusya arasõndaki
ilişkilerin, basõn ve
yayõn organlarõna
yansõdõğõndan çok
daha dinamik
şekilde geliştiğini
söyleyebiliriz.
Ancak tabii ki,
ilişkilerin dip
noktasõndan
çõkmaya başlamõş olmasõ,
istenen düzeye geldiğini
göstermiyor. İki ülke arasõnda
halen ciddi sorunlar
bulunuyor. Şayet Rusya’da
Ukrayna’yõ bağõmsõz bir ülke
olarak görmek istemeyenler,
Ukrayna’nõn iç politikada, dõş
politikada, ekonomik ve
insani alanlarda bağõmsõz
hareket etmesini istemeyenler
varsa, Kiev’in böyle
konularda uzlaşmaya varma
çabasõ göstermesi söz konusu
olamaz. İlişkilerin temelini,
taraflarõn birbirlerini
uluslararasõ hukuk açõsõndan
eşit derecede hak sahibi iki
ülke olarak gördüğü, karşõlõklõ
saygõya dayanan bir anlayõşõn
oluşturmasõ gerekiyor.
Geçmişte, İngiltere ile
İrlanda, Danimarka ile
İzlanda ve Çek Cumhuriyeti
ile Slovakya arasõnda da
benzer sorunlar yaşanmõştõ.
Fakat artõk bu ülkeler,
birbirlerinin bağõmsõzlõğõnõ
kabullendiler. Rusya ile
Ukrayna arasõnda da iki ülke
arasõndaki bütün tarihsel,
ekonomik ve insani bağlara
rağmen böyle bir anlayõşõn
oluşmasõ gerekiyor.
(*) Ukrayna’nõn Moskova
Büyükelçiliği Basõn Ataşesi
Ukraynacadan çeviren:
Deniz Berktay (Den gazetesi,
Ukrayna, 25 Eylül 2009)
İlişkilerin
temelini, taraflarõn
birbirlerini
uluslararasõ hukuk
açõsõndan eşit
derecede hak
sahibi iki ülke
olarak gördüğü,
karşõlõklõ saygõya
dayanan bir
anlayõşõn
oluşturmasõ
gerekiyor.
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
Zirve Başlarken...
G20’lerin Londra ve Pittsburgh toplantılarının ar-
dından, 6-7 Ekim’de İstanbul’da gerçekleşmesi
beklenen Uluslararası Para Fonu ve Dünya Ban-
kası zirvesi daha başlamadan, söz konusu kuru-
luşların önde gelen yetkililerinin çeşitli vesileler-
le yaptıkları konuşmalara bakılırsa dünyayı kasıp
kavuran finansal kriz ve ardından gelen resesyon
sona ermiş ve toparlanma ağır aksak da olsa baş-
lamıştır.
Ne ki, ABD ve Avrupa’da işsizliğin yeniden re-
kor boyutlara doğru hareketlendiğiyle ilgili ha-
berler, iyimserleri zerrece etkilemiş görünmüyor.
İşsizlik, inanılmaz boyutlara ulaşan kamu borçları
onları ürkütmüyor. Dahası yönetimler bir yandan
devasa kamu borçlarıyla baş etmek, bir yandan
da bankaların ayakta kalması için gözden çıkar-
dıkları 5.000 milyar doları karşılamak için “reform”,
“kural” gibi bahanelerle kemer sıkmanın, ücretleri
ve sosyal harcamaları tırpanlamanın, hastalar ve
iş kazasına uğrayanlar dahil, çeşitli vergi ve ke-
sintilerle tüketicilerin üzerine çullanmanın hazır-
lığında. Asgari ücrete zammın ise her zaman ol-
duğu gibi bu kez de adı yok.
Finansın üst düzey yöneticilerine sağlanan ve
çoğunca skandal boyutlara ulaşan ücret, ikrami-
ye ve primlerin makul düzeylere çekilmesi, mu-
hasebe normlarının kurallara bağlanması ve de-
netlenmesinde de henüz herhangi bir gelişme sağ-
lanmış değil. Zira bu kapitalizmin sorgulanması an-
lamına gelmektedir. Bu niteliğiyle de kolaylıkla an-
laşılacağı üzere zülfü yâre dokunmaktadır. Ger-
çek şu ki, G20 ülkeleri büyük çoğunluğuyla kri-
zin baş sorumlusu kapitalizmi “vahşi kapitalist-
lerden” kurtarmak niyetinde görünmemektedir.
Bankacılık sistemine enjekte edilen milyarlarca
dolar hangi amaca yöneliktir sorusunu yanıtlamak
ise kolay değil. Amaç neydi, sonuç nedir? İstih-
dama, eğitime, sağlığa, formasyona, hizmetlere,
yeni kalkınma modellerine kredi kolaylığı mı sağ-
lanmıştır? Tabii ki hayır. Tek amaç, tatlı kârlar ve
marjinal gelirlerin tıpkı eskiden olduğu gibi de-
vamının sağlanmasıdır. Uluslararası Para Fonu
Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın, pabuç
fırlatma olayını ince bir espriyle karşılaması, kuş-
kusuz olumlu bir davranış. Ancak bir basın top-
lantısında krizin nedeninin kapitalizm olmadığını
söylemesi, doğrusu, hâlâ sosyalist olduğunu
savlayan biri için şaşırtıcı. Evet Sayın Kahn, bu kriz
kapitalizmin değilse, neyin krizidir?
Aslında krizin kaynağı kimse için sır değil. O ka-
dar ki, çok sayıda parababası, sistemi krizin so-
rumluluğundan kurtarmak amacıyla bütün suçu,
daha fazla kâr hırsıyla riskli işlere bulaşan ve mil-
yarlarca dolar artı kazanç sağlayan serbest piyasa
ekonomisinin macera sever “trader”lerine yükle-
yerek işin içinden sıyrılmak istemektedir. Oysa na-
filedir. Zira kriz denilen kısırdöngü, bu kaçınılması
neredeyse olanaksız “gel-git”, kapitalizmin do-
ğasında mevcuttur. Marx, kuşkusuz kâhin değil.
Ama olacakları çok, ama çok öncesinden söyle-
miş, uyarmıştır.
Dünya Bankası Başkanı, G8’lerin, G20’lere
çıktığını, dahası onca yoksul ülkeyi de içine ala-
rak, şimdilik hariçten gazel okur durumda olsa-
lar da yakın gelecekte oy sahibi katına yüksele-
rek çıkarlarını çok daha güçlü savunabilecekleri-
ni müjdeliyor. G20’lerin G72’lere dönüşmesi ya-
kın. Bu sözlere inanan var mı bilinmez. Bilinen,
Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun po-
litikalarının şimdiye kadar gezegende günde 1.25
dolarla yaşamaya çalışan 1.5 milyar insanı siste-
matik bir biçimde dışladığıdır. Dışlama ne kelime,
yardım elini uzattığında ise sermayeyi kollayan po-
litikalar dayatarak yoksulu daha yoksul, açları da-
ha aç duruma getirme becerisini göstermiştir. Kri-
zin başlıca nedenlerinden biri Güney-Kuzey ara-
sındaki derin eşitsizlik ve hemen her ülkede sa-
nayi ve finansın büyük kapitalistlerinin hizmeti doğ-
rultusunda devinen sermaye hareketlerinin serbest
dolaşımı yer almaktadır. Bir başka gerçek, özel ve
kamu borçlarıdır. Yönetimlerin bu ağır faturayı da
halkın sırtına yükleyeceklerinden kuşku yok.
Dünya borçları bugün 36.000 milyar dolar gibi akıl
almaz düzeylerdedir. Finans pazarını besleyen bu
borçların yükü, vergi artışlarından, kamu ve sos-
yal harcamalardan yapılacak kesintilerden ve
özelleştirmelerden karşılanacaktır. Ekonomi uz-
manlarına göre, Avrupa Birliği’nde üretilen zen-
ginliğin yüzde 60’ı oranında borçlanmaya izin ve-
rilmektedir. Oysa gezegenin en zengin on ülke-
sinde bu oran yüzde 78’dir. Dahası 2014’te bu
oranın yüzde 114’e çıkması riski de mevcut bu-
lunmaktadır. Bu durumda gerekli köklü değişime
gidilerek sistem aşılmadığı takdirde yeni bir fela-
ket kaçınılmaz olacaktır.
D.S. Kahn’a fırlatılan “pabuç” ve onca protes-
to, bilindiği gibi salt Türkiye’ye özgü değil. Küre-
sel sermayenin kural, sınır, etik tanımaz piyasa
ekonomisinin bu iki güçlü aracı, dayattıkları uyum
politikalarıyla, bugün dünyadaki yoksulluk ve
açlığın, geri kalmışlığın önde gelen sorumluları ara-
sındadır. ProtestoIar geçmiş günahları içindir. De-
ğişeceklerinden söz ediliyor. Ama bu, bize göre
kuşkulu. Yangını söndürmek itfaiyecilerin işidir.
Kundakçıların değil!