18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 5 EKİM 2009 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN [email protected] Avrupa’da sol, sağõn başarõsõzlõklarõndan faydalanamadõğõ gibi seçmenden de yeterli ilgi göremiyor Sosyalistler krizde bile kaybediyor STEVEN ERLANGER Avrupalõ sosyalist partiler ve sol kanat yeğenleri, mali sistemin, “aşırı bolluk”, açgözlülük ve düzenleyici sistemlerin zayõflõğõna bağlõ çöküşünün yaşandõğõ, kapitalizmin 75 yõldõr tanõk olduğu en büyük sarsõntõlardan birinin ortasõnda bile sağõn başarõsõzlõklarõndan faydalanmayõ bir yana bõrakõn, toplumdan tatmin edici bir ilgi göremiyor. Alman seçmenler geçen pazar günü oylarõn sadece yüzde 23’ünü Sosyal Demokrat Parti’ye vererek, İkinci Dünya Savaşõ’ndan beri en kötü performansõnõ yaşattõlar. Yazõn yapõlan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de sol adaylarõ cezalandõran seçmenler, 2007’de de Fransõz sosyalistleri bozguna uğratmõştõ. İspanya ve İngiltere gibi iktidarda olduklarõ ülkelerde de sol saldõrõ altõnda. Fransa, İtalya ve şimdi Almanya’da olduğu gibi iktidarda olmadõklarõ ülkelerde de bölünmüş ve zayõflar. Bazõ Amerikalõ muhafazakârlar Başkan Obama’nõn ülkeyi mali krizden kurtarma paketini ve sağlõk reformunu öcü gibi göstererek, Avrupa tarzõ sosyalizme tehlikeli bir dönüş olarak değerlendiriyorlar. Ancak siyasi gündemi belirleyen Avrupa solu değil Avrupa sağõ. Avrupalõ merkez sağ partiler birçok fikri soldan aldõlar: Refahtan büyük pay, sağlõk hizmetlerinin kamulaştõrõlmasõ, karbon salõmõnda büyük sõnõrlamalar, egemenliğin bir bölümünün Avrupa Birliği’ne devri. Ama vergileri düşürmeye, mali düzenlemeleri geliştirmeye ve yaşlõ nüfus sorunuyla başa çõkmaya çalõşan sağ, soldan daha etkili bir şekilde taahhütlerde bulunarak daha fazla oy aldõ. ‘Moderniteye uyum sağladılar’ Paris Siyasi Çalõşmalar Enstitüsü’nden tarihçi Michel Winock, Avrupalõ muhafazakârlarõn “Moderniteye uyum sağladıklarını” söylüyor. Winock’a göre, Fransa Cumhurbaşkanõ Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanõ Angela Merkel, kapitalizmin “Anglosakson modeli”nin aşõrõlõklarõnõ eleştirirken devletin koruyucu rolünü övdüler ve baskõn hale gelen sosyalist fikirleri kullandõlar. Sol çoğu zaman mevcut yönetimlere karşõ tek geçerli muhalefeti temsil eder ve ABD’de olduğu gibi kârlõ çõkar. Portekiz’de hükümetteki sosyalistler geçen pazar günü yapõlan seçimleri kazanmayõ başardõlar ancak parlamentoda salt çoğunluğu kaybettiler. İspanya’da sosyalistler hâlâ Franko karşõtlõğõnõn ve Irak savaşõna muhalefet etmenin kredisine sahipler. Almanya’da, parlamentoda Yeşillerin de dahil olduğu geniş bir sol yelpaze var. Ancak seçimlerin ardõndan kriz yaşayan sosyal demokratlarõn, kökleri eski Doğu Alman Komünist Partisi’ne uzanan Sol Parti ile işbirliğini düşünmesi lazõm. Sorunun bir bölümü Doğu ve Batõ Almanlarõn “Kafasındaki duvar”dan kaynaklanõyor. Hõristiyan demokratlar yavaş yavaş doğuya yaklaşõrken sosyal demokratlar hiçbir zaman komünistlerle yakõnlaşmadõlar. Columbia Üniversitesi emekli profesörlerinden Giovanni Sartori, “İki Almanya, biri sosyalist, biri komünist, iki ruh hiçbir zaman gerçekten birleşmedi” diyor. Fransa’da da sol zorda. Sembol bir sosyalist isim olan Bernard-Henri Levy, geçen yaz “Sosyalist Parti ölüyor mu” sorusuna, “Hayır zaten ölü. Hiç kimse ya da neredeyse hiç kimse bunu söylemek istemez. Ama herkes ya da hemen hemen herkes bunu bilir” diye cevap verdi. ‘Fransız sosyalistleri umutsuz çelişkinin tuzağına düştü’ Uzun bir devrimci geçmişi olan ve emekçi sõnõflarla bağlarõ zayõflayan Sosyalist Parti kişisel çekişmelerle bölündü. Parti en son 1988’de cumhurbaşkanlõğõnõ kazanõrken, 2007’de yapõlan cumhurbaşkanlõğõ seçimlerinde Ségolène Royal, Nicolas Sarkozy karşõsõnda yüzde 6.1 gibi büyük bir farkla kaybetti. Royal, geçen yõl daha doktriner bir sosyalist olan Martine Aubry karşõsõnda da 135 bin delegeli parti kongresinde az farkla, 102 oyla kaybetti. Royal’in seçime hile karõştõrõldõğõ yolundaki iddialarõ Aubry ile ilişkilerini daha da bozdu. Royal, sosyalistleri merkeze çekmek, Yeşiller ve François Bayrou’nun Demokratik Hareketi ile daha resmi bir işbirliği isterken Aubry partinin çizgisinin sulandõrõlmasõndan korkuyor. New York Üniversitesi Remarque Enstitüsü Direktörü Tony Judt’a göre, Fransa Sosyalist Partisi “umutsuz bir çelişkinin tuzağına düştü.” Gerçekleştiremeyeceği radikal bir platformu benimserken sonuç solundaki partilere oylarõn yüzde 15’ini alabilecekleri bir alan bõrakmak oldu. Sosyalist Parti, geçen ay yaptõğõ değerlendirme toplantõsõnda, hâlâ “yoldaşlar”dan ve “parti militanları”ndan bahsediyordu. “Küreselleşen Kapitalizmin Kriz Döneminde Enternasyonalizm” başlõklõ bir seminer verildi. Ama parti içi çekişmeler komik bir boyuta ulaşmõştõ. Sarkozy bu ay içinde partililere seslenirken “kendisine çok yardımcı olan” Royal’e “Çok teşekkür” etti. Alman ve Avrupalõ yeşillerin önde gelen ismi Daniel Cohn- Bendit, Fransa Sosyalist Partisi içinde “Herkesin birbirini aldattığını” söyleyerek, Royal’i “saygısız bir genç kız gibi” davranmakla suçladõ. Öldürücü iç çekişmeler Fransa ve diğer ülkelerin sosyalistlerinin günün sorusuna yanõt vermelerine hiçbir katkõ sağlamadõ: Büyüme yavaşlar ve bütçe açõklarõ artarken refah devleti nasõl korunacak? Sosyalistler, bu bakõmdan muhafazakârlaşarak, seçmenlerin terk edilmesine değil ama geliştirilmesine ihtiyaç duyduğu sistemleri korumaya çalõşõyor. Profesör Sartori, “Sosyalistler, küreselleşmeye ve asıl seçmenlerini kaybetmeye uyum sağlayamadılar, refah devleti varlığını aynı şekilde sürdüremez” diyor. ‘Sol ve sosyalizmin hâlâ yapacak işi var’ 43 yaşõndaki Enrico Letta, Başbakan Silvio Berlusconi’nin milliyetçi popülizmi karşõsõnda dağõnõklõk içinde olan İtalya solunun umutlarõndan. Letta, “Sosyalizmin geçen yüzyılın sorunlarına bir cevap olduğunu anlamamız gerek. Sadece muhalefet etmeye değil, çekici bir alternatif oluşturacak, pragmatik bir merkez sol inşa etmeye ihtiyacımız var” diyor. Letta, sosyalist politikalarõn, merkez, liberal partiler ve yeşillerle ittifakõ mümkün kõlacak şekilde esnekleştirilmesi gerektiğini de belirtiyor. Winock’a göre, “Avrupa’da sol ve sosyalizmin hâlâ yapacak işi var. Sağduyuları var ve çevre sorunlarına daha fazla eğilmeliler.” Winock, toplumda gelir adaletsizliğini azaltacak çabalarõ sürdürmenin yanõ sõra çevreci politikalarõn sola daha çok canlõlõk kazandõrabileceğini belirtiyor. Judt ise Avrupalõ sosyalistlerin kapitalizmde nasõl reform yapacaklarõ konusunda yeni bir mesaja ihtiyacõ olduğunu söyleyerek, “Merkezi rolünü kabul etmekle birlikte, siyaset konuşmanın tek yolu olarak görülen ekonomik çıkarları tahtından indirmek gerekir” diyor. Avrupalõ sosyalistlerin, “devletin 21. yüzyılda ne yapabileceği ve ne yapamayacağı konusunda daha fazla düşünmeye” ihtiyacõ olduğunu belirten Judt, “Kolay değil ama böyle bir reforma gitmeden sosyalizmin Avrupa’da bir geleceği olacağını sanmıyorum” diye ekliyor. İngilizceden çeviren Zeki Tezer (New York Times, 28 Eylül 2009) Siyasi gündemi belirleyen Avrupa solu değil Avrupa sağı. Avrupalı merkez sağ partiler birçok fikri soldan aldılar: Refahtan büyük pay, sağlık hizmetlerinin kamulaştırılması, karbon salımında sınırlamalar, egemenliğin bir bölümünün Avrupa Birliği’ne devri. Ama vergileri düşürmeye, mali düzenlemeleri geliştirmeye ve yaşlı nüfus sorunuyla başa çıkmaya çalışan sağ, soldan daha etkili bir şekilde taahhütlerde bulunarak daha fazla oy aldı. Ségolène Royal. Nicolas Sarkozy. Martine Aubry. Ukrayna-Rusya: Daha az duygusallõk, daha fazla pragmatizm OLEG VOLOŞİN (*) Rusya’yla ilişkiler, günümüzde, hiç şüphe yok ki, gerek Ukrayna seçkinleri, gerekse toplumun geniş kesimleri açõsõndan, dõş politikadaki en öncelikli konuyu oluşturuyor. Fakat, iki ülke arasõndaki ilişkilerin tatmin edici düzeyde olduğunu söyleyebilecek pek az kişi vardõr. Basõn-yayõn organlarõnda iki ülke ilişkileri hakkõnda söylenenler, toplum tarafõndan ilgiyle takip ediliyor ve gerek Kiev gerekse Moskova, iki ülke ilişkilerinin kriz durumundan kurtulmasõ gerektiği kanaatinde. Fakat iki taraf da ilişkilerin düzelmesini istese de yaklaşõm konusunda aralarõnda köklü bir farklõlõk var. Kiev, konuya “ne yapmalı” sorusunu sorarak yaklaşõrken Moskova, “Krizin sorumlusu kim” sorusunu sormayõ tercih ediyor. Yine de iki ülke arasõndaki ilişkilerin dip noktasõnõ, geride kalan yaz dönemi ile birlikte arkalarõnda bõraktõğõnõ söyleyebiliriz. Ağustos ayõ boyunca, iki ülke ilişkileri, bir dizi önemli olaya sahne oldu. Bunlarõn başõnda, Moskova ile Kiev’in, Antonov-70 askeri nakliye uçaklarõnõ yeniden beraber üretme konusunda anlaşmaya varmalarõ geliyor. Ekonomik çıkarlar Bu gelişme, Rusya’nõn, ekonomik kriz şartlarõnda Ukrayna ile ekonomik işbirliğini sürdürme ve geliştirme konusunda istekli olduğunu ortaya koyuyor. Ukrayna Ekonomi Bakanõ Bogdan Danılişin’in Moskova ziyaretinde imzalanan anlaşmalar da taraflarõn, karşõlõklõ ekonomik çõkarlarõ, siyasi alanda devam eden krize feda etmeyi istemediklerini gösterdi. Rusya ile Ukrayna diplomatik heyetleri arasõndaki müzakerelerde de ne NATO (Ukrayna’nõn NATO üyeliği kastediliyor -çeviren) ne de Rus Karadeniz Filosu konularõ değil, ekonomik ilişkilerin nasõl canlandõrõlacağõ ve mevzuatõn nasõl basitleştirileceği konularõ ele alõnõyor. Bu söylediklerimizden hareketle, Ukrayna ile Rusya arasõndaki ilişkilerin, basõn ve yayõn organlarõna yansõdõğõndan çok daha dinamik şekilde geliştiğini söyleyebiliriz. Ancak tabii ki, ilişkilerin dip noktasõndan çõkmaya başlamõş olmasõ, istenen düzeye geldiğini göstermiyor. İki ülke arasõnda halen ciddi sorunlar bulunuyor. Şayet Rusya’da Ukrayna’yõ bağõmsõz bir ülke olarak görmek istemeyenler, Ukrayna’nõn iç politikada, dõş politikada, ekonomik ve insani alanlarda bağõmsõz hareket etmesini istemeyenler varsa, Kiev’in böyle konularda uzlaşmaya varma çabasõ göstermesi söz konusu olamaz. İlişkilerin temelini, taraflarõn birbirlerini uluslararasõ hukuk açõsõndan eşit derecede hak sahibi iki ülke olarak gördüğü, karşõlõklõ saygõya dayanan bir anlayõşõn oluşturmasõ gerekiyor. Geçmişte, İngiltere ile İrlanda, Danimarka ile İzlanda ve Çek Cumhuriyeti ile Slovakya arasõnda da benzer sorunlar yaşanmõştõ. Fakat artõk bu ülkeler, birbirlerinin bağõmsõzlõğõnõ kabullendiler. Rusya ile Ukrayna arasõnda da iki ülke arasõndaki bütün tarihsel, ekonomik ve insani bağlara rağmen böyle bir anlayõşõn oluşmasõ gerekiyor. (*) Ukrayna’nõn Moskova Büyükelçiliği Basõn Ataşesi Ukraynacadan çeviren: Deniz Berktay (Den gazetesi, Ukrayna, 25 Eylül 2009) İlişkilerin temelini, taraflarõn birbirlerini uluslararasõ hukuk açõsõndan eşit derecede hak sahibi iki ülke olarak gördüğü, karşõlõklõ saygõya dayanan bir anlayõşõn oluşturmasõ gerekiyor. DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Zirve Başlarken... G20’lerin Londra ve Pittsburgh toplantılarının ar- dından, 6-7 Ekim’de İstanbul’da gerçekleşmesi beklenen Uluslararası Para Fonu ve Dünya Ban- kası zirvesi daha başlamadan, söz konusu kuru- luşların önde gelen yetkililerinin çeşitli vesileler- le yaptıkları konuşmalara bakılırsa dünyayı kasıp kavuran finansal kriz ve ardından gelen resesyon sona ermiş ve toparlanma ağır aksak da olsa baş- lamıştır. Ne ki, ABD ve Avrupa’da işsizliğin yeniden re- kor boyutlara doğru hareketlendiğiyle ilgili ha- berler, iyimserleri zerrece etkilemiş görünmüyor. İşsizlik, inanılmaz boyutlara ulaşan kamu borçları onları ürkütmüyor. Dahası yönetimler bir yandan devasa kamu borçlarıyla baş etmek, bir yandan da bankaların ayakta kalması için gözden çıkar- dıkları 5.000 milyar doları karşılamak için “reform”, “kural” gibi bahanelerle kemer sıkmanın, ücretleri ve sosyal harcamaları tırpanlamanın, hastalar ve iş kazasına uğrayanlar dahil, çeşitli vergi ve ke- sintilerle tüketicilerin üzerine çullanmanın hazır- lığında. Asgari ücrete zammın ise her zaman ol- duğu gibi bu kez de adı yok. Finansın üst düzey yöneticilerine sağlanan ve çoğunca skandal boyutlara ulaşan ücret, ikrami- ye ve primlerin makul düzeylere çekilmesi, mu- hasebe normlarının kurallara bağlanması ve de- netlenmesinde de henüz herhangi bir gelişme sağ- lanmış değil. Zira bu kapitalizmin sorgulanması an- lamına gelmektedir. Bu niteliğiyle de kolaylıkla an- laşılacağı üzere zülfü yâre dokunmaktadır. Ger- çek şu ki, G20 ülkeleri büyük çoğunluğuyla kri- zin baş sorumlusu kapitalizmi “vahşi kapitalist- lerden” kurtarmak niyetinde görünmemektedir. Bankacılık sistemine enjekte edilen milyarlarca dolar hangi amaca yöneliktir sorusunu yanıtlamak ise kolay değil. Amaç neydi, sonuç nedir? İstih- dama, eğitime, sağlığa, formasyona, hizmetlere, yeni kalkınma modellerine kredi kolaylığı mı sağ- lanmıştır? Tabii ki hayır. Tek amaç, tatlı kârlar ve marjinal gelirlerin tıpkı eskiden olduğu gibi de- vamının sağlanmasıdır. Uluslararası Para Fonu Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın, pabuç fırlatma olayını ince bir espriyle karşılaması, kuş- kusuz olumlu bir davranış. Ancak bir basın top- lantısında krizin nedeninin kapitalizm olmadığını söylemesi, doğrusu, hâlâ sosyalist olduğunu savlayan biri için şaşırtıcı. Evet Sayın Kahn, bu kriz kapitalizmin değilse, neyin krizidir? Aslında krizin kaynağı kimse için sır değil. O ka- dar ki, çok sayıda parababası, sistemi krizin so- rumluluğundan kurtarmak amacıyla bütün suçu, daha fazla kâr hırsıyla riskli işlere bulaşan ve mil- yarlarca dolar artı kazanç sağlayan serbest piyasa ekonomisinin macera sever “trader”lerine yükle- yerek işin içinden sıyrılmak istemektedir. Oysa na- filedir. Zira kriz denilen kısırdöngü, bu kaçınılması neredeyse olanaksız “gel-git”, kapitalizmin do- ğasında mevcuttur. Marx, kuşkusuz kâhin değil. Ama olacakları çok, ama çok öncesinden söyle- miş, uyarmıştır. Dünya Bankası Başkanı, G8’lerin, G20’lere çıktığını, dahası onca yoksul ülkeyi de içine ala- rak, şimdilik hariçten gazel okur durumda olsa- lar da yakın gelecekte oy sahibi katına yüksele- rek çıkarlarını çok daha güçlü savunabilecekleri- ni müjdeliyor. G20’lerin G72’lere dönüşmesi ya- kın. Bu sözlere inanan var mı bilinmez. Bilinen, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun po- litikalarının şimdiye kadar gezegende günde 1.25 dolarla yaşamaya çalışan 1.5 milyar insanı siste- matik bir biçimde dışladığıdır. Dışlama ne kelime, yardım elini uzattığında ise sermayeyi kollayan po- litikalar dayatarak yoksulu daha yoksul, açları da- ha aç duruma getirme becerisini göstermiştir. Kri- zin başlıca nedenlerinden biri Güney-Kuzey ara- sındaki derin eşitsizlik ve hemen her ülkede sa- nayi ve finansın büyük kapitalistlerinin hizmeti doğ- rultusunda devinen sermaye hareketlerinin serbest dolaşımı yer almaktadır. Bir başka gerçek, özel ve kamu borçlarıdır. Yönetimlerin bu ağır faturayı da halkın sırtına yükleyeceklerinden kuşku yok. Dünya borçları bugün 36.000 milyar dolar gibi akıl almaz düzeylerdedir. Finans pazarını besleyen bu borçların yükü, vergi artışlarından, kamu ve sos- yal harcamalardan yapılacak kesintilerden ve özelleştirmelerden karşılanacaktır. Ekonomi uz- manlarına göre, Avrupa Birliği’nde üretilen zen- ginliğin yüzde 60’ı oranında borçlanmaya izin ve- rilmektedir. Oysa gezegenin en zengin on ülke- sinde bu oran yüzde 78’dir. Dahası 2014’te bu oranın yüzde 114’e çıkması riski de mevcut bu- lunmaktadır. Bu durumda gerekli köklü değişime gidilerek sistem aşılmadığı takdirde yeni bir fela- ket kaçınılmaz olacaktır. D.S. Kahn’a fırlatılan “pabuç” ve onca protes- to, bilindiği gibi salt Türkiye’ye özgü değil. Küre- sel sermayenin kural, sınır, etik tanımaz piyasa ekonomisinin bu iki güçlü aracı, dayattıkları uyum politikalarıyla, bugün dünyadaki yoksulluk ve açlığın, geri kalmışlığın önde gelen sorumluları ara- sındadır. ProtestoIar geçmiş günahları içindir. De- ğişeceklerinden söz ediliyor. Ama bu, bize göre kuşkulu. Yangını söndürmek itfaiyecilerin işidir. Kundakçıların değil!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle