Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 30 EKİM 2009 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Dirayetsizlik
DİLDE Arapça, Farsça ya da Batı kaynaklı
sözcüklerin yerine iyi düşünülmüş Türkçe
köklerden yeni sözcükler bulmanın ve
olabildiğince onları kullanmanın doğruluğunu,
yararlılığını, gerekliliğini kimse yadsıyamaz.
Yeni kuşaklar için sağlam bir bilim dili
yaratmanın zorunluluğunu da.
Ancak hepimiz kabul etmeliyiz ki, düşünce
oluşturmanın titizliğine uygun yeni sözcükler
yaratıp onları hep birlikte benimsemedikçe,
yalap şalap eksik bir şeyler gevelemektense,
eski, ama yine de bizim olan Osmanlıcanın
gölgesine sığınmaktan başka çare yoktur.
Ö
rneğin, gerisindeki anlamıyla birlikte
“dirayet” sözcüğüne.
Devellioğlu’nun ansiklopedik lügatı “zekâ, bilgi,
kavrayış” diyor. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe
Sözlüğü de “yetenek, beceriklilik, zekâ” demekte.
Tabii, Türkçenin bir tek sözcüğüyle aynı
anlam birikimini yansıtabilen eski örneklerle
yeni buluşlara da açık olmak gerekir. Henüz
“ilim” karşılığı “bilim” sözcüğü kullanılmadan,
1930’ların Zonguldak’ında Soğuksulu
hanımların ara sıra kullandıkları bir “bilimli”
sıfatı vardı; içinden çıkılması zor durumları
kavrayışı, bilgisi ve zekâsıyla çözebilme
yeteneği olanlar için kullandıkları. Artık “bilim”
sözcüğü farklı bir kavramın etiketi olarak
kullanıldığına göre, “dirayetli” karşılığı
“bilimli”ye tutunmak yanlış olur elbet.
O halde?
O halde, son açılım girişimlerinin bilgisizce,
sezgisizce, beceriksizce, akla ve öngörüye ters
düşercesine yönetilişini “dirayetsizlik” olarak
adlandırmaktan başka seçenek olabilir mi? İç
sorunları, bunalımları ve dış politikasıyla
ilişkileri çok açık yanlışlarla yürütülen bir
Türkiye’de “dirayet” kavramını herkese
öğretmenin, “dirayetli” yeni kuşaklar ve devlet
adamları yetiştirmenin hiç mi yararı yoktur?
Diyelim ki, bölücü ya da ayrılıkçı terörü
durdurmaya yönelik yol haritasının
başlangıcı olarak, bir “eve dönüş”
operasyonunda şöyle ya da böyle karar
kıldınız. Bunun son derece dikkatli
düzenlenmesi gerektiğini, yanılma ve
yanıltmalara, kışkırtmalara yol açabileceğini,
kötüye de kullanılacağını, hatta geri
tepebileceğini sezmek, düşünmek, toplumsal
tepkilerini hesaplamak gerekmez miydi?
PKK’nin ve onun siyasal kuruluşu olmaya
doğru sürüklenen DTP’nin içinde birkaç
kanadın birden bulunduğunu bilerek ona göre
temkinli ve önlemli olmak iyi yöneticiliğin gereği
değil miydi?
Öyle anlaşılıyor ki, Başbakan’ın Pakistan’da
konuşurken “Din dersleri dışında başka konular
da okutuluyor” diye övündüğü imam-hatip
liseleri de dahil, bütün öğretim kurumlarımızda
insanlarımıza her şeyden önce dirayet
kavramını öğretmek gerekiyormuş.
PENCERE
Sen Gel de
Bu İşe Şaşma!..
Geçen gün ‘Nutuk’ un ‘Belgeler’
bölümünü gelişigüzel karıştırıyordum,
Mustafa Kemal’in 22.8.1919’da Erzurum’dan
yayımladığı ‘genelge’si karşıma çıkıverdi; bir
bölümünü birlikte tekrar okuyalım:
‘’Elde edilen pek güvenilir bilgilere göre,
İstanbul Rum Patrikhanesi’nde Mavri Mira
adında bir kurul oluşmuştur. (...)
Kurul doğrudan doğruya Venizelos’tan
talimat alıyor. Rumların ve Yunan hükümetinin
para yardımı ile pek büyük bir anamalı vardır.
Görevi, Osmanlı illerinde çeteler kurmak ve
yönetmek, mitingler ve propagandalar
yapmaktır. Yunan Kızılhaçı da bu Mavri Mira
kuruluna bağlıdır. Görevi görünüşte
göçmenlere bakmak gibi insancıl bir perde
altında çete örgütleri kurmak, ayaklanma
düzenleri hazırlamaktır. Böylece ilaçlar ve
sağlık gereçleri adı altında silah, cephane ve
teçhizatı Osmanlı ülkelerine sokmaktır. (...)
Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira
kurulunca satın alınmıştır.’’
Rum ve Ermeni patrikhanelerinin yakın
geçmişinde ne yazık ki bu sabıka kayıtları
vardır; ama, diyelim ki bunlar artık tarih
olmuştur..
Olmuş mudur?..
Bizim Kurtuluş Savaşımız çok yönlüdür; eşi
emsali o tarihe dek görülmemişti:
1) Kurtuluş Savaşımız emperyalizme
karşıydı..
2) Ulusaldı..
3) Hıristiyan ile Müslüman arasındaydı..
4) Dışa karşıydı..
5) İç savaştı..
Bu mirasın ağır yükü günümüzde de
karşımıza çıkıyor; Yunanistan’la, Ermeni ve
Rum diyasporalarıyla dünya ölçeğinde
sorunlarımız sürmektedir; Amerika’da,
Fransa’da, öteki Avrupa ülkelerindeki
parlamentolar 1915’te yaşanan sözde soykırım
iddialarının peşini neden bırakmıyorlar?..
Yunanistan Ege’de, Rumlar Kıbrıs’ta niçin
Türkiye ile inatçı bir savaşımı sürdürüyorlar?..
Son günlerde Rum Patrikhanesi ve
Heybeli’deki papaz okulu üzerine tartışmanın
geldiği nokta ilginç!.. Bu konudaki talepler
malum!..
Türkiye’de kimileri diyorlar ki:
- Karşımızdakiler düşman değiller, dünya
değişti, ulus devlet tarihe gömülüyor, bizden
ne istiyorlarsa verelim, ne diyorlarsa yapalım,
AB’ye girdiğimiz zaman bütün bu sorunlar
zaten çözülmüş olacak; Kıbrıs mıbrıs,
patrikhane matrikhane, Ege mege aşılacak;
artık ulusalcı kafayı değiştirelim...
Doğrudur..
Ama, bir şartla..
Nedir o şart?.
Bizi önce AB’ye alsınlar, sonra dostlarımızın
her istediklerini yerine getirelim...
Ulus devlet mademki tarihe gömülüyor, biz
de AB içinde eriyip gideceğiz, dostlarımızın bu
acalesi ya da telaşı neden?..
Eğer müzakere tarihi verilirse Türkiye AB’ye
girmek için en az 10-15 yıl bekleyecekmiş...
Peki, patrikhane ile papaz okulu talepleri
neden beklemiyor?..
(15 Eylül 2004 tarihli yazısı)
C
umhuriyetin ilan edilişinin 86.
yõlõnõ yaşõyoruz. Cumhuriyet
yönetimine ulaşmak için çok
zor, çok sõkõntõlõ evrelerden
geçildi.
Birinci Dünya Savaşõ’nõ bitiren Mondros
Ateşkes Antlaşmasõ sonrasõnda, gizli anlaş-
malarla kararlaştõrõlan işgaller başladõ.
Mondros Ateşkes Antlaşmasõ’nõ herkes bo-
yun eğip kabul ederken genç bir komutan olan
Mustafa Kemal, bu antlaşmanõn ağõr hü-
kümlerini reddetmişti.
1 Kasõm - 10 Kasõm 1918 arasõnda Ada-
na’da Yõldõrõm Ordularõ Komutanlõğõ yapan
Mustafa Kemal’le İstanbul Hükümeti ara-
sõnda gerçekleşen telgraf iletişimi, Ata-
türk’ün vatanseverliğini ve öngörü yete-
neklerini çok etkin bir biçimde kanõtlar.
Atatürk, daha sonra İstanbul’a geldi. 13 Ka-
sõm 1918 - 16 Mayõs 1919 tarihleri arasõnda
6 ay İstanbul’da kaldõ. Bu dönemde, Ana-
dolu’da gerçekleştirilecek olan ulusal sava-
şõn hazõrlõklarõnõ ve planlarõnõ yaptõ. (Bu ko-
nuda kapsamlõ çalõşmamõz, “Samsun’dan
Önce 6 Ay” kitabõna bakõlabilir.)
Anadolu hareketinin ilk belgesi 23 Hazi-
ran 1919’da yayõmlanan Amasya bildirge-
sidir.
“Vatanın bütünlüğü, milletin bağım-
sızlığı tehlikededir.”
“Ulusun bağımsızlığını, yine milletin
azim ve kararı kurtaracaktır.” diyen bu bil-
dirge bir ihtilali haber veriyordu.
Bu bildirgeyle, aslõnda Kurtuluş Sava-
şõ’nõn dayanağõ ve gerekçesi ortaya konulu-
yor, aynõ zamanda Ulusal Kurtuluş Sava-
şõ’ndan sonra kurulacak yeni devletin temel
çerçevesi de çiziliyordu.
Bundan sonraki gelişmeleri biliyoruz. Er-
zurum ve Sõvas kongreleri bu temel düşün-
cenin zabõtlara geçirilişidir.
Yerel kongreler
Sõvas kongresiyle Anadolu’nun dört bir ya-
nõnda ortaya çõkan Kuvayõ Milliye örgütle-
ri, Anadolu’daki, dört bir yana dağõlmõş ço-
ban ateşleri bir araya getirilerek büyük bir ba-
ğõmsõzlõk ateşi yakõlõyordu.
Yerel Kurtuluş çareleri arayan kongreler ve
Kuvayõ Milliye hareketleri ulusal bir örgü-
te dönüştürüldü. Bu çok önemli örgütlenme
Mustafa Kemal’in büyük liderliği ve önder-
liği sayesinde olmuştur.
23 Nisan 1920’de TBMM’nin Ankara’da
açõlmasõ ve Mustafa Kemal’in Meclis Baş-
kanõ seçilmesi Kurtuluş Savaşõ’nõn yepyeni
bir aşamasõnõn gerçekleşmesini sağlõyordu.
Unutulmamalõdõr ki, yapõlan Meclis Baş-
kanlõğõ seçiminde Erzurum Milletvekili Ce-
lalettin Arif Bey 109, Mustafa Kemal 110
oy aldõlar. Mustafa Kemal’in 1 oy farkla
Meclis Başkanõ seçilmesi kaderin cilvesidir
ve Türk ulusunun kurtuluşa giden çetrefilli
yolda geçirdiği son derece önemli bir badi-
redir.
Ankara’da TBMM’nin kurulmasõyla Ana-
dolu’daki Kuvayõ Milliye hareketi hukuk-
sallõk kazanõyordu.
TBMM açõlõşõndan dört ay sonra 8 Eylül
1920’de çok önemli bir bildiri yayõmladõ; bu
bildiride “Türkiye halkı emperyalizmin hâ-
kimiyeti ve zulmü altındadır” denildi.
Bu sözlerin anlamõ nedir?
Yapõlan mücadele aslõnda emperyalistlere
karşõ ve bir noktada esir ve mazlum millet-
ler için yapõlmaktadõr deniyordu. Böylece
Anadolu hareketi evrensellik kazanõyordu.
Ankara milli mücadelesi giderek sadece
meşruiyet değil, evrensellik de kazanõyordu.
Hatta, 23 Nisan 1923’te açõlan TBMM, bir
kararla Mustafa Kemal’i “milli kahraman”
ilan etti.
Milli yükümlülükler
Birkaç ay önce padişah tarafõndan idama
mahkûm edilen Mustafa Kemal, Meclis’in
açõlõşõ ile başkan seçiliyor, Anadolu milli-
yetçileri tarafõndan “milli kahraman” ilan
ediliyor ve ulusal kurtuluş savaşõnõn önderi
oluyordu.
Sakarya Savaşõ, ulusal kurtuluş ve ba-
ğõmsõzlõk savaşõnõn son derece önemli bir dö-
nüm noktasõdõr.
Sakarya zaferinden sonra TBMM artõk dün-
ya devletleri tarafõndan tanõnmaya başladõ. 13
Ekim 1921’de Sovyetler’le Ankara Hükümeti
arasõnda Kars Antlaşmasõ imzalandõ.
Bugünkü Kafkas sõnõrlarõ tespit edildi. 20
Ekim 1921’de de Fransa, İngiltere’den ay-
rõlarak Ankara’yõ tanõdõ ve güney illerimiz-
le ilgili Ankara Antlaşmasõ’nõ imzaladõ.
İşte bu noktada artõk TBMM Hükümeti
dünya devletleri tarafõndan tanõnõyor ve
TBMM’nin “meşruiyeti” uluslararasõ an-
laşmalara girmiş oluyordu.
Ocak 1922’den Ağustos 1922’ye kadar ge-
çen süre, TBMM ordularõnõn saldõrõ savaşõ
için geçirdiği hazõrlõk sürecidir. Bu süreçte
Başkomutan seçilen Mustafa Kemal, tüm ulu-
sun topyekûn savaşa katõlmasõnõ ve “Milli yü-
kümlülükler” (tekalifi milliye) kararname-
siyle her evin ulusal orduya birer çorap, bi-
rer fanila vs. gibi katkõlarõnõ sağladõ. Bu olay
bütün dünyada hayretle, ibretle ve hayranlõkla
değerlendirilen topyekûn “milli seferberlik”
hareketidir.
9 Eylül 1922’de ulusal bağõmsõzlõk savaşõ
zaferle sonuçlanõnca Mustafa Kemal’e artõk
bir kenara çekilerek dinlenmesini önerdiler.
Ama, onun asõl ideal savaşõ şimdi başlõ-
yordu.
Çağdaşlaşma
1 Aralõk 1922 tarihi çok önemli bir sõnõr ta-
şõdõr. TBMM saltanatla, halifeliği birbirinden
ayõrdõ ve saltanatõ kaldõrdõ. Böylece 600 yõl-
lõk Osmanlõ hanedanõ tarihe karõştõ.
29 Ekim 1923 tarihi Cumhuriyetin ilanõdõr.
Aslõnda yapõlan iş, Amasya’da Atatürk’ün
Samsun’a çõkõşõndan hemen bir ay sonra ya-
yõmladõğõ Amasya bildirisinin hukuksallaş-
masõ, yasalaşmasõdõr. TBMM’nin açõlõşõndan
sonra kabul edilen 1921 Anayasasõ’nõn temel
felsefesinin ilan edilişidir.
Cumhuriyetin ilanõndan sonraki aşamalar
Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen ay-
dõnlanma devrimleridir.
Halifeliğin kaldõrõlõşõ, din devletinin yõkõ-
lõşõnõ; eğitim birliği, hukuk devrimi, kadõn hak-
larõ da çağdaşlaşmanõn önünün açõlõşõnõ sim-
geler..
Devletin laikleşmesi
Hukuk devrimi yapõlarak devletin ve hu-
kukun laikleşmesi sağlanmõştõr.
Türbe, tekke ve zaviyelerin kapatõlmasõ, harf
devriminin yapõlmasõ ve kadõn haklarõnõn ta-
nõnmasõyla kültürün ve yaşamõn laikleşmesi
sağlanmõştõr.
Laiklik ilkesi hem başlõ başõna bir büyük
devrim hem de kendinden sonra gelen diğer
devrimlerin anasõydõ, temeliydi...
İlhan Selçuk’un belirttiği gibi Anadolu ay-
dõnlanma devrimi şöyle özetlenebilir:
Emperyalizme karşõ: Bağõmsõzlõk,
Padişahlõğa karşõ: Cumhuriyetçilik,
Şeriata karşõ: Laiklik,
Tutuculuğa karşõ: Devrimcilik,
Ümmetçiliğe karşõ: Milliyetçilik ve va-
tandaşlõk.
Bu nedenle Atatürk’ün aydõnlanma dev-
rimlerinin özü:
“Aklın inançtan - Bilimin dinden ba-
ğımsızlaşmasıdır.”
Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gös-
terici ilimdir” sözü temelde eleştirel aklõn öne
çõkarõlmasõdõr.
Pekiyi, Atatürküçülük günümüzde gücünü
yitirmiş midir?
Bu soru yakõcõ ve önemli bir sorudur. Ge-
çiştirmek, geriye itmek doğru değildir...
Türkiye’de din devleti kurmak isteyenler,
Türkiye’de ayrõmcõlõk yapõp ülkeyi bölmek
isteyenler, ikinci cumhuriyetçiler, dönekler
vardõr ve bunlar Atatürk’e saldõrmanõn da-
yanõlmaz cazibesi içindedirler. Atatürkçü, la-
ik Cumhuriyeti kemirmek, Atatürk’ün ulus
devlet düşüncesine saldõrmak, Türkiye’yi
ümmetçiliğin karanlõğõna çekmek istemek-
tedirler.
Bugün Türkiye belki de en zor günlerini ya-
şamaktadõr.
Ama 87 yõllõk bu kazanõmlar kolaylõkla or-
tadan kaldõrõlabilir mi?..
Bugün Cumhuriyetin nimetlerinden ya-
rarlanarak kurulan modern ve çağdaş devle-
te sahip çõkmak hepimizin ödevidir.
Unutmayalõm ki, 19 Mayõs 1919’da Sam-
sun’a ayak bastõğõ an, Mustafa Kemal’in kar-
şõ karşõya olduğu durumlar hiç de iç açõcõ de-
ğildi... Kuşkusuz bugün içinde bulunduğumuz
koşullardan daha korkunçtu.
Mustafa Kemal, o korkunç ve hiç de par-
lak bir gelecek vaat etmeyen koşullardan mo-
dern bir devlet yarattõ. Bizler de laik Cum-
huriyeti koruyacağõz, Cumhuriyeti gerçek de-
mokrasi ile geliştireceğiz.
Cumhuriyetçiler, hepimiz Mustafa Kema-
liz...
Atatürkçüler, hepimiz Kuvayõ Milliyeci-
yiz...
Cumhuriyetin Kuvayõ Milliye Temelleri
Dr. Alev COŞKUN
Türkiye’de din devleti kurmak isteyenler, Türkiye’de ayrõmcõlõk yapõp
ülkeyi bölmek isteyenler, ikinci cumhuriyetçiler, dönekler vardõr ve bunlar
Atatürk’e saldõrmanõn dayanõlmaz cazibesi içindedirler. Atatürkçü, laik
Cumhuriyeti kemirmek, Atatürk’ün ulus devlet düşüncesine saldõrmak,
Türkiye’yi ümmetçiliğin karanlõğõna çekmek istemektedirler.
mumtazsoysal@gmail.com
Yargõ Bağõmsõzlõğõ...
Gündüz AKGÜL Emekli Cumhuriyet Savcõsõ
“Adalet gücü bağõmsõz olmayan bir
milletin, devlet halinde varlõğõ kabul olu-
namaz. 1920”
Mustafa Kemal ATATÜRK
İ
ktidar partisi tarafõndan başlatõlan ve
içeriğinin ne olduğu açõklanmayan
Kürt Açõlõmõ, eleştiriler karşõsõnda ad
değiştirerek Demokratik Açõlõm ve son
olarak da Milli Birlik Projesi olarak tar-
tõşma konusu oldu.
Bu yazõda bu açõlõmõn içeriği ve tar-
tõşmalarõ üzerinde durmayacağõm.
Halen ne olduğu anlaşõlmayan bu
açõlõmõn bir parçasõ olan ve adõna “Ba-
rış Grubu” denilen Mahmur Kam-
põ’ndan 29 ve Kandil’den katõlan 5
PKK’linin sorgulamalarõ sõrasõnda çok
eleştiri alarak yüreğimi yakan ve yargõ-
yõ yõpratan yargõ uygulamalarõndan bah-
setmek istiyorum.
2845 sayõlõ yasa ile kurulan Devlet Gü-
venlik Mahkemeleri Cumhuriyet Sav-
cõlarõ ve Yargõçlarõ bu yasa ile verilen
yetki çerçevesinde kendilerine bağlõ
bölgelere gidip soruşturma yapabili-
yorlardõ. Bu mahkemelerin kaldõrõlma-
sõyla, aynõ görevlerle görevlendirilen özel
yetkili Ağõr Ceza Cumhuriyet Savcõla-
rõ ve Yargõçlarõ da Ceza Yargõlamasõ Ya-
sasõ’nõn (Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
CMK) 251/3 maddesi gereğince suç
yerine (mahalline) giderek soruşturma ve
yargõlama yapma hakkõna ve yetkisine
sahip olduğundan bu konudaki tartõş-
malara katõlmõyorum.
Ancak bu soruşturma ve yargõlamada;
Anayasanõn 138, Hâkimler ve Savcõ-
lar Yasasõ’nõn 4’üncü maddelerinde be-
lirtildiği gibi “Hâkimler, görevlerinde
bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdani kana-
atlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci ve-
ya kişi, yargı yetkisinin kullanılma-
sında mahkemelere ve hâkimlere emir
ve talimat veremez; genelge gönde-
remez; tavsiye ve telkinde buluna-
maz.”
Yine anayasanõn 140/6, Hâkimler ve
Savcõlar Yasasõ’nõn 5/4’üncü maddele-
rinde belirtildiği gibi “Hâkimler ve
savcılar idari görevleri yönünden
Adalet Bakanlığı’na bağlıdırlar”.
Bu yasal durum karşõsõnda, Adalet Ba-
kanõ veya herhangi bir yetkili idari gö-
rev sayõlmayan soruşturma ve yargõlama
yetkisinin kullanõlmasõnda Yargõçlara ve
Cumhuriyet Savcõlarõna emir ve talimat
veremez. Böyle bir talimat verildiğinde,
yargõ bağõmsõzlõğõnõ korumak adõna bu-
nu yerine getirmemek, görevi yapan
Cumhuriyet Savcõsõ ve Yargõca düşer.
Ne yazõk ki Habur sõnõr kapõsõnda ya-
põlan soruşturma ve yargõlamada bu
yasal kuralõn çiğnendiğini görüyoruz.
Cumhuriyet Savcõlarõnõn ve Yargõç-
larõn soruşturma ve yargõlama yetkisine
birilerinin karõştõğõ, emir ve talimat ve-
rerek anayasal suç işlediği anlaşõlmak-
tadõr.
Kandil’den gelenlerin PKK üyesi ol-
malarõ, terörist başõna Sayõn diye hitap
etmeleri karşõsõnda tutuklanmamalarõ,
bugüne kadar süregelen uygulamalara
ters düşmesi yargõya büyük bir darbe vur-
muş ve eleştiri konusu yapmõştõr.
İşte bu tartõşmalar, yargõda 32 yõl
onuruyla görev yapan ve yargõ bağõm-
sõzlõğõnõ, görev yaptõğõ Sõkõyönetim ve
Devlet Güvenlik Mahkemeleri döne-
minde ödünsüzce korumayõ en kutsal gö-
rev sayan benim yüreğimi yakmõştõr.
Sevgili meslektaşlarõma buradan ses-
lenmek istiyorum:
Yargõ bağõmsõzlõğõnõ en zor koşullar-
da korumak ve her türlü baskõya göğüs
germek gerek size, gerekse gerektiğin-
de herkesin sõğõndõğõ yargõ limanõna
onur sağlayacaktõr.