14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 30 EKİM 2009 CUMA 14 DİZİ Turgut Özakman ‘Atatürk Kürtlere özerklik vaat etmedi, Kürt milletvekilleri İsmet Paşa Lozan’a giderken istemlerini iletti’ dedi ‘Kürtler ayrõlmak istemiyordu’ MAHMUT LICALI - 2 - Cumhuriyet - Türk Mucizesi’nin ya- zarõ Turgut Özakman ile kitabõnda ele aldõğõ cumhuriyet dönemiyle ilgili yap- tõğõmõz söyleşinin ikinci bölümü ve ki- taptan alõntõlar şöyle: - Kitabınızda da geniş yer verdiği- niz Lozan Antlaşması’nın önemini anlatır mısınız? TURGUT ÖZAKMAN - Kitabõmda Lozan’a çok geniş yer verdim. Cum- huriyet zamanõnda ne yapõldõysa bir grup var ki bunlarõ küçültmek için gay- ret içindeler. Bunlarõn dõşõnda ağõrbaş- lõ bilim insanlarõ da Lozan hakkõnda ya- zõlar yazõyor. Elbette Lozan’da bazõ eksikliklerimiz var. Musul’u alamaya- cağõmõz orada anlaşõldõ. Bir hamleyle ba- rõştan sonra Türkiye ile İngiltere arasõnda Milletler Cemiyeti hakemliğinde gö- rüşmelere başlandõ. İş öyle bir yere geldi ki hakem Musul’un Irak’a bõra- kõlmasõna karar verdi. Ya savaşõlacak- tõ ya da bu kabul edilecekti. 1925 yõlõnda Türkiye’nin savaşma gücü yoktu. Çok üzüldük, çok bunaldõk. Çünkü o tarih- te Türkiye’yi yönetenler için İzmir ne ise Musul da oydu. Musul, Misak-i Milli sõ- nõrlarõ içindeydi. Misak-i Milli sõnõrla- rõ Türklerin çoğunlukta olduğu yerler- di. Misak-i Milli realist bir politikadõr, özveri ya da toprak kaybetmek değildir. Musul’da petrol var, biz de petrol ko- nusunda çok uyanõğõz gibi bir şey yok. O tarihte bu konularda uyuyoruz. Mil- letler Cemiyeti İngiltere’nin hâkimi- yeti altõnda bulunuyor sana petrolü ve- rir mi? Sana düşman gibi bakõyor. Sen onun 100 yõllõk projesini, Sevr’i yok et- tin. Lozan, İsmet Paşa’yla Lord Curzon arasõndaki boğuşmadõr. Sonunda barõ- şõ engelleyen bir millet olmamak için kerhen imzalõyorlar. 10 yõl boyunca Amerika, Fransa hiçbir yer bize kredi vermemiştir. Biz bir kaşõk yağõmõzla kavrularak yaşayabilmişizdir. ‘MÜHENDİS SAYISI 40, DOKTOR 377’ - Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından Türkiye’nin en büyük so- runu neydi? ÖZAKMAN - Yeni devlete Osman- lõ’dan kalan maddi miras, hukukçu de- yimiyle borca batõktõr. Birkaç sayõ ve- reyim: Okuryazar oranõ erkeklerde yüz- de 7, kadõnlarda binde 4. Kişi başõna dü- şen milli gelir 4 lira. Bebek ölüm oranõ yüzde 60’tan fazla. Kişi başõna yõllõk ka- mu harcamalarõ 50 kuruş. Mühendis sa- yõsõ 40. Halkõn yüzde 90’õ köylü. Hitit- lerden kalma usullerce tarõm yapõlõyor. Teknoloji yok denecek düzeyde. Ana- dolu’da dört bin kilometreye yakõn de- miryolu var ama bir metresi bile Türk- lerin değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin devraldõğõ maddi miras işte böyle: Or- taçağda yaşayan bir millet. Para yok. Kredi alma şansõnõz yok. Çünkü Lozan’õ imzalayan Avrupa, parasõ olan ülkeler bize arkasõnõ dönmüşler. Yeter sayõda uzman yok, önümüzde bir model yok. Her konuda sorun içerisindeyiz. Mini mini bir bütçemiz var. 1924 yõlõ Cum- huriyet’in ilk bütçesi 122 milyon lira. Bu parayla hem Osmanlõ’nõn borcu ödene- cek, hem de Türkiye’de eğitimden sağ- lõğa her şeyle bir kalkõnma yapõlacak. Yalnõz sõtma tek başõna bir bela. Dev- letin elinde yalnõzca 377 tane doktor var. Köylümüzün çok büyük bir bölümünün toprağõ yok, çiftçi olamamõş. Bir köylüyü çiftçi yapmazsanõz o vatandaş olmaz. O dönemde 122 milyon liralõk bütçeyle ne yapacaksõnõz? O tarihte bir hesap ya- põlmõş: O güne kadar yapõlan bir yön- temle Türkiye’deki her köye bir öğret- men ve bir okul ne zaman yapõlabilir? Bütün iyi niyetle yapõlan hesaplara gö- re, 120 yõl süre verilmiş. - Oysa Cumhuriyetin ilk yıllarında çok büyük bir eğitim hamlesi yapıldı. ÖZAKMAN - Evet, eğitim çabasõ ola- ğanüstü bir olaydõr. O dönemi yaşayan bir öğretmenin anõlarõnõ okuyorum, her satõrda gözlerim yaşarõyor. Hiç yoktan bir yöntem icat ediyorlar, eğitim alanõ ve binalar yaratõyorlar. İlk öğrenciler tah- ta bavullarõyla geliyorlar, yatacak yer- lerini, dershanelerini birlikte inşa edi- yorlar. Okulu yapõyorlar, yolunu çiçek- lendiriyorlar, ağaçlandõrõyorlar... Anadolu parça parça cemaatlerden, etnik grup- lardan, bölgelerden, ailelerden kurulu karman çorman bir yerdi. Kozmopolit bir imparatorluğun anavatan diye bakacağõ bir yer olmadõğõ için Anadolu çok ihmale uğramõştõr. İstanbul aydõnlarõ için vatan İstanbul’dan ibarettir. Cumhuriyetin ila- nõyla Anadolu’da yeni bir vatan kurul- du. Bu çabalarõn hepsi bunun içindi. - Cumhuriyetin ilk yıllarına ilişkin ‘demokrasi yoktu’ eleştirilerini nasıl de- ğerlendiriyorsunuz? ÖZAKMAN - Cumhuriyetin ilk yõl- larõnda Amerika’daki gibi bir demokra- si dönemine girilmediği için bazõ eleş- tiriler yapõlõyor. “Altyapı devrimleri ya- pılmadı” diyorlar. Altyapõnõn da altya- põsõ insandõr. Önce insanlarõ yetiştirmek, eğitmek ve onlarõ kazanmak gerekir. Ata- türk devrimlerinin temeli işte o insanõ, bireyi yaratmaktõr. Bir yabancõnõn ra- porunda eğitim konusunda bunun birkaç kuşaklõk bir olay olduğu belirtiliyor. Bir- kaç kuşak demek 60-70 yõldõr. Atatürk dönemi 1923-1938 arasõnda 15 yõl. Biz 15 yõlda ne yapabildikse, ondan sonra birkaç yõl daha devam ettik. Ondan sonra tüm bunlarõn büyük bir bölümü durduruldu. Köy Enstitüleri kapatõldõ, Halkevleri kapatõldõ. 1963 yõlõnda TRT kurulduğu zaman, özerk anayasal bir ku- ruluştu. Onu da 1971-1972 yõlõnda kal- dõrdõlar. Halkõ nasõl aydõnlatacaksõnõz? Okuryazar oranõnõ ne yapsanõz çoğalta- mõyorsunuz. Bizler hâlâ kadõnlarõmõzõn yüzde 100’ünü ilköğretimden geçire- bilmiş değiliz. Bir de 1923 yõlõnõ düşü- nün: İnsanlar hurafeler, batõl itikatlar içe- risinde dinle ilgili çok az şey biliyor. İn- sanlara yardõm eden imamõn da iyi şey- ler bildiği şüpheli. Caminin imamõ bir ke- narõndan çocuklara dinin temel kuralla- rõnõ öğretiyor. Ama coğrafya, matema- tik, tarih yok. Böyle bir halk ortaçağda yaşõyor. Ortaçağ demek gerilik, akla öz- gürlük vermemek, yoksulluk, kadere boyun eğip tevekkül içerisinde ne olur- sa “Allah’tan geldi” deyip hiç çalõş- madan kabullenmek demek. ‘ATATÜRK TAASSUPTAN KORKMADI’ Yobazlõk ortaçağdõr. Bizim ortaçağdan çõkmamõz gerekiyordu. Osmanlõ yöne- ticileri, aydõnlarõ Batõ’da yeşeren uy- garlõğa katõlmazsak ne hale geleceğimizi iyi bildiler. Fakat onu bütünüyle alma- ya cesaret edemediler. Taassuptan kork- tular. Atatürk’ün büyüklüğü taassuptan korkmamasõdõr. Taassup gerçek din- darlar için de rahatsõz edici bir şeydi. Di- nin bir hastalõk yanõdõr. Yoksa cumhu- riyetin dinle ilgili bir sorunu olmadõ. Be- nim küçüklüğümde oruç da tutulurdu ev- de, kurban da kesilirdi. Camiye gitmek isteyen camiye de giderdi. Cumhuriyet döneminde okullardan din dersleri kal- dõrõldõğõ zaman köy okullarõndan bu dersler kaldõrõlmamõştõr. Köy okulla- rõnda din dersleri devam etmiştir. Onla- ra yardõmcõ olmak üzere de din kitapla- rõ basõlmõştõr. Cumhuriyet döneminde ba- sõlan Nurettin Artan ve Nurettin Se- lim tarafõndan yazõlan kitap kadar güzel yazõlan bir din kitabõ henüz yok. ‘ATATÜRK ÖZERKLİK SÖZÜ VERMEDİ’ - Kitabınızda bugüne kadar hiç açıklanmayan ya da yanlış bilinen ta- rihi olaylar da var mı? ÖZAKMAN - “Atatürk Kürtlere özerklik vaat etti, sonra sözünü tut- madı” deniliyor. Kitapta bu konunun doğrusu yer alõyor. Doğrusu bambaşka bir şey: Atatürk, Kürtlere özerklik va- at etmiyor. O tarihteki anayasanõn ilgi- li maddelerinde yerel özerklik zaten var- dõr. Kürtler ondan istifade edecektir diyor. Türklerin çoğunlukta olduklarõ yerlerde Türkler, Çerkezlerin çoğunlukta olduklarõ yerlerde Çerkezler... İllerde on- lara bazõ özerklik tanõnõyor. Sağlõkta, imarda özerklik yetkileri veriliyor. Söy- lenen ondan ibarettir. Atatürk “Türki- ye’yi Kürt bölgesi, Türk bölgesi diye ayırmaya imkân yoktur. Biz hepimiz birbirimize karışmışızdır” diyor. Bu, İzmit basõn toplantõsõnda söylenmiş bir sözdür. Atatürk buna benzer sorularõn gelmesi ihtimaline karşõ Büyük Millet Meclisi’ndeki tutanak kâtiplerini de beraber götürmüştür. Sorulan sorularla Atatürk’ün verdiği cevaplar tutanak kâtipleri tarafõndan kayõt altõna alõn- mõştõr. Bunlarõn hepsi belgeye bağlõdõr. Ayrõca İsmet Paşa, Lozan’a gitmeden önce Kürt milletvekilleri gelip “Biz sizden ayrılmak istemiyoruz. İngiliz- ler Musul’u almak istiyorlarsa, sakın ha vermeyin. Orası Türki- ye’dir” diyorlar. Kürtler bizim top- rak kardeşimiz. Tarihi kardeşimiz ve kader kardeşi- miz. Benim üvey büyükbabam Vanlõ bir Kürt. Benim üvey babaannem ise Çerkez. Biz hepimiz böyle bir- birimize girmişiz. Lord Curzon hâlâ burnundan soluyordu. Türklerin bağõra ça- ğõra ortaya atõlacaklarõnõ, konfe- rans kesilmesin diye esaslõ ödün- ler vereceklerini tahmin etmişti. Oysa Türkler tek sözcük bile et- memiş, susmuşlardõ. Konferan- sõn kesilmesiyle Müttefiklerin is- tediği gibi bir hava doğmuştu. Bu yüzden konferansõn kesil- mediğini, ayrõca Türklere proje- yi incelemek için süre verecekle- rini açõklayarak iki geri adõm at- mak zorunda kalmõştõ. Lanet olsun! Toplantõyõ surat içinde açtõ. İsmet Paşa her zamanki yerin- de, sükûnet ve kararlõlõkla oturu- yordu. Bütün mazlum ülkelerin temsilcileri gibiydi. Lord Curzon sarsõldõ. İnsanlarõ, gerçekleri, haklarõ önemsemeden dünyayõ yönetme- nin, sömürmenin hiç de kolay ol- mayacağõ anlaşõlõyordu. İşte Türkiye! Savaşõp herkesi yenmiş- ti. Burada da dünyanõn önünde, büyük devletlere meydan okuyor, eşitlik talep ediyor, eşit davra- nõlmazsa büyük tepki gösteriyor- du. Konferans kesilecek diye kork- muyordu. Bu kötü örnek yüzün- den Hindistan, Mõsõr, Afganistan kaynõyordu. Reddetmişti ama İs- met Paşa haklõydõ, Irak da kay- nõyordu. Orada da silah zoruyla tutunuyorlardõ. Büyük devletler başka, yeni, daha kandõrõcõ, da- ha uyutucu, daha uygun yöntem- ler bulmalõydõ. Sabrõn bittiği, sözün anlamõnõ yitirdiği çizgi- ye gelinmişti. İsmet Paşa Lord Curzon’a son ola- rak dedi ki: “Londra’da niçin barış yapmadan geldiniz diyecekler. Ne yanıt vereceksiniz?” Lord Curzon, İsmet Paşa’yõ ikna edemediği, kandõramadõğõ, korkutamadõğõ için öfke içindeydi. Diplomasi alanõnda toy bulduğu generalle ko- layca oynayacağõnõ düşünmüş, denemiş ama ba- şaramamõştõ. Sürekli terliyordu. İsmet Paşa’ya “Sen ne diyeceksin?” diye sor- du. “Bir tek cümle söyleyeceğim: Lord Curzon barış yapmayı istemedi.” İngiliz zembereği bozulmuş gibi havaya zõpladõ, “Katiyyen!” diye bağõrdõ. “Milletime ve dünyaya diyeceğim ki: ‘Lord Curzon barış istemiyordu. Görüşmeleri kısır bir sonuca vardırmak için elinden geleni yaptı. De- neyimini barış için kullanmadı, cimri çıkarla- rın hizmetine verdi. Sırf barış yapmamak için nerede bir bahane bulduysa, onların üzerinden ısrar ederek konferansı kesintiye uğrattı.’ Be- nim kanım bu.” Lord Curzon’un yüzü seyiriyordu: “Nasıl böyle söyleyebilirsin?” “Böyle söylüyorum, böyle söyleyeceğim. Ön- ceden aranızda her şeyi kararlaştırmışsınız. Hiç- bir ciddi değişiklik yapmadınız. Hiçbir haklı ta- lebe saygı duymadınız. Bizi oyaladınız. Dünya kamuoyuyla oynadınız. Hazırladığınız antlaş- mayı bu olumsuz haliyle bize mutlaka kabul et- tirmek istiyorsunuz. Baskı yapıyorsunuz. Buna barış konferansı, sizlere barışçı denir mi? Bu durumu bütün dünyaya anlatacağım.” Lord Curzon’a, M. Bombard’a, Marki Gar- roni’ye baktõ. Bembeyaz kesilmişlerdi. Tarihin so- luğunu enselerinde duymuşlardõ. Bir bahane icat edip Türkiye’yi konferansa çağõracaklarõnõ an- ladõ. Emperyalist diplomasi yenilmişti. İSMET PAŞA: BARIŞ İSTEMEDİ DİYECEĞİM İlk ambulans iyice rõhtõma yanaştõrõldõ. Vahidettin, Dr. Re- şat Paşa’nõn elini tutarak indi. General Harrington ve Mr. Henderson, Vahidettin’i say- gõyla selamladõlar. Tercüman Mattews de yetişmişti. Motora kadar konuşarak yürüdüler. Yolda ilk ambulansõn lastiği patlamõş, bu yüzden gecikmiş- lerdi. Başkaca bir aksilik ol- mamõştõ. Denizcilerin yardõmõyla mo- tora binildi. Vahidettin’in adam- larõ, bavullar ve çantalar da yüklendi. Motor arkasõndaki büyük İngiliz bayrağõnõ dalga- landõrarak rõhtõmdan ayrõldõ. Malaya Zõrhlõsõ’na yol aldõ. Vahidettin ‘her şey için te- şekkür’ ettikten sonra General Harrington’u şaşõrtan bir şey söyledi: “Eşlerimi size ema- net ediyorum, General.” Müslümanlarõn Halifesi Va- hidettin Efendi’nin en yakõn, güvenilir bulduğu insanõn İşgal Kuvvetleri Başkomutanõ Gene- ral Harrington olduğu anlaşõlõ- yor. VAHİDETTİN: EŞLERİMİ SİZE EMANET EDİYORUM GENERAL - Saltanatın kaldırılması konusunda kitabınızda ne gibi bilgilere yer verdiniz? ÖZAKMAN - Saltanatõn kaldõrõlmasõ İstanbul Hükümeti ile Ankara Hükümeti’nin Lozan’a çağõ- rõlmasõndan kaynaklanõyor. İstanbul Hükümeti põsõrõk insanlarla dolu, zama- nõnda Sevr’i imzalamõşlar. Onlarla bir- likte Lozan’a gitmek demek İngilizlerin her türlü oyununa gelmek, iki lokmaya bölünmek ve kolay yenilmek demek. Saltanatõn kaldõrõlmasõyla fiilen zaten İs- tanbul’da olmayan bir devlet, hukuken de bitirilmiş oldu. Birinci Meclis’te bir tarafta gelenekçiler, yani Saltanat ideolo- jisinin yanlõlarõ, bir tarafta da Cumhuri- yetçiler vardõ. Cumhuriyetçiler “cumhu- riyet” lafõnõ kullanmadan, gelenekçiler ise “saltanat” lafõnõ kullanmadan Büyük Zafer’e kadar sessiz sedasõz bü- yük bir çalõşmanõn içinde ol- dular. İki tarafta da bunu çok asilane yaptõ. Gelenekçilerin isteği hiç olmazsa halifeliğin, hanedanõn, padişahlõğõn kal- masõydõ, ama bu kavga Vahidettin için değildi. Başka bir rejim hakkõnda hiçbir bilgileri yoktu, gelenekçiler bu ne- denle sõkõ sõkõya saltanatõn devamõnõ istiyorlardõ. - Vahidettin törenle mi uğurlandı, yoksa sessiz seda- sız bir şekilde mi kaçtı? ÖZAKMAN - Bu konuda en güvenilir belge İngiliz ko- mutanõ General Harrington’un anõlarõdõr. Bu anõlarõ doğ- rulayan yan bilgiler de var. Bu konu bir tek kitaba bakõlõp öğrenilecek bir konu değil. Alan taramasõ yapmak lazõm. Osmanlõcõlar Vahidettin’in gemiyle Cenova’ya geldiğinde İtalya Kralõ Mussolini’nin karşõladõğõnõ söylüyor. İlgisi bi- le yok. Böyle masallar dolu. Vahidettin gizli saklõ kaçõyor. Öğle namazõna kadar Vahidettin’in kaçõşõ saklanmõştõr. Bunu da çok özel bir gayretle yapmõştõr. Bazõ kitaplar var, Malaya Zõrhlõsõ’na geldiği zaman top ateşi yapõldõ, büyük törenler yapõldõ deniliyor. Bu tamamen uydurmadõr. Bütün okullarõn Kabataş Limanõ’na gelip ağlaşarak Vahidettin’i uğurladõğõnõ iddia edenler bile var. Masaldan ibaret hepsi. ‘Vahidettin sessiz sedasõz kaçtõ’ CUMHURİYET-TÜRKMUCİZESİKİTABINDAN SÜRECEK İsmet Paşa Latife Hanım’õ beğenmişti. Bu konunun evli- likle sonuçlanmasõnõ istedi- ğini belli etti. Halide Edip Hanõm, “Fikriye Hanım çok üzülecek” dedi. “Neden?” “Bir yıldan fazladır Pa- şa’ya canla başla bakıyor- du.” İsmet Paşa önemsemedi: “Akrabası değil mi? Bir saygı görevi olarak bakıyor- dur.” “Öyle başlamış olabilir ama durum artık değişik. Bence Paşa’ya iyice âşık. Paşa’nın sarı tespihini bir muska, kut- sal bir kolye gibi boynunda taşıyor. Öyle sanıyorum ki ev- leneceklerini umuyor.” İsmet Paşa itiraz etti: “Yoo! İyi bir hanım olabi- lir. Ama Paşa’nın eşi olmak için yeterli mi?” Halide Edip Hanõm gülüm- sedi: “Aşk haddini bilme- mektir zaten.” L O R D C U R Z O N S A R S I L D I ‘AŞK HADDİNİ BİLMEMEKTİR ZATEN’ CMYB C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle