18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 OCAK 2009 SALI 12 KÜLTÜR AYNA ADNAN BİNYAZAR BilgisizliğinKörKaranlığı... Lüleburgaz Sanat Lisesi’nden iki öğretmen, emek- li bir arkadaşlarının kurduğu sanat atölyesinin girişi- ne Leonardo da Vinci’nin “Altın Oran” yontusu fi- gürünü yapmaya koyuluyor. Böylece büyük sanatçı- nın bu deha ürünü eserinin bir örneği halkın beğeni- sine sunulmuş olacaktır. Doğada göze hoş görünen her şey, Leonardo da Vinci’nin “Altın Oran”ındaki denge üzerine kuruludur. Bunun doğruluğu matematikçilerce sayısal olarak da kanıtlanmıştır. Kuşkusuz, doğanın insana bağışladığı gözü, bilimin gözüne dönüştürenler ayırt edebilecektir bu oranı. Bilgisizlikten kötü hastalık yoktur; öyle ki, bilgi yok- sunları, hem bilmediğini bilmez, hem bildiğinin kof te- meller üzerine oturduğunun ayrımında değildir. Önce, atölyenin kapısına bir torba dolusu dışkı bı- rakarak “tebliğ”de bulunuyorlar. Birer gün arayla da kimbilir “sadaka dağıtan” hangi karanlık yüzlü kara yo- bazın kışkırtmasıyla, iki genç, birbirinin ardından ge- lip kapıya dayanıyor: “Burada kilise yapıyormuşsunuz diye duydum.” “Buraya İsa’nın çarmıha gerilişi yapılıyor. (...) Niye elin gâvurunu yapıyorsunuz, bizden birilerini, örneğin Mimar Sinan’ı yapsanız daha iyi olmaz mı?” Onunla da kalmıyorlar, sanatçıların günlerce üze- rinde çalıştıkları yontuyu bir gece paramparça ediyorlar. Saldırganlar, en başta resim, yontu, müzik gibi, in- sanlığı birbiriyle kaynaştıran sanatların kilisede geliş- tiğini bilselerdi bunu yaparlar mıydı?.. Yobaz, bilginin düşmanıdır; mahalle baskısı saldır- ganları ortada bomboş dolaşan yobazlar arasından çı- kıyor; daha beterini de yaparlardı! Tecavüz, öldürme, çalıp çırpma olaylarının, darlık içindeki insanların yoğun olduğu yerlerde yaşanma- sı rastlantı değil. Bununla da kalınmıyor; “din” adı altında kafası ri- tüellerle doldurulanlar, iç özgürlüklerini yitiriyorlar. Bu koşullanmayla insanın kendi içine kapanması, baş- kasının onu baskı altında tutmasından da tehlikelidir. İnsanımız, şu sıralar sokak başlarında mahalleli adı- na asayişi sağladığını sanan bu dengesiz adamların yarattıkları olayların kurbanı oluyor. Din, dogmalardan kurtarılırsa gerçeklik kazanır. 13. yy. koşullarını düşünelim; o dönemin medreseleri tem- bellik yuvası değildi. Tam tersine, tasavvufun, dinsel felsefenin tartışıldığı mekânlardı. İbadete ney üflemeyi, oyunu sokan Mevleviliğin ger- çekte bir düşünce devrimi olduğunun kanıtı, Mevla- na’nın “Mesnevi”sidir, “Divan-ı Kebir”idir, “Rübai- ler”idir... Nü’lerin kalçalarına tülbent örttüren galeri yöneti- cilerinin, sergilerde nü’leri aforoz eden cumhurbaş- kanlarının, “Böyle heykelin içine tükürürüm” diyen yö- neticilerin Müslümanlıklarına kanmamalı; onlar ne Mev- lana’yı tanırlar, ne onun yazdıklarından iki satır oku- muşlardır... Yazının sonuna gelmiştim ki, Mersin Atatürk Par- kı’nda Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sa- hibi olunamaz” sözünün yazıldığı anıtının kaidesine sert bir cisimle yazılar yazıldığını okudum Cumhuriyet’te. Elindeki saz kırılarak Karacaoğlan yontusu da bu sal- dırganlıktan nasibini almıştı. Sanatı tahrip et, aydınlanma burçlarına saldır; sa- na “barbar Türk” demelerine öfke duy!.. Bilgisizliğin kör karanlığı kafaları öylesine sarmış ki, o kafaya aydınlığın fanusu geçirilse, yobazlık virüsü sak- lanacak bir yer bulacaktır... [email protected] [email protected] O smanlõ toplum yaşamõndan modern yaşama geçişin yarattõğõ değişim dramatik bir öğe olarak hem ro- manda hem de tiyatroda değerlendirilmiştir. Tiyatromuz ayrõca ‘gülünçleştirilmiş’ bo- yutlarõyla ‘tip’ düzeyinde çizilen ‘paşazade’ kimliğindeki oyun kişileriyle dolup taşmak- tadõr. Bu tipler, çoğunlukla ‘ses’i ‘titrekleş- tirme’, ‘beden’i iki büklüm edip mekanik el kol sallamalarõna tutsak etme, oyunculara abartõlõ peruklar giydirme yoluyla -seyirciyi bezdirircesine- yorumlanagelmiştir. Güner Sümer’in ‘kadın oyuncu’ için yazõlmõş tek kişilik ‘Hüzzam’ oyunu, top- lumsal değişim içinde, bir yandan eski de- ğerlerini korumaya çalõşõrken, bir yandan da gündelik yaşamõn gitgide zorlaşan koşullarõnõ göğüsleme durumunda kalan, paşa torunu bir kadõnõn ‘yalnızlaşma’ ve ‘zamana yenik düşme’ öyküsünü dile getirir. Sahne olayõ- nõn merkezine yalnõzca bu kadõn yerleştiril- miştir. ‘Canlı’ olarak yalnõzca bu kadõn yer alõr oyunda. Bu kadõnõn, ‘bugün’deki gö- rüntüsüyle ve ‘ses’iyle buluşan, ‘geçmiş’e ve ‘şimdi’ye ilişkin ‘iç ve dış ses’leri vardõr. Tüm öteki ses ve görüntüler elektronik ay- gõtlar aracõlõğõyla üretilir. ‘Hüzzam’õn başkişisi Mahpeyker 50’li yaşlarõndadõr. Oyundaki kimi veriler oyun ki- şisinin 1910’lu yõllarda doğmuş olduğu iz- lenimini bõrakõr. Mahpeyker, paşa dedesinin yalõsõnda geçen çocukluk ve ilkgençlik yõl- larõndan sonra, yanlõş bir evlilik yapmõş, ha- yõrsõz bir koca ve erkek evlat tarafõndan elin- de avucunda ne varsa çarçur edilmiş bir es- ki İstanbul soylusudur. Onunla, bir şirketin santral memureliğini yaptõğõ ve ‘dededen kal- ma’ ipotekli yalõyõ yitirme tehlikesiyle kar- şõ karşõya olduğu aşamada tanõşõrõz. Zor koşullar Mahpeyker’i yõllar önce de- ğiştirmiş, bir zamanlarõn nazlõ paşa torunu - gerektiğinde ‘ağzı bozuk’- bir yaşam sa- vaşçõsõna dönüşmüştür. Ne ki iş yaşamõnda çõkarlarõnõ korumayõ öğrenememiştir. Top- lumsal haklarõ için savaşõm veren işçilerin ey- lemleri üstüne hiç kafa yormamõş, karşõlõk- lõ ‘nezaket’e dayalõ bir ilişki olarak gördü- ğü patron-işçi birlikteliğinde ‘sigortalı’ ol- mak için bile istekte bulunmamõş, daha doğ- rusu, böyle bir şeyi aklõndan bile geçirme- miştir. Sümer, oyun kişisini yalnõzca değişen zamana yenik düşmüş bir kurban değil, yap- tõğõ ‘seçim’lerden sorumlu biri olarak da -eleş- tirel bir bakõşla- biçimlendirmiştir. Yine de oyun kişisini sevecenlikle kucaklar. Yazarõn sevecenliği, Mahpeyker’in zaman zaman tüm varlõğõna ege- men olan ‘ince du- yarlık’ta yansõr. Bu duyarlõk ‘hüzzam’ makamõnda şarkõla- rõn hüznünde yankõ- lanõr. Oyun, Mahpey- ker’in ‘şimdi’de ya- şadõklarõ ile zaman za- man belleğinden dökülen ‘geçmiş’in iç içe geçmiş anlatõmõdõr. Dolayõsõyla, sahne dü- zeninde gerçekçi bir anlatõm kotarõlmasõ söz konusu değildir. Ne ki Sümer’in metni, oyun kişisinin beş yaşõndaki konumunu bile orta yaşõ geçmiş bir kadõnõn görüntüsü içinde oy- namak durumunda olan oyuncunun, yoru- munu baştan sona gerçekçi biçemde kotar- masõnõ öngörmektedir. İşte bu noktada ‘oyuncu’ kişi ustalõğõ gündeme gelmektedir. Devlet Tiyatrolarõ sanatçõsõ Maral Üner, ilk kez 1984-85 dö- neminde Olcay Poyraz’õn rejisiyle yorum- ladõğõ Mahpeyker’deki başarõsõyla ödüllere değer bulunmuş, yapõm 12 yõl boyunca 503 kez seyirci karşõsõna çõk- mõştõ. Oyun Poyraz’õn sahnelemesi ve Üner’in yorumuyla, yine An- kara Devlet Tiyatrosu yapõmõ olarak 23 yõl sonra bir kez daha se- yirci karşõsõna çõkõyor. Maral Üner, uzun sayõlacak bir oyunu hiç düşmeyen bir tartõm içinde, soluklu ve ince ayrõmlarõ gözeten bir oyunculukla tek başõ- na sõrtlamaktadõr. Oyuncu, sahne üstündey- ken bir an bile dinlenme şansõ vermeyen oyu- nu taşõrken ‘doğallık’ ilkesinden ödün ver- memiş, ‘ses’te bağõrtõya, ‘hareket’te abartõ- ya kaçmaksõzõn, ‘gerçekçi’ biçemin oyun- culuk yoluyla nasõl değerlendirilmesi ge- rektiğini uygulamalõ bir ders verircesine göstermiştir. Çocuk, genç kõz, evli kadõn ve yaşlanmaya yüz tutmuş Mahpeyker’i can- landõrõrken, oyuncunun ‘ses’ enstrümanõnõ hiç zorlanmadan ‘çeşitlendirmesi’ için, tõpkõ konsere hazõrlanan bir müzisyen gibi yoğun biçimde çalõşmasõ gerektiğini de örnekler gi- bidir. ‘Şarkı söyleme’ hünerinin oyunculu- ğun ‘olmazsa olmaz’larõ arasõnda yer aldõ- ğõnõ, söylediği şarkõlarõ yalnõzca doğru ola- rak değil, doğru duyarlõklarõ yükleyerek yorumlamasõyla göstermiştir. (‘Taş plaktan yayılan ses’ efektini yaratarak söylediği şar- kõ başlõ başõna bir ‘hüner’ gösterisidir.) Üner’in gerçekçi biçemdeki oyunculukta- ki en büyük başarõsõ ise, 1910’lu yõllarõn ba- şõnda doğmuş, İstanbul soylusu kadõnlarõn konuşma biçimini, ses, mimik, jest ve ha- reket kullanõmõnõ kusursuz biçimde göz- lemlemiş ve sahneye geçirmiş olmasõndadõr. (Oyunun ilk sahnelendiği yıllarda bu ka- dınlar 70’li yaşlarındaydılar.) Yeni yapõmda daha önceki tasarõm ve yo- rum olduğu gibi korunmuş. Bu da oyunun 1970’li yõllarõn başõnda geçtiğinin vurgu- lanmasõnõ gerekli kõlõyor. Çünkü geçen süre içindeki değişim, oyunu 2000’li yõllarda iz- leyen seyircinin algõlamasõnda sorun yara- tabilmektedir. (Mahpeyker’in Osmanlı dö- neminden kalma bir yalıya günümüzde - ipotekli de olsa- sahip oluşunun şaşırtıcı- lığı gibi). Maral Üner’in yorumu ise -‘bu- gün’den bakõldõğõnda- daha da değer kaza- nõyor. Eski İstanbul kültürünün vazgeçilmez renklerinden biri olan ‘İstanbul soylusu kadın tipi’ni simgeleyen kişiler artõk hayat- ta değil. Oyuncular tarafõndan - Maral Üner’in yapabildiği gibi- gözlemlenmeleri ve içsel- leştirilmeleri olanaksõz. Dahasõ, gün gelecek, nasõl konuştuklarõ, nasõl güldükleri, kendi- lerine özgü jest ve mimikleri unutulup gide- cek. Bu nedenle, Üner’in ‘Hüzzam’daki yorumunun video ‘yakın çekim’leriyle bel- leğe alõnmasõ, gelecek kuşaklardan sanatçõ- lar ve seyirciler için belgelenmesi gerekiyor. ‘Hüzzam’ yapõmõ, tiyatronun tadõnõn iyi oyunculukla oluştuğunu bir kez daha göste- riyor. Maral Üner 23 yõl sonra bir kez daha ‘Hüzzam’da Kültür Servisi - Semaver Kumpanya, ye- ni yõlda Çevre Tiyatrosu’nda sahneleye- cekleri “Resmi Geçit” adlõ yeni oyunla se- yirciyle buluşacak. Çağdaş Yunan oyun ya- zarõ Loulo Anagnostaki’nin kaleme aldõ- ğõ oyunu Serkan Keskin yönetiyor. Oyun- larõnda savaş, burujuva sõnõfõ eleştirisi, er- kek egemenliği ve kaçak göç gibi sorunlarõ eleştirel bir yaklaşõmla ele alan Anagnos- taki’nin “Resmi Geçit”i ilk kez Paris’te 1969’da sahnelendi. Oyunda, içine kapanõk ve yaşamdan habersiz iki kardeşin yaşa- mõnõn bir anda nasõl değiştiği anlatõlõrken insanõn varoluşu inceleniyor ve çağdaş insanõn iletişim eksikliği, hayal kõrõklõğõ ile karşõlaştõğõ ağõr baskõnõn altõ çiziliyor. İlk gösterimi 9 Ocak’ta yapõlacak olan oyunun çevirisi Nükhet İzet’e, dekor ve õşõk tasa- rõmõ Cem Yılmazer’e, kostüm tasarõmõ As- lı Ataseven’e ait; oyuncularõysa Nadir Sa- rıbacak ile Öyküm Elif Erdoğan. (www.semaverkumpanya.com) Semaver Kumpanya’dan yeni oyun Anadolu’dan Balkanlar’a müzik buluşmasõ Kültür Servisi - Koçani Orkestrasõ ve Yar- kõn Ritim Grubu, klarnet ustasõ Serkan Çağrı’nõn da solist olarak katõlacağõ kon- serleriyle 10 Ocak saat 20.00’de İş Sanat’ta müzikseverlerle buluşacak. Konserde Balkan ve Anadolu müzikleri, Roman ezgileri yo- rumlanacak. Türk müziği ile Uzakdoğu, La- tin Amerika ve Hindistan’dan ezgi ve ritim- leri bir arada kullananYarkõn Ritim Grubu, Koçani Orkestrasõ’yla aynõ sahnede bu geceye özel müzik yapacaklar. Yarkõn Ritim Grubu, 1994 yõlõnda iki müzisyen kardeş olan Fah- rettin ve Ferruh Yarkın tarafõndan kurul- du. Topluluk, Türk müziği, tasavvuf musõkisi gibi ülkemizden müzik türleriyle ilgilenme- nin yanõnda, Hintli ve İspanyol müzisyenlerle birlikte çaldõklarõ özel tasarõlara da imza at- tõ. (0 212 316 10 83) Serhan Şeşen’in dostları buluştu Kültür Servisi - Geçen yõl 4 Aralõk’ta aramõzdan ayrõlan Serhan Şeşen için, ailesi ve dostlarõ Kadõköy Belfast’ta bir araya geldiler. Serhan Şeşen’in sevdiği şarkõlar eşliğinde geçen gecede, onun gitarõyla katõldõğõ konserden görüntüleri ve yaşamõndan kesitleri içeren bir video gösterimi de yapõldõ. Zamana yenik düşmek Güner Sümer’in 1984-5 döneminde Olcay Poyraz’õn rejisi ve Maral Üner’in yorumuyla Ankara Devlet Tiyatrosu’nca sahnelenen oyunu ‘Hüzzam’ 12 yõl boyunca 503 kez seyirci karşõsõna çõkmõştõ. AKÇAABAT SULH HUKUK MAHKEMESİ TEREKE ESAS NO: 2008/5 Davacõ SENİHA BALCIOĞLU tarafõndan (KISITLI UĞUR KİLİT’e velayeten) MÜTEVEF- FA MUSTAFA KİLİT hakkõnda mahkememize açõlan TEREKE TESPİTİ VE DEFTER TU- TULMAMASI davasõnõn yapõlan yargõlamasõ ilk tensibi ara kararõ uyarõnca; Mahkememizce 2 kez ilan yapõlmasõna karar verilmiş olup; 1. İLAN OLARAK; Trabzon ili Akçaabat ilçesi Mersin beldesi Yalõköy Mahallesi nüfusuna cilt 97, hane 61 sõrasõnda kayõtlõ Muhammet ile Cevahir oğlu 1937 doğumlu MUSTAFA KİLİT’in 12/10/2007 tarihinde ÖLMÜŞ OLDUĞU, açõlan dava nedeniyle MUSTAFA KİLİT’in varsa ALACAK ve BORÇLULARININ açõlan davadan HABERDAR OLMALARI HUSUSUNDA TEBLİĞ YERİNE GEÇMEK ÜZERE İLANDIR. İLK DURUŞMA TARİHİ: 24/02/2009 İLK DURUŞMA SAATİ: 09.00 İLK DURUŞMA YERİ: Akçaabat Adliyesi Hukuk mahkemeleri du- ruşma salonu. Basõn: 70559 DİKİLİ SULH HUKUK MAHKEMESİ İ. Şüyu Satış Memurluğu Sayõ 2008/16 Satõş. KIYMET TAKDİR TUTANAĞI VE BİLİRKİŞİ RAPORUNUN İLANEN TEBLİĞİ: Dikili Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 25.06.2008 tarih, 2008/4 Esas, 2008/237 Karar sayõlõ Ortaklõğõn Giderilmesi hakkõndaki kesinleşmiş kararõna istinaden satõş memurluğumuz tarafõndan satõşa çõkarõlacak olan Dikili-Çandarlõ beldesi, Çambaşõ mevkii, 536 ada, 4 parselde kayõtlõ, 396 m2 arsa cinsinden olan taşõnmazõn 03.12.2008 tarihinde yapõlan değer tesbiti sonucu bilirkişi- lerce 04.12.2008 tarihinde verilen raporda taşõnmazõn değeri 9.900,00 YTL olarak tesbit edilmiştir. Bu taşõnmaza ait yukarõda açõklanan bu kõymet takdir tutanağõ ve bilirkişi raporunun, taşõnmazõn 1/2 hissesinin sahibi olan ve adresi tespit edilemeyen; Mustafa Şamil oğlu, Ahmet Koray KUTLU’ya, ilanen tebliğine karar verilmiştir. Verilen karar gereğince işbu ilanõn gazetede ilan tarihinden itibaren 8 (Sekiz) günlük yasal süreye 15 (Onbeş) günlük sürenin ilavesi ile 23 (Yirmiüç) gün içinde yukarõda adõ yazõlõ hissedarõn bir itirazõ var ise bu süre içinde Dikili Sulh Hukuk Mahkeme- si’ne başvurmasõ, başvurmadõğõ takdirde kõymet takdirinin kesinleşeceği; Bu itibarla işbu kõymet takdiri ilanõ, yukarõda adõ yazõlõ, adresi tespit edilemeyen hissedara tebliğ yerine geçmek üzere ilan olunur. 16.12.2008 (Basõn: 70535)Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. DİYAP DURSUN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle