22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ SADIK ÇELİK Topraklarımızı Satıyoruz 24 Aralık 2008’de, çok önemli ve dikkat çekici bir eylem gerçekleşti: “Çılgın İhtiyarlar” Hayrettin Karaca (TEMA Vakfı Onursal Başkanı) ve Dr. Mu- azzez İlmiye Çığ’ın ( Sümerolog) “topraklarımız satılmasın” diye, ilerlemiş yaşlarına rağmen, so- ğuğa, karakışa aldırmadan, TBMM önünde ger- çekleştirdikleri oturma eylemi. O güne kadar gündemde hak ettiği yeri bir türlü bulamayan, bu çok önemsediğim yabancılara toprak satışı mev- zusunu kamuoyuna duyuran Hayrettin Karaca, ey- lem sırasında yaptığı açıklamada şunları söylemiş: “Ülke toprağının ve tarım alanlarının satışına kar- şı çıkmak için önce toplumsal bilincin arttırılması gerekir; bu konuda hükümetleri suçlamakla bir ye- re gidilemez, toplumsal tepki konularak hükü- metlerin vatandaşı dinlemek zorunda bırakılması için bir araya gelinmesi gerekir”. Bu iki çılgın ihtiyarın eylemi ve Hayrettin Kara- ca’nın söyledikleri hepimizi ilgilendirmeli ve hepi- miz başımızı önümüze eğip düşünmeliyiz. Eğer or- tada bir sorun varsa, bu sorunun çözümü, soru- nu görüp de tepki göstermeyenlerin harekete ge- çirilmesinde yatar. Bireylerin bu konuda üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri kadar si- vil toplum örgütlerinin de benzeri eylemlerle ses- lerini duyurmaları gerekir. Ama bireylerin, sivil top- lum örgütlerinin bunu yapabilmesi için önce, bu konunun vehametinin farkında olmaları lazım. Bu farkındalığı algılama görevi hem bireylere hem de basına-medyaya düşmektedir, çünkü bunlar varlığımızı sürdürmek, var olup olmamak ka- dar hayati önem arz eden ortak yaşam sorumlu- luklarımızdır. Maalesef giderek küreselleşen ekonomik yaşam ve yabancı sermayenin serbest dolaşımına para- lel yabancılara toprak alım-satımı da sanki sıra- dan günümüz ticari ilişkilerinin bir devamıymış gi- bi gözükmektedir. Sınırları zorlayan küreselleşme ideolojisi ne hikmetse bunu kendi çıkarları söz ko- nusu olduğunda özgürlükler ve ticari ilişkilerin par- çası olarak göstermektedir. Ancak bunun Türki- ye açısından hiç ihmal edilmemesi gereken yön- leri vardır. O da “karşılıklılık ilkesi” hususudur. Kar- şılıklılık ilkesi her yönüyle işler olmalı, kâğıt üze- rinde kalmamalıdır. Bugün kâğıt üzerinde karşılıklılık ilkesiyle ilişkiler içerisinde olduğumuz çoğu ülke- de değil iş yapabilmek, bu ülkelere vize alıp gi- debilmenin bile pratikte uygulamasının olmadığı, haksız rekabet koşulları gerçeğinin görmezden ge- linmesinin nedeni ya aymazlıktan, ya iktidar an- layışından ya da çıkar ilişkilerinden kaynaklan- maktadır. Oysa ki, topraklarımızın satış yoluyla ya da baş- ka biçimiyle elden çıkması hayatiyet arz eden bir konudur. Sorun yabancıların yatırım ya da ikamet amaçlı olarak emlak ve toprak satın alması değil, geniş çaplı arazilerimizin yabancılara satılarak el değiştirmesinin kanunen mümkün olması ve bu sa- tışların yapılıyor olması can sıkıcıdır. Yabancılara büyük çaplı arazi satışı ile, Kurtuluş Savaşı’nda onca kan akıtarak Yunanın, İngilizin, Fransızın elinden kurtardığımız son vatan top- raklarımız teker teker yine aynı milletlerin, İsrail’in ve Arapların eline geçmektedir. Üstelik de çok ucu- za ve bedavaya. Satılan araziler ise genellikle en verimli, tarıma en uygun, ticari açıdan, stratejik açı- dan da öneme haiz bölgelerimizdeki toprakları- mızdır. Yıllarca, toprak kaybı denince ilk aklımıza gelen “erozyon” oldu, bunun için önlem almaya ve toplumu bilinçlendirmeye çalıştık. Topraklarımızın kaybolmaması için erozyonla mücadele ettik. Oysa şimdi, doğanın toprak kay- bı konusunda ne kadar masum olduğunu görü- yoruz, halbuki beterin beteri varmış. Topraklarımızın haraç mezat yabancılara satılmasıyla erozyondan çok daha kötüsünü, çok daha vahimini yaşıyoruz. Son söz olarak, topraklarımızın her biçimiyle yi- tip gitmesine göz yummamamız, razı olmamamız, tepki göstermemiz gerektiğini bizlere hatırlatan iki çılgın ihtiyara teşekkür ediyorum. Bu ülkenin vatandaşı, yurttaşı olmanın onurunu yaşamak istiyorsak, bu onur sorumluluk gerekti- rir, bunun gereğini yapmamız gerekir ki, sadaka- larla geçinen bir toplum değil sosyal devlet geti- rileriyle huzur ve güven içinde varlığını sürdüren bir ülke olalım. Birey olarak, siz okuyucularımı ve değerli basın mensuplarını bu konuda çılgın iki ih- tiyarı örnek alarak, duyarlılıklarını, tepkilerini gös- termeye çağırıyorum. sadik.celik@keyveni.com MERİÇ VELİDEDEOĞLU İsrail Üç Ocak günü karadan da “komşu”ları Filistinlilerin toprağı Gazze’ye girdi. Beş gün sonra sanki orada yerleş- mişler gibi görüntüler TV’lerden tüm dünyaya ulaştı. Bunlardan birinde görün- tüye, ilkin Gazze’de bir evin alt katındaki bir oda geldi. Kü- çücük odaya ev sahipleri, onlara sığınanlarla birlikte ço- luk çocuk tıkış tıkış doldurul- muştu. İnsanlar bitkindi; “aç” çocukların gözleri “korku”dan dışarıya fırlamıştı. TV bizi üst kata çıkardı. Dayalı, döşeli bir oda. İsrail askerleri kanepelere, koltuk- lara yığılıp serilmişler; yaka bağır açık; silahlar duvara dayalı. Bir bölük asker de kapıya yakın toplanmışlar; ayaktalar. Kiminin başı örtülü, kiminin de kippalı (takkeli). İleri geri sal- lanarak ellerindeki Tevrat’ı okuyorlar. Ekran kippalı bir tanesini öne getirdi. Çok düşünceli gö- rünüyordu. Belki de Tekvin’in (1. kitap) onuncu bölümünü okuyordu. İsrailoğullarının ve Filistinlilerin Nuh’un “iki” oğ- lunun torun “çocuk”ları ol- duğunu; “kardeş” çocukları olduklarını... Başı örtülü bir asker de bir duruyor, bir okuyor. Belki o da “On Emir”i okuyordu. Altıncı buyruk: “Katletmeyeceksin”i, sonuncu buyruk: “Komşu- nun hiçbir şeyine tamah et- meyeceksin”i. Bu inançlı insanları suçla- yamayız sanırım; durum öte- ki inançlarda da böyle. Yalnız şimdi “ilginç” olan, bir dakika önce öldürmek, evini “gasp” etmek, bir dakika sonra da bu “yaptıklarının” Tanrı’nın “ya- sak”ladığını okumak. Bu den- li sıcağı sıcağına olanına az rastlanır. Belki de hiç. Gazze’den bu görüntüler yayımlanırken, İsrail’i des- tekleyen İngiltere’nin baş- kenti Londra’da da otobüs- lere, “Belki de Tanrı yoktur!” diye başlayan ilanlar asılıyor- muş haberi geldi. Londralılar, bu ilanları oku- yunca gülüyorlarmış. Ama dindarlar da kızmaya başla- mışlar. Onlar da bu tür yön- temlerle karşı atılıma geçe- ceklermiş. Eh, haklılar. İlanların hiçbir engelle kar- şılaşmadan 800 otobüse asıl- ması, görüşlerin kamuoyuna özgürce duyurulması, kuş- kusuz “gerçek” bir “düşünce özgürlüğü”ne sahip olmanın sonucudur. İngilizler pek “övünürler” bu düşünce özgürlükleriyle. Ama bunun temelinde “la- ik”liğin bulunduğunun da “bi- linç”indedirler. İngilizlerin övündükleri bir tutumları daha vardır: “Ev- rensel İnsan Hakları”na saygılı olmaları, bunu savunmaları. Nerede olursa olsun bir “ihlal” söz konusu olunca, nasıl du- yarlık gösterdikleri, başta Lon- dralılar olmak üzere ayağa kalktıkları çok görülmüştür. Pek güzel de, “insan hak- ları”nın temeli olan “yaşam” hakkı, Gazze halkının, ço- cukların, bebelerin ellerinden koparılıp alınıyor. Kan akıyor oluk oluk. Neredeler? Etkisiz bir iki “cızıltı”. İngi- lizlerin, Londralıların “TV”leri bu “katliam”ı göstermiyor mu yoksa? Kuşkusuz tüm Ba- tı’nın da. Öldürülenler “Müslüman” olduğu için mi? Ses çıkarıl- mıyor? Ama “din”in yaşam- larındaki boyutunun ne ol- duğunu dahası -yüzde 40’ının- yaşamlarında yer al- madığını, Londralılar bu ilan- larla açıkça ortaya koydular. Şimdi “Madrid”liler de on- lara katılacaklarmış; ilanları otobüslerine koyacaklarmış. Öyleyse bu “suskunluk” ne- dir? Bir “çifte” standart mı? İşte bu haklı soruyu sordu- ğumuzda, korkarım ki onların şu yanıtı da gecikmeyecektir: “Siz kendi ‘çifte’ standardını- za bakın!” Ne demek istediklerini anımsatmak için ilkin On Ocak gününe bir bakalım kı- saca. İstanbul’da yedi İslam ül- kesinin üst düzey yöneticile- rinin eşlerinin katıldığı bir “Ka- dınlar Toplantısı” yapılıyor Gazze ile ilgili. Kürsüde toplantıyı düzen- leyen Emine Erdoğan açış konuşmasını yapıyor. Gaz- ze’de ölen gençleri, çocukla- rı özellikle anıyor, ağlaya ağ- laya konuşuyor. Ve bir “ana” olmasının acıyı çok daha “de- rinleştirdiği”nin altını “kalınca” çiziyor. Şimdi biraz geriye, on gün öncesine dönelim. 31 Aralık yılbaşı akşamı Ankara’da, “Emine Ana”nın dört çocuğu gibi genç yedi üniversite öğ- rencisi ölüyor. Korkunç bir “ih- mal” yüzünden. Ne “Emine Ana”dan, ne de Başbakan “Tayyip Baba”dan bir “ses”, bir “soluk” var. Çünkü kızlı erkekli gençler yeni yılı kutlamak için “bir arada”ydılar. Eh, böyle olunca “ölüm” onlara “hak”tır. Bu bir “çifte standart” değil de nedir? Demek “analık”, “babalık” duygusunda bile çifte stan- dart yaşayabiliyormuş kimi- leri... Düşünmek bile insanın içi- ni altüst ediyor. Bu durumda Batı’yı sorgulayabilir miyiz? Dirensek, bu kez de “ulusal” anamızın, babamızın Gazze- lilerin ölülerini, yaralılarını na- sıl “kullandıkları”nı yüzümüze vuruverirlerse ne yaparız? “Takıyye” mi diyelim, “iki- yüzlülük” mü diyelim... Dilim varmıyor ama pa..dan akı- yor... Gazze - Londra - İstanbul m.velidedeoglu@hotmail.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com16 Ocak OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 16 OCAK 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Kazı ödeneği bulamayan arkeologlara öneri: SİT alanlarına Ergenekon ihbarı yapın! Hafriyat A. Tarık Emre: “Krokiler çizip ihbar etsek, hafriyatı bedavaya getirebilir miyiz!” Duygu Necati Cebe: “Gazze’deki Filistinliler için karısından sonra eşbaşkan da ağladı. Suçluluk duygusundan olmasın!” Yeni Fener Sadi Yak: “Milli Eğitim Bakanlığı, Filistin için okullardan yardım parası topluyor. Buyurun ‘Mektep Feneri’ne!” YağmurDeniz Hazine, maaşları neden yatırmadı? DEVLETİN İstanbul’daki devlet tiyatrosu sanatçıları, dün maaşlarını almak için bankaya gittiklerinde güzel bir sürprizle karşılaştılar. Koskoca devlet, koskoca devlet tiyatrosunda çalışan sanatçıların maaşlarını yatırmamıştı! Bunun üzerine devletin devlet tiyatrosu sanatçıları, devletin devlet tiyatrosunun muhasebesinde çalışan devlet memurlarına maaşlarının niye yatmadığını sordu. Sordu ama devletin tiyatro sanatçıları, devletin muhasebedeki memurlarından maaşların niye yatmadığını bilmedikleri yolunda bir yanıt aldılar. Devlet memuru olmayanların da rahatlıkla verebileceği bu yanıt karşısında gerçeği öğrenmek için aynı soruyu sormaya devam eden devletin devlet tiyatrosu sanatçıları, ısrarlı çabalarının sonunda maaşlarının niye yatmadığı konusunda acı gerçekle tanıştılar: Hazine, maaşlar için para yatırmamış! Hazine’de para kalmamış da onun için mi sanatçıların maaşları yatmamış yoksa Hazine’dekiler devlet tiyatrosu sanatçılarının maaşını yatırmayı mı unutmuş? Bu sorunun yanıtını büyük kültür adamı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, IMF ile ümük pazarlığını hamdolsun sürdüren Başbakan’a vereceği küçük bir soru önergesiyle öğrenebilir miyiz acaba! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” BÜYÜK, bir zırvanın zirvesindeyiz. Ergenekon dalgasının “bir numaralı tanığı” ve davanın “temel dayanağı” sahte haham çırağı Tuncay Güney’in polis sorgusu da televizyonlardan yayımlandı. Evet; bu da oldu! Halkımız ilk kez bir polis sorgusunun nasıl yapıldığını gördü, öğrendi! Darısı, savcıların hazırlık soruşturmalarının başına; böylesi zırvaların sonunda inşallah bir gün onu da görürüz! Bu arada Fetoş’un yurtlarında Kuran ezberleyerek yetişen Tuncay Güney’in ezberinin ne kadar kuvvetli olduğunu sanırım herkes anladı. Uyuşturucu kaçakçılığından terörle mücadeleye, gazete yönetiminden yeraltı örgütlenmesine kadar her konuda en yetkin uzman, en derin bilgi sahibi ve film kahramanı 007 James Bond’dan daha büyük bir ajan olan Tuncay Güney’e ruh hastası tanısı koymak için uzman doktor olmaya bilmem gerek kaldı mı! Bir atasözü vardır: Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış... Delinin kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalışmak akıllı insanların işi olmasa gerek. Bırakın, delinin attığı taş kuyunun dibinde dursun. Aklı başında insanlar, eğer delinin attığı taşın peşinden koşturup gidiyorsa, onların da aklından kuşku duyulmalıdır! Sahte haham çırağının polis sorgusu görüntüleriyle zırvanın zirvesine çıktığımız şu günlerde, Ergenekon dalgasını ciddiye alıp üzerinde konuşmak, tartışmak, fikir yürütmek akıllı insanlara hiç ama hiç yakışmıyor. Bu saptama örneğin; Ergenekon müneccimi Şamil Tayyar’la ekrana çıkan ve “Sayın” Tuncay Güney’i sorularıyla köşeye sıkıştırmaya çalışan, bir zamanlar Susurluk’u araştırmış eski komisyonun üyesi Fikri Sağlar için de geçerlidir. Bu noktada “Peki o halde, kazılardan çıkan mühimmatlar neyin nesi” diye sorabilirsiniz. Mühimmatların kimler tarafından, nereden, ne zaman, hangi yoldan elde edilip, kimler tarafından, hangi amaçla kullanılmak üzere gömüldüğü kanıtlansın, o zaman oturup konuşalım. Aynı kural, Ergenekon savcısı RTE’nin sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla çok yakında yapılacak yeni kazılardan çıkacak cesetler ve sonrasında yine devlet televizyonunun naklen yayını ile ekranlara getirilecek toplu mezarlar için de geçerlidir. Zırvada zirve SESSİZ SEDASIZ (!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ “Öksürükotu” da denilen, sarõ çi- çekli, ekin tarlalarõ- na zararlõ otsu bitki. 2/ Çõkar yol, çare... Dantel ya da nakõş ipliği yumağõ. 3/ Keçiyolu, patika... İşlenmemiş, ekil- memiş toprak. 4/ Silifke ilçesinde an- tik bir kent... Bir pamuk cinsi. 5/ Kü- çük motosiklet. 6/ Bir mü- zik parçasõnõn son bölü- mü... Suudi Arabistan’õn plaka imi. 7/ Bir nota... “Labada” da denilen ve yapraklarõ sebze olarak kullanõlan bitki. 8/ “Ma- nila keneviri” adlõ elyafõ veren muz türü... Işõk kay- nağõnõn 1 saniyede çevre- sine yaydõğõ õşõk enerjisi. 9/ Sazõn en ince ses veren teli... Yaptõğõ her şeye çok dik- kat ve özen gösteren. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Değerli metal ve taşlardan yapõlan süs eşyasõ... Çõplak toprak. 2/ Âşõk olmaktan duyulan korku. 3/ Küçük yapõ- lõ bir kanguru cinsi... Utanõlacak şey, ayõp. 4/ Mesafe... Ar- goda çok çalõşan öğrenciye verilen ad. 5/ Aşağõsõ dar, yu- karõsõ geniş bir tür yeniçeri başlõğõ. 6/ Bir renk... Sürülmemiş tarla. 7/ Kaba, biçimsiz... Letonya’nõn para birimi. 8/ Branş, dal... Toprak üstündeki yükseklik. 9/ “Kuntra” denilen ve kaliteli bir şarap veren siyah üzüm cinsi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A H K E E T İ Ü R E T A N E N Ş A R K Ü T E R İ N S A V A N A E M E K K İ M İ M U A T K İ L E Ş E L E K S E E L A A S İ T E R K A N U N İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle